İçeriğe geç

Sevdalım Hayat Kitap Alıntıları – Zülfü Livaneli

Zülfü Livaneli kitaplarından Sevdalım Hayat kitap alıntıları sizlerle…

Sevdalım Hayat Kitap Alıntıları

Karakışın buzu bile
Sürmedi sonsuza kadar
Gittiğimiz her tiyatro suç unsuru olmuştu, okuduğumuz her kitap da öyle
Bir ihtilalle hediye edilen özgürlük ortamı, başka bir ihtilalle elimizden alınıyordu.
Duvarın dibinde bir yaralı gül
Gülleri solduran gülebilmezmiş
Erken öldükleri için yaşlanmamışlardı Ölüler hep genç kalıyordu.
Yok ettiler inceliği
Aklı kurşuna dizdiler
Çocukların çığlığında
Kimliği bilinmeyenler
Bir insan ömrünü neye vermeli?
Tükenip gidiyor ömür dediğin
Yolda kalan da bir, yürüyen de bir
Savrulup gidiyor ömür dediğin..
Ah kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya.
Bir ağaç çiçeğe durdu
Kanından rengini verdi
Deli poyraz vurduğunda
Donmasa çicekleri..
Bir gun kapanır kapılar
Öksüz bir dünyada
Yalnız bir dünyada
Bakar kalırsın çaresiz
Her şey akar!

Herakleitos

Bana göre her normal insan, şiddet karşısında bir tepki vermeli.
Normal insanları, göze görünmeyen, sihirli bir kumaş gibi sarıp sarmalayan uyku, beni boğmaya başlar.
Hani yastığa iki santim kala uyuyan kişiler vardır ya; bu iş bana küçük bir mucize gibi gelir.
Madem ki insan kendini seçerdi, biz de kendi yaşamımızı seçmekte özgürdük.
Karadeniz insanı gülümseyen bir dünya ile şiddet arasında gidip geliyor ve birinden ötekine geçişi çok ani oluyordu.
”En çok korktuğun şey nedir deseler,cehalet derim. ”
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Yirminci yüzyılda hâlâ zihinsel mağaralarında yaşayan ilkel sürüler
Bu arada milliyetçilik ve din kisvesine bürünmüş kişiler örgütlenerek ülkeyi soydu, çok büyük güç ve para sahibi oldular; eline kan bulaşmış katiller siyasette yüksek mevkilere tırmandılar, saygı gördüler; kısacası Türkiye iyi evlatlarını boğan, kötüleri ise ödüllendiren bir ülke olarak bugünlere kadar geldi.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İçlerinde şiir yoktu, hesap kitap ve acımasız bir duygusuzluk vardı.
Batı’yı giysilerle, yaşam biçimiyle taklit ederek Batılı olunamayacağını kavrayamamış mıydık acaba?
“Yaşıyor, öğreniyor, etkileniyor, heyecanlanıyor, değişiyordum…”
İnsanlar güzel
İnsanlar yorgun
Ölümler gibi durgun
Erken öldükleri için yaşlanmamışlardı. Hep yirmilerinde kalacaklardı. Yüzleri gergindi, gözlerinin altı çökmemişti, inceciktiler. Anna Seghers haklıydı doğrusu; ölüler hep genç kalıyordu.
Baskı baskıdır, zulüm zulümdür ve bunun ideolojik ayrımı yapılamaz.
İnsan yaşamında bazı dönemler vardır: İçinde yaşarken de önemli olduğunu hissedersiniz ama yıllar geçtikçe bu önem daha da artar. Sizden bağımsızlaşır. Size ait bir anı olmaktan çıkar ve kendi tarihini yaratır
İç dünyamızda bir şeyler eksikti bizim. Kendi değerlerimize göre değil, başkalarına göre yaşıyorduk.
“Sürekli kitap okuyan, evi kitaplarla gömülmüş bir adam. Onun en büyük şikayeti : Tanrım, gözlerin kapakları var da niye kulakların yok? diye, çünkü gözü kapattığın anda görmüyorsun ama kulağı kapatamadığın için gelen her türlü sesi duyuyorsun.”
Okullarda tek boyutlu insan yetiştirme program, hayatı anlamayan, değişik disiplinleri kavramadan, vida gibi aynı noktada duran bireyler yaratıyor.
İnsanoğlunun, dünyanın neresinde olursa olsun kültüre ve sanata gösterdiği saygı, uygarlık düzeyini belirtiyor bence.
Varoluşçuluk akımı, içinde bulunduğumuz çevreye ve geleneklere karşı çıkmamız için esaslı bir gerekçe oluşturuyordu. Mademki insan kendini seçerdi, biz de kendi yaşamımızı seçmekte özgürduk. Bir masa, onu yapan marangozun planına göre, önceden tasarlanarak var olabilirdi. Dolayısıyla masa gibi bir nesnenin özü (essence) , varlığından ( existence) önce gelebilirdi. Insan bir nesne olmadığı için önce var olurdu, özü ondan sonra belirlenirdi. Insan kendini seçmeliydi. Bu seçimde size kendi özgür iradenizden başka hiçbir şey yol gösteremezdi.
Söyle canım, söyle bana anlat nedir genç olmak
Okullarda tek boyutlu insan yetiştirme program, hayatı anlamayan, değişik disiplinleri kavramadan, vida gibi aynı noktada duran bireyler yaratıyor.
Karanlıktan güçlüydü hep aydınlık
Büyüdüğüm zaman televizyon ekranından gözümün içine baka baka yalan söyleyen siyasetçilerle kavga ederken buluyordum kendimi.
Yaşam, metafizik deyip geçiverdigimiz ilginç rastlantılarla dolu.
Ne olur beni bu kadar kolay anlamayın!
Belki de zorluklar olmadan, bu mutlu anların doğması zordu.
Her kayıp insanın bir parçasını alıp götürüyor.
Bir kenti böylece bırakıp gitmek İçinde bin kaygı bin bir soruyla .
Hani yastığa iki santim kala uyuyan kişiler vardır ya bu iş bana küçük bir mucize gibi gelir. İnsan binbir düşünce ve hayalle yatağa girip de bütün bunları nasıl bir şalterle kapatabilir?”
İnsan kendini seçmeliydi. Bu seçimde size kendi özgür iradenizden başka hiçbir şey yol göstermezdi.
Türkiye, iyi evlatlarını boğan, kötüleri ise ödüllendiren bir ülke olarak bugünlere geldi.
Biraz düşünün, siyah beyaz algılayıp üzerime etiketler yapıştırarak birtakım çekmecelere kilitlemeyin beni.
Gerçek bilgi okuldan değil, kitaptan edinilir.
İnsanlar güzel
İnsanlar yorgun
Ölümler gibi durgun
“Sakın üzülme” diyor. “Beni dinle ve sakın üzülme! Bunun yerine iyice kız, şöyle dolu dolu öfkelen ama üzülme. Üzülürsen çürürsün. Kızmak sağlıklıdır. Ben hep öyle yaptım ve öfke beni ayakta tuttu.”
Bitmemiş bir şarkı, dudağında bir yarım ezgi
Sığınmak şarkılara sığınmak bir ömür boyu
Hain tuzaklarda kan, uykularda
Vurulduk ey halkım, unutma bizi
İşkenceler için tahta çarmıha
Gerildik ey halkım, unutma bizi
Şah damarı vurulsa da
Dört bir yandan sarılsa da
Işık yener karanlığı
Bak çocukların gözlerine
Umudunu kesme yurdundan
Susarlar, sesini boğmak isterler
Yarımdır kırıktır sırça yüreğin
Çığlık çığlığa yarı geceler
Kardeşin duymaz eloğlu duyar
Benim için gerçek yaşam geceleri kitapların başında geçiyordu.
Ne olur beni bu kadar kolay anlamayın! demek isteyecekti. Biraz düşünün, siyah beyaz algılayıp üzerime etiketler yapıştırarak birtakım çekmecelere kilitlemeyin beni.
Yaşam dalga dalga uzar giderdi
Ölüm gözümüzde bir arpa boyu
Çocuk gibi öper, okşar severdim
Yediğim ekmeği, içtiğim suyu
“Ne olur beni bu kadar kolay anlamayın! “ Biraz düşünün, siyah beyaz algılayıp üzerime etiketler yapıştırarak bir takım çekmecelere kilitlemeyin beni.”
En güzel düşüncenin bile siyaset alanına girdiği zaman çürüdüğünü, siyasetin bütün kavramları daralttığını ve yozlaştırdığını öğrendim
Dünyayı değiştirmenin ne kadar zor olduğunu öğrendim.
Siyasi ahlak ve halkın duyarlılığı konusunda son bir örnek vermek istiyorum: Milletvekilliği dönemimin sonunda erken seçim kararı alındı.Bizim üç aylık maaşlar ise yatırılmıştı. 550 kişilik meclisten sadece sekiz milletvekili bu üç aylıkları, hak etmedikleri gerekçesi ile iade etti. Sadece sekiz kişi. Bunlardan biri de bendim. Ama bu ahlaki tutum hiçbir yankı yapmadı,takdir görmedi, hatta bazıları bu davranışı enayilik olarak niteledi. İşte Türkiye’nin ahlaki haritası.
Ama ne yazık ki basının yürüttüğü bu linç kampanyasının etkilediği insanların oyları bizden gitti, aradan Tayyip Erdoğan sıyrıldı.Az bir farkla kazandığı seçimden sonra da Türkiye bugünlere geldi.
Bir gün Çok bunalırsan
Deniz dibinde, yosunlara takılmış gibi soluksuz Sakın unutma gökyüzüne bakmayı Gökyüzü senindir Gökyüzü herkesindir
Söyle canım, söyle bana
Anlat nedir genç olmak
“Benim yetiştiğim yıllarda halkın tümünü birbirine bağlayan bir ortak alan vardı. Bu alanın içine Hz. Muhammed Mustafa da giriyordu, Mustafa Kemal de. Peygamber manevi dünyanın sultanıydı, Mustafa Kemal ise bir “vatan kurtarıcı.” Bu konular tartışılmazdı bile. Aile içinse kimse birbirini “dindar”, “dinsiz” diye ayırmıyordu çünkü herkes dindardı. Ayrım sonradan yapıldı ve Türkiye neredeyse dindarlar ve dinsizler diye ikiye bölünecek duruma getirildi.”
Okullarda tek boyutlu insan yetiştirme programı, hayatı anlamayan, değişik disiplinleri kavramadan, vida gibi hep aynı noktada dönüp duran bireyler yaratıyor.
İnsan ilişkilerinde incelikler arıyordum.
Ama hiç kimse Türk kadınının yüzünü Türkan Şoray kadar simgeleyemedi.
Sanatta ve yaşamda alçakgönüllülük kadar büyük bir erdem yok.
birisi kesin Atatürk’tür. Şimdi insanların kafalarında Osmanlılar var, Cumhuriyet var, öyle düşünüyorlar. Bir kesim Osmanlı padişahlarımıza sahip çıkalım, Cumhuriyeti yerelim diyor. Bazısı da Biz Cumhuriyetçiyiz, Osmanlı’dan bize ne! Halbuki Osmanlı’nın yetiştirdiği en büyük isimdir Atatürk. Fatih’in, Yavuz’un ve diğer padişahların adını babadan öyle doğduğu için duyuyoruz. Oysa sen Selanik’te yoksul bir Osmanlı ailenin çocuğu olarak doğ, o yoksul şartlarda git parasız yatılı olarak oku. Oradan çık, dünyaya adını duyur, 20. yüzyılın en büyük lideri ol. Dünya çapında savaşlar kazan, iki kere İngiliz kabinesi yıkılsın senin yüzünden ve bir model oluştur dünyaya ve ölümünden bu kadar yıl sonra bile dünya basını senden bahsetsin. Bana bir tane böyle mucize gösterin ya!
Hani yastığa iki santim kala uyuyan kişiler vardır ya; bu iş bana küçük bir mucize gibi gelir. İnsan bin bir düşünce ve hayalle yatağa girip de bütün bunları nasıl bir şalterle kapatabilir?
Nefretten öyle bunaldım ki, herhangi bir nefretin hedefi olmasam, tanımadığım insanlar arasında bile geçse çok yıpranıyorum.
Baskı baskıdır, zulüm zulümdür ve bunun ideolojik ayrımı yapılamaz.
Peter Ustinov
“Ben” demişti, “okullarda bana öğretilenleri unutabilmek için on beş yılımı verdim.
Ne olur beni bu kadar kolay anlamayın! demek isteyecekti. Biraz düşünün, siyah beyaz algılayıp üzerime etiketler yapıştırarak birtakım çekmecelere kilitlemeyin beni.
Benim için gerçek yaşam geceleri, kitapların başında geçiyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir