İçeriğe geç

Şampiyonların Kahvaltısı Kitap Alıntıları – Kurt Vonnegut

Kurt Vonnegut kitaplarından Şampiyonların Kahvaltısı kitap alıntıları sizlerle…

Şampiyonların Kahvaltısı Kitap Alıntıları

Ancak fikirlerimizin insanlığı ölçüsünde sağlıklıyız.
.
Elbette, makul olması amaçlanmayan bir evrende sürekli akıl yürütmek zorunda olmak çok yorucu.

Nihayetinde hepimiz bir topun üzerindeydik. Gezegen top şeklindeydi. Herkes anlarmış rolü kesiyordu ama neden düşmediğimizi kimse bilmiyordu.
Korsanlar beyazdı. Korsanlar geldiğinde kıtada yaşayan insanlar bakır rengiydi. Kıtaya kölelik getirildiğinde, köleler siyahtı. Renk, her şeydi
Wayne Hoobler gülümsedi , mutlu olduğu için değildi bu, yapacağı çok az şeyi olduğu için bari dişlerimi sergileyeyim diye düşünmüştü.
‘’Umursamışsın umursamamışsın önemi yok,’’ dedi yaşlı madenci, ‘’eğer umursadığın şey sana ait değilse fark etmez.’’
Ama kafası artık gezegende her şeyin nasıl olabileceğine ya da olması gerektiğine dair fikirleri barındırmıyordu, gerçekte nasıl olduğu varken.
Bitkinsiniz, moraliniz bozuk , diye okudu Dwayne. Neden olmayasınız ki? Makul olması düşünülmemiş bir evrende sürekli mantığını kullanmak zorunda olmak tabii ki çok yorucu.
Valla Bill , işlerin gidişatına bakınca diyorum ki, sürekli acı çeken biri hakkında yazmak isteyen birinin kitabında bir karakterim diyorum.
Her şey bir okyanusa benziyor! diye haykırmıştı Dostoyevski. Bence her şey selefona benziyor.
Gerçeklerle işiniz yok mu? dedi Beatrice.
Gerçek nedir biliyor musunuz? dedi Karabekian. Komşumun inandığı saçma sapan bir şey. Onunla arkadaş olmak istersem, neye inandığını soruyorum. Bana anlatıyor, ben de diyorum ki, ‘Evet ya, gerçekten öyle.’
Wayne Hoobler gülümsedi , mutlu olduğu için değildi bu, yapacağı çok az şeyi olduğu için bari dişlerimi sergileyeyim diye düşünmüştü.
Ona yaşamaya değmeyen bir hayat vermişti ama aynı zamanda ben de ona demir gibi bir yaşama isteği vermiştim.
Dünyada, delice düşüncelere karşı bağışıklık yoktu.
İtiraf edeyim ki şu anda Dünya üzerinde insandan başka hayvan kalmaması kafa karıştırıcı bir zafer.
İnsanın düşüncesi kanatlarıdır, sözler insanı gökyüzüne çıkarır.
Sadece fikirlerimiz insancıl olduğu ölçüde sağlıklıyız.
«Libertyville’de o kadar çok kitap vardı ki, hapishanede tuvalet kağıdı yerine kitap kullanıyorlardı. Bir cuma günü öğleden sonra geç vakitte aldılar beni içeri, bunun için de pazartesiye kadar mahkeme önü ne çıkıp ifade veremedim. Böylece iki gün oturup durdum kodeste, yapacak başka işim de olmadığı için tuvalet kağıdı okudum. Okuduğum hikâyelerden birini hâlâ hatırlarım.»
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Dünyanın olabileceği tek hal vardı:
Olduğu hal!
Tanrı beni bunun için mi Dünya’ya koydu diye düşünmedim değil – bir insanın kırılmadan ne kadar yük kaldırabileceğini öğrenmek için.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
“Tehlikeli, çok da acı verebiliyor. Ama bunlar ciddi olduğunu göstermez.”
“Kimileri sizi sever, kimileri size nefret duyar görünüyor, nedenini merak ediyorsunuzdur. Birer sevme ve nefret etme makinesi onlar, hepsi bu.”
“Bitap ve moralsizsiniz,” diye sesli okudu Dwayne. “Neden olmayacaksınız hem? Akla aykırılığa yaratılmış bir evrende sürekli makul kalma zorunluluğu elbette yorar adamı.”
Eee, bir dünya meydana getirmek için her çeşit insan gerekli.
Insanların ortaokuldan çıktıktan sonra en iyi arkadaşlardan söz etmediğini sandığını söyledi.
Zamanlar değişiyor, zamanlar değişiyor.
Ona, yaşamaya değmeyen bir yaşam vermiştim, ama aynı zamanda yaşamaya karşı demir gibi bir irade de vermiştim.
Insanlar, kimyasal maddelerle ve vücutlarıyla, yaşam düzeyleri biraz iyileşsin diye böyle korkunç oyunlar oynuyorlardı. Çirkin şeyler den başka yapacak şeyin olmadığı çirkin yerlerde yaşıyorlardı. Mangırları yoktu, bunun için de çevrelerini düzeltemezlerdi. Bu yüzden de bunun yerine içlerini düzeltmek, güzelleştirmek için ellerinden geleni yapıyorlardı.
Okuduğu lisenin adı, aynı zamanda insan özgürlüğü konusunda dünyanın en büyük kuramcılarından biri olan bir köle sahibinin adından geliyordu.
Arzular at olsaydı dilenciler binerdi.
Yeryüzünde düşünceler dostluk ya da düşmanlık işaretiydi. Ne anlama geldikleri pek önemli değildi. Dostlar, dostluklarını dile getirmek için dostlarıyla aynı düşünceleri paylaşırlardı. Düşmanlar, düşmanlıklarını göstermek için düşmanlarının düşüncelerine karşı çıkarlardı.
Dünyada, delice düşüncelere karşı bağışıklık yoktu.
Cazibe, ona sahip kişinin niyeti ne olursa olsun, yabancıların onu anında sevip güven duymalarını sağlayan bir numaraydı.
Tek bir fikrin insanları tıpkı kolera ya da hıyarcıklı veba salgını gibi kırıp geçirebileceğini bilmiyordu. Dünya’da çılgın fikirlere karşı bağışıklık yoktu.
Çok huzursuz bir ülkeydi burası, insanlar sürekli bir yerden başka bir yere sürükleniyordu. Arada sırada birileri durup bir anıt dikiyordu.
Hayat ciddi bir şey mi değil mi öğrenene kadar ben de bilemeyeceğim, dedi Trout. “Biliyorum, tehlikeli, çok da acı verebiliyor. Ama bunlar ciddi olduğunu göstermez.”
Sırf bazılarımız okuma–yazma biliyor ve biraz da matematikten anlıyor diye evreni fethetmeye hakkımız yok.
Yaşamın ciddi olup olmadığını anlayana dek bunu ben de bilemeyeceğim. Onun tehlikeli olduğunu ve insanın canını çok yakabildiğini biliyorum. Ama bu illaki ciddi de olduğu manasına gelmiyor.
Beyni evrimin ışıldayan tacı olarak düşünmem istendi şimdiye kadar, ancak sanırım beyin hayatta kalmak için çevrilen bir dolap sadece.
Merhaba bebeler. Dünyaya hoş geldiniz. Buranın yazları sıcak, kışları soğuk geçer. Burası hem yuvarlak, hem ıslak, hem de kalabalıktır. Taş çatlasa bebeler, yaşayacak en fazla yüz yılınız var. Bildiğim tek bir kural var bebeler – Şefkatli olacaksınız, Tanrı kahredesice .
Anlamayanlar için dilimi, değersizler için kalbimi yormadığım günden beri mutluyum.
Eskiden insanların saçma cevaplarını ciddiye alırdım. Artık bunu aştım.
Birazdan size anlatacağım gerçeklerin hepsi utanmadan söylenmiş yalanlardır.
Bu sözü hiç duymuyorum artık: Refah. Eskiden “cennet” ile eş anlamlıydı.
Bitkinsiniz, moraliniz bozuk, diye okudu Dweyne. Neden olmayasınız ki? Makul olması düşünülmemiş bir evrende sürekli mantığını kullanmak zorunda olmak tabii ki çok yorucu.
Her insanın kesin olarak belirlenmiş bir rolü vardı -siyah insan, lise terk kadın, Pontiac bayisi, jinekolog, kombi ustası. Bir insan kötü kimyasallar ya da başka bir nedenden ötürü beklentileri karşılamayı bırakırsa, diğer herkes sanki o hala beklentileri karşılıyormuş gibi yapmayı sürdürüyordu.
Çok huzursuz bir ülkeydi burası, insanlar sürekli bir yerden başka bir yere sürükleniyordu. Arada sırada birileri durup bir anıt dikiyordu.
Burası herkesin her konuda kendi faturasını ödemesi beklenen bir ülkeydi, bir insanın yapabileceği en pahalı şeylerden biri de hastalanmaktı.
Ancak fikirlerimizin insanlığı ölçüsünde sağlıklıyız.
O kadar çok vatandaş o kadar görmezden geliniyor ve aldatılıyor ve hakarete uğruyordu ki yanlış ülkede ve hatta yanlış gezegende olabileceklerini, korkunç bir hata yapılmış olduğunu düşünüyordu.
.
Tanrı’nın beni dünya’ya bunun için mi koyduğunu merak etmekten kendimi alamadım.

Bir insanın kırılmadan ne kadar dayanabileceğini bulmak için.

Sanırım, kafamı, içindeki bütün o büzükler, bayraklar, donlar kalabalığından, süprüntüsünden temizlemek istiyorum böylece.
.. gidişat böyleyken sürekli ıstırap çeken biri hakkında yazmak isteyen başka birinin kitabında karakter olduğumdan ötesini düşünemiyorum.
Tanrı’nın beni Dünya’ya, bir insanın çökmeden ne kadar tahribatı kaldırabileceğini görmek için yollayıp yollamadığını düşünmeden edememiştim.
Fikirler yahut yoklukları hastalığa yol açabilir
Amerika’da herkes bulduğunu kapmak ve bırakmamak durumundaydı. Kapmak ve bırakmamakta pek becerikli bazı Amerikalıların hal ve vakitleri yerindeydi. Diğerleri zırnık kapamıyordu.
Hastane kadrosunda bunca yabancı hekim bulunmasının sebebi şuydu: Ülke hastalarına yetecek miktarda doktor üretemiyordu ama feci zengindi. Haliyle fakir ülkelerden doktor satın alıyordu
Bilişimiz, farkında oluşumuz canlı ve belki de içimizdeki kutsal tek şeydir. Bize ait geriye kalan ne varsa hepsi cansız makinedir
Alkol, maya adlı minnacık bir yaratığın ürettiği maddeydi. Maya organizmaları şeker yiyip alkol dışkılıyorlardı. Maya kakasıyla çevrelerini mahvederek öldürüyorlardı kendilerini
Zaman nedir? Kuyruğunu yutan bir yılan. Çöreklendiği yerden Havva’ya elmayı sunacak denli uzanan yılan bu
Evrenin yaratıcısı dahi bilemedi insanın ne diyeceğini
Belki de insan bebekliği yaşayan daha iyi bir evrendi
Kadınlar kocaman hayvanlardı.l ve akılları kocamandı ama şu nedenle akıllarını fazla kullanmıyorlardı: sıradışı fikirler düşman yaratabilirdi ve kadınlar, herhangi ölçüde güvenlik ve rahata kavuşmak adına becerebildiklerince arkadaş edinmek durumundaydılar
‘Tanrı’nın’ dedi ‘korumacılıkla hiç ilgilenmediğini, dolayısıyla başka birinin öyle davranmasının kutsal saygısızlığa ve vakit kaybına girdiğini fark ettim’
Taşralıydı kızlar. Ülkenin atalarının tarımsal makine diye kullandıkları kırsal güneyinde yerleşmişlerdi. Gerçi o taraftaki çiftçiler artık etten makineler kullanmıyorlardı çünkü metalden makineler hem daha ucuz ve daha güvenilirdi hem de daha basit barınakları gereksiniyorlardı
Renk, her şeydi
Akla aykırılığa yaratılmış bir evrende
makul kalma zorunluluğu
elbette yorar adamı.
Birinin başka birinin çiftliği veya ağaçlığı ya da evinin altındakine, dedi yaşlı madenci, sahip olması hakça gelmiyor gerçi. Aşağıdakileri elde etmek istediğinde, üstte ne var ne yok mahvetmeye hakkı var Toprağın üzerindekilerin hakları, altındakilere sahip kişinin hakları yanında sıfır kalıyor.
Akla aykırılığa yaratılmış bir evrende sürekli makul kalma zorunluluğu elbette yorar adamı.
Önem verdiğin sana ait değilse dedi yaşlı madenci, önem vermenin önemi kalmıyor.
Akla aykırılığa yaratılmış bir evrende sürekli makul kalma zorunluluğu elbette yorar adamı.
Harbi kafalılar, zenginliğe ermenin en iyi yollarından birinin, insanların mecburen üstünde durduğu yüzeyin bir parçasına sahip olmak olduğunu kavrıyordu.
Ucuz ve bol iş gücü demek, siyah emekçiler demekti.
“Önem verdiğin sana ait değilse”
“Önem vermenin önemi kalmıyor”
Cazibe, insanların tanımadıkları bir kimseye, niyetine aldırmadan derhal hoşlanıp güven duymalarını sağlamaya yönelik bir dümendi.
Ancak fikirlerimizin insaniliği ölçüsünde sağlıklıyız.
the way the things are going, all I can think of is that I am a character in a book by somebody who wants to write about somebody who suffers all the time.
It’s hard to adapt to chaos but it can be done. I am living proof of that: It can be done.
Amerikalıların birbirlerini bu kadar sık vurmalarının nedenini anlamıştım: Hikâye ve kitapları sonlandırmada gayet uygun bir edebi yöntemdi bu.

Neden hükümetler pek çok Amerikalıya hayatları kâğıt mendil kadar değersizmiş muamelesi yapıyordu? Çünkü yazarların uydurma hikâyelerindeki yan rol karakterlerine böyle davranmaları gelenekti.

Birinin, başka birinin çiftliği veya ağaçlı ya da evinin altındakine, dedi yaşlı madenci, sahip olması hakça gelmiyor gerçi. Aşağıdakileri elde etmek istediğinde üste ne var ne yok mahvetmeye hakkı var Toprağın üzerindekilerin hakları, altındakilere sahip kişinin hakları yanında sıfır kalıyor.
‘Hayat ciddi mi, değil mi kestirene kadar ben de anlayamayacağım,’ dedi Trout. ‘Hayat tehlikeli, biliyorum; çok can yakabiliyor. Mutlaka ciddi anlamına gelmiyor ama bunlar.’
Korsanlar beyazdı. Korsanlar geldiğinde kıtada yaşayan insanlar bakır rengiydi. Kıtaya kölelik getirildiğinde, köleler siyahtı.

Renk, her şeydi.

İnsanlar hayatlarının kalitesini artırmak uğruna kimyasallar ve bedenleriyle feci seçeneklere başvuruyordu. Sadece çirkin şeylerin yapılabileceği çirkin yerlerde oturuyorlardı. Ellerinde zırnık bulunmadığından çevrelerini güzelleştiremiyorlardı. Haliyle içlerini güzelleştirmek uğruna ellerinden geleni artlarına koymuyorlardı.
Şimdiye kadar alınan sonuçlarsa felaket kavlindeydi: İntihar, hırsızlık, cinayet ve delilik ve falan ve filan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir