İçeriğe geç

Sefer Kitap Alıntıları – Adem Özköse

Adem Özköse kitaplarından Sefer kitap alıntıları sizlerle…

Sefer Kitap Alıntıları

İslam medeniyetine ait kadim şehirler sadece bir coğrafyadan veya taş yığınından ibaret değildir. Bu şehirler bir düşünce ve hissetme biçiminin de yansımalarıdır. Bu nedenle bize ufuk verdikleri gibi bir medeniyet zevki, yaşama kültürü de sunarlar.
Sınırsız özgürlük mü, sınırlı ve düzenli bir hayat mı?
Red Light Districh’i gördükten sonra uzun uzun özgürlük üzerine düşündüm. İslam’a göre insan sınırlarını bildikçe özgürleşirken bugünkü Batı medeniyetine göre sınırlarından kurtuldukça özgürleşiyor. Oysaki insan kendi benliğini, evini, toprağını ancak sınırlarına önem vererek koruyabilir. Sınırları aştığında rahatsız ve huzursuz olur; sınırlarına tekrar geri döndüğünde rahatlar. Sınır insan için aslında vazgeçilmez bir kalkandır. Fakat bu meselede Batı’nın ahlâki sınırsızlığına dikkat kesilip kendimizi de temize çıkaramayız.
Yeryüzündeki tüm muhteşem sanat eserlerinin temelinde mutlaka iman vardı .
Fikirsiz insan yaşayan bir ölü gibidir. Çünkü ruh ancak fikirle ayağa kalkar, fikirle kanatlanır. Hayatı şiir tadında yaşamanın tek yolu da fikri yaşamak, yaşamayı fikir bilmektir.
Tarihini bilmediğiniz bir ülke veya şehri ışıksız gezmiş olursunuz.
Ben bir Müslüman olarak özgürlük sorununun , ancak insanı tüm bağlardan kurtarıp mutlak hakikate bağlayan islamın tevhid mesajının gerçek manada anlaşılmasıyla çözülebileceğini düşünüyorum. Çünkü insan ancak tevhidle özgürleşir, özünü gür kılabilir…
Söz söylemenin, tarihe iz bırakmanın yolu ise her şeyden önce iz sürmekten geçer.
Kutsal kitabı Oku! emriyle başlayan İslam medeniyeti aslında en temelde bir ilim medeniyetidir
İnsan önce hayal ve rüyalarında seyahat eder sonra da bu hayal ve rüyalar ülkelere, şehirlere, sokaklara, farklı kültür ve insanlara dönüşür.
Seyyah aslında bir hakikat yolcusudur. Hakikatin izini sürmek için bıkmadan usanmadan yeryüzünün dört bir yanındaki işaretleri takip eden tutkulu bir yolcu .
İman yeryüzünün ruhuydu. Bu ruh yeryüzünden çekildiği günden beri ne şehirlerimizin şehre, ne binalarımızın binaya, ne de hayatlarımızın hayata benzer bir tarafı kalmıştı.
İnsanın hayatı anlamlandırabilmesi için her şeyden önce insani, vicdani ve ilahi amaçlara sahip olması gerekir…
Tevhid sönmeyen bir güneştir…
Endülüs sadece bir geçmiş değil.
Hiçbir ölünün ardından Endülüs’ün ardından ağlandığı gibi ağlanmadı. Hiçbir mezar taşı Endülüs’ün mezar taşı kadar ıslanmadı…”
Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: ya bir insan yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.
Ben bir Müslüman olarak özgürlük sorununun , ancak insanı tüm bağlardan kurtarıp mutlak hakikate bağlayan islamın tevhid mesajının gerçek manada anlaşılmasıyla çözülebileceğini düşünüyorum. Çünkü insan ancak tevhidle özgürleşir, özünü gür kılabilir…
İnsanın hayatı anlamlandırabilmesi için her şeyden önce insani, vicdani ve ilahi amaçlara sahip olması gerekir…
Tevhid sönmeyen bir güneştir…
İlminin heybetine sahip çıkmak için hep idarecilerden uzak duran İmam Buhari, Buhara valisinin bir takım taleplerini yerine getirmeyince Ehli Sünnet’e aykırı görüşlere sahip olduğu iddiasıyla karşı karşıya kaldı. Uğradığı baskılar nedeniyle Buhara’dan ayrılmak zorunda kalan İmam Buhari, Semerkand’a gitmek için çıktığı yolda Semerkand yakınlarındaki Hartenk Köyü’nde hastalanıp vefat etti.

Sibeveyhiden sonra böyle alimlerin böyle ölümü çok koymaya başladı

Müslümanların islamın ruhu ve ilkelerinden uzaklaşmalarının , aklı bilimi , hak ve adaleti terk etmelerinin , din kardeşliğini unutup kendi aralarında Arap, berberi ve İspanyol diye ayrılmalarının acılarla dolu bir sonucu …
İman yeryüzünün ruhuydu. Bu ruh çekildiği günden beri ne şehrimizin şehre , ne binalarımızın binaya , ne de hayatlarımızın hayata benzer bir tarafı kalmıştı…
“Hiçbir ölünün ardından Endülüs’ün ardından ağlandığı gibi ağlanmadı. Hiçbir mezar taşı Endülüs’ün mezar taşı kadar ıslanmadı…”
İslam medeniyetine ait kadim şehirler sadece bir coğrafyadan veya taş yığınından ibaret değildir. Bu şehirler bir düşünce ve hissetme biçiminin de yansımalarıdır. Bu nedenle bize ufuk verdikleri gibi bir medeniyet zevki, yaşama kültürü de sunarlar.
İman yeryüzünün ruhuydu. Bu ruh yeryüzünden çekildiği günden beri ne şehirlerimizin şehre, ne binalarımızın binaya, ne de hayatlarımızın hayata benzer bir tarafı kalmıştı.
“Dar düşünceli insanların her şeyi ne kadar berbat edebildiklerini gördüğümden beri ufkumu genişletmek için seyahat ediyorum”
Uzun yolculuklar aynı zamanda uzun düşüncelere dalmak için de bir fırsattır.
Fransız şair Baudelaire; Her nerede değilsem orada iyi olacakmışım gibi geliyor. der. Gerçekten de uzaklara gitmenin ilginç bir cazibesi vardır. Her şeyi arkamızda bırakıp yola koyulduğumuzda yeni bir başlangıca doğru açıldığımızı hissederiz.
Bulmak, keşfetmek için çıktığım seyahatlerde yolda olmak daha da anlamlı hale gelmeye başlamış, yollar düşünsel arayışımız güç vermişti. Dervişlerin pirlerinden Feridüddin Attar’ın dediği gibi belki de Menzili maksud yolculuğun ta kendisiydi.
Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar:
Ya bir insan bir yolculuğa çıkar
Ya da şehre bir yabancı gelir.
Bugün Müslüman toplumlar, İslam ülkeleri özgürlük noktasında hiç de iyi bir durumda değiller. Akıl ve iradelerimiz kimi zaman liderler, kimi zaman da kendilerine kutsallık atfedilen kişiler tarafından esir alınabiliyor. Ne özgürlüğü sınırsızlık olarak gören Batı ne de akıl ve iradelerini liderlere, tek adamlara veya kutsallık atfedilen kişilere teslim eden Doğu Ben bir Müslüman olarak özgürlük sorununun, ancak insanî tüm bağlardan kurtarıp Mutlak Hakikat’e bağlayan İslam’ın tevhid mesajının gerçek mânâda anlaşılmasıyla çözülebileceğini düşünüyorum. Çünkü insan ancak tevhidle özgürleşir, özünü gür kılabilir.
Dünyaya geldiğimiz andan itibaren ön yargı duvarlarının tuğlaları tek tek etrafımıza örülmeye başlanır. Bu duvarlar belli bir zaman sonra öyle yükselir ki gerçeği görmemizin önündeki en büyük engellere dönüşürler. Duvarların içindeki hayat kimi zaman toplum, kimi zaman ideolojiler, kimi zaman da grup veya partiler tarafından oluşturulmuş bir hayat olsa da, insanların çoğu böyle bir hayatı sürdürmeyi kendileri tercih ederler. Çünkü ön yargı ve taassuplar insana konforlu bir alan oluşturdukları gibi, sorgulamadan yaşamak zihinsel olarak daha az riskli ve daha az yorucudur.
Komünist Rusya yıkılınca Gürcü Müslümanları büyük bir kimlik arayışına girmişler. Fakat başta Karadeniz bölgesi olmak üzere Türkiye’den gelenlerin son derece kötü örnek olmaları Gürcü Müslümanları İslam’dan daha da uzaklaştırmış. Her şeye rağmen İslam bir şuuraltı olarak Gürcü Müslümanların benlik ve sosyal hayatlarında yaşamaya devam ediyor. Bu şuuraltındaki izleri iman ve amele dönüştürmek için aslında hâlâ imkân var.
İnsan çoğu zaman uzaklarla uğraşırken en yakınlarındakileri ihmal eder. Gürcistan’da geçirdiğim günlerde ben de sık sık bu duyguyu yaşadım. Bizler İslam dünyasının uzak ülkelerini dert edinip gündeme taşırken hemen yanı başımızdaki Gürcistan’ı, Gürcü Müslümanlarını ihmal etmişiz. Bunun neticesinde de Gürcistan’ın şehirleri sahipsiz, Müslümanları kimsesiz kalmış.
Arnavutluk âdeta Batı sınırındaki kapımız. Fakat yıllardır ihmal edilen, unutulan bir kapı Eğer başta Türkiye olmak üzere İslam dünyası Balkanların bu güzel ülkesine gereken önemi verir, yılların ihmalkârlığı yerini kardeşlik ve dayanışmaya bırakırsa Arnavutluk’un küllerinden yeniden doğması aslında hiç de zor değil.
Rönesans’la birlikte Batı’da yaratıcının yerine merkeze insan konulmuş, Rönesans öncesi insan tabiatın bir parçasıyken Rönesans sonrası tabiatın efendisi olmak gibi bir felsefi değişime uğramıştır. Batı medeniyetini ilahi olandan koparan ve insanın önüne hep daha fazla güç ve büyüme gibi bir put koyan bu anlayış insanlığın anlam dünyasına büyük bir darbe vurmuştur. Fakat Rönesans döneminin ünlü filozof ve sanatçılarının tutkulu yönleri, çalışma azimleri tüm insanlık için hâlâ çok etkileyicidir.
Batı merkezli okumaya göre akıl Rönesans’la birlikte değer görmeye başlamış, gerçek mahiyetine kavuşmuştur. Fakat bu asla doğru değildir. Çünkü Rönesans’tan yüzyıllar önce Bağdat, Kurtuba, İskenderiye ve Buhara’da Müslüman âlimler tarafından aklın önemi ile ilgili yüzlerce risale kaleme alınmış, akıl tüm yönleriyle tartışılmıştır. Müslüman alim ve filozoflar gerçeğe ulaşmak için vahiy ile birlikte aklın da önemine işaret etmiş; bu perspektif Endülüs’ten Bağdata, Afrika’dan Orta Asya’ya kadar yüzyıllarca İslam toplumlarının temel şiarı olmuştur. Yani her şeyin Rönesans’la başladığı iddiası gerçek olmaktan uzak abartılı bir propagandadır. Batı bugün İslam medeniyetinin akıl üzerine ürettiği eserleri görmezden gelerek tahakkümcü tarih anlayışı nedeniyle kendi gerçekliğini tüm insanlığın gerçeği gibi sunmaktadır.
Hive bir süre Moğolların hâkimiyeti altında kalsa da bölgenin güçlü İslâmî kültürü tıpkı Anadolu’da olduğu gibi burada da Moğolları dönüştürmüş.
Yıkıp parçalamak kolaydır. Asıl kahramanlar barışan ve inşa edenlerdir. -Mandela
Geçmişe yapılan yolculuklar çoğu zaman insana geleceğin ayak izlerini de gösterir.
İman yeryüzünün ruhuydu. Bu ruh yeryüzünden çekildiği günden beri ne şehirlerimizin şehre ne binalarımızın binaya ne de hayatlarımızın hayata benzer bir tarafı kalmıştı.
Endülüs demek aynı zamanda geniş bir ufuk demekti. Müslüman’ın kendisini asla dar ırk veya coğrafya kalıpları içine hapsedemeyeceğinin bir ihtarıydı Endülüs
İnsan önce hayal ve rüyalarında seyahat eder sonra da bu hayal ve rüyalar ülkelere, şehirlere, sokaklara, farklı kültür ve insanlara dönüşür.
Yıkıp parçalamak kolaydır.Asıl kahramanlar barışan ve inşa edenlerdir
Geçmişe yapılan yolculuklar çoğu zaman insana geleceğin ayak izlerini de gösterir.Geçmiş ile gelecek arasında bir bağ kurarken dikkat edilmesi gereken en tehlikeli tuzak ise geçmişi bir övünme veya hamaset aracına dönüştürmektir.Geçmiş veya gelenek eğer ondan aldığımız ilhamla bugünü inşa edebilirsek bir anlam kazanır.Abdulvahid el Vekil Gelenek ölmüşlerin yaşayan ruhudur. der.
Haksızlık ve adaletsizliklere neden olanlar nasıl suçluysa haksızlık ve adaletsizliklere sessiz kalanlar da bu suçun ortaklarıdır.
İman yeryüzünün ruhuydu. Bu ruh yeryüzünden çekildiği günden beri ne şehirlerimizin şehre, ne binalarımızın binaya, ne de hayatlarımızın hayata benzer bir tarafı kalmıştı.
İlminin heybetine sahip çıkmak için hep idarecilerden uzak duran İmam Buhâri
Gelenek ölmüşlerin yaşayan ruhudur. Gelenekçilik ise yaşayanların ölmüş ruhudur.
Hayatta her şey gibi aslında yollar da bizden aşk ve tutku ister
Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: ya bir insan yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.
Seyyah aslında bir hakikat yolcusudur. Hakikatin izini sürmek için bıkmadan usanmadan yeryüzünün dört bir yanındaki işaretleri takip eden tutkulu bir yolcu .
Dervişlerin pirlerinden Feriüddin Attar’in dediği gibi belki de “Menzili maksud yolculuğun ta kendisiydi”.
“Dar düşünceli insanların her şeyi ne kadar berbat edebildiklerini gördüğümden beri ufkumu genişletmek için seyahat ediyorum”.
~Malcolm X
Gezdiğim İslam şehirlerinde bizim medeniyetimizin metafizik dünya ile olan irtibatı maddeden manaya,suretten sirete doğru yol alarak kurmaya çalıştığını farketmiştim.Batı medeniyeti ise taşlar ve heykeller vasıtasıyla manayı maddeye hapsetmeye çalışıyor.
İslam’a göre insan sınırlarını bildikçe özgürleşirken bugünkü Batı medeniyetine göre sınırlarından kurtuldukça özgürleşiyor.Oysaki insan kendi benliğini,evini, toprağını ancak sınırlarına önem vererek koruyabilir. Sınırlarını aştığında rahatsız ve huzursuz olur; sınırlarına tekrar geri döndüğünde rahatlar. Sınır insan için vazgeçilmez bir kalkandır.
Geçmişe yapılan yolculuklar çoğu zaman insana geleceğin ayak izlerini de gösterir.
.
Arapça bilmek ise Hristiyanlar arasında kültürlü ve eğitimli olmak anlamına geliyordu.Kurtuba’ daki Hristiyanlar Müslümanlar gibi giyinmeye çalışırken günlük hayatta Müslümanlar gibi olmak bir özenti haline dönüşmüştü.
. hak ve adaletin yanında saf tutmak kısa vadede sıkıntı ve bedellere neden olsa da uzun vadede mutlaka kazanır.
Gelenek ölmüşlerin yaşayan ruhudur. Gelenekçilik ise yaşayanların ölmüş ruhudur.
Haksızlık ve adaletsizliklere neden olanlar nasıl suçluysa haksızlık ve adaletsizliklere karşı sessiz kalanlar da bu suçun ortaklarıdır.!
İspanya’da elçilik yaptığı yıllarda sarayı gezen Yahya Kemal Beyatlı El Hamra yazısında şöyle diyor :

Dünyanın hiçbir yerinde Allah adını bu kadar çok zikreden sütun, kemer, kubbe, tavan, kapı ve duvara sahip başka bir saray bulmak mümkün değildir.

لا غالب إلاالله

Saraydaki La Galibe İllallah yazılı olan taşlar adeta dile gelmişler ve tüm yeryüzüne
– Allah’tan başka galip yoktur – hakikatini haykırıyorlar.
Sevilla Katedralinin en ünlü yapısı bugün
çan kulesi olarak kullanılan müslümanlardan kalma minare

Yolunuz eğer bir gün buralara düşerse içinizdeki hüznü biraz olsun dağıtmak için bizim yaptığımız gibi minarede ezan okumayı sakın unutmayın.

Hiç bir ölünün ardından Endülüs’ün ardından ağlandığı kadar ağlanmadı.

Hiç bir mezar taşı Endülüs’ün mezar taşı kadar ıslanmadı.

Ali el Carim

Sefer, yepyeni bir nefes ve heyecan!

Eğer gittiğimiz yer içimizdeki merak duygusunu kışkırtıyor ve bize farklı bir bakış açısı sunuyorsa o iyi bir yolculuktur

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir