İçeriğe geç

İran ve İslam Kitap Alıntıları – Ali Şeriati

Ali Şeriati kitaplarından İran ve İslam kitap alıntıları sizlerle…

İran ve İslam Kitap Alıntıları

Peygamber, çetin ve kanlı geçen Uhud Savaşı’ndan döndüğünde şöyle dedi: Küçük cihattan döndük, şimdi sizi büyük cihada çağırıyorum. Büyük cihad, hakikat yolunda ve iman hatırına kendi içinde kendinle olan savaştır ya da bencillik, nefis, sadece kendini düşünme, şahsi menfaatini kollama, tüm peşinde koşma ve nam salmak derdine düşme ile yapılan savaştır. İşte bu, büyük cihattır, İslam’ın büyük hamasetidir!
İnsanın kalbi boş bir kap gibidir. Ondan sevgi alabilmek için daha önce koymuş olmalısınız.
İslam’ın mucizesi kitap ve sözünün güzelliğidir. Arapların hiç yazı yoktu ve tek sayfa kitaba sahip değillerdi. İslam ise kalemi en kıymetli dini ve ilahi hediye kabul ediyor; büyük, güzel, dosdoğru bağın mukaddes halkası olarak ona yemin ediyordu.
İran İslam düşüncesinin parlak merkezi , Türkiye ise İslam’ın gücünün tecelli merkezi idi.
Safeviler; kan, çaba, cihat, fedakarlık, bilinç, sorumluluk ve emek ürünü hareketlerle dolu bu kültür ve bu mirastan, halk üzerindeki hakimiyetinin gücünü sağlamlaştırmak üzere saltanatçı ve kavmiyetçi kaba bir iktidar ve mutaassıp bir düzen üretmek, insanların imanını Osmanlı’nın gücü ile savaşmaya istihdam etmek, Doğu Avrupa’da İslam’ın gücünden ve Akdeniz üzerindeki egemenliğinden korkuya kapılmış ve etkili darbeler yemiş olan Avrupa Hıristiyanlığının komplocularıyla işbirliği yapmak için İran’ın ve Şia’nın çevresine kapkara surlar örmüş; bizden ve kültürümüzden, İslam tarihi ile, Kur’an’la ve İslam dünyası ile ilişkisini kopartan bir adacık yaratmıştı.
Mabut olarak Tanrı’yı reddedenler, kedi liderlerini ibadetin mihrabına, namaz, övgü ve tapınmanın kıblesine oturturlar.
Sosyalizmi devlet kapitalizmine, üstelik de kendisi anti-tez siz tez olan bir devletin kapitalizmine dönüştüren Marksizm, toplumun tamamını, her bireyin özgürce yaşayabilmek yerine atandığı örgütlü iskelet şekline dönüştürür.
Bizim faziletimiz rezillik sayılır, onların rezilliği ise fazilet kabul edilir.
Çağımızın yabancılaştırıcı etkenlerinin en büyüklerinden biri kültürel sömürgeciliktir.
Hallac-ı Mansur, din manevi mânâsını daima boğan dogmatik kalıplar ve kavramların dar, kuru ve donuk çerçevesinden ruhunu kurtarmak ve genişletmek için kanını fidye olarak veren ilk şehittir.
İslam, bir din olarak, şahsiyetimizi reddetmeye ve milli aslımızı sarsmaya asla yönelmemiştir.
Kültürümüzde alim ve muallimin peygambervari bir çehresi vardı ve kutsal bir ruh taşırdı.
Ebu Hanife, İslam’ın İmam-ı Azamı lakabına sahiptir. Hiç kuşku yok, ehli sünnetin İslam fıkhında ondan daha seçkin, daha aydın ve daha özgürlükçü bir mevcut değildir.
İslam, dinin birliği ama milletlerin çeşitliliği ni bir araya getirebileceğini gösterdi.
İslam’ın kavimler, ırklar ve sınıflar arasındaki derece farklılıklarının, mertebe hiyerarşisinin, çelişki ve yabancılığın tezahürü olan kavim ve ırkların tanrılarını ortadan kaldırma, bunun karşılığında doğal ve mecburi bir nitelik olan veraset ve ırk yerine ilahi tevhidi (Allah), beşeri tevhidi (Adem), risalet tevhidini (Adem’den son peygambere kadar), değer in temeli ve üstünlüğün kriteri olarak takva yı -insanın kazanımıdır- ilan etme yoluyla kabile ruhunun yansıması olan ve cahiliye olarak adlandırdığı ırk ayrımcılığına ve kavmi üstünlük taslamaya karşı verdiği mücadele, ispata ihtiyaç duyulmayan bir meseledir.
Filistinli olan İsa Mesih’in çehresi bile Avrupa’da değişikliğe uğramış; yeşil gözlü, sarışın ve beyaz tenli bir olmuştur. Annesi Meryem’in görünüşü de onunla birlikte değişim geçirmiştir.
İdeoloji, sadece zihinsel bir iştir. Fakat dinin aynı zamanda insanın canında kökü vardır, varlığının derinliğinden kaynaklanır ve aşkla iç içedir.
Millet; üst üste istiflenmiş ceset yığınağı, fabrikasyon bedenler kütlesi ve kalıba dökülmüş tek tip heykeller değildir.
Tarihte hiçbir güç, Hristiyanlık boyutunda kan dökmemiştir: Hristiyanların ve hıristiyan olmayanların kanını. Şaşırtıcı olan şu ki bu güç, tarihte hiç bir insanın onun kadar kan dökmekten, hatta düşmanın kanını bile olsa dökmekten nefret etmediği bir insana ( Hz. İsa) aittir.
Milliyet düşüncesinin, bugünkü Doğu’nun görüşünde bu genetik (!) teori ile nereye kadar mesafeli oldu ortadadır. Milliyet asla diğer milletlerin yok edilmesi, aşağılanması ve esir edilmesinin arayışı içinde değildir. O, ötekileri reddetmenin de peşinde değildir. Aksine, sadece kendisini var etmenin derdindedir ve bu ikisi bir olmaz.
Toplumumuzda ( İslam toplumunda) iftihar duyulacak en büyük özelliklerden biri, kültür ve dinimizin asla ırksal aşağılamanın tohumunu yeşertmeye uygun bir zemin olmamasıdır.
Kureyş soyluları ve Maveraünnehir’in Aryan olmayan kabileleri, Turaniler, Berberiler ve Türkmenler şu anda birbirine öyle karışmış haldedir ki şecereleri üzerinde araştırma yapmak, hatta Alman Nazi partisine mensup bir ırk bilimci için bile mümkün olabilecek bir şey değildir.
İslam’ın, Hristiyanlık ve Hinduizm gibi zühde dayalı diğer dinlerden ayrıcalığı, faydalanma yı caiz görmesindedir.
Uygarlık, insanların kendilerine yabancılaşma sürecinin sonucudur.
Lügatte, esas itibariyle; müşterek kültür, inanç, yol ve hedefe sahip insan bireylerinden oluşan topluluğu veya beşer grubunu ifade eden millet ve milliyet . Biz, Batılıların aksine kan yerine kültür ü kriter almışız; doğmak yerine de hissetme ve düşünme yi.
Nice tecrübe, hakikati liyakatsiz savunma nın, onun başarısız olmasında savunmasız bırakmak tan daha etkili olduğunu ispatlamıştır.
İnsanın manevi hayatı kültürden beslenir ve şahsiyeti tarihine bağlılıkla şekillenir.
Her kavmin maneviyatı, o kavmin hayatının maddi temellerine dayanır yahut bir başka ifadeyle her kavmin manevi görüşü; o kavmin iktisadi, sosyal ve maddi dört ayağı üzerine oturur.
Afrikalı yalnızca ırk ayrımcılığından acı çekmektedir ve ırk ayrımcılığını hepsinden daha fazla ezen de İslam’dır.
Sen hayallerin peşinden koşarken, hayatın sessizce senden aldıklarıdır kader.
İslam öğretisi başlangıçta kadar ilerlemişti ki
Ama aynı öğreti şu anda eğitimsizlik, doğrultu sahibi olmama vs derdiyle meşgul ve en baştan başlamış durumdadır. Halbuki İslam’ın talimatları terk edilmemiştir, ama araç biçiminden hedef biçimine dönüşmüştür ve hedefin manasını araçsal bir şeyden alıyoruz. Bundan dolayı bir düşüncede en büyük hastalık, popülizmdir ve popülizmin tezahürü de aracın hedefe dönüşmesine ve hedefin ortadan kalkmasına yol açan şiddetli taassuptur.
Yarı aydın, bütün dinleri aynı kıyasla değerlendirir ve tüm dinlere muhalif olur.
Avami biri daha çok kıyasla düşünür, alimler çoğunlukla çıkarımla ( avam, bir yerde bir kanun işitir veya öğrenir sonra görünüşte ona benzeyen bütün sorunları ona kıyas eder.).
Hareketli insanlar detaycıdırlar, sakin insanlar ise genellemeci.
Avrupa’da, düşünce bakımından çocuğu ile aynı yüzyılda olmayan çok az anne vardır. Fakat burada, baba ve annenin mesela altıncı, yedinci yüzyılda yaşadığı ama çocuklarının yirminci yüzyıldan bile ileride olduğu nice örnek görebiliyoruz.
Aşkı ve bütün takatsizliği, beden kafesinde tıkılmış kalmasındandır. Arzusu, bu kafesin olabildiğince çabuk kırılması, canının kurtulması ve dosta doğru koşmasıdır.
Ey Muaviye! Eğer halkın malıyla yapıyorsan ihanettir. Eğer kendi paranla yapıyorsan israftır. El Muaviye! Dilencileri sen dilenci yaptın, servet sahiplerini sen zengin ettin.
Ebuzer Gıfari, bir ruhta iki boyutlu biridir: kılıç ve namaz insanı, yalnızlık ve halk adamı, ibadet ve siyaset adamı
Toplumsal geçiş dönemi, bir süre belli bir mecrada yürüyen toplumun yolunu değiştirdiği yerde tarihin yönünün değişmesidir. Geçiş dönemi hızlı veya yavaş olabilir, çöküş veya yükseliş bahşedebilir.
Ey Muaviye, eğer bu sarayı kendi paranla yapıyorsan, israftır ve eğer halkın parasıyla yapıyorsan ihanettir!
Bilen, ama yaratamayan ve bilgi ambarı olan kişiler için en iyi örnek şu ayettir:

Onlar, kitap yüklü eşekler gibidirler. (Cuma 5)

Tüm insanı değerler, iradeye dayalı biçimden ve edinilmiş kazanımlardan, miras sıfatlara ve mecburi gerekliliklere iner.
lnsan, Allah’ın ruhundan neşet etmiştir; yani insanın aslında mukaddes öz ü ve istisnai cevheri vardır ama maddi tabiat onu kendi mecrasına çeker, onu kendi özü nden uzaklaştırır ve so­nuçta da kendi aslı na yabancılaştırır. lrfan, bu varlığı yeniden tanımaktır.
Yaratılışı değiştirmek, kulağı koparmak veya sakalı kesmek değildir sadece. Bilakis, aynı zamanda da zühd kılıcıyla insanın doğal eğilimlerini ve var oluşsal içgüdülerini tı­raşlamak ve koparıp atmaktır.
Her milletin tarihi, o milletin var oluşsal şahsiyet ini yaratır.
lnsani duygulara ne zaman saldırılsa o kadar güçlenmektedir.
Millet, varlık bulmuş olduğu sırada var oluşunu kazanmaz.
Millet, ortaya çıktığı sırada varlık bulmaz. Aksine, varlığı ölüm tehdidiyle karşılaştığında ortaya çıkar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir