İçeriğe geç

Çin Felsefesi Tarihi Kitap Alıntıları – Fung Yu-Lan

Fung Yu-Lan kitaplarından Çin Felsefesi Tarihi kitap alıntıları sizlerle…

Çin Felsefesi Tarihi Kitap Alıntıları

Chuang Chou, muhtemelen ilk dönem Taocuların en büyüğüdür. Bugünkü Shantung ve Honan eyaletleri arasındaki sınırda bulunan küçük Meng devletinde doğması, burada bir keşiş hayatı yaşaması, fikirlerinden ve yazılarından dolayı meşhur olması dışında hayatı hakkında az şey biliyoruz. Adını işiten Ch’n’un Kralı Wei’nin, başbakanı yapmayı vaat ederek, devletine davet etmek maksadıyla hediyelerle birlikte elçiler gönderdiği söylenir. Ancak Chuang Tzu, yalnızca güldü ve onlara şöyle dedi: git, beni kirletme Ben, kendi özgür irademin hazzını tercih ederim
Lao-tzuda şunu okuruz: Bu dünyada,
ne kadar çok sınırlamalar ve yasaklamalar olursa, o kadar çok fakir insan olacaktır. İnsanlar ne kadar keskin silahlara sahip olurlarsa, bu ülke o kadar çok karışacaktır. Ne kadar çok kurnaz esnaf olursa, o kadar hilekar planlar ortaya çıkacaktır. Ne kadar çok yasa yürürlüğe konulursa, o kadar çok hırsız ve eşkıya olacaktır ” (LT, Bölüm 27).
Lao Tzu, bizi uyarır: Ebediyeti bilmemek ve körü körüne davranmak, fenalığa doğru gitmektir (a.g.y). Tabiatın yasaları bilinmeli ve eylemler ona uygun olarak yerine getirilmelidir. Lao Tzu tarafından
bu, aydınlanmayı uygulama olarak isimlendirilir. Aydınlanmayı uygulayan insan için genel kural şudur; eğer herhangi bir şeyi başarmak istiyorsa, onun zıttı ile başlar ve eğer bir şey elde etmek istiyorsa, onda onun zıttı bir şeyi kabul edersin. Eğer güçlü olunmak isteniyorsa, zayıf olduğuna dair bir hisle başlanmalıdır. Eğer kapitalizm muhafaza edilmek isteniyorsa, onda sosyalizmin bazı unsurları kabul edilmelidir.
Bu yüzden, İsimler Okulu’nun felsefecileri bizatihi isimler hakkında düşünmeye başladıklarında, bu düşünce büyük bir gelişme gösterdi. İsimler hakkında düşünmek, düşünme hakkında düşünmektir. Bu, düşünce hakkında düşünmektir ve bu yüzden de, daha yüksek bir düzey üzerinde düşünmektir.
Gökler, yer kadar düşüktür; dağlar, bataklıklarla aynı seviyededir. Bu da, yüksek ve aşağının yalnızca izafi olduklarını ifade ederler. Gün ortasındaki güneş, zeval bulan güneştir; doğan varlık ölen varlıktır. Bu, gerçek dünyadaki her şeyin değişebilen ve değişiyor olduğunu ifade eder.
Burada Nehrin Ruhu, Denizin Ruhuyla karşılaştı ve ilk kez, mevcut haliyle büyük olan nehrinin, gerçekte denizle karşılaştırıldığında küçük olduğunun farkına vardı. Ancak, tam bir saygıyla Denizin Ruhu ile konuştuğunda, Deniz Ruhu, kendisinin, Gök ve Yer ile ilişkisinde, büyük bir ambardaki tek bir tohumdan başka bir şey olmadığını söyleyerek cevap verdi. Bundan dolayı onun, büyük olmadığı değil, yalnızca küçük olduğu söylenir. Bunun üzerine Nehir Ruhu, Deniz Ruhuna: Öyleyse, Göğün ve Yerin fevkalade büyük ve bir saç telinin fevkalade küçük olduğunu söylerken haklı mıydın? Bunu Deniz Ruhu: İnsanların bildikleri, bilmediklerinden azdır. Onların canlı olarak var oldukları zaman, canlı olmadıkları zamandan daha azdır Bir saç telinin küçüklüğünün aşırılığını; Gök ve Yerin aşırı büyüklüğünü nasıl bilebiliriz? diye cevapladı. Sonra o, en küçüğü hiçbir şekli olmayan ve en büyüğü, (başka bir şey) tarafından kuşatılamayan şey olarak tarif etmeye devam etti. Fevkalade büyük ve fevkalade küçüğün bu tanımı, Hui Shih tarafından verilene benzer ( CT, Bölüm 17).
Göğün ve Yerin şeylerin en büyüğü ve saç telinin en küçüğü olduğunu söylemek, gerçek hakkında iddialar yani, shih ileri sürmektir. Bu iddialar, gerçekliklerin yani, mingin isimleri hakkında hiçbir çözümleme yapmaz. Bu iki önerme, sentetik önermeler diye isimlendirilen şeylerdir ve her ikisi de yanlış olabilir. Onların temeli, tecrübedir; bu yüzden onların hakikati, yalnızca olumsaldır, zorunlu değildir. Tecrübede, büyük ve küçük olan şeylerin hepsi, aynı şekilde izafidir. Yine Chuang Tzu ‘yu iktibas edecek olursak: Eğer bir şeyi büyük diye isimlendirirsek, bunun sebebi onun başka bir şeyden büyük olmasıdır. Öyleyse, dünyada büyük olmayan hiçbir şey yoktur. Eğer bir şeyi, küçük diye isimlendiriyorsak, bunun sebebi onun başka bir şeyden küçük olmasıdır. Öyleyse dünyada küçük olmayan hiçbir şey yoktur. Gerçek tecrübe vasıtasıyla neyin en büyük ve neyin en küçük olduğuna karar veremeyiz. Ancak, tecrübeden bağımsız olarak kendisinin ötesinde hiçbir şeye sahip olmayanın en büyük ve kendi içinde hiçbir şeye sahip olmayanın en küçük olduğunu söyleyebiliriz. Bu şekilde tanımlanan en büyük ve en küçük , mutlak ve değişmeyen kavramlardır. Bu şekilde, isimleri Büyük İsimler ve Küçük İsimler i çözümleyerek Hui Shih, mutlak ve değişmeyen kavramlara ulaştı. Buanlayış bakış açısından Hui Shih, gerçek somut şeylerin nitelikleri ve farklılıklarının hepsinin, nispi ve değişmeye maruz olduklarını anladı. Hui Shih’in bu konumunu anladığımızda, Chuang-tzu tarafından haber verilen onun noktalar dizisinin, genel olarak paradokslar olarak kabul edilse de, gerçekte asla paradoksal olmadıklarını görürüz. Birincisi hariç onlar, şeylerin izafiliğinin tasvirleri ve bir izafet teorisi olarak isimlendirilebilecek olan şeyin ifadeleridir.
Hui Shih ve Kung-sun Lung, İsimler Okulu’ndaki iki eğilimi temsil ederler; biri gerçek şeylerin izafiliğini diğeri ise, isimlerin mutlaklığını vurgulamaktaydı. Bir kimse gerçekliklerle ilişkilerinde isimleri çözümlemeye başladığında bu aşikar hale gelir. Gelin şu Bu, masadır basit önermesine ele alalım. Buradaki bu daimi olmayan ve gelip geçici olan somut gerçekliğe gönderme yapar. Ancak, masa kelimesi, değişmeyen ve her zaman olduğu gibi kalan soyut bir kategoriye ya da isme gönderme yapar. İsim mutlak, fakat gerçeklik izafidir. Bu yüzden, güzellik mutlak olarak güzel olan bir şeyin ismidir; ancak güzel bir şey , yalnızca izafi olarak böyledir. Hui Shih, gerçek şeylerin değişebilir ve izafi olduğunu; oysa Kung-sun Lung, isimlerin
daimi ve mutlak oldukları gerçeğini vurgular.
Bir insan bir şey yetiştirdiğinde, bir yandan onun için bir şey yapmalı, öte yandan da asla, onun büyümesine yardım etmemeli.
orta yol, daha önceki Taoculara göre, insan dünyasından gelen zararlara karşı bir kimsenin hayatını korumak için en iyi yoldur. Eğer bir insanın davranışı, toplumun onu cezalandıracağı kadar kötüyse, bu açıkça onun hayatını koruyacak yol değildir. Ancak eğer bir insanın davranışı, mükemmel bir şöhret elde edecek kadar iyi ise, bu da onun hayatını koruyacak yol değildir.
Bizim hayatımız, bizim sahip olduğumuzdur ve onun bize faydası, çok büyüktür. Bu faydanın derecesine gelince, İmparator olmak onuru bile, onunla karşılaştırılamaz. Onun önemine gelince, bu dünyaya sahip olmanın sağlayacağı zenginlik bile, onunla değiştirilemez. Güvenliğine gelince, tek bir sabah kaybedecek olsak, bir daha asla bu sabahı geri getiremezdik. Bunlaı; anlayış sahibi olan kimselerin, haklarında dikkatli olması gereken üç noktadır (LC, 1, 3). Bu paragraf, bir kimsenin niçin eşyayı küçümsediği ve hayata değer verdiğini açıklar. Bir imparatorluk kaybedildiğinde bile bir gün yeniden elde edilebilir; ancak insan öldüğünde, bir daha asla yeniden yaşayamaz.
Mencius şöyle der: Yang Chu’nun ilkesi: ‘Herkes kendisi için’dir. Tek bir tel saç kopartarak bütün dünyaya faydalı olabilse de, insan bunu yapmaz (M, Vlla, 26). Lüshih Ch’un-ch’iu (İÖ. 3. yüzyıl) şöyle der: Yang Sheng, nefse değer verirdi (LC, XVII, 7). Han-fei-tzu (3. yüzyıl) şöyle der: Siyaseti, tehlikeli olan bir şehre girmemek, askerde kalmamak olan bir adam vardı. Bütün dünyanın büyük menfaati karşılığında bile olsa, baldırından bir kıl vermezdi O, eşyayı hor görür ve hayata değer verirdi (HFT, Bölüm 50). Ve Huai-nan-tzu (İÖ. 2. yüzyıl) da şöyle der: Hayatı korumak ve onda sahih olanı muhafaza etmek, şeylerin bir kimsenin başını derde sokmasına izin vermemek: Bu, Yang Chu’nun tespit ettiği şeydir
Kısaca, Konfüçyüs kadim medeniyeti meşrulaştırırken iken Mo Tzu, bu medeniyeti eleştirdi. Mo Tzu, militan bir hatip iken Konfüçyüs, kibar bir beyefendiydi. Mo Tzu’nun ana hedefi, hem geleneksel kurumlara ve uygulamalara ve Konfüçyüs’ün teorilerine karşı çıkmaktı.
Konfüçyüsçü Seçmeler’ de bir paragraf vardır: Chung Kung, jenin anlamını sorduğunda üstat şöyle dedi: ‘ kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkalarına yapma ‘ (KS, XII, 2). Yine, Seçmefer’de Konfüçyüs’ün şöyle dediği nakledilir: fen insanı, kendisini muhafaza etmek isterken başkalarını muhafaza eden ve kendisini geliştirmek isterken başkalarını geliştiren kimsedir. Bir kimsenin kendi beninden hareketle başkalarına yönelik davranışa bir benzerlik çıkarabilmesi; bu jeni uygulama yolu olarak isimlendirilebilir
Bu yüzden, jenin uygulanması, başkalarını dikkate alarak olur. Kendisini muhafaza etmek isteyen kimse başkalarını muhafaza eder; kendisini geliştirmek isteyen bir kimse başkalarını geliştirir. Bir başka ifadeyle: kendin için istediğin şeyi başkalarına yap. Bu, Konfüçyüs tarafından chung ya da başkalarına insaflı olma diye isimlendirdiği uygulamanın olumlu yönüdür. Konfüçyüs tarafından shu ya da özgecilik diye isimlendirdiği olumsuz yön ise: Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkalarına yapma dır. Bir bütün olarak uygulama,
jeni uygulama yolu olan chung ve shu ilkesi olarak isimlendirilir.
Bireylerin erdemleriyle ilgili olarak Konfüçyüs, insanseverliği ve adaleti, özellikle de birincisini vurguladı. Adalet (yi), bir durumun gerekliliği anlamına gelir. O, kategorik bir emirdir. Bu emirler, toplumdaki herkesin, yapması ve bizatihi kendilerinden dolayı yapılması gereken
şeylerdir. Çünkü bunlar, ahlaki olarak yapılacak doğru şeylerdir. Ancak kişi eğer, bu emirleri ahlaki olmayan sebeplerle yaparsa, o zaman yapılması gerekeni yapsa bile, onun eylemi artık, erdemli bir davranış değildir. Konfüçyüs ve daha sonraki Konfüçyüsçüler tarafından sık sık kötülenen bir kelimeyi kullanacak olursak, o zaman o, kar için böyle davranmaktadır. Yi (erdem) ve fi (kar), Konfüçyüsçülükte birbirine tamamen zıt terimlerdir. Konfüçyüs şöyle der: Üstün insan, yi’yi anlar; küçük insan, fi’yi (KS, iV, 16). Daha sonraki Konfüçyüsçülerin yi ve fi arasındaki ayırım dedikleri şey burada yatmaktadır. Bu, Konfüsyüsçülerin ahlaki eğitim hususunda azami derecede önemli olduğunu kabul ettikleri bir ayırımdır.
Kulübemi, insan meskun bir alana inşa ederim,
Ancak yanımda burada, atın ya da faytonun hiçbir sesi çıkmaz,
Bunun nasıl mümkün olduğunu biliyor musun?
Uzak olan bir kalp, etrafında bir sahra yaratır.
Doğu çitinin altında kasımpatıları toplarım,
Sonra uzak yaz tepelerine uzun uzun bakarım.
Dağ havası, günün karanlığında tazedir;
Uçan kuşlar, ikişer ikişer geri dönerler,
Bu şeylerde, derin bir anlam vardır;
Ancak biz onu ifade ettiğimizde, aniden kelimeler bize yetersiz gelir.

Bu, en iyi şekliyle, Taoculuktur.

Taoculuk ve Kofüçyüscülük, çiftçilerin hayatlarının farklı yönlerinin fark edilmesi ve ifade edilmesi oldukları için birbirlerinden farklıdırlar. Çiftçiler, yaşamları bakımından basit, düşünceleri bakımından da masumdurlar. Bazı şeyleri bu bakış açısından gören Taocular, ilkel toplumun basitliğini idealleştirdiler ve medeniyeti mahkum ettiler. Aynı zamanda, çocukların masumluğunu/basitliğini idealleştirdiler ve bilgiyi, hakir gördüler. Lao-tzuda şöyle denilir: İzin verin, birkaç sakiniyle küçük bir ülkemiz olsun İnsanlar, düğümlenmiş iplerin kullanımına dönsün [arşivleri korumak için]. İzin verin onlar, tatlı yiyeceklerini, güzel elbiselerini, rahat evlerini, zevkli kırsal görevlerini sürdürsünler. Komşuluk durumu, horozların ötüşü ve köpeklerin havlaması duyulacak kadar yakın olsun. Ancak insanlar, hiçbir zaman böyle bir yerde
olmaksızın yaşlanır ve ölürler (LT, Bölüm 80). Bu, bir çiftçinin ülkesinin pastoral bir resmi değil midir?
Hem tabiat hem de beşeri alandaki herhangi bir şeyin gelişimi onu, aşırı bir uca getirdiğinde, öbür aşırı uca bir geri döndürme meydana gelir; yani, Hegel’in bir ifadesini ödünç alacak olursak, her şey, kendi olumsuzunu içerir. Bu, Lao Tzu’nun ve aynı zamanda, Konfüçyüs tarafından yorumlandığı şekliyle I-Ching Değişimler Kitabı’nın ana tezlerinden biridir. Şüphesiz o, güneşin, ayın ve çiftçilerin kendi işlerini yerine getirmek için hususi bir ehemmiyet vermek zorunda oldukları dört mevsimin ardarda gelişi tarafından ilham edilmiştir. I- Ching – Değişimler Kitabı’nın eklerinde şöyle denilir: Soğuk gittiğinde, sıcak gelir ve sıcak geldiğinde soğuk gider (DK, Ekler III). Yine: Güneş meridyenlerine ulaştığında, inişe geçer ve ay, dolunay haline geldiğinde, küçülür (DK, Ekler 1). Eklerde bu tür hareketlere, geriye dönüş olarak gönderme yapılır. Bu yüzden Ekler 1, şöyle der: Geriye dönüşte, Göğün ve Yerin zihnini görürüz. Aynı şekilde, Lao-tzu’da, şu sözleri buluruz: Tao’nun hareketi, tersine döndürmedir (LT, Bölüm 40).
Bu teorinin Çin halkı üzerinde büyük bir etkisi oldu ve uzun tarihlerinde karşılaştıkları güçlüklerin üstesinden gelmeyi başarmalarında çok katkıda bulundu. Bu teoriye inanan halk, zenginlik zamanlarında bile, ihtiyatlı; aşırı tehlike anlarında bile, umutlu olmayı sürdürdüler. Son zamanlardaki savaşta, bu anlayış Çin halkına bir tür psikolojik silah sağladı. Öyle ki, en karanlık döneminde bile, insanların çoğu şu deyimde ifade edilen umutla yaşadılar: Şafak, en kısa zamanda doğacak. Bu inanma iradesi dir ki, Çin halkının, savaşa tahammül etmesine yardım etti.
Çin felsefecilerinin toplumsal ve ekonomik düşüncesinde, kök ve dal diye isimlendirdikleri şey arasında bir ayırım vardır. Kök ”, tarıma ve dal ”, ticarete gönderme yapar. Bunun sebebi, ticaretin yalnızca değiş-tokuşla ilgili olmasına rağmen, tarımın üretimle ilgili olmasıdır. Bir kimse, değiş-tokuştan önce, ürünü sahip olması gerekir. Bir tarım ülkesinde ziraat, üretimin ana şeklidir ve bu yüzden de Çin tarihi boyunca, toplumsal ve ekonomik teoriler ve siyasetlerin tamamı, kökü, vurgulamaya ve dala önem vermemeye çalıştılar.
Bu yüzden de, dalla ilgilenen insanlar yani tüccarlar, hor görülürlerdi. Onlar, geleneksel dört sınıfın sonuncusu ve en düşük olanıdır. İlk üçü ise, bilim adamları, çiftçiler ve sanatçılardır. Bilim adamları genellikle, toprak sahipleridir; çiftçiler, fiili olarak toprağı işleyenlerdir. Bunlar, Çin’ deki saygıdeğer iki iştir. Çalışma ve çiftçilik geleneğine sahip bir aile olmak, övünülecek bir şeydi.
Bu yüzden, büyük ve küçük arasında fark olsa da, onların mutluluğu aynıdır.
Daha çok bilgi kazandıklarında, tabiatlarını daha çok kaybederler.
Yalnızca taklitçiler bilgiye sahiptir.
Platon bir Platon; Chuang Tzu bir Chuang Tzu olarak doğdu. Onların zekası, bir ejderin şekli ya da bir Anka kuşunun özellikleri kadar doğaldır. Bir şeyin olabileceği kadar onlar, basit ve ilkel dirler. Onlar Devlet’i ya da Mutlu Gezinti yi yazarken yanlış yapmıyorlardı, çünkü böyle yaparken yalnızca kendi doğalarını takip ediyorlardı.
İyi bir binici, atının yeteneğinin tamamını kullanmasına izin verir. Bunu böyle yapmanın yolu, ona özgürlük vermektir
İnsan sadece zamanının hikmetine, şartların zorunluluğuna güvenir. Dünyanın kendisini muhafaza etmesine, bakmasına izin verir. Hepsi bu kadar.
Şimdi canlı iken, geçmiş ölüdür. Eğer bir kimse canlıyı ölü ile birlikte ele almaya çalışırsa, kesinlikle başarısız olacaktır.
Önceki kralların kurumları kendi zamanlarının ihtiyaçlarını karşılama hizmeti gördü. Ancak zaman değiştiğinde eğer var olmaya devam edeceklerse, halk için bir gulyabani haline gelir ve suni olmaya başlarlar.
Tek dünyanın, tek yönetimin, tek tarihin ve tek düşünce yolunun olduğundan emin olmak istiyordu.
Bütün dünya, uzak ve yakın, büyük ve küçük, bir gibidir.
Gök ve insan arasındaki ilişki o kadar yakın ve doğrudandır ki, bu yüzden Tung beşeri yönetimdeki bütün haksızlıkların, doğal dünyada anormal fenomenlerin tezahürü ile sonuçlanması gerektiğini ileri sürer.
İyilik, tabiatın devamıdır, onun bir tersine çevrilmesi değildir.
Eğer medeniyet ve kültür olmasaydı dünya, bitirilmemiş bir çalışma gibi olurdu ve bizatihi evren noksanlığa maruz kalırdı.
Evren içinde Yin ve Yang esirleri vardır. İnsan, balığın sürekli olarak suya dalmış olması gibi sürekli olarak onlara dalmıştır. Yin ve Yang esirleri ile su arasındaki fark, esirin görünmez olmasına rağmen, suyun görünür olmasıdır.
Mencius bir gün, insanları öldürmekten zevk almayanlar dünyayı birleştirebilir demişti. Yüzyıllar sonra Çin’in tamamını birleştiren Ch’in devleti olduğu için o, hatalıymış gibi görünmektedir.
Tarih asla kendisini tekrar etmez denilir, ancak aynı zamanda güneş altında yeni olan hiçbir şey yoktur da denilir. Muhtemelen bütün hakikat, bu iki ifadenin birleşimindedir.
Bu yüzden, üstün insan, her şey sükûnet halinde olduğunda tehlikeyi unutmayan insandır.
Göğün en yüce erdemi, üretmektir.
Eylemde bulunmamak dünyayı kullanma yoludur; eylemde bulunmak dünya tarafından kullanılmanın yoludur.
Bir ülkeyi yöneten çoğunluğu kullanır ve azınlığı ihmal eder
Bundan dolayı insanın kurtuluşu, yeni bir şey yaratmaktan değil, daha önce var olana dönmekten ibarettir.
Ayinler, insanın hayatını ve ölümünü ela almaya dair dikkattir
Din ve şiir, her ikisi de insanın hayal gücünün ifadeleridir.
Onlar doğanın lütufları değil fakat, ruhun başarılarıdır.
Büyük tartışma sözleri gerektirmez.
Daha az zararı seçmek, zararı seçmek değil, faydayı seçmektir
Onlar, hiçbir bilgiye sahip olmayanlardır, hiçbir bilgiye sahip olmayan değildirler.
‘Eğer Sonsuzla bir haline geldiysen, kişisel olarak sevdiğin ve sevmediğin şeylere sahip değilsin ‘
Pratik bakış açısından felsefe, faydasızdır, fakat çok faydalı bir bakış açısı verir.
her şeyi aynı derecede sev, Gök ve Yer bir bedendir.
ölü bir çocuktan daha yaşlı kimse yoktur.
“Bu dünyada, ne kadar çok sınırlamalar ve yasaklamalar olursa, o kadar çok fakir insan olacaktır. İnsanlar ne kadar keskin silahlara sahip olurlarsa, bu ülke o kadar çok karışacaktır. Ne kadar çok yasa yürürlüğe konursa, o kadar çok hırsız ve eşkıya olacaktır.”
Varlık birdir; iki ve üç ise çokluğun başlangıcıdır.
Adlandırılamayan, Göğün ve Yeryüzünün kökenidir; isimlendirilebilir bütün her şeyin anasıdır.
Ancak çoğu insan, yalnızca şekiller ve özellikler içinde yatan şeye, yani gerçek dünyaya göre düşünür.
Bir sınırdan geçerken, sınır muhafızının ona; Atların geçmesine izin verilmez , dediği rivayet edilir. Kung-sun Lung ona: Benim atım beyaz ve beyaz bir at, at değildir diye cevap verir ve atıyla geçip gider.
Eğer bir kimse, ahşap bir masa yaparsa, ahşabın bakış açısından, o yok olmadır, ancak masanın bakış açısından o inşadır.
Öyle ki, mümkün ve imkânsız olarak kabul edilen, günden güne değişti.
Eğer bir kimse, Göğü bilirse, o yalnızca toplumun bir vatandaşı değil fakat aynı zamanda, Göğün de bir vatandaşıdır.
İnsanın ahlâki ilkeleri, aynı zamanda evrenin metafiziksel ilkeleridir ve insanın doğası, bu ilkelerin sembolüdür.
İsim, gerçek menfaatin gölgesinden başka bir şey değildir.
Nitekim münzeviler, kişisel saflıklarını muhafaza etmeyi arzulayan fertlerdir.
Herkes başkalarının şehirlerini, kendi şehirleri gibi kabul ettiğinde, öteki şehirleri kim ele geçirecektir? Herkes, başkalarının evlerini kendi evleri gibi kabul ettiğinde, bu başkalarının evlerine kim dokunacaktır. Başkaları, kendimiz gibi kabul edilecektir.
Başkalarını eleştiren herkes, eleştirdiğinin yerine bir şey koymak zorundadır. Bu yüzden ben şöyle diyorum: Her şeyi kuşatmayı, ayırım yapmanın yerine koy
Herkes kendi içinde davranışı doğru ölçüye sahiptir ve onu herhangi bir zamanda kullanabilir.
Uzak olan bir kalp, etrafında bir sahra yaratır.
Onlara göre, tabiata has olan, beşeri mutluluğun kaynağıdır; insani olan ise, bütün beşeri acıların köküdür.
Çünkü, çok şeye sahip olma ve abartmayla bir kimse, istediğinin zıttını elde etme tehlikesini göze almış olur.
Açıklık değil de anlamlılık, ister şiir, ister resim isterse başka bir şey olsun Çin sanatının idealidir.
Onunla felsefe yalnızca, beşeri anlayışa arz edilen bir düşünceler modeli değil; fakat felsefecilerin davranışında içkin bir ahlâki kurallar sistemidir; aşırı durumlarda, felsefenin onun biyografisi olduğu bile söylenebilir.
Felsefe, yalnızca ‘bilinecek’ bir şey değil fakat aynı zamanda, ‘tecrübe edilecek’ bir şeydir.
İnsanın dindar olması zorunlu değildir; ancak onun filozof olması zorunludur.
İnsanın felsefe sayesinde ulaştığı yüce değerler, din sayesinde elde edilenlerden daha saftır.
Çinliler felsefede, mevcut gerçek dünyanın ötesinde olan şeye yönelik arzularını tatmin ettiler.
Eğer, mevcut gerçek dünyanın ötesinde olan bir şeye yönelik şiddetli arzu, insanlığın doğasında var olan isteklerden biri değilse, niçin insanların çoğu için dini düşünceler ve eylemler, hayatın en önemli ve en ilginç kısmını teşkil eder?
Aydın Çinli için, Budist felsefe, Budist dinden daha dikkate değerdir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir