İçeriğe geç

Türklerin Dini Kitap Alıntıları – Fuat Bozkurt

Fuat Bozkurt kitaplarından Türklerin Dini kitap alıntıları sizlerle…

Türklerin Dini Kitap Alıntıları

Kutadgu Bilig’de Hakan ajun tözi dir. Bu iki sözcük, iki ayrı kültürden kalır. Töz eski Türkçede, ruh, kök demektir. Ata ve Tanrı ruhlarının keçeden görüntüleri için de kullanılır.
Yahudi inancına göre, Yehova tek Tanrıdır. Öbür ulusların her şey put, ya da şeytandır. Yehova yaratıcı Tanrıdır. Evreni altı günde yaratmıştır. Yedinci gün dinlenmiştir. O bilen, yaşayan ve kadir olandır, İsrailliler korku ve saygı nedeniyle onun adını anmaktan kaçınırlar.
Yehova, İsrail’in tanrısı, İsrail ise Yehova’nın ulusudur.
Sekizinci yüzyılın başlarında dünya iki büyük gücün elinde kutuplaşmıştı. Bir yanda Hıristiyanlık, öte yanda da Müslümanlık vardı. Her iki grubun ideolojik doktrinleri, kuvvet politikası ilkelerine göre işliyor, klasik propoganda yöntemleri, ikna ve fetih yollarıyla inançların yayılmasına çalışıyordu. Hazar imparatorluğu bu sırada üçüncü güç konumundaydı, imparatorluk her iki büyük güçle de boy ölçüşebileceğini daha önce ortaya koymuştu. Ama kendi bağımsızlığını sürdürebilmenin tek yolu, Hıristiyanlığın da Müslümanlığın da dışında kalıp yaşamını sürdürmekti. Çünkü, bu inançlardan birini seçmesi durumunda siyasal gücünü bütünleyecek kültürel öncülüğünü yitirecekti. Doğu Roma
İmparatorluğu’nun ya da Bağdat’taki İslam halifesinin nüfuzu altına girecekti.
Türkler size dokunmadıkları sürece siz de onlara dokunmayın. Zira Kantura oğulları soyundan gelen bu Türkler ilk kez Allahın ümmetine verdiği yurt ve egemenliği onların elinden çekip alacaktır.
Bögü Han 763 yılında Uygurlar arasına Mani dinini sokacaktır. Böylece Uygur Türkleri Şamanlığı bırakıp Mani dinine giriyorlar.
Şamanlıkta iyi ve kötü ruhlar bulunuyor. Altay şamanlığında Ülgen, en büyük ruh ve Tanrı sayılır. Kırgız ve Kazak Türkçesinde ülgen büyük, ulu anlamında. Buryat dilinde anamız yağız yer demek. Buna göre Ülgen yer Tanrısının adı.
Şamanların en çok saydıkları ağaç kayın. Altay şamanları kayının Tanrıdan koptuğuna inanırlar. Bunun için, kayına yıldırım düşmez
Oğuz Kağan Destanı’nda, günlerden bir gün Oğuz Kağan bir yerde Tanrı’ya yalvarır. Karanlık basar. Gökten bir ışık düşer. Bu ışık, güneşten, aydan daha parlaktır. Oğuz Kağan yürür. Bu ışığın içinde bir kız görür. Çok güzel bir kızdır. Başında ateşli, parlak bir beni vardır. Altın Kazık, Demir Kazık gibidir. O kız, öyle güzeldir ki, gülse Göktanrı da güler. Ağlasa, Göktanrı da ağlar. Oğuz Kağan onu görünce aklı kalmaz, onu sever ve alır.
Moğollarca izlenen Altaylılar
Karagay dağına sığınıyorlar. Dağa kurban kesiyorlar. Birden bire dağı, orman kaplıyor. Moğollar yol bulamıyor. Altaylılar kurtuluyor. 11.yüzyılda Gardizi, Dokuz Oğuzların çok büyük bir dağa taptıklarını yazar. Oğuzlar o dağa kurban keserler.
Şamanlara göre tüm dünya ruhlarla dolu. Dağlar, ırmaklar, göllerin tümü canlı nesneler. Kutsadıkları ırmaklar göller salt yerel nesneler değil. Konuşan, duyan, evlenen, çoluk çocuk sahibi olan varlıklar. Dağ doğrudan ruh, ruh doğrudan dağdır.
7. Yüzyılda Göktürk imparatorluğuna giren tüm Türk ve yabancı boylar için Ötüken dağı ve ormanı kutsaldır. Hakanın otağı Ötüken’de kuruludur. Her yıl boylar başbuğları ile Budin İnli mağarasında törenler yaparlar. Atalara kurbanlar sunarlar. Türkler İslama girdikten sonra bile bu tapınç sürecektir. Divan’ı Bağdat’ta yazan Kaşgarlı Mahmut, Ötüken’i anacaktır.
Dağı kutsama evrensel bir inançtır. Eski Yahudiler Sina dağını, Yunanlılar Olimpus dağını, Araplar Arafat, Hindular Himalaya dağını kutsarlar.
Eski Türklerde dağ, tepe, kaya, vadi, ırmak, su kaynağı, ağaç, orman, deniz, demir, kılıcın gizemli güçleri var. Ayrıca güneş, ay, yıldırım, yıldız, şimşek, ruh Tanrıları sayılır. Ruhlar iyi ve kötü ruhlar olarak ikiye ayrılır. Erkek Tanrılar yanında Umay adı verilen Tanrıça vardır.
Altay Türklerine göre yer yaratılmadan önce su vardır. Altay söylencesinin bir anlatısı Önce su vardı. Yer, gök, ay güneş yoktu diye başlar. Söylencenin öbür biçimininde ise önce deniz vardır. Yer gök yoktur. Tanrı Ülgen denizin üstünde uçar. Konmak ister. Konabilmesi için dünyanın yaratılması gerekir. Birden Su içinde Ak Ana çıkar. Ülgen’e buyruk verir. Bu buyruk üzerine yer yaratılır. Söylenceye göre bizim dünyamızdan başka dünya vardır. Dünyaların yeraltıları (cennet/cehennem) bulunur. Uygurlar da bu yer su inancını sürdürürler.
Şamanlığın esası Göktanrı, Güneş, Ay, yer su, ata, ateş (ocak) tapınçlarıdır. Dinsel tören belirli bir tören içinde yürütülür.
Şamanlık, Göktürklerde kağan ve çevresinden çok halk arasında yayılmış ve benimsenmiştir. Yazıtlarda bu inançtan söz edilmez.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Göktanrı, genellikle kişilerin yaşamına aracısız karışır. Buyurduğu
istemlerine uymayanı cezalandırır. Gök’ün istemine karşı gelinmez. And içme, şükür Gök tanrı’ya yapılır.
Türkçede tapıg ya da yagışlıg tapıg adlı kurban törenlerinde koç, koyun, at, geyik ve dağ keçisi sunulur.
Göktürklerde, düğünlerden önce de av şölenleri düzenlenir. Ok, kargı gibi araçlarla dağ keçisi türünden hayvanlar ve yaban atları vurulur. Oğuz avları ve av törenlerinde bu olay canlı tablolarla betimlenir.
Eski Türklerde en büyük kurban attır. Orta Asya ve Altay kurganlarında birçok at iskeleti bulunur. Öbür hayvanlardan erkek hayvan kurbanı üstün sayılır. Türk inancında insan kurbanı geleneğinin kimi izleri sezilir.
İnsan kurbanı geleneği uzak doğu halklarında da saptanır. Gerçekte, insanlığın geçmişine koşut bu inanç Türklerde de vardır. Ata tapıncında, baba/ata, öldükten sonra ruhları aracılığı ile, aile bireylerini korur. Bu yüzden onlara saygı gerekir. Hunlar her yıl mayıs ayı ortalarında atalara kurbanlar sunarlar. Tabgaçlar atalara kurbanlar keserler. Türklerde ata anıları kutsal sayılır. Mezarlara karşı yapılan saygısızlıklara ağır cezalar verilir. Ata mezarlarına silah, değerli eşya, mücevher konur. Kimileyin ölen başbuğun altın gümüşle bezenmiş donatımlı atı, kadını birlikte gömülür. Öbür dünyada ikinci bir yaşamın varlığına inanılır. Bu inançta ruhlar bengüdür. Göktürkçede, tin sözcüğü ruh anlamındadır.
Tevrat’ta erkekleri, çocuk bırakmadan ölen kardeşlerinin dul karılarını eş olarak almaya zorunlu kılan kesin buyruklar vardır. Böylece doğacak olan oğullar ölen kardeşin soyunu oluşturacak, onun sürekliliğini sağlamış olacaktır. İnsan kurbanı geleneği Araplarda da vardır. Kenan illerinde (Kuzey Arabistan) doğanın düzenini yöneten Tanrılara insan kurban edilir. Cahiliye
döneminde Araplar Tanrının öfkesini yatıştırmak için en değerli olan erkek çocuğunu kurban ederler, insan kurbanı geleneğinin izleri göksel dinlerde saptanır. İsa insanlığı kurtarmak için kendine kıymayı göze alır. İsa, Son Yemek’inde ekmeği öz vücuduna, şarabı kanına banar. O kan insanlığın kurtuluşu uğruna dökülecektir, İslamlıkta Kurban bayramı geleneği de aynı
içeriktedir. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etme girişiminden esinlenir.
Yunan mitolojisinde Toprak ana Gea öz çocuklarını öldürüp yer. Zeus’un oğlu Dianisos’u Titanlar yerler. Zeus da onun yüreğini yiyip yeni bir Dianisos yaratır. Bunlar insan kurbanının izleri olarak değerlendirilir.
Türkçede kurdun gerçek adı börü dür.
19.yüzyıl sonlarında Orta Asya Türkleri arasında totemcilikteki şuringa yı andıran put fetişler vardır. Altay ve Yakut Türklerinde Baba ve anayı temsil eden putlar bulunur.
Tüm bu ortamda Niyazi Berkes gibi isyan edip şöyle seslenmek geliyor: Ey Atatürk nerdesin? Yetiştirdiğin kuşağından olanlar ancak Şark diyarına geldikleri zaman mı seni daha iyi anlayacaklar? Senin, hani o damarlarındaki saf kanla öğündüğün gençlerin kimileri şimdi benim gördüğüm gerilikleri getirme istikametine şimdiden dönmüş değiller mi? Aman, buralara gelmesinler seni anlamak için. Öyle marifetler öğrenebilirler ki, senin adını Türk tarihinin sayfalarından bir daha okunmayacak derinlikte kazıyacaklar.

Daha şimdiden hissediyorum ki, tuttukları yol Türkiye’ye de aynı şeyleri getirmeye doğru gidiyor.

Devlet, Yeşil Kuşak önlemi ile Komünizme karşı bir cephe oluşturmak istemiştir. Amerika’nın denetiminde Komünizme karşı, en etkin güç olarak Türk-İslam bileşimi ortaya atılmıştır. Ne ölçüde İslam, ne ölçüde Türkçü olduğu bir türlü anlaşılmayan bu düşünce, devletin eğitim izlencesini oluşturmuştur. Kısa süreli, ucuz siyasal başarı yöntemi biçiminde gelişmiştir.
Eğer günün birinde bu Menderes devri gibi başlangıçlara gidilir de bu din allâme’lerinin kafasındaki kişiler meydanı alırsa Türkiye’de de böyle şeyler olacak. Takkeli din politikaları türeyecek.
Şeriat devleti lafları başlayacak. Atatürkçülük, laiklik gibi laflar ağıza alınamayacak. Şeriatçıların dediklerine aykırı laf edenler gâvur, kızıl, komünist olacak. Zaten şimdiden böyle kişilere Sol denmiyor mu? Bizler iki yıl gazetelerde solcu profesörler diye sergilenmedik mi? Bir gün gelecek bütün aydınlar aynı damgayı yiyecekler.
Böylesine hoşgörülü bir ulus, nasıl oluyor da günümüzde bağnaz bir toplum yapısı gösteriyor?

Bu, Doğu toplumlarını saran yüzlerce yıllık ortaçağ dumanından kaynaklanır. Şevket Süreyya Aydemir ve Niyazi Berkes gibi değerli araştırmacılar bu toplum yapımızı iyi görmüşlerdir. Tüm ilerleme çabaları karşısına sürekli din elden gidiyor savı ile karşı çıkılmıştır.

Gerçekte hiç bir inanç kendinden önceki inancı tümü ile ortadan silemez. Bütün dinler kendilerinden önceki dinlerin inanç ve geleneklerini kendi içlerinde eriterek gelişir. Kitaplı dinlerin hiçbiri, ilkel dinlerin kalıntılarından arınamaz .
Kökende kitaplı dinler, bir evrime dayanır. Eski dinlerin töre ve törenlerini yaşatırlar.
Türkler öyle davulla, zurnayla İslamı karşılamamışlardır. Türklerin İslamı uzun direnişin sonunda benimserler. Bu süre sancılı ve acılıdır. 642 yılındaki bu karşılaşmadan sonra, Emeviler döneminde Türk, Arap çatışması doruklara çıkar.
Şiilik, tavşanı kirli sayma ve yememe bakımından Sünnilikten ayrılır. Tavşan yasağı Musevilikten kaynaklanır. Öte yandan, İslam, Museviliği yadsımaz ki! Musevilikten bir dizi inanç ve ibadeti almakta sakınca görmez. Doğrudan, Muhammet’in uygulamalarında ortaya konan Musevi dostluğu daha sonra Yahudi düşmanlığına dönüşür.
Zerdüşt inancından olanlar eski dinden yeni dine kolay ve yalın bir geçiş yolu bulurlar. Çünkü İranlılar eski din ilkelerinin bir çoğunu, Kur’an’da bulduklarına inanırlar.
Ahuramazda’yı Al ah, Ehrimen’i İblis görürler. Evrenin altı evrede oluşumunu, melek ve şeytanla eski dinlerine yabancı kavramlar değildir.
Cennet ve cehennem ile yeni dinde de karşılaşırlar. İslamla birlikte gelen beş
vakit namaz ise, eski kutsal kitapları Avesta’daki günlük beş kez tapırtımın yeniden düzenlenmiş bir biçimi gibidir.
Alevilik içinde Eski Türk inançları, Müslüman giysisine bürünerek yaşamını sürdürür. Sözgelimi Orta Asya kökenli yolkardeşliği kurumu, Musahiplik adı altında İslami bir görüntü kazanır. Ancak musahiplik ya da yolkardeşliği kurumu, Arap ülkelerinde bulunmaz. Yalnız Aleviliğe özgüdür.
Yesevilik göçebe Türkler çevresinde, eski Türk boy, gelenek ve töreleri ile paganizminin kalıntıları ile karışmıştır. Kadın ile erkeklerin bir arada bulunması göçebe Türk yaşamının bir gereğidir. Yesevi meclislerinde kadın ve erkekler bir arada bulunur. Yesevi tarikatında zikir biçimi ise tümüyle Türk paganizminden alınır. Kısa sürede Türkmen boylarının yaşam ve düşünce biçimlerine uyar.
6-9. yüzyıl arasında dinsel törenlerin en özgün özelliklerinden biri bu oyunlardır.

Böylece semahların ilk izleri belirgin biçimde ortadadır. Budist dönemde döne döne oynanan bu dinsel dönüşler, göksel oyun (tengirdem oyun) adı ile sürer.

Günümüzde Farabi, Elbiruni, İbni Sina, gibi Türk bilginler ürünlerini Arapça yazdıkları için Arap sayılırlar. Araplar da bu fırsatı kaçırmayıp, tüm düşünür, aydınlara sahip çıkarlar. Ortaçağ Batı aydınları yapıtlarını Latince yazmalarına karşın, hiç kimse onları bir ulusa mal etmez.
İşin ilginç yanı, Arapçayı böyle bilim dili biçiminde geliştirenler Arap olmayanlardır. İlk İslam düşünür ve bilim adamları Arap olmayanlar arasından çıkar. Yunan bilim ve düşününden onlar yararlanırlar. Bilim ve düşünde yaratıcılar yine Arap olmayanlardır.
Müslümanların izlemesi gerektiğine inanılan al- Sirat al-Mustakim Romalıların ip çekmece dümdüz giden yollarının karşılığıdır. Sirat, Latincedeki strata’dan gelir. İngilizcede ki street ile aynı köktendir.
Hıristiyanlık, kökeni Zerdüştlüğe dayanan vaftizi alarak bu Sami sünnet geleneğini dışladı. Ancak İslamlık, sözde İbrahim’in izinden yürüdüğünü sanarak Sami sünnet geleneğini sürdürdü.
Muhammet, inanç düzenine eski dinlerden kimi töre ve gelenekleri almayı da unutmamıştır. Sünnet geleneği bunlardan biridir. Sünnet, eskiden beri Zenciler ve Sami uluslarında yaygın bir gelenektir. Bu bereket Tanrılarına bir tür kurban sayılırdı. Zenciler ve Samiler erkekleri de kızları da sünnet ederlerdi. Kızlarda klitoris derisinin ucunu, erkeklerde sünnet derisinin ucunu keserlerdi.
Belirsizlik abdest için de geçerlidir. Abdest yalnız cuma namazları için kesindir. Öbür namazlarda Muhammet’in de abdest almadığı olur. Muhammet’in inananlar abdest almadı, namaz kılmadı diye herhangi bir uyarısı bulunmaz. Muhammet, Arap ruhunu bildiği için, tapınım(ibadet) işini esnek bırakır.
Abbasiler döneminde hadisler 600 bini aşar. Hadislerin tümü Medine döneminde söylenmesi gerekir. Bütün hadisler on yıla söylenmiştir.
Her güne ortalama 200 hadis düşer. Muhammet’in durmadan konuşmuş olması gerekir. Buhari, 600 bin hadisten 7275 tane sağlamını alır. Din de canlıları andırır. Hiçbir din kendini beslemeden yaşamını sürdüremez.
Semerkant’ta da Buhara’da uygulananlar yapılır. Ari dinlerce tapmak olarak kullanılan Mah-ı Ruz camiye dönüştürülür. Budist ve Zerdüşt manastırlarına el konur. Bütün Budist yontularının değerli taşları soyulur. Ardından tümü bir yere yığılır. Taberi, yontu yığınının büyük bir köşk gibi olduğunu bildirir.
Araplar Talkan kentini ele geçirirler. Bu bayındır kenti yerle bir ederler. Halkı toplu kıyıma uğratırlar. Türkleri sıra sıra ağaçlara asarlar. Talkan yolunun dört fersahlık bir bölümü böyle salkım salkım asılmış Türk ölüleri ile dolar. Arap vahşeti gerçekten korkunçtur.
Baykent yağma ile de kendini kurtaramaz. Her yerden duman ve çığlık yükselen kentin İslamlaşmasına gidilir. Önce Merv’den getirilmiş Arap aileleri Baykent’e yerleştirilir. Önemli bir koruma gücü oluşturulur. Vali, kadı, vergici gibi tüm denetim organları Arap’lardan oluşturulur. Budist ve Zerdüşt inancının sembolleri, onlara inanan yerli halkın korkulu bakışları arasında üst üste yığılıp yakılır.
Kentte eli silah tutan ne kadar Türk varsa tümünü öldürürler. Kadın ve çocukları tutsak alırlar. Asya’nın en zengin alışveriş kentlerinden biri olan Baykent’ten sayısız vurgunla çıkarlar. Taberi, kentin savaşsız teslim olduğunu bildirir. Oysa başka kaynaklar, kentin ağır çarpışmalar sonunda Arapların eline düştüğünü söyler. Nitekim Taberi kendi de başka bir yerde, kentin dört yıl sonra bile yıkıntılar içinde olduğunu bildirir.
Kuteybe, Haraç karşılığı barışı kabul eder. Araplar, barış yolu ile Baykent’e girdiler. Ama kentin zenginliğini görünce yağmaya koyulurlar. Kentin görkemli yapılarını ve surlarını yıkarlar. Bu güzel kenti birkaç gün yağmalayıp, yakıp yıkarlar.
Ömer’in adaleti İslam tarihinde dillere destandır. Ömer, bilindiği gibi başlangıçta Muhammet ve Ebubekir’i İslam oldukları için öldürmek istemiştir. Ancak gerçeğe erip bu eyleminden pişmanlık duymuştur. Ama bu kez de Müslümanlığı kabul etmeyen öz babasını öldürmüştür.
Muhammet’in ölümden sonra yaşam düşüncesini Hıristiyanlıktan aldığı kesindir. Ancak bu yaşamı, Arap halkının beğenisine göre tasarlar, canlandırır. Hıristiyanlar da Tanrı’nın öbür dünyayı yüzyıllar boyunca yeryüzünde tanıdıkları en büyük hazlarla donanmış, maddi bir dünya olarak düşlemişlerdir .
Kur’an’da Nuh ve Tufan söylencesinde, geminin nasıl yapılacağı, tufanın ne kadar sürdüğü, gemiden nasıl çıktıkları, Nuh’un neden 950 yıl yaşadığı anlatılmaz. Buna karşılık Tanrının insanlara kızması, olayın yalnızca bir kimseye bildirilmesi, gemi yapılması, gökten ve yerden suların taşması, geminin bir dağa yanaşması, bir kısım insanların kurtulması, Nuh’un uzun ömürlü olması Sümerlerden gelen izlerdir.
Sigmund Freud’a göre, Musa ile ilgili olarak Tevrat’ta yer alan öyküler tümüyle yanlış ve uydurmadır. Tektanrı düşüncesini yerleştiren ilk peygamberde Musa değildir. Öncelikle Musa diye bir kimsenin varlığı kesin bilinmez. Musa yaşamış olsa bile, tek tanrı düşüncesini ondan çok daha önce, Mısır firavunlarından Akhnaton yerleştirmiştir. Yahudi bilginler daha sonra, Akhnaton’un görüşlerini Musa’ya yamamışlardır.
Tevrat ve İncil’in eski çağlardan kalma söylence ve öykülerle dolu olduğu 19
ve 20. yüzyıl boyunca yapılan kazıbilim verileri ve tarihsel araştırmalarla kanıtlanır. Sözgelimi, Musa’nın bir sepet içinde suya bırakılması öyküsü bunlardan biridir. Kutsal kitaplarda geçen bu söylenceye göre, Mısır firavununun eşi sepet içindeki çocuğu bulup sarayda büyütür. Gerçekte bu söylence Babilonya döneminden kalma bir öyküdür. Asuriler ya da Kaledony ahlar döneminden kalma inançların söylencelerindendir.
İslam’a göre insan çamurdan yaratılmıştır. Bu inancın kökeni de çok eskilere dayanır. Sümer’de Tanrılar özellikle dişi Tanrılar çoğalmaya başlayınca işlerinin çokluğundan, yiyeceklerini hazırlamanın zorluğundan yakınırlar.

Bütün Tanrıları var eden deniz tanrıçası Nammu’ya bir çözüm bulması için yalvarırlar. O da bilgelik Tanrısına bilgeliğini ve yeteneğini göstermesini söyler. Bilgelik Tanrısı yumuşak kilden şekiller yapar. Ardından Tanrıçaya şöyle seslenir: Ey annem! adını vereceğin yaratık oldu, Onun üzerine Tanrıların görüntüsünü koy Dipsiz suyun çamurunu karıştır, Kol ve bacaklarını meydana getir. Ey annem! yeni doğanın yazgısını söyle! İşte o bir insan!

Kur’an’da yaratılış şöyle anlatılır: Gökler ve yer yapışık iken onları ayırdığımızı, bütün canlıları sudan meydana getirdiğimiz bilmezler mi? (Taha 30) Yaratılış söylencesi Kur’an’da çok yüzeyseldir. Ancak ana düşünce üç kaynakta (Sümer, Tevrat, Kur’an) aynıdır. Buna göre yer ve gök başlangıçta bitişiktir. Bunların sudan çıkmasıdır.
Söylenceye göre, Kabe’yi kitaplı dinlerin ilk atası İbrahim yapmıştı. Yahudiler de kendilerini İbrahim peygambere bağlıyorlardı. Ayrıca Kabe’de çeşitli söylencelere konu olan Hacerülesvet adlı, kara taş bulunuyordu. Bu söylencelerden birine göre, bu taş, Tanrının, herhangi bir suçundan ötürü cennetten kovup taşa dönüştürdüğü gökten düşmüş bir melekti. Bir başka söylenceye göre, İbrahim peygamber onu cennetten yanında getirmişti. Cennetteyken bu taş bembeyazdı, inananların günahını üzerinde toplaya toplaya kararmıştı.
Kabe’de kutsal Hacer’ül esved taşı bulunuyordu. Çapı yaklaşık 15 cm uzunluğundaki dalgalı, oval taş büyük olasılıkla bir göktaşıydı. Sonradan bir gümüş koruma içinde duvara yerleştirilmişti.
Taberi’nin de belirttiği gibi, Muhammet Medine’ye geldiğinde Kıble olarak Kudüs’ü gösterir. Müslümanlar onaltı, onyedi ay Kudüs’e yönelerek namaz kılarlar. Bu durum Yahudileri şımartır. Mııhammed ve ashabı, kıblelerinin neresi olduğunu bilmiyorlardı; biz onlara yol gösterdik. . gibi laflar etmeye başlarlar. Muhammet başını havaya kaldırır. İslama mahsus bir kıblenin verilmesini bekler. Sonunda, Kudüs’ten, Kabe’ye dönülmesi buyruğu gelir.
Mani, Işığın kurtulabilmesi için, her canlı böyle çalışmalıdır der. işte Mani dininin ahlaki kuralları buradan doğar: -Cinsel ilişkiden kaçınma -Canlı öldürmeme -Dua, vaaz -İlahi okuma -Günah çıkarma -Oruç tutma Bu ve buna benzer ilkelerle dinin çerçevesi belirlenir. Bu ortamda başlayan savaşın sonunda ışık parçaları kurtulacak, ışık ülkesine ulaşacaktır. Orda bütün ışık ile birleşecektir.
VII. yüzyılın ortasında Göktürk Devleti Uygur soyunun yönetimine geçer.
Bu dönemde Orta Asya’nın kuzeylerinde şamanlık egemen durumdadır. Batı ve Güneyden yanaşan kitaplı dinlerin etkisi yok denecek ölçüde azdır.
Kitaplı dinler şamanlıktan etkilenmektedir, ilk Uygur hanları (Kül Bilge ve Moyun Çur) şamanisttir.
Uygurlar, Türk dilinde yeni bir biçemle, büyük bir Türk Budist yazını ve sanatı oluşturdular. Budizm gerçekte bir dinden çok yaşamı acı dolu bir hayal ve büyülü bir düş sanan felsefeydi. Türk Budisti bu düşünceyi şöyle anlatıyordu: Evrenin bir büyü, bir düş gibi olduğunu anla! O yokluk ve boşluktur, ben yok benlik yok. Zaman çarkı döndükçe birbirini izleyen yaşamlar soyu, korkulu bir düş sayılarak, ondan kurtulmak gerekir.
Kötü ruhlara karşı yapılan dinsel törenlerde şamanlar yer altına yolculuk yaparlar. Uyaklı bir anlatımla başlarından geçenleri dile getirirler: Cehennemde kıl köprüden geçmişlerdir. Kuzgun uçmaz kızgın sarı çöller aşmışlardır. Günahlı şamanların sayısız iskeletlerini görmüşlerdir. Yılan, ejder, canavarlarla karşılaşmışlardır.
Altıncı katta şaman aya secde eder. Böylece göğün on ikinci katına değin çıkar. Burda Ülgen’e kurbanlar sunar. Ona dualar söyler. Böylece yolculuğun sonuna gelmiştir.
Şaman yeryüzüne iner. Davulunu atar. Gözlerini açar. Uzak yoldan gelmiş gibi herkesle selamlaşır.
Kaz Dağını ululama doğrudan Şaman inancına dayanır. Kuzey Türklerinden Aktav Türkleri gelip bu alana yerleşmişlerdir. Eski inançlarını Türk-İslam örtüsü altında yaşatmışlardır. Ayda Torugan’a Sarıkız, asıl dağa da Kazdağı adını vermişlerdir.
Cahiliye döneminde Araplar Tanrının öfkesini yatıştırmak için en değerli olan erkek çocuğunu kurban ederler, insan kurbanı geleneğinin izleri göksel dinlerde saptanır. İsa insanlığı kurtarmak için kendine kıymayı göze alır. İslamlıkta Kurban bayramı geleneği de aynı içeriktedir. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etme girişiminden esinlenir.
Tevrat’ta erkekleri, çocuk bırakmadan ölen kardeşlerinin dul karılarını eş olarak almaya zorunlu kılan kesin buyruklar vardır. Böylece doğacak olan oğullar ölen kardeşin soyunu oluşturacak, onun sürekliliğini sağlamış olacaktır.
       “Ey Atatürk nerdesin? Yetiştirdiğin kuşağından olanlar ancak Şark diyarına geldikleri zaman mı seni daha iyi anlayacaklar? Senin, hani o damarlarındaki saf kanla öğündüğün gençlerin kimileri şimdi benim gördüğüm gerilikleri getirme istikametine şimdiden dönmüş değiller mi? Aman, buralara gelmesinler seni anlamak için. Öyle marifetler öğrenebilirler ki, senin adını Türk tarihinin sayfalarından bir daha okunmayacak derinlikte kazıyacaklar.
  Düşün bir kere, Enver, eğer günün birinde bu Menderes devri gibi başlangıçlara gidilir de bu din “allâme’lerinin kafasındaki kişiler meydanı alırsa Türkiye’de de böyle şeyler olacak. Takkeli din politikaları türeyecek.
Şeriat devleti lafları başlayacak. Atatürkçülük, laiklik gibi laflar ağıza alınamayacak. Şeriatçıların dediklerine aykırı laf edenler gâvur, kızıl, komünist olacak. Zaten şimdiden böyle kişilere “Sol” denmiyor mu? Bizler iki yıl gazetelerde “solcu profesörler” diye sergilenmedik mi? Bir gün gelecek bütün aydınlar aynı damgayı yiyecekler. Çünkü biliyorum ki nasıl Pakistan’da sana anlattığım hal erin toplumda kökleri varsa, bizde de tohumları vardır. Ve bir gün gelecek bu tohumlar yeşerecek; Pakistan’da olduğu gibi aydınlar saçmalar ya da susarsa bu yermeler boy verecek. Artık tahmin et, ortalığı kapsayacak hezeyanları.”
Yatırlara mum yakmak Hıristiyanlıktan kalır. Muskalar nazar boncukları takmak Budizm’den, kimi ağaçları, pınarları kutlu sayıp buralardan medet ummak, yatırlara bez bağlamak İslam öncesi dinlerden kalır.
       Yesevilik göçebe Türkler çevresinde, eski Türk boy, gelenek ve töreleri ile paganizminin kalıntıları ile karışmıştır. Kadın ile erkeklerin bir arada bulunması göçebe Türk yaşamının bir gereğidir. Yesevi meclislerinde kadın ve erkekler bir arada bulunur. Yesevi tarikatında zikir biçimi ise tümüyle Türk paganizminden alınır. Kısa sürede Türkmen boylarının yaşam ve düşünce biçimlerine uyar. Baba, ata ya da dede adı verilen Yesevi dervişleri İslam inançlarını yüzeysel ve yalın bir biçimde yorumlayıp yandaşlarına sunarlar. Tüm bu konumu içinde Yeseviliği Sünni bir tarikat saymak olası değildir.
Derviş uçmaz, müritleri uçurur.
Nedir yaşam, nedir ölüm?

       Nerden gelirim, nereye yolum?

Kur’anda öbür dinler için de belirsiz bir yorum getirilir. Musevilik, Hıristiyanlık da hak dinidir. Ancak bunların haklılıkları İslamlığın doğuşuna kadardır. Zaten onlar kendi dinlerini bozmuşlardır. Kuranda bu bozulma açık biçimde vurgulanmıştır. O dinler bozulduğu için İslamlık çıkmıştır. Bu yüzden Musevisi de Hırıstiyanı da tümüyle kâfirdir, inançsızdır. Kiliseler birer küfür tapmağından başka bir yer değildir. Bu yüzden, Fatih Sultan Mehmet Ayasofya’yı cami yaptığı için kutsal bir sultandır!
Mekke İslamlığın doğuş yeri, Medine kuruluş yeridir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir