İçeriğe geç

Sakarya Kitap Alıntıları – Selim Erdoğan

Selim Erdoğan kitaplarından Sakarya kitap alıntıları sizlerle…

Sakarya Kitap Alıntıları

Yaralanarak hastaneye götürülen, hastanede hayatını kaybedenlerin isimleri şehit defterine yazılmaktadır.
Birde muharebeden sonra arkadaşları tarafından defnedilenlerin.
Peki harp meydanında kalanlar?
En büyük korkusu bu değil miydi suskun efenin ? Unutulmak, kaybolmak
Kaybolup gidecek mi şimdi bu bozkırda Seferihisar lı Tevfik Efe
Binbaşı Şükrü bey yanındaki topçu gözetleme subayına eliyle Türbetepe istikametini işaret eder; sanki bütün tepeler askermiş, içtimada komutan -tehlikeli bir görev var- deyince bizimki bir adım öne çıkmış gibi . (Mangal Dağı mevzileri)
21 Temmuz günü Yunanların kesin Zafer , Türkler’in ise kurt ölmeden postu pay edilmez diyerek başladığı bir gündür.
12 Eylül 1921 Pazartesi
Saat 22:00
Balkan harbi acısını, Dünya Savaşı’nın sıkıntılarını, sonrasındaki teslimiyet utancını tam merkezinde yaşamış olan Fevzi Paşa askerlik hayatının en keyifli telgrafını çeker:
Başkumandanlığa,
Birkaç günden beri devam eden karşı taarruzlarla Sakarya boyundaki düşman ordusu, binlerce ölü bırakarak tamamen mağlup edilmiş, Türk teyyarelerinin de katılması ile her tarafta yapılan sıkı takip sonunda muharebe meydanında ve çikilme yollarında birçok silah, eşya, tıbbi malzeme, otomobiller terk ederek, hatta yaralılarını taşımaya fırsat bulamadan perişan bir suretle çekilmiştir.
Anadolun’nun Yunanlalıra mezar olacağı saat gelmiştir. Yunan Ordusu artıklarının da bu vatan topraklarında imhası ve bir düşman eri bırakmamak için, eli silah tutan bütün Türk evlatlarının disiplin altında düşman gerilerine ve özellikle Uşak İzmir hattı üzerinde faaliyete geçirilmesi, Konya Havali Komutanlığı ile Aydın Kaymakamlığına ve Altıncı tümen komutanlığına yazılmıştır.
Çekilmeyi korumak üzere Yunanların bıraktıkları artçılarda akşama doğru mevzilerinden atılmış ve 23 Ağustos’tan beri 21 gün devam eden Sakarya Meydan Muharebesi, Türk Ordusunun tam bir zaferi ile son bulmuştur.
“bu çocuğun korkusu ölmek değil, hatırlanmamak!”
“Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır! Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz. Onun için, küçük büyük her birlik, bulunduğu mevziden atılabilir; fakat, küçük büyük her birlik, ilk durabildiği noktada, tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. Yanındaki birliğin çekilmeye mecbur olduğunu gören birlikler, ona tabi olamaz. Bulunduğu mevzide sonuna kadar azim ve mukavemete mecburdur.”
“Türk olmak zordur, dünyayla savaşırsın.
Ama Türk olmamak daha zordur; çünkü Türk’le savaşırsın”
Bir millet seferber olmuş; işçi karıncalar gibi, Türkiye’nin dört yanından Ankara’ya asker, silah, mühimmat, giyecek, gıda malzemesi taşımaktadır.
Papoulas muharebeler bitti sanmaktadır.

Oysa söz konusu vatansa,
TÜRK BİTTİ DEMEDEN BİTMEZ!

21 Temmuz günü Yunanların “Kesin zafer”, Türklerin ise “kurt ölmeden postu pay edilmez” diyerek başladığı bir gündür.
“İnanılmaz! Üniforması bile olmayan bir ordu bunu nasıl yapabildi?”
Nitekim Sevr, Ankara Hükümeti’nce kabul edilmediği gibi, Türk halkını giderek Mustafa Kemal’in etrafında kenetlemekten başka bir işe yaramamıştır.
Ancak 1920 yılının Kasım ayı, Metaxas’ın 1915’deki mektuplarında olduğu gibi, Venizelos’a Anadolu’dan ve Türkler den uzak dur mesajıyla doludur.
Yunanistan yeniden siyasi çalkantılarla dolu bir döneme girer. Daha Sevr’in imzalanmasının üzerinden iki gün geçmişken Venizelos Paris’te, Lyon Garı’nda iki. Yunan subayının silahlı saldırısına uğrar. Bu suikast girişiminden hafif yaralarla kurtulan Venizelos ülkesine bir kahraman gibi döner. Panathinaikos Stadyumu’nda Kral Alexander ve binlerce Atinalının katılımıyla Sevr’in imzalanması törenlerle kutlanır.
Nitekim Yunan ordusu tarafından Bursa, Balıkesir, Uşak, Alaşehir ve Nazilli işgal edildikten sonra ileri harekât 9 Ağustos 1920’de durur ve ertesi gün Sevr imza edilir. Anlaşma metni daha sonra Padişah Vahdettin’in başkanlık ettiği Saltanat Şurası tarafından kabul edilecek, bu onayı yeterli gören müttefikler bizzat padişahın onayı olup olmadığına bakmaksızın anlaşmayı yürürlüğe koyacaklardır.
Bu kitap aynı zamanda Sakarya Meydan Muharebesi’ni, hatta Milli Mücadele’nin tamamını önemsizleştirme gayretindeki günümüz Ali Kemal’lerine sahadan, gerçek delillerle verilen cevaptır.
Mustafa Kemal Paşa bir buçuk ay önce,daha başkomutan değil sadece meclis reisiyken cepheyi ziyaret etmiş,çekilmeyi düşünen ama Paşa mecliste zor durumda kalır endişesiyle tereddüt eden İsmet Paşa’ya: Sen askerliğin gereğini yap,gerisini düşünme demiştir. Bir ortak ülkü ve doğru lider etrafında, tüm siyasi düşüncelerden sıyrılarak birleşmiş bir orduyla,gırtlağına kadar siyasete batmış,hükumetinin iktidarını askerinin canından çok düşünen bir komutanın ordusu 14 gündür boğuşmaktadır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kazım(İnanç) Paşa elindeki cephe raporunu okurken gözlerini hayretle kısan Yüzbaşı Hilmi’nin haline güler: Cephede bir tek asker bile önemliyken Paşa neden bu iki tümeni getirmiyor? diye sormuştun yüzbaşı,hatırlıyor musun? Şimdi anladın mı neden getirmediğini? Paşanın yaveri Salih (Bozok) Bey de sohbete katılır: Bak yüzbaşı,bu iki tümenin cephede olmaması bizim için 5000 asker kayıp demek.Ama bu iki tümenin yerine çakıp,cepheden uzak tuttuğu iki Yunan tümeni Papoulas için 25000 eksik asker demek . Teğmen kapı aralığından hayranlıkla içeride çalışmakta olan başkomutana bakar; Çocukluğumdan beri hep asker olmak istedim.Oldum da.Ama O’nun askeri olmak Allah’ın bir lütfu olmalı .
Giresun gönüllülerinin Binbaşı Hüseyin Avni Bey komutasındaki 42’nci Alayı Giresun’dan,Topal Osman Ağa’nın 47’nci Alayı ise Koçgiri İsyanı’nı bastırma görevinden gelerek Ankara’nın doğusunda buluşurlar. Aba-zıpkalılar bir hafta sonra horon oynar gibi ölüme koşacaktır. Bir millet seferber olmuş,işçi karıncalar gibi, Türkiye’nin dört yanından Ankara’ya asker,silah,mühimmat,giyecek,gıda malzemesi taşımaktadır.Gecenin en karanlık vaktidir.Başkomutan Mekteb-i Harbiye’den arkadaşı Kazım Fikri ‘Özalp’ Bey ve kolordusunun yaptığı akıl almaz yürüyüşü düşünür. Türk olmak zordur,dünyayla savaşırsın.Ama Türk olmamak daha zordur; çünkü Türk’le savaşırsın.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Gerçekten de Türk Ordusu,Sakarya boyuna gelene kadar neredeyse haritasız, karargahların elle çizdiği krokilerle muharebe etmiştir.Ancak bu durumu cephe raporlarında fark eden Mustafa Kemal Paşa 22 Temmuz’da,yani daha Sakarya doğusuna çekilme emri verilmeden,İstanbul’dan getirttiği harita subayların derhal araziye göndererek Polatlı-Haymana bölgesinin 1:100.000 ölçekli haritasını yaptırır. Bu bile siperlerin işaretlenebileceği ölçekte bir harita değildir, ama Türk askeri artık kör dövüşmeyecektir.
16 Eylül günü Sakarya kan kırmızı akcak, bozkır nihayet Mehmet’e doyacaktır.
13 Eylül 1921 Salı Saat 19:40

III. Kolordu Komutanı General Polimenakos çadırında daha fazla duramaz. Türk taarruz düzeninin son haline ilişkin ipuçları yakalamak ümidiyle Beylikköprü karşı sırtlarındaki 10. Tümen artçı müfrezesine gelir. Ardında batmakta olan güneş Kartaltepe yamaçlarına vurmaktadır. Dürbünle izlediği, ince hatlar boyunca hareket eden küçük parıltılara bakar; Türk süngüleri . Yanıbaşındaki tümen komutanı Albay Soumilas’a döner:

Petros, ne diye bu ot bitmez dağ başına geldik biz?

Bozkır, gece yarısı iki haftadır ilk kez bu kadar sessizdir. 4 Eylül 1921 gecesi Ağustos böceklerinin seslerine karışan Türkçe kahkahalar ise şafağın çok da uzak olmadığının kanıtıdır..
3 Eylül 1921

Bitti dedikleri Türkler sanki cepheleri yarılmamış gibi, 12 gündür savaşmamışlar gibi, dipdiri, bütün güçleriyle karşılarında siper kazmaktadır. Bütün kurmayları gibi, Papoulas da savaşıp sonuç alamamaktan yılmıştır. Cephane, asker, moral; hepsi tükenmiştir..

250 kilometre ötede ilk darbeyi vurup yaraladığı kurdu öldürme hayaliyle bilmediği bozkırın tozuna toprağına gömülmüştür. 12 günde ordusunun üçte birini kaybetmiştir ve bu taarruz gücü kalmamış asker grubuyla bu maceraya devam edecek olursa Yunan Küçük Asya Ordusu tamamen elinden çıkacaktır.

Anadolu’daki yatırımlarını Yunan Ordusu aracılığıyla korumaya kalkan İngilizler ise umutla beklemektedir. Majestelerinin müfettişi Albay Nairne’nin taarruz öncesi raporunda yenilmez savaş makinası olarak tanımladığı ordu nasıl olsa Türk milliyetçileri tepeleyecektir!

İsmet Paşa Çal Dağı’ndan çekilerek geride cephe kuran 15. ve 24. tümenlerin desteklenmesi için çareler aramaktadır. Bu sırada imdadına Papoulas’ın basiretsizliği yetişir, Prens Andreas’ın kolordusunu önce sadece savunma amacıyla güney kanatta tutan, daha sonra da kademe kademe batıya doğru kaydırmaya başlayan Papoulas böylece Güzelcekale-Çalış hattında çakılıp kalmış olan ‘Deli’ Halit Bey Grubunu da serbest bırakmış olur. İsmet Paşa da bu hatayı affetmez ve gece yarısını geçerek gönderdiği emirle 23. ve 11. tümenler ile 12. Grup karargahını Haymana batısına getirtir. 11. Tümenle takviye edilen Çal Dağı cephesinin tamamı Halit Bey’in 12. Grubuna verilir. Prens Andreas günlerdir Deli Halit’ten çok çekmiştir; çile doldurma sırası General Kontoules’dedir..
2 Eylül 1921, Cuma

Cephenin Sivri’den Kızılkoyunlu’ya kadar yaklaşık 25 kilometrelik kesiminden yarma amacıyla toplanan altı tümenlik (72.000 asker) Yunan kuvvetine karşı duvar olmak, geçit vermemek zorunda olan yaklaşık 40.000 Türk savaşçısı!

Bozkırda son raunt saat 05:00’te Yunan bataryalarının ateşiyle başlar. Şiddetli topçu ateşi tüm cepheyi cehenneme çevirir. Neredeyse her 200 metreyi bir top dövmektedir. 11 gündür kesintisiz muharebe etmekten bazı tümenler yarı mevcudunun da altına inmiştir.

Güzelcekale Muharebeleri’nin en ağır yükünü çeken birlikler den 23. ve 24. tümenlerin toplam zayiatı; 3.824’ü şehit olmak üzere 8.540’tır. Yani Sakarya Meydan Muharebesi sonunda her iki tümende vücuduna kurşun değmemiş yaklaşık 400 asker kalacaktır. Bu nedenle zaferden sonra, 14 Eylül günü, Başkomutanlık emriyle 24. Tümen mevcudu bir alay bile teşkil edemediği için lağvedilecektir. Böylelikle Yarbay Ahmet Fuat (Bulca) Bey’in tümeni de gazi birliklerimiz arasına katılacak, tarihe geçecektir.
Bak gördün mü Harun Efem? Dediğim tam da budur. Koskoca alay kumandanı, Osman Binbaşı’yı şu derenin dibine gömdük. Başına koyduğumuz iki taş! Kim bulacak onu bu dağ başında? Ya dün göçüp giden Yarbay Salih Zeki Bey? Tepenin birine gömdüler, üzerine de bir sürü taş yığdılar. Kim bilecek o yığının ona ait olduğunu? Seferihisarlı Tevfik, bir acayip çocuk. Onun bu soğuk, suskun tavrını önce korktuğuna yoran Harun, adeta kanla yıkandıkları bunca günden sonra anlamıştır ki bu çocuğun korkusu ölmek değil, hatırlanmamak!
24 Ağustos 1921, dağ taş Mehmet’i beni ne kadar hak ediyorsun? sınavına çekmektedir.
Mustafa Kemal Paşa bu kez harita başındadır.

Batı Cephesi Komutanlığı’na bağlı tüm birliklere bu emirle birlikte, 27 Ağustos 1921 Cumartesi sabahından geçerli olmak üzere, bulunacakları hatlar tebliğ edilir. Yunanların beş günde ilerleyebildikleri mesafe beş kilometredir. Buna rağmen 27 Ağustos sabahı Ankara Papoulas için daha da uzaklaşmış olacaktır.

Bu aynı zamanda vatanını savunan ile işgale gelen arasındaki farktır, çünkü tam bir sene sonra aynı gün roller değişecek, ama Yunan ordusu cephesi yanılınca mevziini bırakıp felaketine koşacaktır.

105’lik Skoda bataryasının genç komutanı Mülazım Cevdet ‘Sunay’ Efendi’nin bir gözü topunda, bir gözü de kalan cephanededir. Rasat subayından uzun zamandır düzeltme gelmemesinden doğru adresi bulduğunu anlamış, Prens Andreas’ın göz bebeği 5/42 Evzon Alayının gününü cehenneme çevirmektedir. Yine de tutumlu davranmakta fayda vardır: Dereden dolduruyor gibi mermi harcıyor adamlar! Ah şunlardaki cephanenin yarısı biz de olsaydı .
Mangal Dağı ve orada mevzilenen Yunan birlikleri Türk hattının içinde bir ada gibi kalmıştır. Bu durum Türk Ordusu’na gerideki savunma hatlarını berkitmek ve savunma pozisyonu almak için çok değerli bir buçuk gün kazandırır. Özellikle Yarbay Halit (Akmansü) Bey komutasında 3üncü Kafkas Tümeni koyu karanlığa bürünen Demirözü Vadisi’nde Türk’ün mum ışığı olmuştur.
Papoulas sayısal üstünlüğünü zaferin anahtarı olarak göredursun, karşısındaki satranç ustası sarışın kurt ona asla unutamayacağı sürprizler hazırlamaktadır.
Beklenen kıyamet Haymanada, Mangal Dağı’nda kopmuştur. Bu dağda bugün olacak her şey gelecek üç haftaya damgasını vuracak, Türk’ün Anadolu’daki kaderini tayin edecektir.
Türk son ocağını savunmaktadır. Bu olağanüstü savaş, olağanüstü çarelere başvurulmasını gerektirmiştir.
Giresun gönüllülerinin Binbaşı Hüseyin Avni Bey komutasındaki 42. Alayı Giresun’dan, Topal Osman Ağa’nın 47. Alayı ise Koçgiri İsyanı’nı bastırma görevinden gelerek Ankara’nın doğusunda buluşurlar. Aba-zıpkalılar bir hafta sonra horon oynar gibi ölüme koşacaktır. Bir millet seferber olmuş; işçi karıncalar gibi, Türkiye’nin dört yanından Ankara’ya asker, silah, mühimmat, giyecek, gıda malzemesi taşımaktadır.

Gecenin en karanlık vaktidir.

Başkomutan Mekteb-i Harbiye’den arkadaşı Kâzım Fikri Özalp’ Bey ve kolordusunun yaptığı akıl almaz yürüyüşü düşünür:

Türk olmak zordur, dünyayla savaşırsın.

Ama Türk olmamak daha zordur; çünkü Türk’le savaşırsın!

16 Ağustos 1921 Salı

Düşman dokuz piyade tümeni, bir süvari tugayı, 286 top ve 2.768 makineli tüfeğiyle üç koldan Ankara’ya yürümektedir. Gecenin en karanlık, ufkun en belirsiz olduğu vakittir.

Günde 40 kilometre yürüyen Mürettep Kolordu hâlâ cepheden 150 kilometre uzaktadır. İsmet Paşa’nın hasretle yolunu gözlediği 17. Tümen giyim kuşam itibariyle askerden çok silahlandırılmış 2.000 çiftçi gibidir. Tümen 13 Ağustos’tan beri yeni kurulmuş taburları, alayları yoldan toplayarak Polatlı’ya, cepheye yetişmek için yoldadır

Papoulas muharebeler bitti sanmaktadır.
Oysa söz konusu vatansa, Türk bitti demeden bitmez!
21/22 Temmuz 1921 gecesi Seyitgazi-Mahmudiye arasında çekilen kollardaki pek çok subayın zihninde Balkan felaketinin hayaletleri dolaşmaktadır. O acıyı yaşamış olanların hepsinin aklındaki düşünce aynıdır: Bunun bir daha olmasına asla müsaade etmeyeceğiz .

Etmeyeceklerdir de!

İsmet Paşa’nın taarruz planında her şey yolunda giderken, hatta Yunan tümenleri panik halinde dağınık şekilde çekilmeye başlamışken bir anlık tereddüt domino taşı etkisi yaratmış, muharebe tamamen Türk Ordusunun aleyhine dönmüştür. Bir an asker sayısının ve savaş donanımının yarattığı üstünlüğü kaybedip bozulma noktasına kadar gelen Yunan Ordusu bu hatayı değerlendirip bütün gücüyle saldırıya geçmiştir.
21 Temmuz günü Yunanların kesin zafer , Türklerin ise kurt ölmeden postu pay edilmez diyerek başladığı bir gündür Ancak bu taze perşembe sabahı sürprizlere gebedir. İlk sürprizin adı 1. Gruptur ve aniden Muttalip Ovası’nda ortaya çıkıverir..
Müdafada ağır yaralanan alay Komutanı daha sonra şehit olacaktır. Alayın çekilmesi sırasında emniyeti sağlayan 1. Taburun doktoru da ışığa yolculuğunda komutanını yalnız bırakmaz.
15 Temmuz gecesi cephede, Çekürler’de, Kütahya’da, hatta Ankara’da mecliste matem vardır. Paşa saatlerdir oturduğu masadan kalkar, elindeki kalemi haritanın üzerine kederle fırlatır. Pencereden cepheye hareket edecek katara bakarken gözleri dalar; bu tren ertesi gün Eskişehir’den bayrağa sarılı Nazım’la birlikte gelecektir.

İstanbul’da doğan, bir ömür boyu cepheden cepheye gezen Mehmet Nazım’ın sonunda bir yuvası olacaktır:

Vatan uğrunda her şeyini bırakıp gelenlerin yuvası!

22 Ağustos 1921, Polatlı, Alagöz

13. Alay’ın genç teğmenleri nefes bile almadan dinlemektedirler. Bir tanesi, dinlediklerinden o kadar etkilenmiş ve bunalmıştır ki, gerçekten nefes alamadığını fark eder: Yüzbaşım bunca sıkıntıyla muharebeye girerken hiç kaybetmekten korkmadınız mı? Yüzbaşı Süleyman sandalyesinde doğrulur, teğmenlerin gözlerinin derinliklerine bakarak bu tedirgin ihtiyat zabitinin adını sorar: Asteğmen Tevfik Yüzbaşım. 2. Tabura emir subayı olarak verdiler beni.

Kaybedecek şeyi olmayan, hiçbir şeyden korkmaz Tevfik Efendi Bizim vatandan başka kaybedecek şeyimiz yoktu!

Refet Paşa toplantıdan sonra Ankara’da bakanlık değil, yine askeri bir görev almak istediğini söyler ve açıkça olmasa da Genelkurmay Başkanlığı’na talip olduğunu ima eder. Oysa paşanın İkinci İnönü Muharebesi sonrası gerçekleştirdiği başarısız Dumlupınar Aslıhanlar taarruzunun sonucu Ankara’da komuta beceriksizliği olarak değerlendirilmiş, hem kıtalarında hem de komuta kademesinde kendisine olan güven kaybolmuştur. Bu isteği kabul görmez.
Haziran ortasına kadar Yunanistan ve Makedonya’dan getirilen 4. ve 9. tümenlerle birlikte Yunan Küçük Asya Ordusunun piyade gücü 11 tümene yükselir. Bunların dışında Kuvayı Milliye müfrezelerinin cephe gerisindeki baskınlarına karşı işgal sahasında dağınık halde bulunan müstakil alaylar da vardır. Hükümet birinci ihtiyat grubundan dört, ikinci ihtiyat grubundan da iki sınıfı orduya alır. Osmanlı vatandaşı 1894-1905 arası doğumlulardan 12.000 Anadolu Rum’u da silah altına alınır. Böylece 70.000 yeni askerle takviye edilen Yunan Küçük Asya Ordusu’nun Nisan başında 122.164 olan mevcudu 193.000’e ulaşır.
22 Ağustos 1921, Pazartesi

Mahallenin delikanlısından dayak yiyince kahvehaneden adam toplayıp gelen sahte bitirimler gibi daha fazla askerle, daha çok topla tüfekle gelecekleri belliydi. Nitekim bir yandan Yunanistandan, Makedonya’dan yeni kıtalar getirdiler, bir yandan da Osmanlı Rumlarından birlikler kurdular. İngilizlerin bunlara gemilerle, Mudanya’ya, sürekli top, obüs, kamyon getirdiğini duyuyorduk. Bizimse sırtımızı yaslayabileceğimiz tek kuvvet bağımsızlığı için dövüştüğümüz milletti..

1 Nisan 1921 akşam saat 18:30’da Papoulas’ın ikinci ileri harekât denemesi de hüsranla sonuçlanır. Bu kez keşif taarruzuydu bahanesine de sığınamayacak, gerçekle yüzleşecektir. Türk, savaşmaktadır.
Büyük Millet Meclisi’nin Reis Paşa’sı yüzlerce kilometre uzakta da olsa, muharebeyi satır satır yazacak kadar yakından takip etmektedir. Aslında Güney Cephesi Komutanı’na verdiği sitemkâr mesaj son derece açıktır: Afyon’da bu ölüm kalım mücadelesini Fahrettin Bey yönetecekse, siz Güney Cephesi Komutanı olarak muharebeye hangi aşamasında katılmayı düşünüyorsunuz?
Papoulas üç ay önce yaptığı taarruzda Türk Ordusu’nun düzeni ve gücü dışında önemli iki şeyi daha öğrenmiştir; Ankara için Eskişehir’in ne kadar önemli olduğunu ve Eskişehir’in İnönü mevzilerinde savunulduğunu. Taarruz planının odağında Eskişehir’in olmasının nedeni de budur. Yunanların planına göre III. Kolordu 23 Mart sabahı Eskişehir istikametinde taarruza geçecek, mevzileri aşarak Eskişehir çevresinde Türk Ordusu’nu çembere alarak imha edecek, I. Kolordu ise Dumlupınar üzerinden Afyon’a taarruz edecek, burayı ele geçirdikten sonra ve Konya istikametlerini emniyete alıp Eskişehir yönünde III. Kolordu ile birleşecektir.

Nice dahiyane saldırı planlarının çöp olduğu Anadolu’da şansını deneme sırası Korgeneral Anastasios Papoulas’tadır.

Son sekiz ayda iki ordu üç kez karşı karşıya gelmiş, ancak bu muharebeler hep Bilecik-Eskişehir-Kütahya arasındaki ağaçlık, yumuşak iklimli bölgede gerçekleştiğinden, Yunan ordusunun savaşı sadece Mehmet’e karşı olmuştur. İkmal noktalarından uzaklaşmadan savaşmanın avantajıyla askerler de çoğu zaman kamyonlarla taşınmış, yorulmamışlardır. Oysa şimdi Mehmet yetiştiği çorak, sert toprakları da yanına almış, Yunan Ordusunu bozkırın çilesine ortak etmiştir. Menzillerinden bu kadar uzaklaşınca Yunanlar kamyonları daha çok iaşe ve mühimmat nakli için kullanmış, asker bu uzun yolu sıcakta, toz toprak içinde yürüyerek gelmiştir. Özellikle Sakarya batı kıyısına yaklaştıklarında karşılarına çıkan Acıkır’ı geçerken, nasıl bir belaya bulaştıkları hakkında az çok bir fikir sahibi olmuşlardır.
“En zor zamanda, cebinde idam fermanıyla gelen adam verdiği sözü tutmuş, Türk’ün son kalesine düşmanı sokmamıştır ”
“Bozkır onu sevmeyene, onu tanımayana sürprizlerle doludur ”
Ankara halkı uzaktan uzağa duyduğu top seslerinin kesilmesinin ardından sokağa dökülmüş, gelen zafer haberiyle ise sevinçten çılgına dönmüştür. En zor zamanda, cebinde idam fermanıyla gelen adam verdiği sözü tutmuş, Türk’ün son kalesine düşmanı sokmamıştır.

İnsanlar evlerine dönmek istememektedir. Ellerinde kandillerle, meşalelerle Ulus’ta, şimdi Atatürk Anıtı’nın olduğu yerde sabah ezanına kadar türküler söyleyip miskete omuz kaldırırlar. Bu zafer Ankara’ya da, Ankaralıya da çok yakışmıştır.

Aynı saatlerde zayıf, uzun boylu bir adam Cağaloğlu Yokuşunu çıkarken bir şeyler mırıldanmakta, eliyle dizinde ritim tutmaktadır. Müzisyen Ahmet Cemalettin (Çinkilic) Bey’in içi içine sığmamakta, mırıldandığı dizeleri uluorta haykırmak istemektedir

Çalıştığı müzikhole girer, elindeki notaları orkestraya dağıtır. Arkadaşlarıyla birlikte büyük bir coşkuyla çalıp söylerler. İzleyiciler doyamaz:

Bir daha! Bir daha! Bir daha!

Gecenin sonunda müzikholden orkestra ve yüze yakın müşteri bu yeni şarkıyı söyleyerek çıkarlar;

Hürmet sana ey şan dolu sancağım 
Baştan başa arza hakim ol şahım
Türk Ordusu, Türk Ordusu sayende
Sakarya’da kurtuldu şan otağım
Dünyalara bedeldir mahcemalin
Allah’ıma emanettir Kemalim

Ertesi gün Ahmet Cemalettin Bey İngiliz İşgal Komiserligine çağırılacak ve kendisine Allahima emanettir Kemalim mısrasıyla kimi kast ettiği sorulacaktır. Ahmet Cemalettin Bey’in cevabı bir milletin ümidini bağladığı kişiyi satır arasında saklamak ama İngiliz yüzbaşı bunu fark edemeyecektir:

Yeni doğan oğlumu. Adını Kemal koyduk.

Bir ara Yunan 10 Tümeninden bir alay, Yarbay Ahmet Fuat (Bulca) Bey’in 24 Tümeni üzerine süngü hücumuna kalkmaya yeltenir.²¹ Tümen bu talebi bak, süngü öyle değil, böyle kullanılır cevabıyla geri çevirir ve Yunan alayı perişan halde Sivri istikametinde çekilir
Bu sırada ilginç bir olay gerçekleşir;

Esir almak için gece baskınında olayı abartan 5 Kafkas Tümeni hücum taburu bomba ve süngülerle düşman mevzilerine dalar. Yunan 10. Tümeninin savunma hattındaki taburu Çal Dağının batı sırtlarına kadar çekilmek zorunda kalır.

61. Tümenden baskına çıkan müfreze de bu çılgınlara uyunca, Yunanlar Çal Dağı-Sivri hattına kadar çekilirler. Tümenlerin üç gün önce kaptırdıkları mevzileri müfrezeleri geri alır. Bu tuhaf gecenin bilançosu Yunan 10. Tümen emniyet taburu için 300 ölü askerdir.

“Bu çocuğun korkusu ölmek değil, hatırlanmamak ”
“Bu çorak toprakları kanımızla öyle bir suladık ki teğmenim, yüz yıl yağmur yağmasa bile kan kırmızı gelincikler açacak ”
“Bir silah ancak kullanıcısı kadar mükemmel olabilir ”
İstanbul’da doğan, bir ömür boyu cepheden cepheye gezen Mehmet Nazım’ın sonunda bir yuvası olacaktır:
Ankara.
Vatan uğrunda her şeyini bırakıp gelenlerin yuvası!
Yaralı komutanını istasyondaki doktorlara yetiştirmek için atını dolu dizgin süren Ankaralı Zeynel Çavuş ağlayarak ona yalvarır: Gözünü seveyim dayan komutanım .
Yarbay Mehmet Nazım’ın bilinen son sözü dudaklarından burada dökülür:
Asıl siz dayanın çocuğum.
“Bu kez karşılarında tüm planları bozmak için gelmiş sarışın bir kurt var ”
13. Alay’in genç teğmenleri nefes bile almadan dinlemektedirler Bir tanesi, dinlediklerinden o kadar etkilenmiş ve bunalmıştır ki, gerçekten nefes alamadığını fark eder: Yüzbaşım bunca sıkıntıyla muharebeye girerken hiç kaybetmekten korkmadınız mı? Yüzbaşı Süleyman sandalyesinde doğrulur, teğmenlerin gözlerinin derinliklerine bakarak bu tedirgin ihtiyat zabitinin adını sorar: Asteğmen Tevfik Yüzbaşım. 2. Tabura emir subayı olarak verdiler beni.

Kaybedecek şeyi olmayan, hiçbir şeyden korkmaz Tevfik Efendi Bizim vatandan başka kaybedecek şeyimiz yoktu!

Tam o sırada tanıdık bir ses, baba şefkatiyle yumuşatılmış bir tokat gibi, yüzbaşının ensesinde patlar: Yüzbaşı, teğmenlerin kafasını gereksiz duygusallıkla karıştırma! Çocuklar, Süleyman Efendi aslında Darü’l Bedayi de tiyatrocu olacakmış, kabul etmemişler. O da topçu zabiti olmuş . Ismet Paşa bir yandan da yaptığı espriye kırılmaması için yüzbaşının sırtını sıvazlar: Süleyman senin de omzun artık iyileşmiş, kıta görevi vaktin gelmiş. Kalemden sevk pusulanı al da, Haymana’ya gidecek yaylılardan birini yakala.

Paşa masadan kalkıp karargah binasına koşan yüzbaşının arkasından bakarken hüzünlüdür: İşin aslı şu çocuklar; onun hiç korkacak kadar boş vakti olmadı.

Osmanlı vatandaşı 1894-1905 arası doğumlulardan 12.000 Anadolu Rum’u da silah altına alınır. Böylece 70.000 askerle takviye edilen Yunan Küçük Asya Ordusu’nun Nisan başında 122.164 olan mevcudu 193.000’e ulaşır.
Ordu Kurmay Başkanı Albay Pallis muharebe sırasında İzmir’de olduğundan 3. Kolordunun zayiat raporlarını ancak inceleme fırsatı bulmuştur: İnanılmaz! Üniforması bile olmayan bir ordu bunu nasıl yapabildi?

Pallis de birkaç ay içinde savaşları üniformaların değil, içindekilerin kazandığını anlayacaktır.

Mahallenin delikanlısından dayak yiyince kahvehaneden adam toplayıp gelen sahte bitirimler gibi daha fazla askerle, daha çok topla tüfekle gelecekleri belliydi. Nitekim bir yandan Yunanistan’dan, Makedonya’dan yeni kıtalar getirdiler, bir yandan da Osmanlı Rumlarından birlikler kurdular. İngilizlerin bunlara gemilerle, Mudanya’ya, sürekli top, obüs, kamyon getirdiğini duyuyorduk. Bizimse sırtımızı yaslayabileceğimiz tek kuvvet bağımsızlığı için dövüştüğümüz milletti .
“Söz konusu vatansa, Türk bitti demeden bitmez!”
“Biz askerliğin gereğini çekinmeden uygulayalım, diğer sakıncalara karşı koyarız ”
(M. Kemal Paşa)
“Gördüğümüz tahsile rağmen biz bile Arapça hutbeyi anlayamıyorsak, tahsilsiz sokaktaki vatandaş nasıl anlayacak? Bu hutbeyi Türkçe okumak mümkün değil midir?”
“Kaybedecek şeyi olmayan, hiçbir şeyden korkmaz Tevfik Efendi! Bizim vatandan başka kaybedecek şeyimiz yoktu ”
Hürmet sana ey şan dolu sancağım
Baştan başa arza hakim ol şahım
Türk Ordusu, Türk Ordusu sayende
Sakarya’da kurtuldu şan ocağım
Dünyalara bedeldir mahcemalin
Allah’ıma emanettir Kemalim
En zor zamanda, cebinde idam fermanıyla gelen adam verdiği sözü tutmuş, Türk’ün son kalesine düşmanı sokmamıştır.
Elinde silahı olan, yüzü sana dönük düşman yenilmiş düşman değildir!
Bu çorak toprakları kanımızla öyle bir suladık ki teğmenim, yüz yıl yağmur yağmasa bile kan kırmızı gelincikler açacak.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir