İçeriğe geç

Kur’an Okumaları 3 – Firavun’a Gideceksin Kitap Alıntıları – Metin Karabaşoğlu

Metin Karabaşoğlu kitaplarından Kur’an Okumaları 3 – Firavun’a Gideceksin kitap alıntıları sizlerle…

Kur’an Okumaları 3 – Firavun’a Gideceksin Kitap Alıntıları

Haklı bir insan, haksızlığa tepkisinin dozajını ayarlayamayıp, duygularına, diline veya kaslarına söz geçiremeyecek surette işin içine girdiğinde, hak namına bir haksızlığa düşebilir. O yüzden, Bu, şeytanın işi oldu. Şüphesiz o, saptırıcı, apaçık bir düşmandır. der
Ortamı mazeret edinenler ortama teslim olur. Ve, ortama rağmen kalp, vicdan ve fıtratlarının sesini dinleyenlere, ortam teslim olur.
Firavun sarayında yetişen Musa, Firavun zihniyetiyle yetişen Musa olmamıştır. Kendini rab tanıyan birinin dizi dibinde büyümüş, ama Rabbini tanımıştır. Dahası rab’lik iddia eden Firavun’u da Rabbine Çağırmıştır.
İnfak zarureti aklımızda, infak duygusu kalbimizde yer etmedikçe, refah ve servet genel anlamda artsa bile esasında belli ellere akacak, birileri yine aç, yine açıkta kalacaktır.
Kim nefsinin mala olan hırsından ve cimriliğinden korunursa, işte, korktuklarından kurtulan, umduklarına erenler onlardır! (Haşr:9)
geceler ne kadar karanlık, kapılar ne kadar kapalı, kalpler ne kadar katı görünürse görünsün, yüreklerinin serin, zihinlerinin salim olması gerekir mü’minlerin. Zira kalbler de, kapılar da, geceler de O’nun elindedir.
Insan, ancak Kur’ân’a kulak vermekle kâmilen insan olur. Ve insanın Kur’ân’ı gereğince anlayacak bir kıvama kavuşması ancak oruçla mümkün olduğu için, âlemlerin Rabbi Kur’ân’ın indirildiği ayda insana orucu emretmiştir.
Madem ki cennet ne günaha çağırıcı, ne yalan, ne de boş bir sözün olduğu bir yerdir; o halde, oraya böylesi sözlerden sakınanlar, hayatını böylesi sözlerden arındırmaya çalışanlar, belki tastamam başaramasa da bu yönde bir çaba harcayanlar buyur edilecektir.
لايكلف الله نفسا إلا وسعها

Bu âyetle, şu mesajı vermektedir Rabb-ı Rahîm:
Allah hiç kimseye taşımayacağı yük yüklemez.”

Şöyle bir bakalım kendi hayatlarımıza: Yaşanan olayın Allah’tan geldiğine ve O’nun da abes ve merhametsiz iş yapmadığına, o halde bu işte de -bizim ilk anda göremediğimiz- bir rahmet ve hikmet boyutunun muhakkak mevcut olduğuna inandığımız durumlarda mı sabırsızlık gösteriyoruz? Yoksa, bu nazarla okuyamadığımız olaylarda mı?
Elbette, ilkini başarabildiğimiz ölçüde sabırlı, başaramadığımız oranda da sabırsız oluyoruz.
..lütfen biraz basiret, biraz sabır ve biraz hikmetli tavır
Düğüm böyle çözülecektir.
Rabbim! Göğsümü genişlet!

^^Tâhâ Sûresi

Nuru arayan nârdan, âhiretin izini süren dünyadan korkmamalıdır.
رب اني لما أنزلت إلى من خير فقير

Ey Rabbim! Şüphesiz ben, Senden gelecek her hayra muhtacım”

^^Kassas Sûresi

Ey Rabbim! Şüphesiz ben kendime zulmettim. Sen beni bağışla!

^^Kassas Sûresi, 16.

Velhasıl, Nemrut diyarında İbrahim, Şeddad ülkesinde Hûd, dünyevîler meclisinde İsa, Cahiliye ortamında Muhammed-i Arabî örneklerinin izinde olamıyorsak, asıl suçlu ‘ortam’ değildir. Firavun sarayında Musa olamıyorsak, bu durumun tek suçlusu Firavun değildir. Meselenin özü nefislerdir.
Ortamı mazeret edinenler ortama teslim olur. Ve, ortama rağmen kalb, vicdan ve fıtratlarının sesini dinleyenlere, ortam teslim olur.
Gelin görün ki, insanlık tarihine bilhassa peygamber kıssaları eşliğinde bakınca, suçu ‘ortam’ ve ‘zaman’a atan bütün bu tavırların boş bir mazeret ve geçersiz bir avunma olduğu ayan beyan gün yüzüne çıkar. Çünkü, insanlık tarihinin yegâne “kötü’ zamanı bu âhirzaman; yegâne ‘bozuk’ ortamı da bu ortam değildir. Hemen her peygamber, bugünü aratmayan, belki bugünü aşan ortamlarda dünyaya gelmiş; ama bugün birilerinin talep veya tavsiye ettiği üzere ‘zamana uymak’ yerine, zamanı kendilerine uydurabilmişlerdir. Ortama uymak yerine, ortamı kendi nebevî çizgilerine çekebilmişlerdir.
Elinizdeki kitabın kapağını bir daha açmamak üzere kapatabilirsiniz ; ama dünyanızı daima Kur’ân’a açık tutmayı unutmayın . Onun sayfaları arasında , her daim , şu dünyanın sahibi , şu kainatın Hâlikı , şu mevcudatın Mâlikı olan Zât-ı Zülcelâl konuşuyor . O Sâni Hakim , dünya mescidinde ve arz mektebinde , asırlar arkasında oturan taifelerin umum saflarına hitaben irad ettiği ezeli hûtbesinde , tüm zamanlara ve tüm insanlara , ama özellikle size konuşuyor.
Gerçekten’ kardeşler’ olmak istiyorsak , öncelikle’ adaletle iş görüp zulmü giderenlerden’ olmamız lazım geliyor . Haksızlık karşısında suskunluk ise hem mağdurun suskunlara karşı incinmesi , hem de haksızın haksızlığa devamına imkan vermesi suretiyle , kardeşâne bir hayat-ı içtimaiyeyi yıpratıyor ve zedeliyor .
Bilgisini elde edemediğin bir şeye nasıl sabredeceksin? (kehf ,68) Bize sabrın anahtarını veren ayet , işte budur . Zira , mefhum-u muhalifi ile ayet bize insanın ‘neye ve nasıl sabredeceğinin ‘ cevabını vermektedir .İnsan Bilgisini elde edemediği bir şeye karşı sabredemez ise, bu demektir ki , Bilgisini elde edebileceği bir şeye karşı sabreder. O halde , sabırsızlık halindeki ana problem , ilgili şeyin içyüzünden haberdar olmamak , o şeyin derûndaki bilgiden mahrum olmaktır.
Kur’ân’ da o kadar çok âyetin gösterdiği üzere, Rabb- ı Rahim ‘in insandan istediği ‘ hatasızılık’ değil, hata yaptığında bunu itiraf edebilme ve hatasından geri dönebilme mertliğidir.Kur’ân – ı Hakîm, Allah tevbe edenleri sever buyurur ; ‘evb’ kökünden türetilen ‘tevbe’ ise , kök itibariyle ‘geri dönme’ anlamına gelmektedir. Demek ki, Rabb- Rahim , kusur ve noksana her zaman açık kullarından hatasızlık ve kusursuzluk istiyor değildir . Ben kusursuzları severim mealinde bir ayet de yoktur zaten .Fakat , kusur işlese dahi kusurundan dönen , yani ‘tevbe eden’ bir kul, Allah katında sevilmektedir.
Aç kalan, açıkta kalan , dara düşen insanların rahata kavuşması, daha fazla zenginleşme ve kalkınma ile mümkün olacak değildir .İnfak zarureti aklımızda , infak duygusu kalbimize yer etmedikçe , refah ve servet genel anlamda artsa bile esasında belli ellere akacak , birileri yine aç, yine açıkta kalacaktır .Hâzır medeniyet tablosu , infaksız bir zenginliğin hiçbir yoksulluğun hiçbir sefaletin devası olamayacağını açıkça göstermektedir.
Çözüm ‘veren eller’ olabilmek , mü’ min olabilmek , münfik olabilmektir .Dolayısıyla dikkatlerin ‘refah’a veya ‘kalkınma’ ya değil , ‘infak’a yönelmesi gerekmektedir.
Kitaptan sana vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Çünkü namaz fahşâ ve münkerden (fahiş ve iğrenç şeylerden) alıkoyar. (Ankebût ,45)
Kadim firavunlar düzenleri devam etsin diye erkek çocukları boğazlayıp kadınları sağ bırakıyorken, modern fîravunluk erkekliği öldürüp dişiliği diri bırakma yolunda ilerlemektedir.
Modern zihniyet ‘anne’ rolüne ‘düşkünlük’ izafe ederken, kadının ‘dişiliğini ‘ yüceltir. ‘Anne’liğin değil, ‘dişi’liğini yüceltir .Anneliğin değil dişiliğin bir değeri vardır buna göre .Annelik ayak bağı ,dişilik özgürlüktür. Feminizmin söyleminde de bunu görürüz ; kadına dair modanın inşa ettiği imajda ve medyanın inşa ettiği dilde.
Kul iken kulluk bekleyen de zalimdir,Rabbini bırakıp kula kulluk edenlerde
Hayatlarımız, ölüm gerçeğiyle anlam kazanıyor.
Hayatın emanet olduğunu ve emaneti sahibinin rızasınca kullanmak gerektiğini ders veren ölümle yüzleşmek pek tercih edilmiyor. Onun yerine, kendimizi kandırıp ölümü görmezden gelmeye çalışıyoruz.
Hayata anlamını veren şey, ölümdür.
Çünkü hayat düz bir çizgide ilerlemez. Gün gelir, yollar çatallanır, bir yol ayrımına gelinir ve iki yoldan birini tercih gerekir, bu seçimin de bir bedeli vardır, bu bedelin ödenmesi gerekir.
İman nazarına sahip olunduğunda, nazarımıza ilişen her bir şeyden O’na giden bir iz bulmak ve önüne çıkan her küfrî sihirden biiznillah kurtulmak kesinlikle olasıdır.
Rab böyle murad etmişse abdin yapabileceği bir şey yoktur. Kullar ne önlem alırsa alsın, abdin değil, Rabbin dediği tahakkuk edecektir.
O yüzden, geceler ne kadar karanlık, kapılar ne kadar kapalı, kalbler ne kadar katı görünürse görünsün, yüreklerinin serin, zihinlerinin salim olması gerekir mü’minlerin.
Zira kalbler de, kapılar da, geceler de O’nun elindedir.
Elinizdeki kitabın kapağını bir daha açmamak üzere kapatabilirsiniz; ama dünyanızı daima Kur’ân’a açık tutmayı unutmayın. Onun sayfaları arasında, her daim, şu dünyanın sahibi konuşuyor. Tüm zamanlara ve tüm insanlara, ama özellikle size konuşuyor.
Sen hayallerin peşinden koşarken, hayatın sessizce senden aldıklarıdır kader.
Allahım kendi başıma kalsam bu yükü taşıyabilecek durumda değilim. Ama Sen üzerime böyle bir yük yüklemişsen, biliyorum ki taşıyabileceğim içindir, taşımamı sağlayacak gücü Sen zaten verdiğin içindir. Sen yüklemişsen, taşıyacağım.
Allah doğru söylediğine göre , taşıyamadığımızı düşündüğümüz veya gerçekten de taşıyamadığımız bir yük varsa hayatımızda , bu yük, onu taşıyacak takatimiz olmadığı halde omuzlarımıza konulmuş değildir. Bilakis, Allah insana taşıyamayacağı yük yüklemez ise eğer , demektir ki , bir yük üzerimize yüklenmişse üzerimize, bu o yükü taşımaya takatimiz olduğu içindir.
Allah hiç kimseye taşımayacağı yük yüklemez. (Bakara 286)

Bu âyet, hayatın akışı içinde üstümüze yüklenen yüklere, yapmamız gerektiğini hissettiğimiz vazifelere ve üstesinden gelmemiz gereken musibetlere karşı bir büyük destek ve ümit içerir insan için.

Yaşadığı boyunca musibet içerisinde, insanın altından kolayca kalkabildikleri vardır. Ama kimi musibetlerin ağırlığı, sanki hiç hafiflemeyecek gibi çöker üzerimize.
Hayatın akışı içinde, her insanın semtine muhakkak uğrayan bir gerçektir musibetler. Hepimiz, hayat boyu, irili-ufaklı yığınla musibetle karşılaşırız. Kiminin etkisi bir günde biter, kiminin ise bir ömür boyu sürer.
İnsan, oruç ile kemalini bulur , oruç ile kâmilen insan olur.
Kendisinde olanı gerçekten Ondan bilen biri, bunu verdiği sadaka ile teyid ve tasdik etmektedir. Çünkü, ancak verenin O olduğunu bilen biri, gönül rahatlığıyla ve karşılığında maddi ve manevi hiçbir menfaat beklemeksizin başkalarına verebilmektedir.
Zira, Allahın rızasına uymayan işlerde hemen şimdici olan nefis, Onun rızasına uygun işlerde ise tam bir erteleyecidir. Söz vermediğimiz, karar kılmadığımız her hayır, bu bakımdan, belki hiç yapılmamak üzere ertelenmeye mahkum kalmaktadır.
Ölümü düşünerek bir mezarlıkta dolaşmayı bir bahar ülkesinde dolaşmak kadar zevkli bulan insanlar da var aramızda.
Adını Cuma’ya dair âyetinden alan Cum’a sûresinde, mü’minlerden Cuma günü namaz için çağrıldıklarında şu iki şeyi yapmaları istenir: (1) zikrullaha, yani namaza koşmak; (2) alışverişi, yani para getiren bir işle iştigali terketmek.
Musa aleyhisselam, üzerine yüklenen risalet vazifesini hakkıyla ifa için ettiği Sadrımı(göğsümü) genişlet! İşimi kolaylaştır! Dilimdeki düğümü çöz! duası
Yâkub (a.s) :Ben keder ve üzüntümü ancak Allah’a şikayet ederim.
Bir diğer deyişle, İblis ‘mühlet duası’ yapmıştır; Âdem ise ‘bağışlanma duası’.
Ayrıştıkları en temelli nokta ise, İblis ve Âdem’in iki ayrı kul olarak bu itaatsizlik halinden sonra takındıkları tavırdır. İblis yanlışını yanlış kabul etmeyerek kendini savunma cihetine gitmiş; Âdem ise yaptığının yanlış olduğunu kabul ve itiraf etmiştir.
Rabb-ı Rahim, isterse ve hikmeti iktiza ederse, bugün şer cephesinde gözüken birini yarın imanın en büyük bayraktarlarından biri yapabilir!
. Bu büyük mucizenin ‘Mescid-i Haram’ dan Mescid-i Aksâ’ya gece yürüyüşü’ kısmı İsra sûreside, tâ Sidretü’l-Münteha’ ya, Kâb-ı Kavseyn’e kadar yükseliş kısmı ise Necm sûresinde anlatılır.
Bir bilebilsek, Rabbimiz bilir iken bizim bilmez durumda olduğumuzu. .
Yahudiler, şeriatsızlıktan dolayı sapmadılar. Tevrat’la gelen şeriat nefislerine ağır geldiği için saptılar.
Bütün ayetleri doğrudan sosyal hayata bakan bir sûrenin ismini vermemiz istense, verilmesi gereken ilk cevap, her halükãrda, Hucurât sûresi olmalıdır.
dadısı Ümmü Eymen döktüğü gözyaşlarının sebebini şu şekilde açıklar: Ben onun vefatına ağlamıyorum. Fakat ben, onunla gelen vahyin artık kesilmiş olmasına ağlıyorum.
Kur’ân’da o kadar çok âyetin gösterdiği üzere, Rabb-ı Rahım’in insanlardan istediği, ‘hatasızlık’ değil, hata yaptığında bunu itiraf edebilme ve hatasından geri dönebilme mertliğidir.
Asıl hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terketmek değil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmaktır.
Temizlenenlerden olmak ise , kirsizliği değil , bilakis üzerimizdeki kirin varlığını kabul edip ondan arınma gayretine girişmeyi gerektirir.
Demek ki, Rabb-ı Rahim, kusur ve noksana her zaman açık kullarından hatasızlık ve kusursuzluk istiyor değildir. Ben kusursuzları severim mealinde bir âyet de yoktur zaten. Fakat, kusur işlese dahi kusurundan dönen, yani tevbe eden bir kul , Allah katında sevilmektedir.
Kul olmak, kusura açık olmak demektir.
Dostluk sizin için değerliyse bunu tesisin yolu, zor zamanında dostunuz için risk almaya razı olabilmenizdir. Tam ve hakiki dostunuzu tanımak istiyorsanız, bunun da göstergesi, sizin için risk alabilme yeteneğidir.
Dahası, hangi birimiz, bir noktada yanlış akıl yürütmelerle veya nefsimize uyarak sürçmemize rağmen Mü’min kardeşlerimizin bizi dışlamayacağından, bilakis yüzümüze vurmadan ve arkamızdan da konuşmadan kendimizi toparlamamıza yardımcı olacaklarından yüzdeyüz emin haldeyiz?
Yanlış bir muhakeme yürüterek veya nefsine uyarak ayağı sürçen, tökezleyen , düşen, ama aynı zamanda kalbi ve vicdanı yaptığının yanlışlığını kabul eden, ancak hatasının bir şekilde yüzüne vurulacağı, dahası herkese ilan olunacağı endişesiyle kendini iyice harap eden bir Mü’min kardeşimize karşı nasıl davranıyoruz sahi ?
Gelecek, gelecektir
Allah’ın olmasını murad ettiği şeyi, kulların en keskin ve en zorba önlemleri bile önleyememiştir.
Geceler ne kadar karanlık, kapılar ne kadar kapalı, kalbler ne kadar katı görünürse görünsün, yüreklerinin serin, zihinlerinin salim olması gerekir Mü’minlerin.
Zira kalbler de, kapılar da , geceler de O’nun elindedir.
‘İktidar’ı kötüye kullanan herkes kötülük yapmış olur, ama ‘iktidar’ bizatihi kötü değildir.
Âlemlerin Rabbi, kadını da, erkeği de kalbine merhamet koyarak yaratmıştır; ama anne bu merhameti kolayca açığa vururken, erkek terbiye ve idare hikmetince geride durur.
Elbette, her iş olacağına varır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir