İçeriğe geç

Felsefi İntihar ve Ötesi Kitap Alıntıları – Cuci Han

Cuci Han kitaplarından Felsefi İntihar ve Ötesi kitap alıntıları sizlerle…

Felsefi İntihar ve Ötesi Kitap Alıntıları

Korkunun öznesi ölüm saçmalığı, böylece birliği sağlar ve bütün direnç formlarını kırar, ‘korkunun en şiddetli olanı, geçmiş olandır. Ölüm gibi doğa karşısında dayanıksızlığını öğrenmiş kişinin, milyonlarca yıl beraberinde götürdüğü bu olgu, korkular içinde en şiddetli olanıdır.
Hakkı ararsan ne Mekke’de ne Kudüste’dir, Hakkı ararsan kendi içinde ara , diyen bilgelerin özdeyişlerinin özü, Tanrıya ulaşmanın tek yolunun dolaysız yoldan geçtiğini betimlemek içindir. Özne-Nesne-Tanrı üçgeni yerine, Özne-tanrı arası, aracısız bütünleşmedir. Aynı yanılgıyı Mesih İsa’da da izlememiz mümkün. O da törensiz, eşdeyişle nesnesiz bire bir ilişkinin din terminolojisine girmesinden yanaydı. Bir kadının kutsal alanda yaptığı ibadeti izledikten sonra kadına, Ey kadın, inan bana, bundan sonra ne bu dağda, ne Kudüs’de tapınılacak. Gerçek Tanrıların, ruhlarıyla tapınacakları saat geldi. Der.
Korku nevrozunun değişmez öznesi ölüm dür. Din tanrısının elçisi bile olsa. İsa’nın çarmıha gerildikten sonra, kurtulamayacağını anlayınca Tanrısına (Babasına): Eli, Eli Lama sa- baktani (Tanrım, Tanrım beni niye yalnız bıraktın, unuttun) deyişi ölüm ve sonrasının öznesi olan korku seferinin dirimsel olgusallığı olan her kişide drğişik koşullarda da olsa geri dönüşümünü betimler. İnsanın yazıldığı zayıflığından, dayanıksızlığından, beklenti ve ümitlerinin gizemli alanının, yarınlara bağımlı olmasındandır. Bunların bir kısmı korkunun oğullarıdır. Korku uç noktalarda esmediği müddetçe panik ve dehşet kipleri yaşama inemezler. Bu formlar, korku evrenseline karşı doğal tavırlardır.
Sartre İntihar bir çıkış yolu değildir. Eğer isabet ettiremezsem intihar eylemini, onlar olanı korkaklık olarak yargılamayacaklar mı? İntihar, yaşantımın saçmalığa batmasına yol açan bir saçmalıktır der.
Kendine saldırganlık” güdüsünün kendi boyutlarını beslemesi gereken; yılgı, dünyanın bir köşesine atılma, ölüm paradoksuyla uzlaşamama, yabancılık gibi tinsel sorunlar onun varoluşsal yanılgıları olmuşken, varlık alanında, yaşam güdüsünün kışkırtıcı kiplerinin görüntüsüne girmesi sonucunda yanılsamalarından uyandırılmış olsa bile yaşamın bütün yılgısına rağmen, evreni var eden yaşamak isteğidir Mantar ışığa ulaşmak için taşı parçalar şeklinde yaşama destek veriyorsa, intihar olgusunu besleyecek hiç bir şey kalmamış demektir.
Yaşama devam eden kişi, bireysel varoluşundan rahatsızlık duymayan kişidir.
Schopenhauer, hiç doğmamış olmak, doğmuş olmaktan çok daha iyidir der ve ekler, cinsiyeti yaymak kötülüklerin en affedilmezidir. Bilinciniz bu kötülüğün utancını taşır Kendini öldürenler sadece acı çeken bedenlerinin acısına son verebilir, sonsuz sürekliliklerine engel olamazlar.
Her bir yeni bedenleşmeye ölümü bulaştırmak için us içi ve us dışı güç tutkunu güdüyü doyururken sergilediğiniz erdemsizliklerinizin tek bir ereği olduğunu biliyor musunuz? Ölüme yayılmacı bir karakter kazandırmaktır tek amacınız.
insanın skandalı Olmak talığıdır. Ölüm değil. Hem ölüm
olgusu, hem de Olmak talık skandal üstüne skandaldır. Hei.
degger in bir defalık varoluş kipi da-sein artık değilim ki-
piyle nasıl çelişkiliyse, ontik alanını karakterize eden bütün
baskıcı güçlerle Da-sei aynı uyumsuzluk içindedir. Bu
uyumsuzluk Budizm’de pek çok yönleri ile irdelenmiş, Cainizm
ve Şivaizm Da-sein olgusunu yadsımışlardır. Çünkü burada
olmak uyumsuzluk, çelişkidir. Bu öğretiler, gerçekle uyum
içinde olmayan, yaşamın rezaletini çarpıtarak yücelten insanı
tabii ki rahatsız eder. Örgütlenmiş bir başkaldırının apaçık olgu-
su, güneşe direkt bakmak gibi cesaret işidir.
Varoluşçuların kuramsal dizgelerine karşılık Uzak doğu’nun
din Tanrısından arınmış olan varlık bilimi , intiharı uygula-
urasıdır, bu.
yımsal alanda pekala özendirebilmiştir. Gerçek insanın kılgısal
Şivaizm’de ve Cainizm’de, insan neden intihar edemez savi,
çok ilkel bir soru biçimine dönüşür. Bu soru şekli, şu biçimde
değiştirilmelidir. Bu sistemlerde nasıl oluyor da intihar fenome-
nini aşkın bilinçle kesinleyebiliyorlar?
Bu soru da bu haliyle sözde-insan için affedilmeyecek bir
olgudur. O, yaşamı neden yüceltir? Yüceltilmesi gereği vardır.
Onun, ondan beklentisi, ümitleri vardır. Yalnız henüz burada
olmaktalığı ona en açık varlık kipi olarak yansıtılmamıştır. Ka-
tegorial varlığın ilkseli, indivuduel bir varlık olmaktan
geçer
halbuki
Başından sonuna kadar felsefe, başkalarının ölümü yücelt-
mesi, bu garip mazoşizmi ve sadizmi, kendine ait ölümü yüceltmek için sergiler der marcuse.
Yaşam, ölümden daha acı değil midir? Bir tarafa ölümü, di-
ğer tarafa yaşamı koyduğumuzda ölümün acısı yaşam acisin-
dan daha hafif kalır. Marcuse, normal ölümün insana getirdiği
tikel kılgısallığında, ölüm kabul gördüğü zaman, yaşamın
ölümden daha acı olduğunu söyler.
Insan varolmakla dirimsel devingenliği içinde bir gerçeklikle tanışır. Yalnızlığı. Varlaşma prosesünde öncül bağlarla kendi varlaşmasına sebep aracı varlığın koruması altındayken ve yalnızlık kaygısı yaşamazken bir süre sonra dünya içerikli bir varlık oluşuna tanık olur. Bir nesne olmayı isterdi; sağlam kendi içinde huzurlu, sorunsuz sorumsuz der Sartre. Intihar etmek isteyenin tek olgusu kalır, reel alemde ıslak bir gömlek gibi yapışmış olan örgenden varoluşundan ilişkisini kesmesinde ivmeleşebil nasıl buraya atılmışsa fırlatılmışsa fırlatıldığı zaman ve mekana dönmede ivme almalıdır.
Bilgi, Tanrı olgusundan daha güçlüdür.
Falcılık ve benzer kurumların olası metafıziksel tahminleri, umutla beslenen beklentilerle uzlaşma sağlayabildiği sürece Tanrı merkezci dinlerde tümel istenç in bilinmezliğine kuşku düşürür, öte yandan da din Tanrısı nın gücünü teslim alma olarak betimlenir. Bu kuşkucu tavır, bireyle Din Tanrısının güçlerini karşı karşıya getirir ve zafer bireyin olur.
Yemiş olgunlaşınca, kendini yaratmış olan ağaca ve toprağa minnet duyarak yere düşer. diyen Aurelius’un teslimiyetini, güçsüzlüğünün ifadesi olarak irdeler ve sorgular. Özdeksel olgusallığın devinimine malzeme olmaktan öteye gitmeyen görüngül varlık yapınla ölüme adanmışlığın hayattaki manası nedir? Aynı yemiş gibi yaşayıp olgunlaşınca minnet duyarak yere düşmenin teslimiyeti mi, yoksa dalında asılıyken önüne geçilmez akışa meydan okumak mı?
Camus, Gerçekten ciddiye alınacak tek felsefi sorun vardır ve o intihardır dedikten sonra bile yaşam güdüsünün güdümünde kalmıştır. Saçmalıktan rahatsız olarak bir yandan karşı tavır alıp, diğer yandan, her şeye rağmen acele ettim demişse intihar hakkındaki fikirleri de ciddiye almaz. Zira uyumsuzluğun tipik bir sunuşunu özdeyişle kognitiv bilgisini vermişken, öncelikle başkaldıranın bu tehlikeye kendini salıvermemesi,ereği olmamalıydı..
İnsanın gerçek çabası dünya üzerinde mümkün olduğu kadar çok kalmaya çalışmak olmalıdır. Yaşam güdüsünün büyülü gücü, farkında olmadan Camus’un o bilinen uyumsuzluk ilkesine sarkmış, dünyada mümkün olduğu kadar çok kalmak, istencin yardım ve desteğine bırakılmıştır. Saltıklaştırdığı uyumsuzluk un karşısında yol ayrımına gelir ve sorar: Şimdi ne yapmalıyız? İsteyerek ölmeli miyiz yoksa ne olursa olsun umut mu etmeliyiz?
Schopenhauer, hiç doğmamış
olmak, doğmuş olmaktan çok daha iyidir der ve ekler, cinsiyeti yaymak kötülüklerin en affedilmezidir. Bilinciniz bu kötülüğün utancını taşır Kendini öldürenler sadece acı çeken bedenlerinin acısına son verebilir, sonsuz sürekliliklerine engel
olamazlar.
İnsan, sonu olmayan bir son istemiyor , der Camus.
”İçgüdü dürter ve iter, ama us buyurur. ”
Yaşam, ölümden daha acı değil midir? Bir tarafa ölümü, diğer tarafa yaşamı koyduğumuzda ölümün acısı yaşam acısından daha hafif kalır. Marcuse, normal ölümün insana getirdiği tikel kılgısallığında, ölüm kabul gördüğü zaman, yaşamın ölümden daha acı olduğunu söyler. Fakat ölümün reddi acı bir şekilde sonuçsuzdur. Bir yandan mantıksal doğrular içinde kalan bir evrenselin fenomonolojik boyutunu yadsırken, diğer taraftan suje seferinde inkar edilmeyecek boyutunu da zorunlu olarak onaylamaktadır.
Böyle bir nitelikteki güdünün nesnesi, bütün varoluş tipleridir. Esasında bu güdü yani yaşam güdüsü, intihar güdüsü kadar saldırgandır. Yaşam güdüsünün o doyumsuz tutkusu, kışkırtıcı özneli sonunda kendi dışındaki varoluşların yaşam şanslarına göz diker. Çözümsüz çatışmalarla bilinçli veya bilinçsiz olsun, yaşamlarını Ölüm istekli saldırganlık la olumsuzlarlar.
Soru bu yalın haliyle insana absürd gelebilir. İnsanın örgensel varoluşunun koşullarından olan bütün güdüler, devamlı doyurulmayı beklerler. Beklentilerindeki erek, dirimsel yaşamında dinginliği sağlamaktır. Yaşam dürtüsünün negatifi olan intihar dürtüsü aynı anda doyurulmayı bekleyen polarize olmuş temel dürtüdür. Bu iki zıt dürtüden biri doyurulduğu zaman potansiyel bir güç olarak diğeri fırsat bekler. Yaşam güdüsü her koşulda güçlü bir biçimde devamlı tıka basa doyurulur. Çünkü o, özneye haz verir.
Yaşamsal devinim, fiziksel ve kimyasal devinimin süreçlerini içerir. Varoluşsal olgusallığın yorumlaması, varoluş özüne yabancı her türlü ilişkiden arındırılmalıdır. Bu yorumun içine insan’ın örgensel özdek’i dahildir. Ancak insan davranışlarının yönetimi, güdülerinin dışında duygusal ve anlaksaldır. Özdeksel beden, etkinliklerinde duygu ve anlağın işgalinde olduğundan varoluşuyla ilişkisini en üst düzeylerde tutar. İşte bu üst ilişkiler onun özne-nesne arası bağını pekiştirir ve sorunlar başlar. Hileli yaşama karşı oluşturulan yaşam dürtüsünün kendisini yaşama tutsak ettiğini bu üst ilişkilerde anlar. Uyumsuzluğu, hem özdeksel bedenin ölümü reddedemeyişi hem de daha ağırı, bunun farkında olarak yaşama zorlanmış olmasıdır.
Kendini öldürmekle türünün yayılmasını önlemek arasında tek bir ayrımsama vardır: Biri açık intihar biçimi, diğeri ise dolaylı intihar biçimidir. Dolaylı intihardır, zira her ne kadar kendini öldürme amacı gütmese bile türünün devamı için bir engel oluşturmak suretiyle türünün varlığa geçme şansını yitiriyor. Kendisiyle barışçıllaşmaması sonucu bencil bir intihar şekli olan dolaylı intiharla, yeni varolacakların korkunç düzene ödeyecekleri borcu, ürememe ile kendi ödemektedir.
Varoluşsal hakikatte çevrimsel devinim, cinsel dürtülerine ketlediği insandan bir ölümcül-döl alırken, bu edime onun salt istenci iştirak etmiş midir, yoksa sözü geçen dürtünün zorunluluğu mudur? Sorunsalları onu aracı-yaratan olmaktan kurtaramamıştır. Onun doğada tek bir misyonu vardır: Doğum-Ölüm büyüsünü bozmamak. Sonuçta taşeronluğunu yaptığı ölümü, yaşam ideolojisi içinde sürdürmek için fedakarlık yapmaya zorlamakdır, insanın olgusal yaşam gerçeği. Zira o belli bir amaç için programlanmış kozmik planın küçük bir parçasıdır. Güdüler doyurulmayı beklediği sürece bilinmelidir ki, yaşam dürtüsü dahil hiçbir dürtü hiçbir zaman, aklı muhatap almayacaktır. Bu doğal donanım zinciri, kozmik planın varoluşsal hakikatinin zorunluluk ilkselliğidir.
İnsanın optik karekterini kategorize eden cinsel motivler, uyumsuzluklar zincirini ve bizim yaşama tutsak olmamıza neden olan risk merkezidir. Cinsel güdünün dürtmesi sonucunda, yaşam devingenliği çevrimsel devinim kuramı gereği rutin işlevi kesintisiz sürer gider. Doğum-ölüm, Ölüm-doğum döngüsü her yeni varoluşsal olgusallıklarda start alırlar. Halbuki insan, düşünce olmayı arzu ettiği formlarda kendini imgelediğinden kozmik alanın değersiz bir malzemesi olmayı reddeder. Ama kendi varlık yapısının ilkseli, sonsalının malzemesinden başka bir şey değildir. Dünya içerikli bir varlık olmasının üzerine söylenecek ve yazılacak binlerce, milyonlarca kelimenin özetçesi şudur: Üre ve Öl. Yaşam dürtüsü şayet libidinal evrenle beslenmemiş olsa, yaşamsal devinim bıçak gibi kesilir ve Tür biterdi.
Kendini yaşama tutsak etmekle, yaşamı idealist temayüllere teslim etmek arasında nitel bir ayrıcalık yoktur. Böylesilik onu kendisini özleyen tine taşır ve özdeksel devingenliği yadsımasına yol açar. Üreme dürtüsüne yani libidinal evrene kenetlenen insanın, yeni bir yaşam bedenini dünyaya sunmasını, böylesiliğin kuramı olarak irdelemek yanlıştır. Görüngül alemin kendisiyle oluşturduğu paradoksallıklar, uyumsuzluklar zinciri yaşam için yeter riskler oluşturmuş hatta evrensel sürecin zorunlu bir sonucu olan yaşamı, doğanın salt malzemesi olması gerçeğiyle ontik karekteri belirlemişken, böylesiliği bir yaşam biçimi olarak kabullenmek arasındaki fark, bizi yaşama tutsak eden cinsel güdü nün ön koşul olarak alınıp, alınamayacağı ilkselliğinde yatar.
İçgüdü dürter ve iter, ama us buyurur. der Price. Öznenin yaşama ortak olmasının tuzağı, cinsel güdü dür. Bu doğal yatkınlık ve eğilim, insanı yaşam tuzağına tutsak eden temel bir güdüdür. Ancak bu temel güdü, yeni oluşacak düşsel varlıkta yaşam dürtüsü nü gerçekleştirecektir. Üreme dürtüsü; bir bilinçli varoluşsalı yaşama kendi istenci dışında tutsak ederken, aynı misyonunu o yeni yaşam bedenine de miras olarak sürer. Özne, burada olmak la evrensel bir ölüm-taşıyıcısı olduğunun ayırdında olsa bile, bu riskli yaşamı yarınki varoluşlara bulaştırmakta zerre kadar tereddüt etmez. Tereddüt etmek şöyle dursun, ölüm-taşıyıcı lığını bulaştırmakla övünç duyar.
Özne toprak altından korkar. Bedeni, biyolojik çözülme sonrasında oraya teslim edilecektir. Orası görüngül formunu değiştirecektir.
Özdeğiyle geride beraberliğini paylaştığı, ama ileride toprağın altında bu beraberliğini sürdürecek olmasından dolayı saçma bir ürküntü duyar. Bir yandan toprak altından korkma, diğer taraftan varlık yapısıyla bütünleşmek için bağlantı kurma zorunluluğu, sonuçta korktuğu toprak altını kutsamaya götürür onu.
Tanımlanamazların bilgisine, tanımlananların bilgisiyle girip, pratikte denetlenemeyecek kuramsal doğrulara erişileceğini sananlar nesnel gerçekliği inkar edenlerdir.
Camus’nün intiharı seçmemesinin nedeni, kendini yoksama güdüsü nün yaşamın bütün uyumsuzluklarına karşılık güçlü olmayışındandır.
İntihar olasılığını yargılamış olması, bir yol ayrımında olduğunu betimliyor. İsteyerek ölmeyi tercih etmiyor. Kendi bırakılmışlığının realitesi uyumsuz da olsa Ruhum, ölümsüz olanı isteme, mümkün olanı tüket diyecek kadar nefret ettiği uyumsuz yaşamla bütünleşmek arzusundadır.
Bu görüşün ideolojisi, uyumsuzun-uyumsuzu dur.
Real varlığın teklik göstermesi, sürekli tekrarlanan oluşum içinde bir kereye mahsus oluşu onun yaşamsal rezaleti iken, kelime cambazlıklarıyla dünyadan bir anlam çıkarmak, insanın kutlanacak vurdum duymazlığıdır.
Uyumsuzluğunun özü açıkça meydanda iken, buna sırt çevirmeyi ve çevrildiği zaman da uyumsuzluğun öleceğini, bunun bir boyun eğiş olmadığını , ısrarla ifade eden Camus’ye ne demeli?

Uyumsuzluğun rezaleti bir yanda, bu rezalet içinde uyum aramak, uyumsuzun uyumsuzundan medek ummak diğer yanda. Boş bir gururun baş vurduğu boş ümitten başka ne olabilir?
İntiharın köşesinden dönen Camus, varoluşunu lanetlemesi gerekirken, yaşamak kendiliğinden bir değer yargısıdır , diyerek umudunu uyumsuz yaşamaya bağlayıverir.
Çelişkilerin çıkış yeri, yaşam güdüsünün onu, yaşamını sonuna kadar beklettiğinin ayırdında olmayışıdır.

Yaşam güdüsü niteliksel olarak öyle bir varoluş sistemi oluşturmuştur ki; düzendeki ezeli ahengin olumlanmasına hizmet etmekten öte amacı yoktur.
Yaşam güdüsünde evrensel bir doyumsuzluk vardır. Bu taşkınlık, insan kategorisinde, kendisini yüceltme kipleriyle buradan bir başka evrene taşıyacak kadar hırsa bürünür.
İntihar ideolojisinin pratikle örtüşmemesinin sebebi, intihar dürtüsünün yaşam gücü karşısındaki beceriksizliğinden değil, yaşam dürtüsünün beslendiği alanların zenginliğindendir.

Kendisiyle yabancılaştırılmış nesnel koşulların tümü, kişiyi çılgına çevirmesi için yeter sebep ise de intihar için yeter sebep olmaması, yaşam güdüsünün malzemelerinin kaliteli oluşundandır. (s. 21)

İnsanın, bağımsız olan iradesiyle çatışkıya gitmeden yaşam güdüsünün önseli olan üreme tuzağını bozmuş olabilmesi, kendi türünü tekrar tekrar yaratmanın acısına ortak olmak istememesindendir.
Özetçe insan, kendi gücünün sınırlarını zorlamaktadır.
Her bir yeni bedenleşmeye ölümü bulaştırmak için us içi ve us dışı güç tutkunu güdüyü doyururken sergilediğiniz erdemsizliklerinin tek bir ereği olduğunu biliyor musunuz?
Ölüme yayılmacı bir karakter kazandırmaktır tek amacımız.
Ölüm-bulaştırıcılığını, kendi altındaki yaşam prosedüründe de izlemek mümkündür. Ama bu, bilinç dışı bir yayılmacılıktır.
Kozmik planın suskun malzemeleridir diğer üreme türlerinin sahipleri.
Erdemsizliğin mutluluğa dönüştüğü ender anlardandır, üreme olgusu. Üremeyi erdemle ilişkilendirmek, ölme zorunluluğunun getireceği rezaleti önceden onamak olur.
Bunun ise anlamı açıktır; kendinin ve bulaştırdığı kişinin dramını, yargılamadan sonuna kadar götürmek zorundasın.

Hilenin rezaletine eklenen yaşam rezaletine de sırtını çevirmekle, uyumlu bir özgürlüğü yakalarsın. Halbuki gerçek özgürlüğe özünlü insan tipi hayatının toplamının hesabını soran uyumsuz özgürlüktür. Durumunun dışında hiçbir yargı onu mutlu etmez. Durumu ise hileli yaşama adanmış olmasının rezaletidir.

İnsanın ontik karakterini kategorize eden cinsel motifler, uyumsuzluklar zincirini yaşamamıza ve bizim yaşama tutsak olmamıza neden olan risk merkezidir.

Halbuki insan, düşünde olmayı arzu ettiği formlarda kendini imgelediğinden, kozmik alanın değersiz bir malzemesi olmayı reddeder. Ama kendi varlık yapısının ilkseli, sonsalının malzemesinden başka birşey değildir.

Evrensel sürecin zorunlu sonucu olan canlı, yaşamaya kışkırtılmıştır.
Kışkırtılma bir içgüdüsel vakıadır.
Üreme dürtüsü; bir bilinçli varoluşsalı yaşama kendi istenci dışında tutsak ederken, aynı misyonunu o yeni yaşam bedenine de miras olarak sürer.
Özne, burada olmakla evrensel bir ölüm taşıyıcısı olduğunun ayırdında olsa bile, bu riskli yaşamı yarınki varoluşlara bulaştırmakta zerre kadar tereddüt etmez.
Tereddüt etmek şöyle dursun, ölüm taşıyıcı lığını bulaştırmakla övünç duyar.
Öznenin yaşama ortak olmasının tuzağı, cinsel güdü dür.
Bu doğal yatkınlık ve eğilim, insanı yaşam tuzağına tutsak eden temel bir güdüdür. Ancak bu temel güdü, yeni oluşacak düşsel varlıkta yaşam dürtüsü nü gerçekleştirecektir.
Beyin örgeni ile bedendeki diger örgensel birimler özdeksel( maddi) nitelikleri yönünden ayrıcalık tasimadıkları halde, beyin örgeninin devre dışı bırakılması halinde diğer örgensel birimler yaşamı devam ettirebilirler.
Beyni alınan kuş refleks ve örgensel belirleyicinin yardımıyla yaşamaya devam edebiliyor. Aynı hayvanin kalbi alınmış olsaydı örgensel sistem çökerdi.. buradan anlaşılacağı üzere yaşam hamlesi sanıldığı kadar beyin örgenselinden kaynaklanmıyor . Aksine birlikteliği yakalayan , kendinde bir varlık olmayı beceren bilinç dışı örgenlerin tümüdür.
Hayatin toplamı neyi ifade eder? Bireysel hak arayışları, rettedilme, tehtit, zorunlu teslim olma. Bunlar mı yaşamı aşkınlaştıran olgular? Hayatın toplami bunlardan başka nedir? Kendinde varlık olmayı anlamlandirmanin sonunda özgürlüğünü yakaladığını zanneder insan. Halbuki mutlak bir zorunluluğun belirlediği yaşam devingenliğinin bağımsız olması mümkün değilken..
Tanrı için öldüreceksin! Bu bildirinin mantıksal çıkarımı esasında korkunç sonuçlar doğuracaktır. Tanrı savaş alanında emri alanlarla beraber olacaktır . Öldurmenin sorumluluğu Tanrıya aittir. Zira öldürmeyi kendi buyurmuştur. Tanrı ile gerçekleştirdiği için de ödülü yüksektir. Ölüm taciri kurbanına yenik düşerse nesnel değerlerden yoksun kalacak ama en üst manevi degerlerle bütünlesecektir
Haçlı ordusunun hazırlanmasında öldürmenin tanrısal zorunluluğu kesin bir söz dizimseliyle
betimlenmiştir. Tanrı buyurdu . Öldürme itkisine tanrıyı ortak etmeyle artik bundan sonra hic kimse tanri buyruğunu doyurmada tereddüt etmeyecektir
Her insan doğduğunda ne iyi ne kötü ne suçlu ne suçsuz ne günahkar ne de günahsızdır. Bu onun doğası gereği özgürlüğü iken bu olguyu öbeğin değerlerine kaptırması ondaki doğruların iyilerin gunahsizliklarin kendi isteği ve iradesi olmadan , varlık yapısının tinsel ve dirimsel formlarına yayılması, buna zorlanması kendi kendiyle ontolojik paradoks haljne düşmesine neden olur. Güvensizliğin nedeni de öbeğe kaptırdığı doğal donanımı olan özgürlüğüdür . Bu durumdan huzursuzdur. Bu huzursuzluğu öbek tarafından dinsel formlarla ikiye bölünmüş yaşamını yekpare bir yaşam ben’i ne dönüştürememesi : insan ne ise o değildir ne olacaksa odur bilgisi insanın yarınlarına ket vuramamasindan kaynaklanır
İnsan gücünün sınırlarını betimleyen, bağımsızlığa ve özgürlüğüne doğru attığı her adım toplum için ürkütücü bir tehtittir.
Kitle için doğru olan i yapmaya zorlanan insa kitleye kaptırdığı özgürlüğünün farkında olmaksızın ben özgürüm diyebiliyorsa kendini açıkça kandırıyor demektir
Beyin örgeni ile bedendeki diger örgensel birimler özdeksel( maddi) nitelikleri yönünden ayrıcalık tasimadıkları halde, beyin örgeninin devre dışı bırakılması halinde diğer örgensel birimler yaşamı devam ettirebilirler.
Beyni alınan kuş refleks ve örgensel belirleyicinin yardımıyla yaşamaya devam edebiliyor. Aynı hayvanin kalbi alınmış olsaydı örgensel sistem çökerdi.. buradan anlaşılacağı üzere yaşam hamlesi sanıldığı kadar beyin örgenselinden kaynaklanmıyor . Aksine birlikteliği yakalayan , kendinde bir varlık olmayı beceren bilinç dışı örgenlerin tümüdür.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir