İçeriğe geç

Bir Sap Kırmızı Karanfil Kitap Alıntıları – Attila İlhan

Attila İlhan kitaplarından Bir Sap Kırmızı Karanfil kitap alıntıları sizlerle…

Bir Sap Kırmızı Karanfil Kitap Alıntıları

Türkler devletlerini düşmanlarına karşı fevkalade koruyabiliyorlar da, müttefiklerine karşı koruyamıyorlar.
Ne kadar az biliyor, ne kadar çok ‘ahkâm kesiyoruz.
Ben birinin hiçbir şeyiyim
En çok da bu koyuyor.
Yeni Dünya Düzeni zenginliği küçük bir azınlığın mutlu ayrıcalığına dönüştürürken, yoksulluğu alabildiğine yaygınlaştırmaktadır.
Ottowa Üniversitesinden Prof. Michel Chossudovsky lin tespit ettiği gerçek şu: zenginlerle yoksullar arasındaki paylaşma ve gelir farklılığı, daha önce görülmemiş bir düze­ye ulaştı: Paris banliyösündeki ortadirek bir ailenin kazancı, Güneydoğu Asya daki bir ailenin kazancının yüz mislidir; New Yorklu bir avukatın bir saatte kazandığını kazanabilmek için, Filipinli bir köylü iki yıl çalışmak zo­rundadır; Amerikalılar her yıl ayak üstü atıştırmaya (fastfood) ve süpermarketlere 30 milyar dolar harcıyorlar; bu, yaklaşık, Bangladeş’in yıllık gayri safi milli hâsılasının iki katıdır
Ne kadar az biliyor, ne kadar çok ‘ahkâm kesiyoruz.
70li yıllardı, Türkiye ‘enerji darboğazına girmiş’, Anka­ra’da elektrikler, semt semt, nöbetleşe kesiliyor: mum ışığında çalışıyoruz. Gün ortasında mum ışığı, ‘Amerikan romantizminde , duygusal bir samimiyet ortamının, başlıca unsurudur; bizim için öyle değil: Anadolu çocukluğumuz, gaz lambası ve mum ışığıdır, o yüzden, elektrikler gitti mi, hüzünleniyoruz. Öyle bir gündü, Sevgi (Soysal) gelmiş, yüzünde mum aydınlığının titrek gölgele­ri, basbayağı yakınıyor: sosyal mücadele, aslında bir işçi mücadelesi olmak gerekmiyor mu? Neden işçiler çekim­ser’, mücadeleyi öğrenciler ve aydınlar yürütmeye çabalı­yor, bu çekimserlik’ niye?
DP iktidarı, ‘Küçük Amerika’ olmak hayaliyle, ülkeyi ABD ( ‘sistem’) için kârlı bir pazara dönüştürecek bu telkinlere kapılmış; Menderes’in ‘Görülmemiş Kalkınması’, Türk pazarının bütünleşmesi, ithalatın iyi işleyebilmesi için limanlar ve karayollarının inşasına girişilmiştir. Netice malum: yurt sathında onbinlerce ithal
malı otomobil ve traktör, ulusal demir ve deniz yollarının devre dışına itilmesi, ekonominin iki seçim dönemi sonunda, iflası!
geçmişte yolsuzluk genelde küçük çaplıydı, vergi müfettişine açıktan ödeme yapılır, ya da bir evrakı imza­ latmak için rüşvet verilirdi; bugün ise yolsuzluklar daha oportünistleşmiş ve kurumsallaşmış durumdadır, ‘mafia’nın tarzına çok yakın; yapılan yolsuzluklardan büyük kazançlar sağlanıyor, çünkü ortada dönen para çok bü­yük.

Allah Allah, adam sanki bildik bir ülkeyi anlatıyor

serbest piyasa ekonomisinin, onca eşlik eden de­ mokratikleşmeyle birlikte, bölgede iş dünyasının ve devle­ tin faaliyetlerini şeffaflaştıracağına ilişkin, geniş bir ke­ sim tarafından paylaşılan ortak bir kanı vardı; ancak şu anda yolsuzluk her zamankinden daha yaygın, sadece oyuncular değişti; bürokratların ve diktatörlerin yerini, sı­ kı ittifak içindeki yeni bir işadamı ve politikacı sınıfı aldı. ( ) Yeni siyasi özgürlüklerin, yolsuzluğu da demokratikleştirebileceğini herhalde hiç kimse tahmin edemezdi.
Gazi’nin ‘bizzat’ elden geçirdiği ‘Medeni Bilgiler’ kitabını gördünüz mü? Günümüzde, değme üniversite öğrencisinin kavrayamayacağı bir yoğunluktadır. Liselerde okutulurdu. Bizim nesli­ miz, hangi disiplinleri okumadı ki? Sırasıyla edebiyat ve tarih, coğ­ rafya, felsefe, sosyoloji, psikoloji ve mantık, hatta estetik ve astronomi! Bu kapsamlı ‘müfredat’, öğretimin ciddiyeti, sınıf geç­ menin zorluğu, yetiştirilecek ‘yurttaş’ın, ulusal demokratik devri­ min temel ilkelerini benimsemesini, onlarla adeta ‘özdeşleşerek’ yetişmesini öngörüyordu. O yıllarda ‘lise mezunu’ bir genç, aldığı eğitimle hem yurt hem de dünya sorunlarını anlayabilecek, dahası tartışabilecek bir ‘yurttaş’tır. Oysa ‘soğuk savaş’ın ( ‘sistem’in) en istemediği de bu!
Ortaöğretim hanidir, sıradan ‘tüketici’ yetiştirmeye yönlendirilmiştir; hem de ‘enayi tüketici’! Bir vakitler ‘misyoner’ okullarında olduğu gibi, ‘yerli halka’ Batılıya ‘benzemek’ için, Batılının ‘değerlerini kabul etmek’, ‘onun ürettiği malları kullanmak’ alışkanlığı aşılanıyor. İmam hatip liselerinde ise ümmet sentezinin kalıcı değerleri tar­ tışılacak yerde, Cumhuriyet aleyhtarı bir atmosfer yaratı­ larak, kültürdeki ‘birliği’ bozacak öteki ‘kutup’ oluşturu­ luyor. Bilmez değilsiniz ya, ‘sistem’in, denetimi altında tutmak niyetinde olduğu öteki ülkeler için, öteden beri seçtiği ve kullandı­ ğı metod aynıdır:
‘Böl ve yönet!’
Gezegenin kaderi iki yüz çokuluslu şirkete bağlı, bir bakıma bu şirketlerin ‘sahipleri’, gezegenin de ‘sahipleri’ oluyor; insanın hangi ülkeler olduğunu merak etmemesi mümkün mü?
beş ‘gelişmiş’ kapitalist ülke (Amerika Birleşik Dev­ letleri, Japonya, Fransa, İngiltere, Almanya) kendi aralarında en büyük 200 çokuluslu şirketin 172’sine sahip bulunu­ yorlar; bu kadarı bile, ülkeler arasındaki eşitsizlik dere­cesini gösteriyor (Le Monde Diplomatique, Mart 1994) Başka türlü söylersek, önce özelleştirip sonra küreselleştirilince, bazı ‘enayilerin’ sandığı gibi ‘dünyadaş’ olmuyorsun, ‘sis­ tem’in bu beş büyük devletinden birisinin ya da birkaçının ‘man­ dasına’ ya da ‘himayesine’ girmiş oluyorsun; bunda senin payın, elbette ‘enayi payı’dır da, onların payı asla küçümsenemez: 80’li yıllarda görülen büyük ekonomik durgunluk bile, en büyük bu iki yüz çokuluslu şirketin başarılarını etkileyemedi; yayılmacılık eğilimleri, 1982’den 1992’ye satış toplamlarının 3.000 milyar dolardan 5.900 milyar dolara yükselmesinden anlaşılıyor (Le Monde Diplomati­ que, Mart 1994)
Sizce yeterince açık değil mi?
Yeni Dünya Düzeni zenginliği küçük bir azınlığın mutlu ayrıcalığına dönüştürürken, yoksulluğu alabildiğine yaygınlaştırmaktadır.
Ottowa Üniversitesinden Prof. Michel Chossudovsky lin tespit ettiği gerçek şu: zenginlerle yoksullar arasındaki paylaşma ve gelir farklılığı, daha önce görülmemiş bir düze­ye ulaştı: Paris banliyösündeki ortadirek bir ailenin kazancı, Güneydoğu Asya daki bir ailenin kazancının yüz mislidir; New Yorklu bir avukatın bir saatte kazandığını kazanabilmek için, Filipinli bir köylü iki yıl çalışmak zo­rundadır; Amerikalılar her yıl ayak üstü atıştırmaya (fastfood) ve süpermarketlere 30 milyar dolar harcıyorlar; bu, yaklaşık, Bangladeş’in yıllık gayri safi milli hâsılasının iki katıdır

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir