İçeriğe geç

Çağa Şeref Verenler Kitap Alıntıları – İhsan Şenocak

İhsan Şenocak kitaplarından Çağa Şeref Verenler kitap alıntıları sizlerle…

Çağa Şeref Verenler Kitap Alıntıları

İşte böyle Azizim! Allah Azze ve Celle bu dinin hafızıdır. Onun bazen Yavuz Sultan Selim’le, bazen de yüz küsür yaşındaki pir-i fani bir Alimi Rabbani ile korur. Peki sen neredesin ve ne ile meşgulsün?!
Bu beden bu dünyaya bu dersleri anlatmak için gönderildi.
Allah’a kul olanlar, kasaya, masaya, nisaya kul olanlar susunca konuşur.
Dinlemesini bilmeyen nasihat altın da olsa ondan istifade edemez. Talib-i İlim önce edebi kuşanmalı, dinlemeyi ilmin esası kabul etmeli.
Ne çaycı işini basit görür ne de amir kibirlenir. İnsanlar terfi yarışına girmez. Altlar daha yukarılara çıkmak için, üstlerden birinin ayağını kaydırmayı düşünmez. Bilir ki, Allah Azze ve Celle vazifemizin ne olduğuna değil, ihlasa bakarak ecir verir.
Bir iş, karşılığı Ahiret’te alınmak üzere yapılırsa, çaycı, amirle, talebe muallimle aynı heyecanı yaşar.
Bayram Hoca, müstakbel zaferin mukaddem bedelidir.
Ten fanidir, can ölmez, çün gitti geri gelmez
Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil.
Kafir ölünce ölür. Bu yüzden hatırlansın diye heykeli dikilir. Müslüman ise ölünce amelleriyle yaşar.
Ne mutlu bize ki Müslümanız. Ebu Cehil’in oğlu İkrime gelirken etrafındakilere, Ölülere söverek dirilere azab etmeyiniz buyuran bir Peygamber’in ahlak nizamına tabiyiz.
Fikir, öfkeyle yoğrulduğunda kararlılık ifade eder.
İslam’a uydurulmuş din , hevalarına indirilmiş din diyen Ehl-i Bidat’ın cenazesi birkaç saf insan tarafından kılınırken, Abdülmetin Hoca’nın (r.a.) cenazesinde yüz binler saf tuttu.
Çünkü Müslüman mazeret değil, vazife adamıdır.
Cami kapılarına sadaka taşı koyarak alanla verenin birbirini görmesine, verenin tefahuruna, alanın da ezilmesine mani olan ecdadımızın bu amelinin bir mesajı da insanlara güvendiğini ihsas etmekti.
Müslümanların iktidarını devirmek için her yola başvuran Hürriyet Gazetesi o günlerde fethullah gülen’in BECEREMEDİNİZ ARTIK BIRAKIN sözünü manşet yapmıştı.
İslam yolu gösterdiyse uçuruma gitmeyi, gündüz dediyse gece demeyi çağdaşlık zanneden güruh elindeki medya gücüyle Firavun’un sihirbazları gibi göz boyuyor, halka korku salıyor, laik çevreleri tahrik ediyor, orduyu göreve(!) çağırıyor yani habercilik değil hokkabazlık yapıyordu.
28 Şubat sürecinde okula, sokağa, çarşıya değil de medyadaki haberlere bakanlar memleketin çöktüğünü zannederdi. Ekranlarda ne Erbakan Hoca’nın D-8 gibi Yeni Bir Dünya kurma sürecindeki siyasi hamleleri, ne de yalan yobazlarını inkisar-ı hayale uğratan ekonomik başarıları vardı.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kitap ve Sünnet çerçevesinde Ehl-i Sünnet ulemasının beyan ettiği esaslara tutunursak İslam Ümmeti’ni bu krizden çıkabiliriz.
Batı’nın silahla girdiği yerlere İslam kalemle girdi, silah ancak kanser olmuş hücreleri temizlemek için kullanıldı.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Hastalık derecesinde bir okuma cehdi yoksa orada ilim de yoktur. Ulema bu yolda divane oldu. Başlarını kaldırmaya mecallerinin olmadığı zamanlarda da ya ellerinde ya da önlerinde kitaplar vardı.
Times gazetesi İzharu’l-Hak’la (kitap) alakalı, Eğer bu kitap yayılırsa Hristiyanlık çöker. diye yazmıştır.
Hilafet-i İslamiyye bu topraklarda lağvedildi. Yine bu topraklarda ihya olacak. Çünkü bir şey nerede kaybedilirse orada bulunur
Said Nursi (r.a.) Hazretleri, Faşizmin gençlerin yüreğine ektiği kavmiyetçilik virüsüne karşı uyarıcı, uyandırıcı yazılar yazdı.
Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sada İslamiyet’in olacaktır.
Bilmiyorlardı ki, bu dâvâ bir ırkın ya da bir bölgenin değil; Türk’ün, Arab’ın, Kürd’ün; hasılı topyekün bir ümmetin dâvâsıdır
İmam-ı Azam Hazretlerine göre bir rivayeti sadırda zabdetmek, kitapta zabdetmekten daha makbuldür.
Şeyhülislam, bir fetvaya imza atarken Sultan’ın değil Allah’ın rızasına nailiyeti esas alır, Sultanın zindanından değil, Allah’ın gazabından korkardı.
Oku diye başlayan ilk ilahî buyruk her fetretin ilimle aşılacağını müjdeledi.
Onun (Hasan el-Benna) neredeyse bütün sohbet halkaları İslam’ı kulla bir arasında yaşanan lakin cemiyet içinde yeri olmayan bir din haline dönüştürme projesine itirazdı.
Oturan, susan, konuşmamayı İslamiyet zanneden milyonlarca mü’min yaşamıştır yeryüzünde. Niçin Kur’an-ı Kerim onlardan değil de bir marangoz olan Habib-i Neccar’dan bahseder?
Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil.
Bedenin rahatıyla ilim elde edilemez.
İslam, ezelden ebede uzanan hakikat yoludur.
”Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sada İslamiyet’in olacaktır. ”
Varacağı hedefine Âhiret yazanlar ne önlerinde engel tanır, ne de küfrün saltanatına bir kıymet verir. Kişide imân ve aşk olunca uzaklar yakın, zorlar da kolay olur.
Kafir ölünce ölür, bu yüzden hatırlansın diye sadece heykeli dikilir. Müslüman ise ölünce amelleriyle yaşar. Ten fânidir, can ölmez, çün gitti geri gelmez. Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil.
Allah Rasûlü ﷺ Eğer Dünyanın, Cenab-ı Hakk’ın katında bir sivri sinek kanadı kadar kıymeti olsaydı, asla kafire ondan bir yudum su içirmezdi. buyurdu. Allah dostları da hâdiseye bu zaviyeden bakar, dünyaya sineğin kanadı kadar değer vermezlerdi.
Abdulmetin Hoca hayatının hiçbir döneminde İslâm’ı fildişi kulesinde yaşayan bir Müslüman olmadı. Ben konuşayım, millet yaşasın; ben zevk-u sefa içerisinde olayım, millet başının çaresine baksın. deme hayasızlığına tevessül etmedi. Her hâliyle, Beni Allah tutmuş kim eder azat? diyen, önünden kürsü alındığında Durmam, susmam, insan bulamazsam hakîkati dağa taşa anlatırım! diye haykıran bir Müslümandı o.
Mümin, olmuyor, yapamıyorum. diye yeis cümleleri kurmaz. Çölü yeşertir, dağ başlarını medreseye çevirir. Şartlar ne olursa olsun İslâm’ı yürekten yüreğe taşıma vazifesinden ödün vermez.
İslâm söz konusu olduğunda sağınıza, solunuza bakmadan, ben uzaktayım ya da yakında olanlar gitsin demeden Hak için koşmaktır, İslâm.
Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil.
Bedenin rahatıyla ilim elde edilemez.
Hediye kurşundan daha güçlü bir silahtır.Kurşun hasmını öldürür, hediye ise diriltir.
İhlas, bir kulun ameline Allah Azze ve Celle’den başka şahit aramamasıdır..
Abdülmetin Hoca’nın(ra.) sefer çantası, hediyelik eşya mağazası gibiydi. Yanında herkese göre bir hediyesi olurdu. Lakin çantanın demirbaş hediyeleri ise gül kokulu esans, tespih ve misvaktı. Her gördüğüne bir şey vermeyi arzulardı. Öyle ki Onunla beraber olup da bunların tamamını ya da birini almadan ayrıldığımı hatırlamıyorum. Yurtdışı konferanslarında da hediyeleşmeyi terk etmezdi. Sokakta yürürken bir an durur, cebinde ne varsa dağıtmaya başlardı. Bazen kürsüde cemaate, küfür merkezlerini dağıtacak müstakbel İslam Ordusu’nun bombardımanını anlatırken cebinden bir esans ya da tespih çıkarır, onu cami içerisinde birisine atarken, İşte o bombalar bu tespih gibi hedefine ulaşacak. derdi: hem hediyeyi gönderir, hem de o anı yaşatırdı.
Büyük adamların büyüklüğünün bir gereği de amellerindeki hayrı selefe, kusuru kendilerine isnat etmeleridir. Üstad Taki Osmani bu duruma misal olacak bir hayat yaşamakta. Bir mevzuyu hülâsa ederken ayet ve hadisten sonra Diyobend ulemasından nakillerde bulunmakta. On dakikada bir ya Enver Şah Keşmiri ya Eşref Ali Tehanevi ya Şefi Osmani ya da Şebbir Osmani’ye dair bir anektod duyarsınız ondan.
Enver Şah Keşmiri bir defasında bir şehirden diğerine gitmek için tren istasyonuna gider. Onu gören putperestlerin bir kısmı, Bu yüz, yalancının yüzü olamaz. deyip, yanına gelir, Keşmiri’nin telkiniyle müslüman olurlar.
Üstad Kadir Mısıroğlu (ra.) sadece kronolojik soydan tarihi hadiseleri nakleden bir tarihçi değil, bir fikir, ruh ve dâvâ adamıydı.
Kalemle, kelamla kazanılan zaferler ebedidir.
Hastalık derecesinde bir okuma cehdi yoksa orada ilim de yoktur.
Ruhsatlarla değil, azimetlerle amel eden, başındaki sarığı cebren çıkarmak isteyen Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’a Bu sarık, bu başla beraber çıkar! Ben sizin ecdadınızı temsil ediyorum. Başından bulasın Nevzat! diyen Üstad’a selam olsun.

Not: Vali Tandoğan 1946’da bunalıma girip tabancasıyla intihar etti; belayı başından buldu.

Risale-i Nurlar köşklerde, mükellef sofraların kurulduğu mekanlarda değil; sürgünlerde, zindanlarda, dünyaya kapalı, Allah’a açık mekanlarda yazıldı.
Mü’min, olmuyor, yapamıyorum diye yeis cümleleri kurmaz.
İslâm’ın hakimiyeti yukarıdan aşağıya doğru değil, aşağıdan yukarıya doğru olacaktır. Devlet milleti değil, millet devleti kurar. Millet korununca Devlet-i İslâmiyye de korunur. Millet dağılınca da devlet dağılır.
Hasan el-Benna’nın şehâdetinden bir gece önce gördüğü rüya yeni bir hâlin başladığının müjdecisiydi:
Rüyasında Hz. Ali ra kendisine Vazifen bitti. Şehâdetin mübarek olsun Hasan! dedi. Rüyayı hanımına anlatınca, hanımı dışarı çıkma dedi. Hasan el-Benna, Beni yıllardır ulaşmayı arzuladığım şehâdetten mahrum etme diye karşılık verdi. Müslüman kardeşlerin gençlik lokaline gitti, çıkışta kendisine yedi kurşun atıldı.
Kitap, Sünnet, din, devlet, iffet sehidle korunur.
Allah Azze ve Celle bir alimin eserini, bir gencin duruşunu, bir kadının iffetini bayraklaştırmayı murat ettiğinde ona şehâdeti ikram eder.
İnsanlar tekebbürle küçülür, tevazu ile büyürler.
İslâm’ı küfür cephesinden yıkamayanlar, İslâm’a karşı İslâm icad ederek saldırdı.
Eğer dâvânı dünya mahkemelerinde isbat etmekten acizsen, unutma ki ahirette de aciz kalacaksın.
En uzun geceler nasıl fecrin doğuşuna mâni olamadıysa kafirler de İslâm güneşinin doğuşuna engel olamayacaktır.
İslâm söz konusu olduğunda sağınıza, solunuza bakmadan, ben uzaktayım ya da yakında olanlar gitsin demeden Hak için koşmaktır, İslâm
“Susturun masalları ve dinleyin hakikati.”
“Rasulü’nü Hicret’ten, Bedir’den, Uhut’tan, Hendek’ten sonra, gözyaşı dökerek ayrıldığı Mekke-i Mükerreme’ye fatih olarak döndüren Allah Teala, bizim yolumuzu da açmaya muktedirdir.”
Susturun masalları ve dinleyin hakikati
Eskiden imkan yok, heyecan vardı, şimdi ise imkan çok lakin heyecan yok.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir