İçeriğe geç

Məni Heç Vaxt Tərk Etmə Kitap Alıntıları – Kazuo Ishiguro

Kazuo Ishiguro kitaplarından Məni Heç Vaxt Tərk Etmə kitap alıntıları sizlerle…

Məni Heç Vaxt Tərk Etmə Kitap Alıntıları

Aslında yalnızlığı bile sevmeyi öğrendim…
Seçme şansı olunca, kendine benzeyeni seçer insan.
Tıpkı satrançta olduğu gibi: Bir hareket yaparsınız ve elinizi çeker çekmez yaptığınız hatayı görürsünüz, paniklersiniz ama felaketin boyutlarını henüz bilmiyorsunuzdur.
Bir yerlerde bir ırmak olduğunu düşünüp duruyorum. Suları coşkun bir ırmak. Suyun içinde iki kişi var ve birbirlerine tutunmaya çalışıyorlar, bütün güçleriyle uğraşıyorlar, ama sonunda dayanamıyorlar. Akıntı çok kuvvetli. Birbirlerini bırakmak, ayrı yerlere sürüklenmek zorundalar. Sanırım bizim durumumuz da bu. Çok yazık, çünkü birbirimizi bütün hayatımız boyunca sevdik. Ama sonuçta, sonsuza kadar birlikte olamayız.
Birkaç saat boyunca sadece yollar, geniş, gri gökyüzü ve hayallerimle baş başa kalmayı seviyorum.
Aslında yalnızlığı bile sevmeyi öğrendim.
Bazen kendi kendime vakit geçirmeye o kadar dalıyorum ki, tesadüfen tanıdık birine rastlarsam küçük bir şok yaşıyorum ve uyum sağlamam biraz vakit alıyor.
Aslında yalnızlığı bile sevmeyi öğrendim.
O ilk aylarda ne kadar iyi dayanabildiğimizi okuduğumuz kitap sayısı ile ölçüyorduk.
Ne kadar iyi dayanabildiğimizi okuduğumuz kitap sayısı ile ölçüyorduk.
Tıpkı satrançta olduğu gibi: Bir hareket yaparsınız ve elinizi çeker çekmez yaptığınız hatayı görürsünüz, paniklersiniz ama felaketin boyutlarını henüz bilmiyorsunuzdur.
Ne kadar iyi dayanabildiğimizi okuduğumuz kitap sayısıyla ölçüyorduk.
Doğru insanı bulursan, kendini çok iyi hissedersin.”
Çünkü belki de sandığımız kadar geride bırakmamıştık birçok şeyi.
Böylece beklemeye başlarsınız, ne beklediğinizi tam anlamıyla bilmeseniz bile, diğerlerinden gerçekten farklı olduğunuzu anlayacağınız anı beklersiniz; dışarıda, Madam gibi başka insanların, sizden nefret etmeseler, kötülüğünüzü istemeseler bile sizi gördükleri, sizin bu dünyaya nasıl ve neden getirildiğinizi düşündükleri an ürperdiklerini, ellerini sizin elinize değdirmekten çekindiklerini, bunu hiç istemediklerini öğrenirsiniz. Böyle birinin gözlerinden kendinize ilk kez baktığınızda, buz kesersiniz. Her gün önünden geçtiğiniz ayna bir gün aniden size bambaşka bir şey, rahatsız edici ve tuhaf bir şey göstermiştir.
Bazen kendi kendime vakit geçirmeye o kadar dalıyorum ki, tesadüfen tanıdık birine rastlarsam küçük bir şok yaşıyorum ve uyum sağlamam biraz vakit alıyor.
“Sizden önce gelenlerden çok daha iyi koşullarda yaşadınız.Sizden sonra gelenlerin nelerle karşılaşacağını kim bilir?”
Sanatınız sizin iç dünyanızı gösterecektir! Nedeni bu, değil mi? Çünkü sanatınız sizin ruhlarınızı sergiler!
Ama sanırım, gerçek şu ki, o sıralarda bizi birbirimizden
ayırmaya çalışan güçlü gelgitler vardı ve ayrılığın tamamlanması
için böyle bir şeyin olması gerekiyordu. Bunu o sırada anlamış
olsaydık -kim bilir?- belki birbirimize daha sıkı sarılırdık.
“Değerli bir şey kaybettiğimizde ve arayıp bulamadığımızda, kalbimizin kırılması gerekmiyordu. Hâlâ biraz da olsa umudumuz vardı, belki bir gün, büyüdüğümüzde ve ülkede seyahat etme özgürlüğüne kavuştuğumuzda gidip Norfolk’ta bulabilirdik kaybımızı.”
Söylemek istediğim şu: Hepimiz yeni hayatımıza uyum sağlamaya çalışıyorduk ve galiba hepimiz sonradan pişman olacağımız şeyler yaptık.
Aslında yalnızlığı bile sevmeyi öğrendim.
Böyle gülünce o kadar aptal görünüyorsun ki! Mutluymuş numarası yapmak istiyorsan, yolu bu değil!
Ne kadar iyi dayanabildiğimizi okuduğumuz kitap sayısı ile ölçüyorduk.
Bazen kendi kendime vakit geçirmeye o kadar dalıyorum ki, tesadüfen tanıdık birine rastlarsam küçük bir şok yaşıyorum ve uyum sağlamam biraz vakit alıyor.
Değerli bir şey kaybettiğimizde ve arayıp bulamadığımızda, kalbimizin kırılması gerekmiyordu
Şimdi bu olanlar bana anlamlı bir bütünün parçaları gibi görünüyorsa, bunun nedeni, onlara daha sonra olanların ışığı altında bakıyor olmamdır.
Değerli birşey kaybettiğinizde ve arayıp bulamadığımızda,kalbimizin kırılması gerekmiyordu.Hâlâ biraz da olsa umudumuz vardı
Bazı konuları görmezden gelmeye özen göstermemizin sebebi, utanmamızdı.
Doğru insanı bulursan, kendini çok iyi hissedersin.
Yaptığınızı yapmamamız gerektiğini biliyorsunuz
ve bir daha yapmayacağınızı düşünüyorum,
Her durumda, aramızda doğru düzgün
bir konuşma geçmedi. Orada olmamı istemiyordu, ben de
orada olmak istemiyordum.
Geçen gün hatıraların, hatta en değerli hatıraların bile ne kadar çabuk yok olduğundan şikâyet eden bir bağışçımla konuşuyordum. Fakat ben ona katılmıyorum. En değerli hatıralarımın yok olduğunu düşünemiyorum bile. Ruth’u kaybettim, sonra da Tommy’yi, ama onlarla ilgili hatıralarımı kaybetmeyeceğim.
Seçme şansı olunca,kendine benzeyeni seçer insan.
Ne zaman yalnız kalsam,
durup bir manzara arardım; pencereden dışarı bakıp
mesela, ya da içinde kimse olmayan bir odaya açılan kapıdan
içeri bakarak.
Aslında yalnızlığı bile sevmeyi öğrendim. Tabii bu, bütün işlerim bitip yıl sonu geldiğinde birileriyle arkadaşlık etmeyi iple çekmediğim anlamına gelmez. Ama küçük arabama binince, birkaç saat boyunca sadece yollar, geniş, gri gökyüzü ve hayallerimle baş başa kalmayı seviyorum.
Eski karton kapaklı kitaplarım; bir zamanlar denize aitmiş gibi sayfaları eğilmiş kitaplarım gözümün önüne geliyor. Onları nasıl okuduğumu hatırlıyorum; ılık günlerde çimenlere yüzükoyun uzanırdım.
Vakit öldürmek için nostaljik hayaller kuruyorum hepsi bu.
Belki de biliyordum, derinlerde bir yerde, sizlerin bilmediği bir şeyi biliyordum.
Eninde sonunda birisi, artık yeter, fazla ileri gittik diyecek sandım, ama hiçbir şey değişmedi ve kimse bir şey demedi.
Nedir bu? Nedir? Bizi engelleyen
nedir?
..birinin gözlerinden
kendinize ilk kez baktığınızda, buz kesersiniz. Her gün
önünden geçtiğiniz ayna bir gün aniden size bambaşka bir şey,
rahatsız edici ve tuhaf bir şey göstermiştir.
Ama asla yeterli zamanınız yoktur. Ya aceleniz vardır ya da kimseyle konuşacak mecaliniz kalmamıştır.
”Aslında yalnızlığı bile sevmeyi öğrendim. ”
Bazen kendi kendime vakit geçirmeye o kadar dalıyorum ki, tesadüfen tanıdık birine rastlarsam küçük bir şok yaşıyorum ve uyum sağlamam biraz vakit alıyor.
Kimsenin beni duyduğunu sanmıyorum.
Sonra bir an geldi ki direnmeyi bıraktım.
“Bir yerlerde bir ırmak olduğunu düşünüp duruyorum,” dedi. “Suları coşkun bir ırmak. Suyun içinde iki kişi var ve birbirlerine tutunmaya çalışıyorlar, bütün güçleriyle uğraşıyorlar, ama sonunda dayanamıyorlar. Akıntı çok kuvvetli. Birbirlerini bırakmak, ayrı yerlere sürüklenmek zorundalar. Sanırım bizim durumumuz da bu. Çok yazık, Kath, çünkü birbirimizi bütün hayatımız boyunca sevdik. Ama sonuçta, sonsuza kadar birlikte olamayız.”
Geçen gün hatıraların, hatta en değerli hatıraların bile ne kadar çabuk yok olduğundan şikâyet eden bir bağışçımla konuşuyordum. Fakat ben ona katılmıyorum. En değerli hatıralarımın yok olduğunu düşünemiyorum bile. Ruth’u kaybettim, sonra da Tommy’yi, ama onlarla ilgili hatıralarımı kaybetmeyeceğim.
Sonra onun da kollarını bana dolamış olduğunu fark ettim. Bir süre, tepenin üstünde, hiçbir şey söylemeden, sadece birbirimize tutunarak ayakta öylece durduk; rüzgâr esiyor, giysilerimizi çekiştiriyordu ve bir an için sanki birbirimize tutunmamızın tek nedeni rüzgârın bizi gecenin içine taşımasını engellemekmiş gibi geldi bana.
“Çöpleri, dallara takılmış sallanan naylon parçalarını, tel örgüye takılmış tuhaf şeylerin oluşturduğu hattı düşünüyordum ve gözlerimi kısıp çocukluğumdan bu yana kaybettiğim her şeyin buraya sürüklendiğini hayal ettim, şimdi burada, hepsinin önünde duruyordum ve yeterince beklersem, tarlaların ötesinde, ufuk hattında ufacık bir figür belirecekti, ben onun Tommy olduğunu görene kadar yavaş yavaş büyüyecek ve bana el sallayacak, belki seslenecekti. Hayalim bundan öteye hiç gitmedi -buna izin vermedim- ve gözyaşlarım yüzüme aksa da ne hıçkırarak ağladım ne de kontrolümü kaybettim.
“Geçen gün hatıraların, hatta en değerli hatıraların bile ne kadar çabuk yok olduğundan şikayet eden bir bağışçımla konuşuyordum. Fakat ben ona katılmıyorum. En değerli hatıralarımın yok olduğunu düşünemiyorum bile. Ruth’u kaybettim, sonra da Tommy’yi, ama onlarla ilgili hatıralarımı kaybetmeyeceğim.”
Ağızları var konuşuyorlar, üzerine düşünmeye bile değmez.
O gün senin dansını izlediğimde başka bir şey daha gördüm. Yepyeni bir dünyanın hızla yaklaştığını gördüm. Daha bilimsel, daha verimli bir dünya, evet. Eskiden beri var olan hastalıklara çareler bulunan bir dünya. Çok iyi. Ama aynı zamanda katı, zalim bir dünya. Sonra gözlerini sıkıca kapatmış, küçük bir kız gördüm, eski iyi yürekli dünyayı göğsüne yaslamış, artık kalamayacağını yüreğinde hissettiği bu dünyayı tutuyor ve ona yalvarıyor, onu asla bırakmasın istiyordu. Ben bunu gördüm. Karşımdaki sen değildin aslında, senin dansın değildi, bunu biliyorum. Ama seni gördüm ve yüreğim sızladı. Bunu asla unutmadım.”
Bir oyunda sadece piyonmuşsunuz gibi hissedebileceğinizi anlıyorum. dedi. Durum bu şekilde görülebilir tabii ki. Ama şöyle düşünün. Sizler şanslı piyonlardınız.
Belli bir iklim vardı, sonra yok oldu. Bu dünyada bazen işlerin böyle yürüdüğünü kabul etmelisiniz. İnsanlar bazen bir şekilde düşünür, hissederler, sonra başka bir şekilde.
Ama sanırım, gerçek şu ki, o sıralarda bizi birbirimizden ayırmaya çalışan güçlü gelgitler vardı ve ayrılığın tamamlanması için böyle bir şeyin olması gerekiyordu. Bunu o sırada anlamış olsaydık –kim bilir?– belki birbirimize daha sıkı sarılırdık.
Ama onu kucaklamam işe yarayabilirdi, çünkü sözler bizi daha da aşağılara çekerdi.
Tıpkı satrançta olduğu gibi: Bir hareket yaparsınız ve elinizi çeker çekmez yaptığınız hatayı görürsünüz, paniklersiniz ama felaketin boyutlarını henüz bilmiyorsunuzdur.
Çünkü belki de sandığımız kadar geride bırakmamıştık birçok şeyi. İçimizde bir şey, bir parçamız olduğu gibi kalmıştı; etrafımızdaki dünyadan korkuyorduk ve –kendimize bundan dolayı ne kadar kızarsak kızalım– birbirimizi bırakamıyorduk.
Hani bir arkadaşınızın portresini çizersiniz ve ona çok benzer, ama bir şeyler eksik kalır ya. Öyle bir resim insanın içini ürpertir.
Ben değil de başkası da gelmiş olsa onun için fark etmeyeceği izlenimini edindim, tek istediği konuşacak birisiydi.
Aslında yalnızlığı bile sevmeyi öğrendim.
Ama yeri geldiğinde sesimi duyurmayı öğrendim. İşler çok kötü giderse tabii ki ben de öfkeleniyorum, ama en azından yapabileceğim her şeyi yaptığımı düşünüyorum ve gerçeklerden kaçmıyorum.
Ama asla yeterli zamanınız yoktur. Ya aceleniz vardır ya da kimseyle konuşacak mecaliniz kalmamıştır.
Bir yerlerde bir ırmak olduğunu düşünüp duruyorum. Suları çoşkun bir ırmak. Suyun içinde iki kişi var ve birbirlerine tutunmaya çalışıyorlar, bütün güçleriyle uğraşıyorlar, ama sonunda dayanamıyorlar. Akıntı çok kuvvetli. Birbirlerini bırakmak, ayrı yerlere sürüklenmek zorundalar. Sanırım bizim durumumuz da bu. Çok yazık, Kath, çünkü birbirimizi bütün hayatımız boyunca sevdik. Ama sonuçta, sonsuza kadar birlikte olamayız.
Peki planımız nedir Kathy? Bir planımız var mı?
Sanki uzun zamandır sırtımda taşıdığım bir yükten kurtulmuştum, her şey düzelmemişti ama daha iyi bir yere açılan bir kapı aralanmıştı.
Tıpkı satrançta olduğu gibi: Bir hareket yaparsınız ve elinizi çeker çekmez yaptığınız hatayı görürsünüz, paniklersiniz ama felaketin boyutlarını henüz bilmiyorsunuzdur.
.
Hepimiz tamamlıyoruz. Belki hiçbirimiz yaşadıklarımızı gerçekten anlamıyoruz ya da yeterince zamanımız olduğunu hissetmiyoruz.

Şiirlerden söz ediyorduk, ama her nedense İkinci Dünya Savaşı sırasında esir kamplarında tutulan askerlerden konu açıldı. Oğlanlardan biri, kampın etrafındaki tel elektrikli miydi diye sordu, bir diğeri de insanın sadece elektrikli tellere dokunup istediği zaman intihar edebileceği bir yerde yaşamasının tuhaflığından söz açtı.
artık bizi bekleyen sorunlar o kadar büyüktü ki, onlardan başka bir şey düşünmeyiz sanmıştım.
Birisi öyle yalvararak sizden bir şey isterse, hayır dememeniz için her türlü sebep çıkar ortaya.
Bazı konuları görmezden gelmeye özen göstermemizin sebebi, utanmamızdı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir