İçeriğe geç

Ben Kapıyım Kitap Alıntıları – Osho

Osho kitaplarından Ben Kapıyım kitap alıntıları sizlerle…

Ben Kapıyım Kitap Alıntıları

Bir hikaye biliyorum ;

Bir dilenci Bavyera manastırının kapısını çalar ve nöbetçi hemşireye sorar: Lütfen, benim için eski bir cüppeniz var mı?

Kızkardeş biraz şaşırarak, Ama bu bir rahibe manastırı! Bu evde erkeklerimiz ve erkek kıyafetlerimiz yok elbette!

Dilenci özür diler ve gider.
Konuşmaya kulak misafiri olan Baş Rahibe, söylememeliydin. Artık bir gece gelip bizi taciz edebileceğini biliyor.

Ona erkek korumasız olduğumuzu

Bir an düşündükten sonra nöbetçi hemşire küçük penceresini açar ve dilencinin arkasından bağırır, Hey sen, dinle! Geceleri ev erkeklerle dolu!

Zihnin yolu budur – bir uçtan diğerine, asla ortada durmaz. Aşırı sağcı ya da solcu, ama altın ortalama hakkında hiçbir şey bilmiyor.

Diyorsunuz ki: Freud buna gerileme ve rahmi arama dedi. Bu beni tatmin etmiyor. Zavallı Sigmund Freud’u anlamadınız; bu yüzyılın en yanlış anlaşılan adamlarından biridir. Muazzam değerde birçok kavrayışa sahipti ve uyanmış bir adam olmadığı için daha fazla değer kazanıyorlardı. Kapıyı arayan kör bir adamdı ve birçok kez kapıya çok yaklaştı. Ama açıkçası, kendisi aydınlanmadığı için, kapı hakkında ne söylerse söylesin – kapıya yakın olma deneyimi – yalnızca bir Buda’nın, bir Lao Tzu’nun veya bir İsa’nın sahip olabileceği netliğe sahip değildir. Çok kolay yanlış anlaşılabilecek kelimeler kullanır. Sözleri sıradan, kavrayışları çok olağanüstü. Meditasyon hakkında hiçbir şey bilmeyen, kendi bilinci hakkında hiçbir şey bilmeyen bir adamın birçok kez gerçeğe bu kadar yaklaşması neredeyse bir mucizedir.

Örneğin, Sigmund Freud buna regresif diyor. Bu doğru, ancak gerileme kelimesi acıtır. Nostalji olduğu gerici. Tabii ki sizi tatmin etmiyor çünkü egoyu beslemiyor. Gerileyici mi? Ve her zaman geçmişe dair büyük bir anlayışa sahip olmanızın, hafızanızın büyülü olduğunu, geçmişi yeniden yaratabileceğinizi, onu yeniden oradaymış gibi yeniden yaşayabileceğinizi düşündünüz. Bunu çok büyük yaratıcı değere sahip bir şey olarak düşünmüş olabilirsiniz – ve Sigmund Freud gelir ve buna gerileme diyor. Kesinlikle gericidir.

Sadece henüz büyümediğin için dünleri düşünüyorsun; hala daha uzak bir yerde yaşıyorsun. İnsanların ortalama psikolojik yaşı on iki yıldır ve bu ortalama – biri on, sekiz, yedi, altı, beş olabilir, çünkü on altı, yirmi, yirmi beş yaşında insanlar var verilen ortalama!
Sadece geçmişte kaldığınız nostaljinize bakın. Birkaç özel nokta olmalı, tekrar tekrar gelen birkaç özel hatıra. Bu, orada bir şeylerin kaldığını, o zamandan beri bir şeylerin büyümediğini gösterir. Size hüzünlü ve tatlı hatıralar yaşatan zaman buysa, bir parçanız hala altı yaşında. Başka bir zamanı hatırlıyorsanız, o zaman başka bir parça hala orada yapışıyor. Adam neredeyse tüm yol boyunca yayılmıştır ..
Osholover

Meditasyon sanatını bilmiyorsanız, sarkaç bir uçtan diğerine hareket etmeye devam eder – geçmişten geleceğe, gelecekten geçmişe. Kendini böyle sürdürür, ivmesini böyle sürdürür
Freud rüyaların analizini, tanımış olduğu bir simyasal gelenek nedeniyle kullandı. Bir ezoterik daireden dışarıya bir şey sızmıştı. Tabii ki senin rüyalarını doğrudan bilemezdi; sana rüyalarını itiraf ettiriyor, senin rüyalarını göstermeni, hatırlamanı, onlar hakkında konuşmanı sağlıyordu. O zaman onu analiz edebiliyordu. Ama inisiyasyonda usta rüyalarını bilir. Rüyalarının içine girebilir, onlara şahit olabilir .
Bir hikâye vardır

Bir mürit üç hayat boyunca beklemiş. Usta onun ne kadar bekleyebileceğini test ediyormuş. Ona, Senin ne kadar bekleyebileceğini merak ediyorum, demiş.
Mürit de, Tamam, ben de senin ne kadar bekleyebileceğini göreceğim, demiş.
Bu iki kişi için de bir bekleme olacakmış; asla bunun tek taraflı bir bekleyiş olacağını düşünme. Eğer sen bekliyorsan, ben de bekliyorum. Ve benim daha çok acelem var çünkü bir daha olmayabilirim. Böylece mürit, Bakalım kim daha fazla bekleyebilecek, demiş.
Ustaya zor gelmeye başlamış. Üç hayat daha gelmesi gerekmiş ve mürit bekliyormuş. Her defasında mürit gelip oturuyor ve her defasında aynı hikâye tekrarlanıyormuş.
Sonunda usta sabrını kaybetmiş ve Bu anahtarı al. Sen kazandın, beni yendin, elemiş.
Mürit, Niye böyle acele ediyorsun? Ben daha çok bekleyebilirim, demiş.
Usta, Sen bekleyebilirsin ama ben bu bekleme için boşuna dünyaya geliyorum ve sonsuza dek devam edebilirsin gibi görünüyor. Onun için bu anahtarı al, demiş.
Ama mürit, Bu anahtar bana geldi çünkü böyle uzun bir bekleyişin kendisi bir anahtar haline geldi. Artık ona ihtiyacım yok, demiş.

Usta, Acele etmemin nedenlerinden biri de buydu—çünkü eğer daha fazla beklersen anahtarın verilmesine gerek kalmayacaktı. Bu bekleyiş anahtar haline gelecekti,
Osholover

Eski yokla beklemen gerekir ..
İsa, Ben cennette olan babanın oğluyum, elediğinde gerçekte söylemek istediği, babası olarak bilinen kişinin oğlu olmadığı, annesi olarak bilinen Meryem’in oğlu olmadığıdır. Neden? Bazen bu çok acımasız görünür. Bir gün bir kalabalıkta duruyordu ve birisi, Annen Meryem geldi. Seni bu kalabalığın dışından çağırıyor, seni bekliyor, dedi. Ve İsa, Benim annem yok! Benim annem ele kimmiş? Benim babam kim? Kimse benim annem değil, kimse benim babam değil, eledi. Acımasız görünüyor. Anne kalabalığın dışında duruyor. Onu bekliyor ve İsa ona, Kimse benim annem değil, kimse benim babam değil, diyor. Neden? Sadece senin rüya düzenini inkâr ediyor. Bu benim babanı, annem, karım, kardeşim. Bu rüya gören zihnin, rüya gören dünyanın, yansıma dünyasının düzenidir ve İsa bunu inkâr eder. Ve anneni inkâr ettiğinde bütün dünyayı inkâr etmişsin demektir çünkü her şey—bütün dünya— onunla başlar. Bu başlangıçtır, bu hülyalı dünyaya gelişin köküdür, ilişkinin köküdür, samsara’nın köküdür.

Eğer anneni inkâr edersen, her şeyi inkâr etmişsin demektir. Derin uykuda olanlar için acımasız görünebilir ama bu sadece bir gerçektir. Cennette olanın oğluyum, vurgusu sadece, Ben birey değilim. Ben Meryem’in oğlu İsa değilim. Ben Tanrısal gücün, evrensel gücün bir parçasıyım, demek içindi
Osholover

Krishna, Arjuna’ya, Her şeyi bırak. Bana gel, ayaklarımda bana teslim ol, diyebildi. İsa, Ben gerçeğim. Ben kapıyım, ben geçidim. Bana gel, benden geç. Ben senin kıyamet gününde şahidin olurum. Ben senin için cevap veririm, diyebildi. Bu bir benzetmedir. Aslında her gün kıyamet günüdür ve her an hüküm anıdır. Hiçbir son gün olmayacaktır. Bu sadece İsa’nın konuştuğu insanlar tarafından anlaşılacak olandı: Sizin için sorumlu olacağım ve Tanrı sorduğunda sizin için cevap vereceğim ve orada bir şahit olarak bulunacağım. Bana teslim olun; ben sizin şahidiniz olacağım, diyordu.
Teslimiyete karşılık gelen şey sorumluluktur. Sorumluluk, cevap verebilirlik demektir, İsa’nın senin için cevap verebilir hissetmesi demektir. O, eğer Tanrı varsa, kendisinin sorumlu olacağını hissediyor. Ona sorulacak ve o, insanlığa olan şu veya bu şey için cevap vermek zorunda kalacak. Sorumluluğun anlamı budur. O, bunu kendisinde olan doğal bir şey olarak görüyor. Eğer gelip ona teslim olursan, senin için özellikle sorumlu oluyor..
Bütün insan ırkı için sorumluluk hisseden biridir ve insanoğlunun dönüşmesi için ölür. Ama onun ölümüyle bile biz dönüşmedik. Onun mesajı bizim rüyamızda duyuldu ve onu kendi yollarımızla yorumladık. Ondan sonra onun hayatı rüya gören dünyamızın bir parçası haline geldi
Bizim rüya dünyamızın, rüya gören zihnimizin temeli egodadır. Eğer teslim olursan, en temeli teslim etmişsin demektir. Tamamen teslim olmuşsundur. Artık bocalamaya devam edemezsin çünkü rüyadan vazgeçilmiştir
Bazen senin kontrolünün ötesinde birçok nedenle olur. Uykunu kontrol edemezsin. Bazen senin olduğun yerden bir buda geçer. Teslim olabilirsin ama sadece sınırdaysan.

Buda’nın hayatında çok anlamlı bir hikâye vardır..
O uyanmış olduğunda yedi gün boyunca sessiz kaldı. Konuşmak istemedi. Bu çok güzel bir hikâyedir. Tanrılar rahatsız oldu çünkü Buda sessiz kalırsa, sınırdakilere ne olacaktı? Derin uykuda olanlara bir şey yapamazdı; bir Buda bile onlar için bir şey yapamazdı. Ve zaten uyanmış olanlara da bir şey yapamazdı, onların yardıma ihtiyacı yoktu. Ama hemen sınırda olan birkaç kişi vardı ve sadece küçük bir itiş onları uyandıracaktı. Onun varlığı onları uyandırmak için yeterli olabilirdi.

Bu yüzden Tanrılar Buda’ya geldiler, ona dua ettiler ve konuşmasını istediler. Buda onlara, Yardım edilemeyecek kişiler var. O kadar uykudalar ki onlara konuşmak faydasız. Beni dinleyebilecek kişiler zaten uyanmış. Onlarla konuşmaya ela gerek yok. Öyleyse neden benim konuşmamı istiyorsunuz? Bu anlamsız. Sessiz kalmama izin verin, eledi.

Ve Tanrılar, Ama kalan bir kategori var. Anlayacak kadar uyanık olmayanlar var—onlar tam sınırda. Onlar senin dediklerini dinlemeyebilirler ama sadece bir sözcük bile onları dışarı çekebilir. Konuşmalısın. Bir insan, binlerce ve binlerce yıl sonra bir buda haline geliyor. Konuşmalı, sessiz kalmamalı. Fırsat kaçırılmamalı, elediler.

Buda ikna oldu. Evet, üçüncü bir kategori vardır.

Bu üçüncü kategori başlatılanların kategorisidir, orta kategoridir.

Başlatılan kişinin tarafından bu, teslim olmaktır, inisiyasyon, teslim olmak dernektir. İnisiyasyon ve başlatılan kişi için kullanılan Budist terimi shrotopanna’dır, bu, akıma giren kişi demektir. Buda tıpkı bir akını gibi akmaktadır. Kendini teslim eden kişi akıma düşer ve akmaya başlar, artık shrotapann’dır. Akım sana gelemiyor. Evinin kenarında akıyor, onun içine atlayabilirsin. Ama eğer yüzmeye başlarsan, direnmeye, akımla savaşmaya başlarsın. O zaman amaçların, bir yere varma gayen olacaktır.

Bu yüzden aydınlanmış kişiye gelip tartışmaya başlayanlar vardır. Sebepler isteyeceklerdir, kanıt isteyeceklerdir, ikna olmak isteyeceklerdir. Bu yol mücadeledir—aydınlanmış kişi ile mücadele ederler. Bu, aydınlanmış kişiye zarar vermez ama sana zarar verir ve çünkü an kaçırılmaktadır. Orta kategorideydin, bu yüzden gelmiştin. Ama şimdi anı kaybetmektesindir; tekrar derin uykuya girebilirsin. Teslim olmak, akıntıyla birlikte olan, kendini akıntıya veren kişi demektir.

Kendi etrafımızda bir dünya yaratıyoruz ve herkes kendi dünyasında yaşıyor. Çarpışma olmasının nedeni bu; dünyalar çarpışıyor, senin dünyan ve benimki. Bu yüzden iki kişi bir odada yaşamaya başladığında orada yaşayan iki dünya olur ve çarpışma kaçınılmazdır. Odada yaşayan sadece iki kişi değildir. Odada iki kişi için yeterince yer vardır—ama odada iki dünya için yer yoktur. Bir odada ne zaman iki kişi olursa, iki dünya da vardır.

İnsan toplumunun, İnsan ilişkilerinin bütün çelişkisi insanlar arasında değil, dünyalar arasındadır. Eğer, gerçekte, ben rüyaları tarafından yaratılmış bir dünyası olmayan bir insansam ve sen de rüyaları tarafından yaratılmış bir dünyası olmayan bir insansan, bir odada hiçbir çarpışma olmadan sonsuza dek yaşayabiliriz çünkü bu oda iki kişi için yeterlidir. Ama iki dünya için bütün gezegen bile yeterli değildir. Her birey bir dünya olduğu için çok fazla dünya var. Herkes kendi dünyasında yaşıyor ve herkes kapalı. Bu bir uyku. Etrafında yansımalardan, fikirlerden, kavramlardan, yorumlardan oluşan bir duvar var. Hiçbir yerde olmayıp sadece senin içinde olan şeyleri yansıtmayı sürdüren bir projektörsün ve bütün dünya bir ekran haline geliyor. Derin bir uykuda olduğunun farkına kendi başına varamazsın.

—Seni çok seviyorum. Çok boşluğu doldurmak için bir çabadır. Ve bir boşluk vardır. Sevgi gitmiştir. Sevgi varken onu hisseder ve yaşarsın, sessizlik yeter .
Osholover
Zihin her şekilde kapalı olmaya çalışır çünkü açık olmak ölmektir.
Yarım güven, güven değildir. Bu sadece aldanmadır. Yüzde doksan dokuz inanman da olmaz—yüzde doksan dokuz bile yeterli olmayacaktır. Yüzde bir şüphe bile bütün şeyi öldürmeye yeterlidir çünkü yüzde bir şüphe seni kapalı hale getirir. Eğer açıklıkla güvenirsen, o zaman bir zincirleme reaksiyon olur, o zaman tamamen temasa geçersin. O zaman bu temas sadece bir temas olmaz, o senin varlığının bir bölümü ve parçası haline gelir.

Eğer açıksan, bu senin benden bir şey aldığın anlamında değildir. Böyle bir ben yoktur. Başka birinden bir şey alıyor değilsin, sadece sen kendin kendinde yansımış olursun. Biz ego yüzünden ayrı görünüyoruz. Eğer açıksan zincir yüzyıllar boyu devam edebilir. Örneğin Buda’nın zinciri hâlâ devam ediyor. Tabii ki bugün o kadar geniş değil; çok dar bir akım haline geldi ama devam ediyor.

Bir Zen ustası seni pencereden atabilir ve arkandan bağırabilir, Farkında ol! Atıldın, aradasın, pencereyi geçiyorsun, yere çarpmak üzeresin. O bağırıyor, Farkında ol! yere düştün, yüzün değişmeli. Şimdi durum oldukça değişik. Oysa sen oraya metafizik bir soru sormaya gitmiştin ve o sana hiç de metafizik olmayan bir şey yaptı. Seni pencereden attı! Tanrı’nın olup olmadığını soruyordun. Seni pencereden atmak tamamen alakasız bir şeydi. Ama, Farkında ol, diyor.

Tam yüzünü değiştireceğin, durumunu değiştireceğin, pencereden geçtiğin anda sadece bedenin bir değişimden geçmez. Bilinç durumun da bir değişiklik geçirir. Ve bir öğretmen tam olarak ne zaman değiştiğini bilir. Tam zamanında bağıracaktır: Farkında ol! Ve o an için onu dinleyebilirsen merkezde olursun—çeperden çıkmış olursun.

Öyleyse herhangi bir değişen durumda, içeri bakmaya dikkat et. Hiç yolculuk yok, sadece çeperden merkeze, merkezden çepere bir zıplama var. Ve hareket tıpkı elektronunki gibi veya rüyalardaki gibi. Bu farkındalığı derinleştir.

Kişi her zaman değişir ve eğer bu değişim anlarının farkına varırsa, merkezin farkına varmış olur.
Farkında olmerkezdesindir.

Çeperde hiçbir değişiklik mümkün değildir.
Her gün bedende, zihinde ve duygularda değişecek pek çok şey vardır. Her gün çok fazla değişiklik vardır. Bu yüzden doğanın seni bilinçsiz hale getirmek için bir yolu olmalıdır çünkü bilinçli olarak merkezde fazla kalmazsın. Bilinçsiz hale gelirsin, böylece çeperden çıkarsın, çepere koşmazsın. Uykudayken bilinç- sizsindir. Böylece merkezde olursun, varlığa yerleşirsin.

Ama uyanıkken bile değişiklikler vardır. Benzetme olarak arabandaki vites değişimini düşün. Çok kısa bir süre için araba boşta kalır. Ve her zaman bu boş pozisyon vasıtasıyla vitesi değiştirirsin. Boş vites demek, hiç vites olmaması demektir. Eğer birinci vitesten ikinci vitese geçeceksen, doğrudan geçemezsin. Önce vites boşa alınmalıdır, sonra değiştirilebilir. Bu, ne kadar uzmanlaşırsan o kadar az zaman alır. Gerçekten de uzman bir şoför her vites değiştirdiğinde boştan geçtiğinin farkında olmaz. Öyle hızlı değişir ki farkına varmasına gerek kalmaz. Sadece öğrenen bir kişi farkındadır, bunun dışında kimse farkında değildir. Ve boş vites öğrenmedeki en büyük zorluktur. Bir hareketten diğerine geçerken boş duruma, merkeze geri dönersin.

Bu yüzden farkında ol.

Diyelim ki biri sana hakaret etti—şimdi değişeceksin, aynı kalamazsın. Çeperde değişmek zorundasın. Aynı yüz alakasız hale gelmiştir, bütün yüzünü değiştirmen lazım. Şimdi içeride neler olduğunun farkında ol. Merkeze gideceksin ve tekrar çepere döneceksin, ancak bu şekilde yüzünü değiştirebilirsin. Bu yüzden eğer biri sana hakaret ederse içinden meditasyon yap. İçine gir. Hakaret eden, sana bir değişiklik noktası vermiştir.

Tantra, arayışta olanların, bilincin değişim durumlarının farkında olmaları için uyarıcı maddeler kullanırdı. Sana maddeyi vermeye devam ederlerdi ve öğretmen, Boşluğun farkına var, elerdi. Bir noktaya kadar farkında olur, sonra farkındalığını kaybetmeye başlardın. Burada, bilinçten bilinçsizliğe geçerken farkında olmak önemliydi.

Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kalabildiğin kadar farkında kal ve her durumu kullan. Örneğin, soluk verdin ve soluk almadın. Bir boşluk vardır—ikisinin arasında çok küçük bir süre, çok kısa bir boşluk vardır. Ne soluk alıyorsun, 11e soluk veriyorsun. Bu boşluğun farkında ol. İçinde bir saniye kal; merkezi hissedersin ve çeperden uzak olursun. Rüyadan çıkarsın.
Uyuyacağın zaman uykunun geldiğinin, senin üzerine indiğinin, senin onun içinde battığının farkında ol. Ne uykuda ne ele uyanık olmadığın bir an vardır. Zihin boyut değiştirmektedir. Sadece bir an için uykuda da değilsindir, uyanık da. Bunun farkına var ve boşlukta kal ve merkeze girmiş olursun. Çeperden çıkmış olursun.

Sabahleyin uyku halinden geri dönersin. Uyanık hale gelmediğin ama uykunun gittiği anı hisset. Her zaman böyle bir an vardır. Zihin bir halden diğerine geçerken bir boşluk vardır. Her yerde bir boşluk vardır çünkü boşluk olmadan değişiklik mümkün değildir

Merkezde değil, çeperde yaşarız. Çeper egodur çünkü bütün olaylar çeperde, çevrede olur.
Çevre başkalarıyla ilişkiye geçtiğin noktadır. Eğer seni seviyorsam, sevginin oluştuğu yer çeperdir çünkü benim sadece çeperim senin çeperine dokunabilir ve temasa geçebilir. Bu dünyadaki her şey çeperde, sınır çizgisinde olur. Bu yüzden biz hep sınır çizgisinde kalırız..
ओशोलोवर
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
.. त यह विस्फोट नहीं होता, आपका पुनर्जन्म नहीं होता, आप दिव्यता के आयाम में नहीं होते।..
Heraklit ;
aynı nehirde asla iki adım atamayacağını söylemiştir. Nehir aktığı için, onun içinde iki adım atamazsın. Buda bir adım bile atamayacağım söylerdi çünkü nehir akmaktadır; yüzeye değdiğin anda gitmiştir. Sen daha derine gitmeden yine gitmiştir. Sadece bir tek adım ve o arada pek çok nehir geçmiş olacaktır. Ve bu her zaman bir sıçrama sürecidir.
Bu sıçrama kavramı Buda’ya geldi çünkü o hiç kundaliniden geçmedi. O bir sıçramadan, bir çakradan diğerine geçti, bu yüzden yedi çakradan bahsetti. Bu da mümkündür. Senin evine zıplayarak gelebilirim, böylece sadece bazı noktalara değerim. Boşluklar oradadır, devamlılık yoktur.

Mahavira çakralardan veya sıçramalardan bahsetmez, patlamalardan bahseder. Busundur ve sonra şu- sundur. Zıplayacak duraklar bile yoktur. Bu başka bir rotadır—patlama, sadece patlarsın. Bir saniye önce Pusundur, bir saniye sonra şu olursun. Devamlılık veya sıçrama yoktur, patlama vardır. Geçilecek bir orta nokta yoktur.

Zen’de iki mezhep vardır: birincisi ani Zen okulu, diğeri kademeli Zen okuludur. Ama kademeli Zen Okulu bile kundaliniden bahsetmez. Başka bir yol kullanmıştır. Zen’de, kademeli okulda bile kundaliniden hiç bahsedilmemiştir, başka bir yol kullanılmıştır.

Budist filozoflar çok mutlu çünkü bugün bilim de devamlılığın olmadığını, her şeyin sıçradığını, sadece sıçramaların olduğunu söylüyor. Devamlılığı görüyoruz çünkü aradaki boşlukları görmüyoruz.

Işığı devamlıymış gibi görüyorsun ama devamlı değildir. Elektronlar zıplıyor ama boşluklar o kadar küçük ki gözlerin bunu bilemiyor. Devamlı değil zıplıyor ama sıçramalar öyle hızlı oluyor ki bir parçacık öldü- günde yenisi geliyor ve aradaki boşluğa dikkat edilmiyor. Sadece ani bir sıçrama var. Akşam ışığı açıyorsun ve sabah kapattığında aynı ışığı kapattığını sanırsın. Oysa o buharlaşmış gitmiş, yerine yenisi gelmiştir. Ama devamlı görünür.

Bedenin birçok rotası vardır.
Kendi içinde büyük bir dünyadır.
Nefes alma vasıtasıyla çalışabilirsin ve nefes alma vasıtasıyla sıçrayabilirsin..
Hiçbir şey devamlı değildir.
Çiçek, tomurcukla devamlılık göstermez; çiçek bir sıçramadır.
Gençlik, çocukluğun devamı değildir; bir sıçramadır.
Bedeninle kendin arasında gerilim yaratma. Senin gerçek kavgan bedeninle, bedeninin hafızasıyla değil egonun hafızasıyladır—ruhunla, zihninledir..
.bedenin hatıralarını kendi hatıraların olarak alma. Örneğin açlık bir beden hatırasıdır. Onunla savaşabilirsin ama yenmek çok zor, çok çetin, neredeyse imkânsız olacaktır. Eğer kazanırsan bu zafer senin tam yenilgin olacaktır..
Rahimdeki dokuz ay bütün evrimin sıkılaştırılmış halidir
O çok basit gibi görünen hücre senin kadar karmaşıktır. Bütün ırkın hafızadır, ortak zihni taşır. Ve sonra senin ruhun, egon, zihnin onun içine girer. Bu yüzden bedeninin kendi hafızası vardır, zihnin kendi hafızası vardır. Sen bir kavşaksın—Bütün ortak ırkın, bütün ortak zihnin hafızasıyla bir zihin ve bir beden.
Ayrımı yap.
Ben içerideki boşluğa bilinç, onu çevreleyen duvarlara zihin diyorum. Veya şöyle söyleyebilirsin: küçük ‘z’li zihin ölür, büyük ‘Z’li zihin yaşamaya devam eder. O zaman o senin zihnin değildir, senin olamaz. Eğer bu duvarlar kaldırılırsa bu oda zihin olmayacaktır. Oda orada olacaktır ama zihin olmayacaktır çünkü zihin sadece duvarlar olabilir, zihin sadece sınırlar olabilir..
Ölüm ne kadar derin olursa, yeniden diriliş o kadar derin olur

Ölüm asla hayatın içinde olmaz, o hayata olur. Meditasyon tıpkı ölümün hayata olduğu gibi zihne ölümdür. Meditasyonun daha derin bir ölüm—fiziksel olarak değil, ruhsal olarak—olduğunu söyleyebiliriz. Ölüm ne kadar derin olursa, yeniden doğma olasılığı da o kadar derin olur. Fiziksel ölüm olduğunda, fiziksel olarak tekrar doğarsın. Ama sana göre hiçbir şey olmamıştır, tamamen hiçbir şey. Aynı olarak kalırsın—aynı devamlılık, aynı eski kişi.

sadece kişinin yapacağı bir şeyi varsa, var olur. Eğer kişinin yapacağı şey yoksa o zaman yarın yoktur. O zaman o an yeterlidir..

osholover

.tutum birçok nedenleevrimsel nedenlerle oluşmuştur. İnsan ormandan çıkmıştır .
zihin, ortak bilinçsizlik hep anlaşmazlığa göre düşünür. Birisi orada olduğunda, düşman oradadır. Düşman temel varsayımdır. Arkadaşlığını geliştirebilirsin ama gelişmesi gerekir—temel varsayım düşmandır. Düşmana arkadaşlık eklenebilir ama temel düşmanca- dır ve asla rahat olamazsın.
Arkadaşlıklarına hiçbir zaman güvenememenin nedeni budur çünkü temelde düşmanlık vardır. Sadece sahte bir arkadaşlık yapmışsın, yapay bir şey eklemiş- sindir ama temelde düşman olduğunu her zaman bilmektesindir—diğeri düşmandır. Bu yüzden bir arkadaşınla bile rahat değilsindir, sevgilinle bile rahat değil- sindir. Birisi ile birlikte olduğunda gerginsindir—düşman oradadır.
Osho bır hıkayeden bahsedıyor ;

Ezop bir masalında, nehir kenarındaki bir akrebin bir kaplumbağaya, Lütfen beni nehrin diğer tarafına sırtında götür, dediğini anlatır. Kaplumbağa, Saçmalama! Benim aptal olduğumu mu sanıyorsun? Beni nehrin ortasında sokabilirsin ve ben de boğulur ölürüm. der. Akrep, Ben aptal değilim ama sen öylesin çünkü en basit mantıktan bile anlamıyorsun. Ben Aristo’nun o kulundanım, ben mantıkçıyım! Bu yüzden sana mantıktan basit bir ders öğreteceğim. Eğer seni sokarsam ve sen boğulup ölürsen ben de seninle birlikte ölürüm. Bu yüzden makul ol, mantıklı ol. Seni sokmayacağım—seni sokamam, der.
Kaplumbağa biraz düşünür ve Tamam! Makul görünüyor. Atla üstüme, gidelim, der. Ve tam nehrin ortasında akrep kaplumbağayı sokar. İkisi de batmaya başlarlar. Kaplumbağa ölmeden önce sorar, Mantığına ne oldu? Çok mantıksız bir şey yaptın ve kendin bunun çok basit mantık olduğunu, bunu asla yapmayacağını söylemiştin. Ama yaptın! Ölmeden önce söyle. Ölmeden önce bir mantık dersi daha alayım.
Akrep, Bunun mantıkla hiç alakası yok, bu sadece benim doğam. Onsuz olamam. Onun hakkında konuşabilirim ama onsuz olamam. Bunu gerçekten yapamam, der.

Hem yapmaya hem de yapmamaya elverişli olmadığın şey senin doğanı gösterir. Tanrısallığı sevgisiz ve merhametsiz olarak düşünemeyiz. Sevgi her zaman oradadır, merhamet her zaman oradadır. Dilsel sınırlarımız nedeniyle iki sözcük—sevgi ve merhamet—kullanıyoruz. Aslında biri yeterlidir. Ona sevgi veya merhamet diyebilirsin.

Sevgi eklenen bir şey değildir, olamaz. Sevgi olmadan Tanrı’yı kavramak mümkün değildir. Eğer sevgi olmadan Tanrı’yı kavrayabiliyorsan, sen Tanrı olmayan bir Tanrı’yı kavrıyorsun demektir. Sevgi olmadan Tanrıyı kavramak Tanrılığı olmayan bir Tanrı’yı kavramak demektir çünkü Sevgi silindiğinde geride Tanrılık kalmaz. Bu yüzden tekrar sevginin veya merhametin birer özellik olmadığını söyleyeceğim. Onlar doğadır.
Sorduğun başka bir şey de aşk ve merhamet özelliklerinin Tanrı’ya atfedilip atfedilemeyeceği idi. Yine, ona hiçbir özellik atfedilemez çünkü özellikler ancak, zıttı mümkünse atfedilebilir. Birisi beni seviyor, diyebilirsin çünkü o birisi sevmemeye de muktedirdir. Eğer sevmemeye muktedir olmasan, hiçbir zaman, O beni seviyor, demezsin. O zaman birinin seni sevdiğini söylemen bir anlam taşımaz. Eğer ben seve iniyorsam, sadece nefret duyabiliyorsam o zaman, Seni seviyorum, diyebilirim. Eğer nefret etmekten acizsem o zaman sevme özelliği bana atfedilemez. O zaman sevgi bir özellik değil, kişinin doğasıdır
Eğer Ortodoks bir Musevi’ye sorarsan Tanrı sözcüğünü tam olarak kullanmaz. Sadece başını ve sonunu kullanır, ortasını çıkarır. Onlara neden böyle yaptıklarını sorarsan, Ne söylersek söyleyelim her zaman onun olduğundan azı olacak. Bu yüzden bütünü ifade edemeyecek, tamamen anlaşılır olamayacak bir sözcük kullandığımızı simgelemek için kelimenin ortasını çıkarıyoruz, derler. Tanrı kelimesinin İngilizcesi God’dır. Ortadaki ‘O’ sıfırın sembolüdür, mükemmelliğin sembolüdür; tamamlığın, bütünün sembolüdür. Bu yüzden ‘O’ çıkarılır, sadece G—D kalır..
Kullandığımız hiçbir sözcük asla bütünü tanımlayacak kadar anlamlı veya kapsamlı olmayacaktır. Tanrısallık hakkında bir şeyi değil, insan zihni hakkında bir şeyi işaret eder.
Eğer varoluş dersen tarafsız bir terim kullanmış olursun. Ona kayıtsız kalabilirsin ve varoluş sana kayıtsız kalabilir. Eğer varoluş u kullanırsan seninle varoluş arasında bir diyalog olamaz. Arada köprü yoktur. Ama varoluşu bilenler bilir ki var olan her şeyle bir diyalog vardır;
Anda olmak sırrın kapısıdır veya açık sırdır diyebilirsin. Anda olmak açık sırdır.
umut etmediğin için umutsuzluk duygusu yoktur. Rahatsındır, sakinsindir. Ne kadar rahat olursan o kadar sakin olursun. Ne kadar ânın içinde olursan o kadar durgun, o kadar hareketsizsindir.
Bütün bilinecek ve anlaşılacak olan (moksha, Tanrı, gerçek) burada ve şimdidedir, tam bu ânın içindedir. O yüzden bir bakımdan, ruhsal arayış herhangi bir şey için değildir. Herhangi bir nesne için değildir. Olanı bilmek içindir ve bu biliş sen ânın içinde olduğunda gelir.
Sevgili Osho,
Ruhsal arayışçı olmak ne demektir? Diye bir soru sorulmuş ; ..

Başlıca iki şey demektir.
İlk olarak, hayat dıştan göründüğü şekliyle tatmin edici değildir, hayat dıştan göründüğü şekliyle anlamsızdır. Kişi bu gerçeğin, bütün hayatın anlamsız bir şey olduğunun farkına vardığında arayış başlar. Bu olumsuz bölümdür. Ancak bu olumsuz bölüm olmadan olumlu bölüm takip edemez. Ruhsal arayış, ilk başta hayatın olduğu şekliyle anlamsız olduğu, bütün sürecin, Tozlar tozlara şeklinde ölümle sonuçlandığı olumsuz bir duygu demektir. İnsanın elinde sonuçta hiçbir şey kalmaz. O kadar çok ıstırapla, öyle bir cehennemde hayatım geçiriyorsun ve sonuçta elde edilen hiçbir şey yok.
Bu ruhsal arayışın olumsuz bölümüdür ve bütün hayat sana bu yönde yardım eder. Bu bölüm—bu olumsuzluk, bu hüsran, bu acı—dünyanın yapacağı bölümdür. Hayatın var olduğu şekliyle anlamsızlığı gerçeğinin farkına vardığında, arayışın başlar çünkü anlamsız bir hayat huzurlu olamaz.

Hiçbir soru cevaplarla cevaplanamaz. Varoluşçu sıçramayla her soru çözülür ama akıl yoluyla değil. Bir bilim adamına neden oksijenle hidrojenin birleştiğinde suyu yarattığını sorduğunda, sadece öyle olduğunu söyleyecektir. Sadece şunu söyleyebiliriz—bunun öylece olduğunu, diyecektir. Ama niye böyle olmaktadır? Hiç kimse bilim adamına gidip oksijenle hidrojenin neden suyu oluşturabildiğini sormaz. Neden? Neden helyum ve oksijen değil? Cevabı yoktur.
Bilim adamı, Biz sadece nasıl oluştuğunu söyleyebiliriz, neden oluştuğunu değil, diyecektir. Ama söz konusu olan din olduğunda her zaman neden diye sorarız. Akılcı olma iddiasında olan bilim bile neden sorusunu cevaplayamıyor. Hiçbir zaman akılcı olma iddiasında olmayan din ise her zaman, Neden? sorusuna maruz kalıyor.
Senin uyumlu hale geldiğini gördüğüm an seni akıl dışına iterim.
Kişinin akıldışına itilmesinden başka yol yoktur.
Ve bu bir şey değildir.
Sen daha çok hazır oldukça senin üstüne başkalarına delice gelebilecek şeyler koymaya devam ederim..
Bazen mantıklı görünsem bile, bu sadece bir başlangıç olarak böyledir. Bu, sadece zihninle başlamak içindir.
Eğer mantıklı olduğum hissedersen, o zaman zihnin uyumlu hale gelir.
başkalarının fikirlerinden korkun kalmadığında, kendi mantığından bile korkmadığında sadece o zaman daha derin anahtarlar sana verilebilir, daha önce değil. Yoksa o anahtarları atabilirsin, onların değerini anlamazsın. Onların anahtar olduklarını bile anlamazsın..
Birisi sormuş, Sariputta sen çok bilgili bir adamdın. İnsanlar senin Buda’dan bile fazla şey bildiğini söylüyorlar. Bilgi söz konusu olduğunda, o bir mahapandit, büyük bir okulluymuş. İlk geldiğinde çok derin şeylerden konuşmuş, birçok şeyi sorgulamıştın. Buda’yı sorgulaman bizi mutlu etmişti, böylece bilinmeden kalabilecek pek çok şeyi bilebilecektik. Sorularınla onları bilebilecektik. Ama niye sessizleştin?
Sariputta, İnisiyasyona hazır olduğumda sorularımı bırakmak zorunda kaldım çünkü herhangi bir şeyi sorgulamak saçmadır. Önceden—güvenmeden önce— her şeyi sorguluyordum. Şimdi zihnim yerleşti, demiş.
Kaybetmeye devam edebilirsin,hiç fark etmez;kalan aynıdır.Ondan bir şey alamazsın.Ama bizim zamanımız kısıtlı.Zaman kısa ve ölüm orada.
Uygarlık ilerledikçe, ego daha belirginleşti. Ego yegâne engeldir ve şimdi o en büyük engel. Her zaman böyle değildi.

Sariputta Buda’nın yanına gelmiş. Kendisi o zamanın en bilgili kişilerinden biriymiş. Birçok şeyi sorgulamış, birçok şey sormuş ve sonra inisiye olmuş. Başlatıldığı andan itibaren otuz yıl boyunca Buda ile birlikteymiş ama artık hiç soru soruluyormuş.

Birisi sormuş, Sariputta sen çok bilgili bir adamdın. İnsanlar senin Buda’dan bile fazla şey bildiğini söylüyorlar. Bilgi söz konusu olduğunda, o bir mahapandit, büyük bir okulluymuş. İlk geldiğinde çok derin şeylerden konuşmuş, birçok şeyi sorgulamıştın. Buda’yı sorgulaman bizi mutlu etmişti, böylece bilinmeden kalabilecek pek çok şeyi bilebilecektik. Sorularınla onları bilebilecektik. Ama niye sessizleştin?
Sariputta, İnisiyasyona hazır olduğumda sorularımı bırakmak zorunda kaldım çünkü herhangi bir şeyi sorgulamak saçmadır. Önceden—güvenmeden önce— her şeyi sorguluyordum. Şimdi zihnim yerleşti, demiş.

En derin olduğunu iddia etse
de—ki sadece yüzeysel olan derin olduğunu iddia eder—mantık senin varlığının en yüzeysel bölümüdür.
Yapacak bir şeyi, bir faydası vardır ama sadece o kadar.
Eğer onu bilinmeyene giden bir taşıt olarak düşünürsen, bilinmeye değer şeyleri asla ve asla bilemezsin..
Beyaz bir elbisenin içinde, siyah bir elbisenin için- de olduğunun aynısı olamazsın. Siyahla, etrafında felce uğratan bir hüzün hissedersin. Bilmeden üzgün hissedersin. Bu dünyada, bu var oluşta hiçbir şey anlamsız değildir, her şey bir anlam taşır. Her şey kendisiyle birlikte belirli bir atmosfer taşır
Şöyle bir hikâye vardır

Buda bir gün elinde bir çiçekle gelir. Bir vaaz verecektir ama sessiz kalır. Onu dinlemeye gelenler ne yaptığını merak etmeye başlarlar. Zaman geçmektedir. Daha önce hiç böyle olmamıştır—ne yapmaktadır? Konuşup konuşmayacağını merak ederler.
Sonra biri sorar, Ne yapıyorsun? Seni dinlemeye geldiğimizi unuttun mu?
Buda eler ki, Bir şey bildirdim. Sözcüklerle bildirilemeyen bir şey bildirdim. Onu duydunuz mu, duymadınız mı?
Kimse duymamıştır. Ama hiç tanınmayan bir öğrenci, orada ilk defa görünen Mahakashyap isimli bir bhikkhu içtenlikle güler. Buda, Mahakashyap buraya gel. Bu çiçeği sana veriyorum ve sözcükler yoluyla verilebilecek her şeyi hepinize verdiğimi bildiriyorum. Gerçekten anlamlı olanı, sözcüklerle anlatılamayanı ise Mahakashyap ‘a veriyorum, der.

Bu yüzden Zen geleneği tekrar tekrar sormuştur: Mahakashyap a iletilen neydi? —sözsüz bir iletişim.

Buda ne elemişti? Mahakashyap ne duydu? Ve bilen bir kişi orada olduğunda o da güler ve hikâye bir sır olarak kalır. Birisi anladığında o da güler. Çok şey bilip hiçbir şey bilmeyen bilginler anlatılanı tartışırlar ve duyulanın ne olduğuna karar vermeye çalışırlar. Ama gerçekten bilen kişi güler.

Büyük bir Zen öğreticisi olan Bankei, Buda hiçbir şey söylemedi. Mahakashyap hiçbir şey duymadı, demiştir.
Birisi, Buda hiçbir şey söylemedi mi? diye sormuştur.
Bankei, Evet, elemiştir. Evet, hiçbir şey söylenmedi ve hiçbir şey duyulmadı. Söylendi ve duyuldu. Ben şahidim.

Başka biri, Sen orada değildin, demiştir.
Bankei de, Benim orada olmama gerek yoktu. Hiçbir şey iletilmediğinde kimsenin şahit olmasına gerek yoktur. Ben orada değildim ama yine de şahidim, demiştir. O sırada birisi gülmüştür ve Bankei onun için, O da bir şahitti, elemiştir.

Tohum ölüdür, sadece potansiyel olarak yaşıyordur.
Yaşayabilir veya ölü olarak kalmaya devam edebilir.
Büyümediği, bir ağaç haline gelmediği sürece ölüdür. Ve benim bildiğim kadarıyla insanlar, büyümeye karar vermedikleri, bilinmeyene doğru bir atlayış yapmadıkları takdirde tohumlar gibidirler.—ölü, kapalıdırlar.
İnsanı olduğu gibi kabul ederim.
Tabii ki başta çoğu potansiyeldir ama olduğu haliyle de kınanmamalı- dır. Kınanacak bir şey yoktur. O tohumdur, eğer tohumu kınarsan ağacı nasıl övebilirsin? İnsanı olduğu gibi kabul ederim—tamamen, hiçbir inkâr olmadan..
Kişi sevgi dolu bir birey olmalıdır. Ve kişinin sevgisi derinleştikçe cinsellikle daha az ilgilenecek ve sevgi daha uzağa yayılacaktır..
Bu yüzden ben hiçbir şeyi inkâr etmem çünkü sonuçta aranan mutluluktur. Herkes mutluluğu aramaktadır. Mutluluk inkâr edilmemelidir ama mutluluk patlaması oluştuğunda daha önceden mutluluk olarak düşündüğün şeyin sahte olduğunu anlarsın. Ama şu anda onu atamazsın. Önce mutluluk gelsin. Olumlu büyümeyle kastedilen budur, içine daha büyük bir şey geldiğinde daha az olan atılır. Ve ego güçlenmeyecektir çünkü onu attığında faydasız, değersiz bir şeyi atıyor olursun.
Sevgiden bahsederler ama sevgisiz hale gelirler.
Evrensel sevgi den bahsederler. Evrensel sevgiden bahsetmek, her zaman bir bireyi sevmekten daha kolaydır—birini sevmek güçtür, bütün evreni sevmek ise çok kolaydır; hiçbir şey içermez. Ve inkâr temelli düşünen biri evrensel sevgiden bahsedecektir ama bireysel duyguları inkâr etmeye ve kökünden sökmeye devam edecektir.
Cinselliği inkâr eden elin sevgiyi de inkâr edecektir çünkü sevgiyi her zaman seksin takip etmesi ihtimali vardır.
Ama benim gördüğüm, eğer cinsellik inkâr edilmez de senin olumlu gelişmenle dönüştürülebilirse aşkı inkâr etmeye gerek yoktur. Ve sevgi dolu olmadan, sana gelebilecek cinsellik kanalından geçmeyen enerji kullanılamaz. Bu, yıkıcı hale gelecektir. Bu yüzden benim için sevginin büyümesi, cinselliğin ötesine geçmek için tek olasılıktır..
İnsanlar mutluluğuna katkıda bulunan her şeyi inkâr ediyordu—senin mutluluğuna katkıda bulunan her şeyi.
O inkâr ediyordu—ben etmiyorum .
.dışarıdaki kendinle uğraşma. Sen olan tohumla uğraş, bu tohum öyle büyük yüksekliklere ulaşabilir ki dışarıdaki saçmalık otomatik olarak seni bırakır. Içsel zenginlikleri tanıdığında dış dünyadan bununla karşılaştırılabilecek bir şey olmadığını anlarsın. İçsel mutluluğu tanıdığında dışsal zevkler saçmadır, eğlence adı altında geçen her şey saçmadır, aptalca- dır. içsel coşkuyu tanıdığında hepsi gider. O zaman mutluluk, neşe diye bilinen şeyler aldanıştan başka bir şey değildir.
. egon için sadece şu kadarı söylenebilir: Onsuz var olamadığın şey ihtiyacın minimum tanımıdır..
Tamamen özgürsün, seni bir açıklığa atacağım
..geçmişin boyunduruğu altında yaşamayan zihin ve kişi güvencesizlik içinde yaşar..
Bir isimden vazgeçmek, bir maldan vazgeçmek gerçekten güvencesizlik değildir, bu çok yüzeysel bir güvencesizliktir. Ve malı bir güvence olarak düşünen zihin aynı kalır. Mal bile güvence değildir, bütün malınla ölürsün. Bir ev bile güvence değildir, onun içinde ölürsün. Bu yüzden Vazgeçtim, şimdi güvende değilim, diye düşünenlerin zihinlerinde malın, evin, arkadaşların ve ailenin güvence olduğu fikri hüküm sürmektedir..
Kendini düşünmemek yoldur.
Kendini düşünmemek gerçek ibadettir.
Kendini düşünmemek asıl teslimiyettir..
Osho
Benim için meditasyon zilini birliğe ayarlamak, zihni birliğe açmak demektir. Bu, sadece meditasyonun senin ötene geçtiğinde olur. Başka türlü olamaz. Eğer senin altındaysa—onu sen yapıyorsan, onu kontrol eden sensen—oluşamaz çünkü sen hastalıksındır. Bu yüzden ben seni, belirli sınırların ötesinde senin olmadığın bir meditasyona ikna ediyorum. Meditasyon senin yönetimini ele alacaktır. Yavaş yavaş itileceksin. Tabii ki meditasyonu başlatacaksın çünkü başka yolu yoktur. Başlamak zorundasın ama meditasyonu sen bitirmeyeceksin. Başlayacaksın ama bitirmeyeceksin. Arada, bir yerde olay gerçekleşecek. Meditasyon seni tutacak. Atılacaksın ve meditasyon gelecek. Sonra evrene uyumlanacaksın. Sonra bir olacaksın.
İlişki değil birlik önemlidir. İlişki sansara’dır, dünyadır ve ilişki nedeniyle tekrar tekrar doğmak zorunda kalırsın. Ama bir kere birliği tanıdığında artık ölüm yoktur, ölüm yoktur.
..Oysa birlik tamamen bunun zıddıdır. Birlik koşulsuzdur. O, hiçbir koşul, hiçbir beklenti, hiçbir tatmin, hiçbir gelecek sonuç ummadığı için vardır. O, geçmiş tarafından koşullanmış veya geleceğe yönlenmiş değildir. O geçmişle ilişkisiz olan, gelecekle ilişkisiz olan anlık, atomsal bir var oluştur..
Ego, bir olaylar, oluşlar ve hatıralar serisidir. Böyledir çünkü sen bir seride var olursun—beni ele bir seri olarak düşünmek istersin ama bu zordur. Bu yüzden, er veya geç herkes bana öfkelenecektir çünkü benim cevaplarım atomsaldır, ardıl değildir. Ardıl cevap sorumluluk haline gelir. O zaman güvenebilirsin.
Ben çok güvenilmezim. Bana hiçbir zaman güvenemezsin—ben kendime güvenemiyorum. Neler olacağını bilmiyorum. Her olana tamamen açık ve her olanı tamamen kabullenir durumdayım. İlişki temelli düşünemem. Düşünemem, daha çok birlik temelli yaşarım.
Bana her yakın olduğunda, bu seninle ilişkili olduğum anlamına gelmez. Seninle bir hale gelirim. Ve sen bu birliği sevgi olarak yorumlarsın. Ancak bu birlik sevgi veya nefret değildir çünkü sevgi diye bilinen şey her an nefrete dönüşebilir. Yakın olabilirsin, uzak olabilirsin;
bir arkadaş olabilirsin, bir düşman olabilirsin; hiç fark etmez. Ben söz konusu olduğumda, bana gelebilirsin veya benden uzaklaşabilirsin, hiç fark etmez.

İlişki koşulludur; birlik koşulsuzdur. İlişkide her zaman koşullar vardır. Koşullarda bir şey değişir ve ilişki değişir. Her şey, her zaman bir yanardağın üzerindedir. Her ilişki her zaman bocalayan bir durumdadır, her zaman bir ölüm sürecindedir, her zaman değişir: Bu yüzden her ilişki korku yaratır çünkü her zaman bozulma tehlikesi vardır. Ve ne kadar çok korku varsa o kadar ona yapışırsın ve ne kadar yapışırsan o kadar korku yaratırsın.

İlişki iki insan arasında var olur. Ben ilişkili değilim, ilişki içinde değilim. İlişki her zaman iki şeyin arasında olur. Bu paradoksal görünebilir ama sen her ilişkide ilişkisiz kalırsın. Her ne kadar ilişkili olsan da ilişkisiz kalırsın çünkü ilişki iki şey arasında olur. İki şey her zaman oradadır. Bu yüzden ilişki, sadece ikiliği saklayacak bir görüntüdür. Kendini ilişkili olarak kandırdığın anlarda yine sen varsılıdır. Tekrar kendine düşmüşsündür ve ilişki yoktur.
Örneğin, sözüm ona âşık olduğumuzda, ilişkili gibi görünürüz ama aslında, sadece kendimizi kandırıyoruzdur. İki, iki olarak kalır. Ne kadar yaklaşırsa yaklaşsın, iki, iki olarak kalır. Bir cinsel birleşmede bile ikilik vardır. İkilik sadece bir birlik yanılsaması yaratır, iki ‘kendi’ arasında birlik olamaz. Birlik sadece iki ‘benliği olmayan’ arasında olabilir.
Bu yüzden bana göre, ben evrensel gerçeklikle ilişkili değilim, hiç değilim. Ve bununla soyutlanmış olduğumu söylemek istemiyorum. İlişkide var olabilecek kimsenin var olmadığını söylemek istiyorum. Evrensel gerçeklik söz konusu olduğunda ben birim ve evrensel gerçeklik de benimle bir.
Bir kere evrensel bilincin bir parçası olduğunu anladığında hiçbir amaç olmadığını fark edersin. Sadece bir oyun olarak var olursun; tabii ki oyun evrensel, çok boyutlu hale gelir. Birçok şey yaparsın ama yine de yapan yoktur ve amaç yoktur; bu şeyler orada değildir. O zaman bu bir oyun haline gelir.
Çiçek geldiğinde söylenen ama söylenemeyeni bileceksin. Söylenen ama hâlâ söylenmeden kalanı bileceksin
Vazgeçmek dünyayı terk etmek değildir sadece tutum değiştirmektir.
Yapacak bir şeyin olmadığında bir şey yapmamak o kadar zor hale gelir ki bunu başaramazsın, bir şey yapmaya başlarsın.
Geçmişin olmadığında sen kimsin? Neredesin? Neyle özdeşleşirsin? Eğer geçmiş yoksa hâlâ var olursun ama aynı şekilde değil. Aslında, önceden olduğuna taban tabana zıt bir hale gelirsin. Eğer bütün geçmiş senden alınırsa sadece bir bilinç olursun. Artık bir ego olamazsın.
İnsan zihni endişeli hale geldiğinde sorular yaratır ve daha sonra cevapları verir. Sorular anlamsızdır, cevaplar daha da anlams ızdır. Ama soruları biz ürettiğimiz için cevapları bulmadan rahat edemeyiz. Böylece cevaplar bulmaya ve sorular yaratmaya devam ederiz. Eğer soru sorma ve cevaplamanın bütün bu saçmalığını görürsen kendinle bir monolog sürdürdüğünü fark edersin. Eğer sen soruyor ve ben cevap veriyor olsam bile yine de soran insan zihni ve cevap veren insan zihnidir. Bu sadece aynı zihnin bir saklambacıdır. Kimin soru sorduğu veya kimin cevap verdiği fark etmez.
Biri için arkadaşım diyorum. Neden?
Biri için düşmanım diyorum. Neden?
Düşman benim egomu yaralayan kişidir ve arkadaş da benim egomu besleyen kişidir.
Cinsel ilişkideyken, yakın aşk durumundayken, hareketler aynı bir kavgadaki gibidir kavga ediyorsundur. Eğer aşk diye bildiğimiz herhangi bir davranışta derine gidersen, eğer onda elerine gidersen hayvan köklerini bulursun. Öpme her an ısırma haline geçebilir. Eğer öpmeyi sürdürürsen, onda derine gidersen bu ısırma olur. Bu sadece bir zihin formudur. Bazen sevgililer, Seni yemek istiyorum, derler çok sevgi dolu bir ifade. Gerçekten bunu denerler. Bazen derinleşir, yoğunlaşır o zaman cinsellik sadece bir kavgadır.
Kimse senin yerine neyin arzu, neyin ihtiyaç olduğuna karar veremez.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir