İçeriğe geç

Okuyucularla Kitap Alıntıları – Cahit Zarifoğlu

Cahit Zarifoğlu kitaplarından Okuyucularla kitap alıntıları sizlerle…

Okuyucularla Kitap Alıntıları

Okuyorsanız eğer, hakkını verin.
Anlıyorum ki şairin kendi şiirini anlamaya ve anlatmaya kalkması, o şiir için yapılacak yardımların en kötüsü.
Geldiğiniz ustalık düzeyine şairliğin ağır yüklerini yollarda bırakarak gelmiş gibisiniz, böyle de söylenebilir. Şiirinizde bir uyuşukluk ve tembellik var. Nabzı normalin altında atıyor bu şiirlerin. Kızarmış bir sobanın yanında genişlemiş damarlardaki baygın kanla yazılmışa benziyorlar.
Yazarın en büyük tuzağı kalemdir. Emin olun ki kalem geçiştirmek ister. Kağıdın üzerine çıkanlarla henüz o sıcak temas halindeyken fark edemeyiz, ama zaman geçince aldatıldığımızı anlarız. Bilmem, belki de sanat eseri bu yüzden bitmiyor.
Belirli edep tavırlarının dışına çıktığımız takdirde birbirimizi anlamamızın, sevmemizin ya da aynı safta duruşumuzun bir anlamı kalmaz.
Kendi doğrumuzu başkalarının yaşamayışı bizi böylesine kuru bir öfkeye kaptırmamalı.
Batıdan alınma kalıplarla az çok yerli içeriklerle yaptığımız sanat çalışmaları ne kadar İslâmî?
Şiiri yormuşsunuz. Şiire ve şiiriyete merhametle muamele edin.
Etrafa gülücükler dağıtarak akan, kenarında papatyalar açan o sevimli derecik olmak değil işimiz. Bazıları bir kaynaktır, biz akış olmak istiyoruz. İştiraklerle, kabararak, akarak, dekorları yıkarak.
Sanırım şiirin evi kalbtir ve kalble yazılmalıdır. Zekânın rolünü inkâr ediyor değilim. Bilakis mutlaka gereğine inanıyorum. Buradaki inceliğe dikkat etmenizi isterim. Bu şuna benzer ki İslâm’la mükellef olmak için akıl şarttır, ama iman akılla değildir.
Kendinizi şiire bırakın. Sizin için belki de şu söylenebilir: Kalemin şiire arzusu olmadığı zaman şiire oturmayın ve kalemin şiire arzulu olduğu zaman şiiri kaçırmayın.
Haydi bir şeyler daha yazayım diye kaleme sarılmayın. Beklemeyi bilin. Susayınca acıkınca nasıl anlıyorsak yazmak anını da anlarız
Şiirlerinizi kitap halinde toplamak istediğinizi yazıyorsunuz. Şiir dünyasında henüz kendinize bir yer açmamışken kitabınız henüz bir ihtiyaç haline gelmemişken kitap çıkarmaya kalkmanız zamansız bir iş.
Ah bitirdim ahımı ne çeksem sana artık
Gök azgın tavırlar yüklüyor belirgin ensemize
Ah yıkık bir taştır iz süren yalnızlığıma
Bir gülle yirmi yıldır az mı azap topladım
#NecdetCesur
#Maveradergisi
Eğer yitirmişsek gücümüzü
Bıraktığımız gibi değilsek
El kapıları bu hale koydu
Bizi.
El kapılarında sızı
Durmuşluğumuzun
Unutulmuşluğumuzun
El kapıları büyük
El kapıları sağır
Bir dilim ekmek uğruna anladık
Hiçliğimizi
El kapılarının ardında yitirdik
Gençliğimizi.
#NecdetGöl
#Maveradergisi
Hayret senin sevgine! Yazık aşkına yazık!
Ben sana vuslat derim, sen ayrılık istersin.
#ZekeriyeErdim
Kalbinizi ve sesinizi yumuşatın.
#CahitZarifoğlu
Sana dost olduğum için
Seni benden çok sevdiğim için
Ey yar seni senin için terk ediyorum.
#HasanAlper
#Maveradergisi
Çünkü hicret etmeden hicret anlaşılmaz, ancak sonu gelmez bir yoruma dalınır.
İran ve Pakistan’da iki milyon civarında Afganistanlı göçmen bulunuyor. Demek ki, iki milyon da hicret hikayesi.. Bu kadar çok olması ne kadar garip. Ve korkunç. Zira bu kadar çok olması onların ayrı ayrı değerli, önemli ve anlamlı olmasını engellemiyor. Her birinin, kadın ve çocuklarıyla, o ilk kararın verilişiyle o hicret şartının doğuşu ve asırlık yurdun dedelerden kalma hatıraların terk edilmesine dair kararın verilişiyle ilgili sayısız teferruatı, her birinin irili ufaklı kahramanları ve iki milyon insanın ebediyen çiğnenmeyecek ve silinmeyecek ayak izleri var.
Bugün ise, farkındayım, yazıyorum ama hep yoldan çıkan bir araba gibi. Uyuyan, uyuklayan şoförlerin arabaları gibi. Birden yolun dışına doğru gider, şoför farkındadır ama müdahale etmez, çooook tatlı bir boşvermişlikle yolun dışına doğru yalpalar, haydi hooop biraz toparlar, ama yine
Etkilen ama yeni olmayı da bil. Aksi takdirde etkilendiğin var sen yoksun.
Aşk şiirleri yazın çocuklar, aşk şiirleri yazın. Ve şiirleri aşkla yazın.
Kendi nefsim de işitsin, berrak bir suya bakar gibi bakalım şiire..
Ateşe hakiki bir çay koyalım.
Şehri unutanlardan olalım.
“Kalbinizi yumuşatın ama iradeniz sert olsun.”
Yumurtadan çıkar çıkmaz yem gagalamaya başlayan civciv gibi,bizlerin de gözleri açılır açılmaz rotaya girmeye,yapayliklardan kaçmaya,zamanı son kırıntısına kadar değerlendirmeye,gevezeliklerden, günahlardan, gösterişten, kabalık ve katılıklardan kaçınmaya mecburiyetimiz vardır.
Sanırım şiirin evi kalptir ve kalple yazılmalıdır.
Şartlarımız bize sanatkar olmak yanında,meslegimizde ilerlemiş olmayı, dosdoğru inanmış olmayı, dünyanın nereye götürüldüğünü bilmeyi, yeryüzünü toprağı diye kabul ettiğimiz İslam milletinin bilinçli bir ferdi olduğumuzu hiç unutmamayi gittikçe mücadelenin içlerine ilerlemek azmini beslemeyi gerektiriyor.
Allah’ım!
Yol boyunca bırakma elimi
Düşerim sonra..
Evinizde, giyiminizde, mektubunuzda, işinizde, sözünüzde, namazınızda, duanızda, secdenizde, orucunuzda, insanlara ve hayvanlara muamelenizde hep güzel olun.
Bak arkadaş, dedim, sana bir sır, ölü sezon yoktur. Bütün mevsimler, bütün güneşler, bütün vakitler diridir. Dirilik insana ve onun zamanı, çalışarak canlı tutmasına bağlıdır.
Kalbi saran üzüntü, şiiri bir anda basit ve ucuz ifadelere götürecektir.
Çöküyorlar ya da geri dönüyorlar. Bizse biraz yana kayıp ilerlemelerini istiyoruz.
Kalemin şiire arzusu olmadığı zaman şiire oturmayın ve kalemin şiire arzulu olduğu zaman şiiri kaçırmayın.
Elinizden çıkmış bazı satırlar size kendini şiir diye kabul ettirmeye çalışıyor da bile bile oyuna geliyorsanız, onlardan vazgeçemiyorsanız, bilin ki şairliğinizin nefsaniyet yüzdesi fazla.
Anlıyorum ki şairin kendi şiirini anlamaya ve anlatmaya kalkması, o şiir için yapılacak yardımların en kötüsü.
kalbinizi ve sesinizi yumuşatın.
Nerden geliyor bu tür öfke, bu diş gıcırdatmalar, bu patırtı? Çok merak ediyorum, kendinizle yıllardır nasıl bir arada oturabiliyorsunuz.
Kalbinizi ve sesinizi yumuşatın.
Sanat eseri verirken peşin peşin oturup ideolojik tavır almaya gerek yoktur. Her şeyden önce, o zaten vardır. Hayat görüşünüzle birlikte, kaderinizle birlikte vardır, işte onu, üstüne basa basa şiirinize, hikayenize giydirmeye çalışırsanız, ideolojik acele, sanatı yiyiverir.
Hakkında hiçbir şey bilmediğimiz birinin bir tek çalışmasına bakarak konuşmak doğrusu bir nevi fal bakmaya benziyor. Hem de yıkanmış bir fincanda.
Okuyucu başarılmış bir mısranın yorumunu istemez. Okuyucu şairin hatırı için değil, kendi hatırı için (nerdeyse) okur.
Şuna dikkat edin: mutlak güzelliğe az meyleden gönlünüzü kınarken, sakın gizli bir gururun eline düşmüş olmayın.
Yolladığınız çalışmalar bir nevi el sallamaksa, iliştirececeğiniz ayrıntılı bir mektup bize bu eli niçin sağladığınızı anlatacak.
Sanırım şiirin evi kalptir ve kalple yazılmalıdır. Zekanın rolünü inkar ediyor değilim. Bilakis mutlaka gereğine inanıyorum. Buradaki inceliğe dikkat etmenizi isterim. Bu şuna benzer ki, İslam’la mükellef olmak için akıl şarttır, ama iman akılla değildir.
Şairin arada bir şiirine, hatta en taze şiirlerine yabancılaşarak, uzaktan bakabilmesi, onu işleyebilmesi için gereklidir.
Etrafa gülücükler dağıtarak akan, kenarında papatyalar açan o sevimli derecik olmak değil işimiz. Bazıları bir kaynaktır, biz akış olmak istiyoruz. İştiraklerle, kabararak, akarak, dekorları yıkarak.
Kendinizi mutlaka dini temalar işleyeceğim diye kısıtlamayın, inançlarınız devletten kırlara, sokaklardan fezaya kadar her şeyi içine alamıyor, anlamlandıramıyor mu? O halde dini olacak diye neden mutlaka bazı ibadet terimleri üzerinde kenetlenip duruyor ve şiirin dünyasını daraltıyorsunuz? Önemli olan sadece o terimler değildir. Gücünüzü sadece onlardan almak yerine onların mahiyetindeki sırrı duymaya çalışarak her şeye onurlu bakın. Öylece her şey doğal olarak İslam’a bürünmüş olarak girer eserlerinize
sesinizle yazın.
Çünkü hicret etmeden hicret anlaşılmaz, ancak sonu gelmez bir yoruma dalınır.
Ne umursayan var çekilmesi yüzlerce yıl süren kılıçları ne de kendisi yalın bir kılıç gibi nerede yaradan adına bir kıvılcım varsa oraya üşüşenleri.
Kendi nefsim de işitsin, berrak bir suya bakar gibi bakalım şiire..
Aşk şiirleri yazın çocuklar, aşk şiirleri yazın. Ve şiirleri aşkla yazın.
Neticede şiire nefes alacak yer kalmıyor.
Lütfen dünyaya, eşyaya ve insana bir çocuğun merakı ve sevgisi ile bakar mısınız. Rica ediyorum.
Fakat imlâm yine bana yetmiyor.
Hep beraber itelim şu dağı.
Emin olun ovaya doğru yürüyecek!..
Tolstoy o uzun Savaş ve Barış romanını tam yedi kez baştan yeniden yazmış.
Burada yapılmaya çalışılan şey romanının üslubunu bulma çabasıdır.
Nedamet, o mücerret nedamet karakterim olmaya devam ediyor ve çocuklarım analarından süt emer gibi bunu benden sahipleniyorlar.
Durmadan dağıtıyoruz ve çocuklarım dağıtıyorlar cömertlikler yapıyorlar ama benim adıma değil.
Sahibi adına ve verirken verdiklerine sahiplenmiyorlar.
“Fakat imlâm yine bana yetmiyor.”
Bir nedamet beni kasıp kavuruyor.
Yazarken şiirin çevresine yasak çizgileri çekmeyin.
Kalbinizi ve sesinizi yumuşatın.
Verdiklerinin hepsini aldı. Ve beni denedi. Çünkü benden vazgeçmedi.
Aşk yakıyor genzimi
Ben
Çiçekleriyle bir rüzgar önünde
Öpüyorum saçlarından toprağın
Elinden kelimeler alınmış gibiyim.
Evinizde, giyiminizde, mektubunuzda, işinizde, sözünüzde, namazınızda, duanızda, secdenizde, orucunuzda, insanlara ve hayvanlara muamelenizde hep güzel olun.
mektup yollamıştım. Cevabını alamadım. Çok mu dolu, çok mu
oralarda da buralarda olamıyor gönlü.
Ultramodern bir şiir yollamışsınız. Galiba tıp öğrencisisiniz.
Mısralarınızı, arının balla doldurduğu petekler gibi, tatlı bir şeyle, şiirin kendisi ile doldurun.
ateşlerine diz çöktürülmüş kazan içinde kaynayan suya, buharı yakarak nasibini almaya mahzunca uzanan bir kepçeyim.
Düşün, ötesi zaman ve insan ağlamakta
Yüzyılların şarkısı hemen bestelenmez
Zemin kata girmeden mahviyet bağlamakta
Beş duyuyu aşmayan insana seslenemez.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir