İçeriğe geç

Serpent & Dove Kitap Alıntıları – Shelby Mahurin

Shelby Mahurin kitaplarından Serpent & Dove kitap alıntıları sizlerle…

Serpent & Dove Kitap Alıntıları

Neden bu siktiğimin krallığındaki herkes karımı öldürmeye çalışıyor?
Bunun ne kadar ironik olduğunun farkındasın, değil mi? Cesarine’deki en uzun adam yükseklikten korkuyor.
Gözyaşlarımın yanaklarımdan süzülmesine engel olamadım. Nereye gidersen ben de oraya gideceğim.
Vedalar son kez görüşmek anlamına geliyordu, bizse bir gün birbirimizi tekrar görecektik. Ne zaman ve nerede olduğunu bilmememe rağmen, bundan emindim.
Onu seviyordum. Hem de çok. Böyle bir aşk sadece kalpten ve zihinden oluşan bir şey değildi. Hissedilecek ve sonunda unutulacak, insana dokunmadan dokunabilecek bir şey değildi. Hayır Bu aşk başka bir şeydi. Geri alınamaz bir şey. Ruhun bir parçasıydı.
Ölümün umutlu bir yanı yok. Ölüm, ölümdür.
Hepsi ikiyüzlü olabilirdi ama ikiyüzlülük konusunda benimle boy ölçüşemezlerdi.
Peki ya muhafızlar? diye sordu Jean Luc.
Ayağa kalkıp ellerimle minyon vücudumu işaret ettim. Gerçekten iki yetişkin erkeği bilinçsiz hale getirebileceğimi mi düşünüyorsun?
Kocamın cevabı hiç gecikmedi. Evet.
Onu seviyordum.
Hem de çok.
Böyle bir aşk sadece kalpten ve zihinden oluşan bir şey değildi.
Hissedilecek ve sonunda unutulacak, insana dokunmadan dokunabilecek bir şey değildi.
Hayır Bu aşk başka bir şeydi. Geri alınamaz bir şey.
Ruhun bir parçasıydı.
Ne – sen az önce ne dedin?
İşitme bozukluğu. Endişe verici olmaya başlamıştı.
Ne istersem onu yapacağım, Chass.
Karım olacaksın. İki adımda ona yetiştiğimde, kolunu tutmak için uzandım ama ona dokunmadan elimi geri çektim. Bu bana itaat edeceğin anlamına geliyor.
Öyle mi? Kaşlarını kaldırdı, hâlâ sırıtıyordu. Bu, beni onurlandıracak ve koruyacaksın demek oluyor sanırım. Ataerkilliğinizin üstü toz kaplı rollerine bağlı kalıyorsak diye soruyorum.
Evet.
Ellerini çırptı. Mükemmel. En azından eğlenceli olacak. Bir sürü düşmanım var.
Başpiskopos dişlerini sıktı. Bu kabul ediyorsun mu demek?
Chasseur adamın bileğini bıraktı ve bana baktı, kırmızının daha koyu bir tonu boğazını ele geçiriyordu. Sadece o da kabul ederse.
Aptallık sık sık duygusallıkla karıştırılır.
Hayır.. bu aşk başka bir şeydi.
Geri alınamaz bir şey. Ruhun bir parçasıydı.
Pişmanlık hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Ona güvenmekten başka seçeneğim yoktu. Geri dönülmez bir şekilde bağlanmıştık.
Aşk hastalıktan başka bir şey değildir.
Aşk hepimizi aptallaştırır, hayatım.
“Sen benim karımsın…”
“Evet, bundan bahsetmiştin! Karınım. Kölen ya da malın değil.”
Işık, karanlıkla bir olamaz.
Kendine iyi bak.
Sen de bakacaksan olur.
Sırf bir şey söylenebilir diye söylenmeli anlamına gelmez.
Hayatlarımız kalbimizden geçeni yansıtır.
Ortada hiçbir zaman bir seçenek olmamıştı. En azından benim için. Onu geçit töreninde o saçma takım elbise ve bıyık takmış haliyle gördüğüm andan itibaren kaderim mühürlenmişti.
Bir insan hayatı boyunca yaptığı tüm küçük seçimlerin toplamıdır.
Ölüm onu benden alamazdı. O bendi. Ruhlarımız bağlıydı. Beni istemese bile adını lanetlesem bile biz birdik.
Ölümün umutlu bir yanı yok. Ölüm, ölümdür.
Hayatlarımız kalbimizden geçeni yansıtır.
Onu seviyordum. Hem de çok. Böyle bir aşk sadece kalpten ve zihinden oluşan bir şey değildi. Hissedilecek ve sonunda unutulacak, insana dokunmadan dokunabilecek bir şey değildi. Hayır Bu aşk başka bir şeydi. Geri alınamaz bir şey. Ruhun bir parçasıydı.
Adalet bir nehir gibi ; doğruluk ise sonu gelmeyen bir akarsu gibi aksın.
Ölüm, işkenceleri arasında en nazik olanıdır; sadece onu hak edenlere verilen bir armağandır.
Seni seviyorum, Lou. Gözleri taze gözyaşlarıyla doldu. Ben hiç kimsenin bir şeyin tadını senin kadar çıkardığını görmedim. Bana yaşadığımı hissettiriyorsun. Sadece senin yanında olmak bile bağımlılık yapıyor. Bağımlılık yapıyorsun. Bir cadı olman fark etmez. Dünyayı görme biçimin Ben de öyle görmek istiyorum. Her zaman seninle olmak istiyorum, Lou. Bir daha asla senden ayrılmak istemiyorum.

Gözyaşlarının yanaklarımdan süzülmesini engel olamadım. Nereye gidersen ben de oraya gideceğim.

Çocukken dünyayı siyah beyaz görürdüm. Avcılar düşmandı. Cadılar arkadaştı. Biz iyiydik, onlar kötüydü. Arası diye bir şey yoktu. Sonra annem beni öldürmeye çalıştı ve aniden o keskin, berrak dünya milyonlarca parçaya ayrıldı. Gözyaşını sildim. Özellikle uzun boylu, bakır saçlı bir Chasseur içeri girip bu parçalardan geriye kalanları da toza dönüştürdüğünde yaşadığım sıkıntıyı tahmin edebilirsin.
Hasta hissettim. Hastadan da öte haksızlığa uğramışım gibi hissettim. Hayatım boyunca cadılardan tiksinmiştim. Onları avlamıştım. Öldürmüştüm. Şimdiyse -kaderin acımasız bir cilvesiyle- aniden onlardan biriydim.
Onu seviyordum. Hem de çok. Böyle bir aşk sadece kalpten ve zihinden oluşan bir şey değildi. Hissedilecek ve sonunda unutulacak, insana dokunmadan dokunabilecek bir şey değildi. Hayır bu aşk başka bir şeydi. Geri alınamaz bir şey. Ruhun bir parçasıydı.
Ona asla zarar vermezdim.
Kelimeler ağzımdan çıkarken taşıdıkları gerçeği fark ettim. Ansel bana söylemiş olsaydı bile, bu hiçbir şeyi değiştirmezdi. Onu kazığa bağlayamazdım. Yüzümü ellerime gömdüm. Mağlup olmuştum.
Ortada hiçbir zaman bir seçenek olmamıştı. En azından benim için. Onu geçit töreninde o saçma takım elbise ve bıyık takmış haliyle gördüğüm ilk andan itibaren kaderim mühürlenmişti.
Onu seviyordum. Her şeye rağmen. Yalanlara, ihanete, incinmeme rağmen. Başpiskopos ve Morgane le Blanc’a rağmen. Kendi kardeşlerime rağmen. O sevgiye karşılık karşılık verip vermediğini bilmiyordum ve umursamadım da.
Seni bırakmamı ya da sana sırtımı dönmemi isteme.
Sözleri her adımda bir bıçak gibi saplanıyordu.
Nereye gidersen ben de oraya gideceğim. Nerede kalırsan ben de orada kalacağım.
Seni bir daha incitmesine izin vermeyeceğim, Lou. Ben seni korurum. Her şey yoluna girecek.
Seni seviyorum, Lou.
Sen benim karım falan değilsin.
Bu küçük hareketimle öfkesi kırıldı ve önümde dizlerinin üzerine çöktü, gözleri kelimelere dökülmeyen bir duyguyla yanıyordu: Korrkuyla. Bir cankurtaran hataymış gibi ellerimi yakaladı.
Ölüm. Nereye gitsem sevdiğim herkese ve her şeye dokunarak beni izliyordu. Görünüşe göre onu atamamıştım. Saklanamamıştım. Bu kâbus asla bitmeyecekti.
‘Seni bırakmamı ya da sana sırtımı dönmemi isteme.’ Parmaklarını yavaş, eziyetli dokunuşlarla kolumdan aşağı indirdi. Başım geriye, omzuna düştü, dudakları boynuma doğru hareket etmeye devam ederken gözlerim kırpışarak kapandı. ‘Nereye gidersen ben de oraya gideceğim. Nerede kalırsan ben de orada kalacağım.’
Gözleri benimkiyle buluşarak tereddüt etti. Bana denizi hatırlatıyor seni. Günlerdir sana vermek istiyordum.
Bir şey söylemek için ağzımı açtım -ona bunun ne kadar güzel olduğunu ya da bu kadar anlamlı bir şeyi takmaktan, küçük bir parçasına her zaman yanımda taşımaktan onur duyacağımı söylemek için- ama kelimeler boğazıma takıldı. Beni heyecanla izledi.
Teşekkürler. Boğazım, yabancı bir duygu beni boğarcasına gırtlağıma yükselince titredi. Ben çok sevdim.
Doğruydu. Gerçekten de sevmiştim.
Ama onu sevdiğim kadar değil.
Kollarını belime sardı ve gerçeği kavramamla titreyerek göğsüne yaslandım.
Onu seviyordum.
Gözleri kalbimi tekleten bir samimiyetle benimkilerle buluştuğunda tereddüt etti. Bana seni verdi.
olanlar hakkında konuşmamayı tercih ederim. Henüz değil.
Hâlâ bir korkaktım.
Peki madem.
Hâlâ bir beyefendiydi.
Aynı zamanda şefkatli, özgür ruhlu ve cesursun. Saçımı kulağımın arkasına attı. Daha önce hiç senin gibi biri de tanışmadım, Lou.
Reid hâlâ bir Chasseur’dü ve ben hâlâ bir cadıydım. Aramızda ne olursa olsun, ne değişmiş olursa olsun bu, aşılmaz bir engel olarak kalacaktı. Yine de Onun sert profilini inceledim, gözlerinin tekrar tekrar bana çekilmesini.
Bu yola girmek aptalca olurdu. Bitmesinin tek bir yolu vardı. Ancak bunu bilmek, ne kalbimin onun yanında dörtnala atmasını engelleyebildi ne de içimde kıvılcımlanan umudu söndürdü. Hikâyemizin farklı bir şekilde sona erebileceği umudunu.
Eli durdu. Böyle söyleme. Sadece ruh ağrısı çekiyorsun, hepsi bu. Birkaç çöreğin düzeltemeyeceği bir şey değil.
Gözlerim aniden açıldı. Ruh ağrısı mı?
Baş ağrısı ya da karın ağrısı gibi ama çok daha kötü
Reid’le ilgili her şey tam ve kesindi, her renk ait olduğu yerdeydi. Su katılmamış bir kararlılıkla dünyayı siyah beyaz görüyordu, aradaki karmaşık kömür renklerinin hiçbirinin cefasını çekmeden. Kül ve dumanın rengi. Korku ve şüphenin.
Benim rengim.
Kutsal evlilik bağıyla bağlanmış bir cadı ve bir cadı avcısı. Böyle bir hikaye tek bir şekilde sona erebilirdi: Bir kazık ve bir kibrit. Kendime bu kadar aptal olduğum için küfrettim, bu kadar yakınlaşmama izin verdiğim için.
Sonunda bana baktığında bakışlarının gaddarlığı altında tökezledim. Senden ne istedi?
O bakışa dayanamayarak başka tarafa baktım; Estelle’den, tüm kâbus sahnesinden uzaklaştım. Bunun yerine yıldızlara baktım. Bu gece sönüklerdi, benim için parlamayı reddediyorlardı. Suçluyorlardı.
Uzun bir süre sonra kendimi ona cevap vermeye zorladım. Yanaklarıma süzülen gözyaşları parlıyordu. Ölmemi istiyordu.
Eğer bu kadın benim karım olacaksa, dedi, sert bir şekilde yutkunarak. Ona bir daha dokunmayacaksınız.
Başpiskopos dişlerini sıktı. Bu, kabul ediyorsun mu demek?
Chasseur adamın bileğini bıraktı ve bana baktı, kırmızının daha koyu bir tonu boğazına ele geçiriyordu. Sadece o da kabul ederse.
Ben Başpiskopos’un ardından içeri girerken Jean Luc’un gözlerindeki adlandıramadığım o aynı bakışların içimden geçtini hissedebiliyordum.
Yalnızca daha sonra -Soleit et Lune’ün önündeki at arabasına otururken- bir isim koyabilmiştim. Pişmanlığın keskin acısını hissetmeme izin vermiştim.
Duyduğumuz saygı bir zamanlar karşılıklıydı. Ama bu kıskançlıktan önceydi.
“Cehennemde yanmaya mahkûmsa onunla yanardım.”
“Yaşadığım onca şeyden sonra – katlandığım onca şeyden sonra- Bas yüzünden yanmayacaktım. Kimsenin kurbanı değildim. Ne geçmişte. Ne şimdi. Asla.”
Merhaba. Kendi sesimin içinde bir düzine ses konuştu; atalarımın geride kalan varlığıyla güçlendirilmiş bu kelime tuhaf ve sevimli çıkmıştı ağzımdan. Toprağın ta kendisine -havaya, ağaçlara ve suya- dönüşene kadar toprak tarafından özümsenen külleri ayaklarımın altında uğuldadı. Bedenimde uğuldadı. Gözlerim her zamankinden daha parlaktı. Cildim ay ışığında ışıldıyordu.
Endişelenme, evlat. Kadınların yöntemleri fenadır Özellikle de bir cadının. Hileleri sınır tanımaz.
“Hayatlarımız kalbimizden geçeni yansıtır.”
Büyü değmiş bir vücutta akıldan çıkmayan bir şey vardır. Çoğu insan ilk önce kokuyu fark etmişti: Çürümenin yaydığı kokuşmuşluk değil de burunlarını dolan boğucu bir tatlılık, dillerinde hissettikleri keskin bir tattı bu. Çok az kişi ise havada bir karıncalanma hissetti. Cesedin derisinde kalan aurayı. Sanki büyü hâlâ bir şekilde oradaydı, izliyor ve bekliyordu.
Canlı bir şekilde.
Bu sefer karanlığı kucakladım.
O bendi.
Sevgi, karşılığında bir şey almak için en ufak bir arzu olmaksızın her şeyi vermek, her şeyi feda etmektir.
İkiniz arasında ne oldu? Geri çekilerek farklı bir ilgiyle yüzümü inceledi. Burada Cesarine’de mi?

Umarım değildir. Ama olanlar hakkında konuşmamayı tercih ederim. Henüz değil.

Hala bir korkaktım.

Peki madem.

Hala bir beyefendiydi.

Hepimiz yapmamız gerekeni yapıyoruz.
Cadılar ve insanların birbirinden farkı yoktu. Bir ve aynılardı. Hepsi masum. Hepsi suçlu.
Hepsi ölü.
Ama ben değilim.
Ama ne Yaz Diyarı’nda bir avcıya yer vardı ne de cennette de bir cadıya. İki yer de gerçekten varsa tabi.
Büyüyle ilgili sorun da buydu. Kişiden kişiye değişiyordu. Düşündüğüm her olasılık için, başka bir cadı yüzlerce farklı olasılığı düşünürdü. Tıpkı iki aklın aynı şekilde çalışmadığı gibi, iki cadının büyüsü de aynı şekilde işlemezdi. Hepimiz dünyayı farklı gözlerle görürdük.
Cadılar ve insanların birbirinden farkı yoktu. Bir ve aynılardı. Hepsi masum. Hepsi suçlu.

Hepsi ölü.

Kutsal evlilik bağıyla bağlanmış bir cadı ve bir cadı avcısı. Böyle bir hikaye tek bir şekilde sona erebilirdi : Bir kazık ve bir kibrit.
Artık dayanamıyordum. Ölmek istiyordum. Ölmeyi hak ediyordum #8212; sonsuz, kapkara bir ateş gölünde kıvranmayı ve yanmayı.
Zengin ve varlıklı olanların tiyatroya gelme sebebi buydu karmaşık bir sosyal dansta böbürlenip olayı siyasallatırmak.
Gözyaşlarımın yanaklarımdan süzülmesine engel olamadım. Nereye gidersen ben de oraya gideceğim.
Aşk hastalıktan başka bir şey değildir. Bu çaresizce sevilme arzun bu bir hastalık.
Hayatlarımız kalbimizden geçenleri yansıtır.
Belki daha kibar olurdu ve onun yerine kalbime bir bıçak saplardı.
Ama bunu çoktan yapmıştı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir