İçeriğe geç

Sağduyu Kitap Alıntıları – Jean Meslier

Jean Meslier kitaplarından Sağduyu kitap alıntıları sizlerle…

Sağduyu Kitap Alıntıları

En çok mümkün olmayan şeyin, kendileri için en esaslı şey olduğuna insanları inandırmayı nasıl başardılar?
Çünkü insanlara korku saldılar. Korktuğunda, insanın muhakemesi artık işlemez; insan düşünemez, değerlendirme yapamaz.
Bir rol oynamak iftiharı, ahmak halkın gözünde şöhret bulmak isteği, genel olarak azizlerin belirgin karakterlerini oluşturur. Olağanüstü ve insan doğasının üstünde, kuvvetli insanlar olduklarına, gurur onları ikna eder; itibarsızlık, bir azizde çoğu durumda öteki insanların gururundan daha ince, daha kumazca bir gururdur. Çok gülünç bir gurur vardır ki, o da yaratılışının doğal eğilimlerine karşı insanı sürekli bir savaşa, çekişmeye sevk eden kibir ve gururdur!
Evet, kendi yalnızlık köşesinde yaşayan azizler yararsızdır. Azizlerin alem içinde, halk arasında yaşayanlarıysa, çoğunlukla tehlikelidir.
Bütün dinlerde bir aziz, bir veliyullah nedir? Namaz kılan, kendine işkence eden, bir baykuş gibi yalnızlıktan hoşlanan, her zevkten el çeken, belirli zamanlarda oruca başlayan, perhiz yapan, körü körüne düşüncelerinden kendisini bir an olsun uzaklaştıracak her konudan ürken insandır. Bu bir erdem midir? Bu tavda bir adam, kendisine yararlı mıdır? Başkalarına yararlı mıdır? Herkes bir aziz olmak isteyecek kadar deli olsaydı, toplum çözülmez miydi? Ve insanlar yeniden çok derin bir vahşet durumuna düşmez miydi?
Tanrısallık beğensin diye, dünyada insanın kendisini bedbaht etmesinin çok gerekli olduğu fikri üzerine kurulu bir dini ahlakla, bütün evren az çok kirletilmiştir.
Bir ahlakı çok beğenmek ve onu uygulamak farklı iki şeydir.
Dünyada ıstırap sürdüğü sürece isyan etmiş kalbimde kuşku devam edecektir.
(Atatürk’ün tavsiyesidir)
_İnsanların zihinlerini karıştırmayı çok seven diktatör ile yönetilen bir ülke var. Bu ülke dünyadır; bu hükümdar Allah’tır; vekilleri din adamlarıdır; uyruğu insanlardır. Bu hükümdar, bilinmek, sevilmek, itaat edilmek istiyor. Ancak hiçbir zaman kendisini göstermiyor ve her şey hakkında edinilebilen bilgiyi kuşkulu kılmaya çalışıyor. Hakimiyetine bağlı kavimler, görünmeyen hükümdarlarının karakteri ve yasaları hakkında sözcülerinin verdiği fikirlerden başka fikirlere sahip değil. Sözcüler bile, hükümdarlarının karakteri ve niyetleri hakkında hiçbir fikre sahip olmadıklarını, bu hükümdara giden yolların geçilmesinin olanaksız olduğunu, niyet ve sıfatının bilinmesinin hiç mümkün olmadığını kabul ediyor. Gizli hükümdarın yasaları, çevirmenlere, açıklayıcılara muhtaç; ancak bunları açıklayanlar da, gerçek anlamı hakkında sürekli olarak çekişme halindeler.

_İnsanın acı ve sıkıntı çekmesi neden gereksin? İnsanın varlığı neden gereksin? Onun varlığının Allah için ne önemi vardır? Hiç önemi yok mudur? Eğer insanın varlığı Allah için hiç yararlı ya da gerekli değilse, Allah onu neden yoklukta bırakmadı? Eğer insanın varlığı Allah’ın şan ve büyüklüğü için gerekliyse, Allah insana muhtaçtı; insan var olmadan önce kendisi için bir eksiklik vardı demektir!
_Şeytan da dinler gibi din adamlarını zengin etmek için icat edilmiştir.
_”Allah sevdiklerine dert verir” inancı ne yıkıcı, ne kadar bozucu ve ne kadar kokuşmuş bir inançtır. Sıkıntı ve keder içinde bulundukları zaman, Tanrının kendilerini sevdiğine, kendilerini sınamak istediğine inanmaları bunlara emredilir. Bu yolla, din, kötülüğü iyiliğe dönüştürmeyi başarmıştır! Bir inançsız, çok haklı olarak, Tanrı sevdiklerine böyle davranıyorsa, beni hatırına getirmemesini kendisinden pek ziyade rica ederim diyebilir.
_Büyük sıkıntılar, hastalıklar, kıtlıklar, savaşlar, depremler, ahlak bozuklukları, insanları cezalandırmak için Allah’ın genel olarak kullandığı araçlardır. Bu hareket tarzında, fikri, birçok felaketzedelere bu kadar avutucu görünen bir varlığın adaletine ve iyiliğine bizim hayran olmamız nasıl istenir?
_Zayıflıkları suç saymak, zorba yönetimlerin en zalim olanıdır
_Bütün dinlerin konusu, günahkar, nankör ve asi insan ile öfkeli Allah’ının arasını bulmaktır.
_Hayatın zorluklarına karşı dini tesellilerin avuntusu, boş bir hayaldir.
_Din pandora kutusudur ve bu uğursuz kutu açılmıştır.
_Din, esas olarak insanların sevinç ve refahının düşmanıdır.
_Din aracılığıyla, şarlatanlar, insanların deliliklerinden yararlanırlar.
_Din konusunda insanlar büyük çocuklardır.
_Din koyanlar; tanrılar, ayinler, efsaneler, şaşırtıcı ve korkunç masallar sunmak için, her dönemde hep kaba, cahil ve ahmaklara başvurmuşlardır. Babalar tarafından incelenmeksizin kabul edilen batıl ve esassız inanışlar, az çok değişerek, baskı ve sıkı düzen altında bulunan ve çoğu kez babalarından daha çok düşünce ve muhakemede bulunmayan çocuklara geçmiştir.
_İnsanlar hayal hastalarıdır. Aslı astarı olmayan şeylere inanan adam, korkuyu arzular; hayal gücü bunu ister. Denilebilir ki, korkacak hiçbirşeyi olmamaktan korktuğu kadar, hiçbir şeyden korkmaz. İnsanlar hayal hastalarıdır.
_Dinin yerine felsefe geçseydi, evrende ne kadar mutlu ve büyük devrimler gerçekleşirdi
_İnsanların yakarışları Allah’ın yönetiminden hoşnut olmadıklarını kanıtlar.
_Ey insan! Milyonlarca yıl önce ne idiysen, o olacaksın.
_Güneşe tapmak, bir ruha tapmaktan daha az akla aykırıdır.
_Dinin en çok önem verdiği yoksulluk, akıl yoksulluğudur.

_İlahiyat_Konusu yalnızca anlaşılmaz şeyler olan bir bilim vardır. Bütün bilimlerin dışında olan bu sözde bilim , duygularımızla, araştırılmayan ve değerlendirilmeyen şeylerle uğraşır. Bu tuhaf ülkede ışık, karanlıktır; sağduyu, deliliğe dönüşür. Bu bilime, teoloji (ilahiyat) denir ve bu teoloji, insan aklına sürekli bir hakarettir. İlahiyatçılar, insanları, kendilerine söylenen hikayeleri, bunların mümkün olup olmadıkları hakkında hiçbir tartışmaya girmeksizin dinleyen çocuk yerine koyar ve onlara bu çocuklara yapılan işlemi yaparlar

_Tüm dinlerin kökeni: Cehalet ve korku. İşte her dinin başlıca iki nedeni. Allahı hakkında insanı kuşatan belirsizlik, kendisini dine bağlayan birinci bağımsız nedendir. İnsan gerek maddi, gerek manevi karanlıkta korkar; korkusu ihtiyat olur ve korkmak ihtiyaç halini alır, korkacağı bir şey olmadığında kendisinde bir eksiklik, bir boşluk olduğunu sanır.
_Mümkün olmayan bir şeyin, kendileri için en esaslı şey olduğuna insanları inandırmayı nasıl başardılar? Çünkü, insanlarI korkuttular. Korktuğunda, insanın muhakemesi artık işlemez; insan düşünemez, değerlendirme yapamaz. Öte yandan insanlara, akıl ve muhakemelerine güvenmemeleri de öğütlendi; zihin böyle karıştırılınca artık her şeye inanılır ve hiçbir şey araştırılmaz.
_Din, cahilleri mucizeyle kandırır. Cahiller için, karanlık ve esrarlı şeyler, korkular, masallar, kerametler ve sürekli olarak beyinlerini işletecek, yoracak, akla sığmaz şeyler gereklidir. Cin ve cadı hikayeleri, sıradan insan ruhu için, gerçek tarihlerden daha çekicidir. Din konusunda insanlar büyük çocuklardır. Bir din ne kadar saçmalık ve mucizelerle dolu olursa, halkın ruhu üzerinde o oranda tahakküm hakkı kazanır. Sofu, bönlüğüne hiçbir sınır koymamak zorunda olduğuna inanır. Bir şey ya da şeyler ne kadar çok anlaşılmaz olursa, halka o oranda ilahi görünür.
_Kavimlerin ilk yasalarının konuşunun nedeni, halkı egemenlikleri altına almak içindir. Bu amaca ulaşmak için en kolay çözüm, onları korkutmak ve muhakemeyi yasaklamak oldu. Bu yasa koyucular, kavimleri dolambaçlı yollardan götürdüler; ta ki, kılavuzlarının amaçlarını anlayamasınlar; bastıkları ve geçtikleri yeri görmesinler diye onlan semaya baktırdılar. Yol üzerinde onları masallarla eğlendirdiler. Sözün kısası, çocukları uyutmak ya da susturmak için ninniler söyleyen ve tehditlerde bulunan sütannelerinin yöntemlerini uyguladılar.
_İnsanlara madem bir Allah lazımdı, birçok milletin taptığı bu güneşle, bu ihtiyaç görülebilirdi. O güneş ki, bütün varlıklara ışık, sıcaklık ve hayat verir; o güneş ki, huzuru doğayı neşelendirir, gençleştirir; ve yokluğu, doğayı hüzne ve bitkinliğe boğar.

_Allah nedir? Doğanın görünmeyen gücünü ifade etmek için üretilmiş soyut bir kelimedir ya da ne genişliği ne uzunluğu ne derinliği olan matematiksel noktadır.
_Bizi temin ediyorlar ki, Allah dünyayı ancak kendi şan ve şerefi için yarattı ve planına insan türünün dahil olması gerekti. Ta ki, eserlerine hayran olan ve kendisini yücelten bir kimse bulunsun! Hiçbir benzeri bulunmayan bir varlık için şan ve şerefin hiçbir karar ve etkisi olamaz. Şan ve şeref, kendi üstünlüğünü başkalarının üstünlüğüyle karşılaştırmaktan hasıl olur. Eğer Allah esasen mutluysa kendi kendisine yeter ve herkesten ve her şeyden gönlü tok ise, aciz yaratıkların kendisine ibadet sunmalarına ne ihtiyacı vardır?
_Eğer Allah hakkında fikirlerimi teolojiden, yani ilahiyattan çıkarırsam, Allah bana en çok, sevgiyi reddeden, tiksinti ve iğrenmeye yol açan karakteriyle görünür. Bize, Allahlarını içten sevdiklerini söyleyenler, sofular ve yalancılardır; ya da Allah’ı ancak profilden gören delilerdir. Düşünülmesi insana korku ve dehşet veren, insanı titreten bir zat nasıl sevilebilir? Bize sıkıntı ve eziyetler getiren bir zat nasıl sevilebilir? Bizi cehennem azabına uğratacak kadar barbar olduğu varsayılan bir Allah, ızdırapsız ve titremesiz nasıl göz önünde tutulur?
_Genellikle insanlar için hiçbir şey, korku kadar ikna edici olmaz. Bu ilkenin sonucu olarak hocalar, rahipler, hahamlar vb. bütün ilahiyatçılar bize derler ki, Allah, varlığı hakkında kuşkulanmak küstahlığında bulunanları şiddetli cezalara, azaplara çarpacaktır, onun şiddeti doğrudur. Bu nedenle tanrısızlardan intikamını acımadan alacaktır çünkü, deliliklerden ya da fesattan, dinsizlik ve günahkarlıktan başka, bir mutlak hükümdarın varlığını reddettirebilecek hiçbir şey yoktur .
_Her şeyin zorunluluk sonucu olduğu alemde, hiçbir şeye yaramayan, her şeyi olağan akışına terk eden bir Allah, zorla kabul ettirilen bir şahsiyetten başka bir şey midir?
_Hayatın sınav olması daha saf bir mutluluğa sahip olmak için, insanların öldükten sonra tekrar yaşamak arzularının ifadesi olan hayal gücünden başka bir dayanağa sahip değildir.
_Baştan çıkarılmaya (yani şeytanın insanı yanıltmasına) direnemeyecek kadar zayıf olduğunu bildiği halde, insanı baştan çıkarması için şeytana neden izin verdi? Bu alçak, kötü ruhlu azdırıcı ve baştan çıkarıcı olan şeytanı, Allah niye yarattı?
_Zavallı baba! Sevgili bir çocuğunu ya da mutluluğunun dayanağı olan eşini yitirmenin tesellisini iyiliksever Tanrının kucağında arıyorsun. Heyhat! Görmüyor musun, onları senin Allah’ın öldürdü? Senin Allah’ın seni sefil ve perişan etti. Sen ise istiyorsun ki, sana yönelttiği iğrenç darbelerden dolayı Allah seni avutsun, teselli etsin!
_Diyeceksiniz ki; insan isterse danışır, seçer, karar verir. Bundan da, eylemlerinde özgür olduğunu çıkaracaksınız. İnsanın arzu ettiği, istediği doğrudur. Ancak insan, iradeleri ya da arzuları üzerinde hakim değildir. İnsan ancak benliğine, kendine yararlı olduğuna karar verdiği şeyi arzu edebilir. Ne acıyı sevebilme, ne hoşlandığı şeylerden tiksinme özgürlüğü vardır.
_Allah, bütün yaylarını, zincirlerini yaratmış olduğu bir makinenin başındadır. Bu yaylar, ancak Allah’ın düzenlediği biçimde çalışır. Eğer bu yaylar iyi çalışmıyorsa, Allah, kusuru kendi beceriksizliğinde bulmalıdır.
_Sürekli olarak semaya gönderdikleri dualar, Tanrının yönetiminden hiçbir şekilde hoşnut olmadıklarını bize göstermez mi? Felaketlere uğrayan insanın Allah’tan yardım rica ve istirhamında bulunması, çıkarımıza asla uymayan planını, lehimize düzeltmesi için, bu felaketlerin yapıcısına başvurmak demektir.

_Şeyh Sadi: Kuyuyu ve körü görürsen ve bu durumda sessiz ve ilgisiz kalırsan (yani kazanın ve musibetin önüne, körü uyararak ve doğru yolu göstererek geçmezsen) günah işlemiş olursun demektedir. Bir kötülüğün olmasına engel olabilirken, engel olmayan, o kötülüğü doğrudan doğruya yapmış olur. Bu nedenledir ki, İçtihat’ın hakim fikirlerinden biri de şudur ki, tekrar hatırlanabilir: İnsan yalnız yaptığı kötülükten değil, yapabildiği halde yapamadığı iyilikten de sorumludur
_Epikür şöyle demiş: Tanrı ya kötülüğe engel olmak istiyor ancak kötülüğü yasaklamaya muktedir olamıyor; ya kötülüğü yasaklamaya muktedir olabiliyor ancak engel olmak istemiyor; ya kötülüğü ne istiyor ne de yasaklayabiliyor; ya da kötülüğü tanrı hem istiyor hem de yasaklamaya kadirdir. Eğer yasaklamaya kadir olmaksızın yasaklamak istiyorsa acizdir; eğer kötülüğü yasaklamaya gücü yettiği halde yasaklamak istemiyorsa, bu durumda ona atfedilmesi zorunlu tutulan bir kötülükçülük karşısında bulunuyoruz demektir. Eğer kötülüğü yasaklamaya hem gücü yetmiyor, hem de bunu yasaklamak istemiyorsa, hem aciz hem herkesin kötülüğünü isteyen olur; eğer kötülüğün yasaklanmasını hem istiyor ve buna da gücü yetiyorsa, o halde kötülük nereden geliyor? Ya da kötülüğün olmasına neden engel olmuyor?
_________________

_Jean Meslier (1664 – 1729), Fransız rahip ve filozof. Din ve din adamlarına olan güvenini kaybetmesinin ardından din eleştirisi yapan Meslier, ateist olmuştur.
_Sağduyu kitabını Atatürk Türkçeye çevirttirdi.
________________

_Atatürk_
Din, körü körüne bağlanmaktır. Ahlaksız bir Arabın dini görüşlerinden oluşan İslam artık ölmüştür. Belki çöldeki göçebe kabilelerine uygun olmuş olabilir ama gelişmekte olan modern bir ülke için değil. Evet Karabekir, Arapoğlunun yavelerini (uydurmalarını) Türk oğullarına öğretmek için Kuranı Türkçeye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım, ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler. Bizi yanlış yola sevk eden habisler, biliniz ki çok kere din perdesine bürünmüşlerdir. Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum. Arapların dini Türkleri mahvetti” Türkler, Arapların dinini kabul etmeden evvel büyük bir milletti. Arkadaşlar, efendiler ve ey millet iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. Söylenen her söz, Tanrı da söylese, Peygamberler de söylese, akıl, ahlak, bilim, erdem ölçülerine vurulmadan kabul edilmez. Artık Türkiye, din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa, kendilerine başka taraflarda sahne arasınlar. Tarih bize öğretir ki, ‘bütün dinler’, milletlerin cehaletlerinin yardımıyla utanmaksızın Tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından tesis olunmuştur. Dine ihtiyaç duyan bir yönetici korkaktır. Hiçbir korkak, yönetici olmamalıdır.
_Atatürkü müslüman göstermeye çalışıyorlar. Peki bu dinin başımıza açtığı pislikleri görmüyor musunuz? İlla sizinde o pislik başınıza mı gelmesi lazım ki aklınız başınıza sonra gelsin? Hakıkati gerçeği ortaya koyan filozofların arasında yalanların ne işi olabilir. O dinin ne terör saçtığını duymayan görmeyen kaldı mı hala?

İnsanlar hayal hastalarıdır. İlaçlarına alıcı bulmak için; çıkarcı şarlatanlar, hep insanların deliliklerini, budalalıklarını sürdürmeye özen gösterirler.
Aydın bir hükümdar, gerçek çıkarlarını bilendir. Bilir ki, çıkarları milletin çıkarına bağlıdır.
Bir zorba, kendi kendine zarar veren ve bir uçurumun kenarında uyuyan bir akılsızdır.
Dünyada hemen hemen hiçbir insan yoktur ki, gördüğü şeyden, görmediği şeyden daha çok korkmasın.
Bizzat incelemektense, başkasının sözüne inanmak daha kolaydır.
Aklımı hiçbir zaman kurban etmeyeceğim.
Aldanmış olmaları muhtemel bulunan ya da öteki insanları aldatmak istemeleri için nedenleri olan bazı insanları, Tanrı hep araç olarak kullanmayı tercih ediyor.
Eğer Tanrı söylemiş olsaydı, çeşitli mezheplerin, tümü birbirinin ardından lanet okuyan, tümü birbirine haklı olarak hurafe ve küfürle suçlayan mensuplarına ayrı ayrı yollar söylemiş olması tuhaf olurdu.
Kararsızlık, bir çok kimse için, ancak biraz önem verdikleri eşyayı inceleme ve araştırma zahmetinden korkmanın sonucudur.
Gereğinden fazla bize temin olunur ki, insanların gözünde delilik olan şey, kendisince hiçbir şeyin olanaksız olmadığı bir Tanrı’nın gözünde, zihin açıklığıdır.
Eğer bir şey anlamıyorsanız, hiçbir fikir edinemediğiniz bir şey hakkında doğrulayıcı bir kararı nasıl verebilirsiniz?
Sema dediğimiz baş aşağı çevrilmiş tasa doğru, yardım için ellerini kaldırma; o senden daha biçaredir.

Ömer Hayyam

Bir şeyden vazgeçiren nedenler, o şeye yönelten nedenlerden daha güçlü olduğunda, ancak o zaman, insan arzularına direnir.
Tanrı her şeyin yaratıcısıdır denir; bununla birlikte kötülüğün Tanrı’dan gelmediği temin olunur. O halde kötülük nereden geliyor? İnsanlardan mı?
Sınırsız ve sonsuz bir iyilik fikrini yok etmek için tek bir mutsuz yeterlidir.
Evren olabildiği şeyden başka bir şey değildir.
Bir varlığın zekası, yeteneği hakkında, ancak hedeflediği amaca ulaşmak için kullandığı araçların uygunluğuyla karar verebiliriz.
Evren bütün eserlerin etkenidir, kapsadığı varlıkların tümü bu etkenin zorunlu eserleridir ki bazen onun hareket biçimini bize gösterir, ancak seyrini çoğunlukla gizli tutar.
Düğümleri çoğaltarak, bir düğümü çözdüğünüzü sanıyorsunuz.
“İlahiyatçılar Arşimet’in bilinen meselesinin çözümünü bulmuşlardır: Dünyayı manivela ile hareket ettirmek için gökyüzünde bir dayanak noktası.”
Bir şey, birbirini karşılıklı olarak bozan, aklen birleştirilemeyen ve anlaşılmayan iki düşünceyi kapsıyorsa; o şey hayal ürünüdür.
İnsanlar hayal hastalarıdır. İlaçlarına alıcı bulmak için, çıkarcı şarlatanlar, hep insanların deliliklerini, budalalıklarını sürdürmeye özen gösterirler.
Ta çocukluğundan beri, bazı kelimeleri her işittinde titremeyi alışkanlık haline getirmiş olan kimse, bu kelimelere ve titremeye muhtaçtır.
Gerçek sadedir.
İnsanlara, Tanrılar öyle istediği için değil, insanların sevgilisi olmak için, adil, iyilik sever, anlayışlı, geçimli olmalarını söyleyelim.
En esaslı saydıkları görüşlerinde bile, en sade gerçekleri tanımak, en açık, boş, gereksiz şeyleri, abesleri reddetmek, en açık çelişkilerden tiksinmek için sağduyu, yani muhakeme yetisini, insanlar pek ender olarak kullanır.
“Gerçek, çoğunlukla can çekişenlerin dudaklarında yer bulur.”
Gerçek ahlak ilkelerini görmek ve seçmek için insanlar ne teolojiye ne vahye ne Tanrılara muhtaçtır. İhtiyaçları yalnız ve yalnız sağduyudur. Yalnızca kendilerine gelmeleri, kendi tabiat ve içeriklerini düşünmeleri, özel yararlarını incelemeleri, toplumun ve toplumu oluşturan üyelerden her birinin amacını göz önünde bulundurmaları yeterlidir. O zaman insanlar şunu kolayca onaylar: Erdem oğulların kârı ve kötü ahlak oğulların zararıdır. İnsanlara, Tanrılar öyle istediği için değil, insanların sevgilisi olmak için, adil, iyiliksever, anlayışlı, geçimli olmalarını söyleyelim. Ahrette cezaya uğrayacakları için değil, sonucuna bu dünyada katlanacakları için kötülükten ve cinayetten çekinmelerini söyleyelim. Montesquieu der ki, Cinayetlere engel olmak için çareler vardır, bu çareler cezalardır; ahlakı değiştirmek için çareler vardır, bu çareler güzel örneklerdir.
Ey insan! Sen arzın evladısın; arz, çalışkan evladından hiçbir nimeti esirgemeyen cömert bir anadır; gözlerini semaya dikme, sema boştur.
Çok zamandan beri, kavimlerin öğretmenleri gözlerini semaya diktiler. Artık bakışlarını yeryüzüne indirsinler.
Dışarıdan az görünen kuvvetiyle bu derece büyük etki yapan yalnızca top barutunu tanıyorum. Jean Meslier’nin kitabı top barutuna benziyor. Kuvveti az görünür, oysa büyük bir patlama potansiyeline sahiptir.
Sağduyu kutsal bir isyandır ve bunu gönüllerde gezdirmek aşkının ateşi hiçbir zaman söndürülmeyecektir.
Bir Hıristiyan filozofa sorunuz: Dünyanın kökeni nedir? Size cevap olarak, Kainatı yaratan Tanrı’dır diyecek. Tanrı nedir? Bu konuda hiçbir şey bilinmez. Yaratmak nedir? Bu konuda hiçbir fikre sahip olunmaz. Vebanın, koleranın, kıtlıkların, savaşların, kuraklıkların, su baskınlarının, depremlerin nedenleri nedir? Tanrı’nın gazabı. Bu felaketlere karşı ne çareye başvurulmalı? Duaların, namazların, kurbanların, hacların, adakların, Procession ların, Tanrısal gazabı yatıştırmak için gerçek çareler olduğunu bize söylerler. Ancak Tanrı neden gazaba gelmiştir? Çünkü insanlar kötüdür. İnsanlar neden kötüdür? Avrupalı bir teoloji bilgini size hemen der ki; İlk kadın tarafından aldatılan ilk erkek, Tanrı’nın dokunmayı yasakladığı bir elmadan yedi . Bu kadını böyle bir budalalık yapmaya kim yöneltti? Şeytan. Ancak şeytanı kim yarattı? Tanrı. İnsan türünü bozmaya özgü bir şeytanı Tanrı neden yarattı? Bu konuda bilinen hiçbir şey yoktur, Tanrısallığın sinesinde gizli bir sırdır.
Dinin en çok önem verdiği yoksulluk, akıl yoksulluğudur. Her dinin esas erdemi, yani din göstericilerinin en çok işlerine yarayan erdem, imandır. İman, Tanrısallığın tercümanlarının yararı olan şeye incelemeden körü körüne inandıran sınırsız bir bönlükten ibarettir. Bu erdemin yardımıyla, rahipler, doğrunun ve batılın, iyiliğin ve kötülüğün hakemi oldular; yarar sağlamak için, gerektiğinde cinayetler işletmek, onlar için çok kolay oldu. Örtülü iman (yani, kendiliğinden eylem ve uygulamaya dönüşen iman), yeryüzünde yapılmış en büyük suikastlerin kaynağı olmuştur.
İnsanlara; Tanrısallık bu dünyada cinayetleri cezalandırır demek, tecrübenin her gün yalanladığı bir iddiada bulunmaktır. İnsanların en kötüleri, genellikle dünyada keyfince hüküm sürenler ve şansı tarafından nimet ve bağışlara boğulan kimselerdir. Tanrı’nın hâkimlerin en güçlüsü olduğuna inandırmak için, bizi ahirete göndermek, yani Tanrı kötülerin cezasını ahirette verir demek ise, kuşku götürmez olup bitenleri, kesin emirleri yok etmek kastıyla, bizi varsayımlar peşinde koşturmaktan başka bir şey değildir.
Din, esas olarak insanların sevinç ve refahının düşmanıdır.
Aydın bir hükümdar, gerçek çıkarlarını bilendir. Bilir ki, çıkarları milletinin çıkarına bağlıdır. Aydın hükümdar bilir ki, sefil esirlerden başka kimseye kumanda etmediği sürece bir hükümdar, ne büyük olur ne sevilir ne de saygın olur. O bilir ki, hakkaniyet, iyilikseverlik ve özen, ona, insanlar üzerinde, semadan indirilen efsanevi unvanlardan daha gerçek hukuk sağlar. Hisseder ki, din yalnız rahipler için yararlıdır, topluma yararsızdır. Sözün kısası, teslim eder ki, şan ve şerefle hâkim olmak için, iyi yasalar yapmak, erdemler göstermek; büyüklük ve gücünü sahtekârlıkla, kuruntular ve hayaller üzerine bina etmemek gerekir.
Yeryüzünün gerçek vatanları olmadığı, bu hayatın bir geçitten ibaret olduğu, bu dünyada mutlu olmak için yaratılmış olmadıkları, hükümdarların kudret ve nüfuzlarını Tanrı’dan aldığı ve bu nüfuz ve kudreti kötüye kullanmalarının hesabını ancak Tanrı’ya vermek zorunda oldukları, bunlara direnmenin asla doğru olmadığı vb. insanlara söylene söylene, hükümdarların kötü durumlarının ve kavimlerin felaketlerinin pekişmesi sonucuna ulaşıldı. Dini yargılar ve ilkeler ne kadar çok incelemeye alınırsa, insan o oranda inanır ki, bu yargıların, bu ilkelerin tek hedefi, toplumlara asla saygı göstermeyen zorbaların ve rahiplerin çıkarıdır.

Sağır ilahlarının güçsüzlüğünü maskelemek için, din, insanları şuna inandırmayı başarmıştır: Gökyüzünün (Tanrı’nın) gazabını alevlendiren, hep isyanlar, itaatsizlikler ve günahlardır. Bu yüzden, kavimler her an uğradıkları felaketlerden, sıkıntılardan dolayı, özellikle kendi kendilerini azarlar, sorumlu tutarlar. Tanrı bizi bu felakete çarptı, çünkü namaz kılmıyoruz, oruç tutmuyoruz, kadınlar açık seçik geziyor vb. derler. Düzeni bozulmuş doğa, bazen darbelerini uluslara hissettirirse, çoğu kez doğrudan doğruya kötü yönetimler, kötü hükümetler nedeniyledir.

Katlanmak zorunda oldukları dertlerin ve felaketlerin kaynağı, bu kötü yönetimler, hükümetlerdir. Yeryüzünü berbat ve perişan eden kıtlıklar, dilencilik, sefalet, savaşlar, bulaşıcı hastalıklar, kötü ahlak ve pek çok sayısız felaket ve zarar ziyan, çoğu kez hep hükümdarların, büyüklerin ihmalleri yüzünden ve kötü ahlakları, zulüm ve baskıları eseri değil midir?

İnsanların bakışlarını sürekli olarak göklere çevirerek, bütün felaketlerinin ilahi gazap eseri olduğuna onları inandırarak, sıkıntı ve üzüntülerini sona erdirmek için onlara etkisiz ve beyhude araçlardan başka bir şey sağlamayarak, denilebilir ki, rahipler, milletlerin sefaletlerinin kaynağını düşünmesini yasaklamaktan başka bir şey amaçlamamış ve bu yoksulluk ve sefaletleri sonsuz kılmak istemişlerdir. Din imamları, o yoksul analar gibi hareket ederler ki, aç çocuklarını ninnilerle uyuturlar ya da çocukları bunaltan açlığı unutturmak için onlara oyuncaklar verirler.

Ta çocukluklarından beri batıl düşüncelerle gözleri kör edilmiş, görülemeyen fikir bağlarıyla bağlanmış, asılsız korkular altında ezilmiş, cehaletin kucağında uyuşmuş kavimler, üzüntü ve sıkıntılarının gerçek nedenlerini nasıl öğrenebilir? Bu dertlere, Tanrı’dan yardım isteyerek çözüm bulacaklarına inanırlar. Ne yazık! Görmüyorlar mı ki, altında inledikleri eziyetlerin gerçek nedenleri olan ve kendileri için Tanrı’dan yardım istedikleri zorbalarının yalın kılıcına boğazlarını sunmaları, bu ilahlar adına emrediliyor.

Tarih bana, ilk din kurucuları olan peygamberlerin ya da din yenileyicilerinin büyük mucizeler yaptığını öğretiyorsa, aynı tarih, bu din yenileyici imamların ve onlara bağlı olanların genellikle huzur ve güveni bozucular sayılarak herkesin önünde rezil edildiklerini, büyük acılara uğratıldıklarını ve öldürüldüklerini de öğretiyor. Bundan dolayı, onlara atfedilen mucizeleri gerçekleştirmemiş olduklarına inanmaya eğilimliyim. Eğer gerçekten bu mucizeler, bunları görenler arasında çok taraftar toplamış olsaydı, bu taraftarların, mucize yapıcılarına kötü muamele yapılmasını engellemeleri gerekirdi. Bana, mucize gösterenlerin acımasızca üzüntüye sokuldukları ya da işkence altına alındıkları söylenirse, kolay inanmamak durumum katmerleşir. Bir Tanrı’nın koruması altında büyüklüğe ve ilahi kudrete erişmiş ve mucizeler, kerametler gösterme Tanrı vergisine ulaşmış peygamberlerin, kendilerini baskı ve sıkıntı verenlerin zulümlerinden korumak gibi sade bir mucizeyi yapmadıklarına nasıl inanılabilir?

Bu sıkıntı ve baskılardan bile, bunlara uğrayanların dinleri lehinde bir kanıt çıkarmak ustalığına sahip bulunuluyor. Ancak birçok şehitin kanı pahasına mal olmuş ve yayılması için kurucularının işitilmemiş sıkıntı ve işkence çekmiş bulunduğunu bize öğreten bir din, yüce, adil, her şeye gücü yeten bir Tanrı’nın dini olamaz. Yüce bir Tanrı, iradelerini bildirmekle görevlendirdiği insanların kötü muameleye uğramalarına izin vermez.

Bir din kurmak isterken her şeye gücü yeten bir Tanrı, daha kolay ve kullarının en sadıkları için daha az korkulu yollar kullanır.

Tanrı, dinin kanla damgalanmasını istedi demek, Bu Tanrı zayıftır, adaletsizdir, iyilikbilmezdir, kan dökücüdür ve peygamberlerini hırslı arzularına alçakça feda eder demektir.

Bütün din sözcüleri, genellikle, Tanrı tarafından gönderildiklerini, mucizelerle kanıtlamışlardır. Ancak, bir mucize, bir keramet nedir? Doğanın yasalarına taban tabana zıt bir işlemdir.

Ancak sizce bu yasaları kim yapmıştır? Tanrı yapmıştır. Bu durumda, size göre, her şeyi önceden görmüş olan Tanrı, en yüksek hikmetini doğaya kabul ettirmiş olduğu yasalara karşı çıkıyor, yaptığı yasaların hükmünü bozuyor demektir. Bundan dolayı, bu yasalar hatalıydı, ya da herhalde bu aynı Tanrı’nın niyetine bazı durumlarda uygun olmuyordu demektir. Çünkü bu yasaları durdurmak ya da yasaklamak gereğine inanmış olduğunu bize söylüyorsunuz.

Çok yüksek ve yüce zatın sevgilisi olan bazı insanların, ondan, mucizeler gerçekleştirme gücü almış olduklarına bizi inandırmak istiyorsunuz. Ancak bir mucize yapmak için, bilinen etkenlerin oluşturabileceği eserlerin zıttı eserler oluşturacak yeni etkenler yaratmak yeteneğine sahip olmak gerekir. Tanrı’nın bazı insanlara, yeni etkenler yaratmak, ya da yoktan etkenler çıkarma gücü aklın alamadığı böyle bir gücü verebilmesine akıl erdirilebilir mi? Hiçbir zaman değişmeyen bir Tanrı’nın, planını değiştirme ya da düzeltme gücünü, değişmez bir varlığın kendisinin de sahip olamayacağı böyle bir gücü, kişisel özelliklerine bakarak bazı insanlara vermesi, inanılır bir şey midir? Mucizeler, Tanrı’nın şerefini yükseltmek, dinin kökeninin Tanrısal olduğunu kanıtlamak şöyle dursun; Tanrı hakkında, değişmez, başkasına aktarılamayan sıfatları ve hatta her şeye yeten gücü hakkında bize verilen fikri, açık biçimde yok eder.

Planının tümüne hâkim olması gereken ve ancak içinde hiçbir şeyin değişmeyeceği, pek eksiksiz, mükemmel yasalar yapmış olan bir Tanrı’nın, projelerini başarıya ulaştırmak için mucizeler kullanmak zorunda kalmasından, ya da, ilahi iradelerini uygulamak için yaratıklarına keramet gösterme gücü vermesinden, bir ilahiyatçı bize nasıl dem vurabilir? Bir Tanrı’nın insanların yardımına muhtaç olması inanılır bir şey midir? İradeleri, arzuları daima yerine getirilen, gönüllerin ve ruhların mutlak hâkimi olan, bütün her şeye gücü yeten bir zatın, her arzu ettiği şeye yaratıklarının inanmaları için, inanmalarını istemekten başka bir şey yapmaya ihtiyacı olmaz.

Bir mevhum çizmelerini, birçok ressama söyleyiniz: Bunların her biri başka başka fikirlere vücut verdiklerinden, mevhumu, her biri başka türlü çizer. Modeli hiçbir yerde bulunmayan bir portre ye her birinin verdiği yüz çizgileri arasında hiçbir benzerlik bulamazsınız. Dünyanın bütün teolojileri Tanrı’yı tasvir ederken, bize, yüz çizgileri hakkında asla ittifak bulunmayan, herkesin kendi tarzına göre düzenlediği ve kendi dimağından başka hiçbir yerde olmayan büyük bir mevhumdan başka bir şey tasvir ederler mi? Yeryüzünde, Tanrısı hakkında aynı fikirlere sahip olan ya da olabilen iki kişi yoktur.
Denilecek ki; Ruhun sonsuzluğuna inanış, bu dünyada çoğu kez pek mutsuz olan kimseler için avutucu değil midir? Bu bir kuruntu ve hayal olsa da, tatlı ve hoş değil midir? İnsan için ölümden sonra yaşamak ve yeryüzünde kendisine verilmesinden sakınılan bir mutluluğa birkaç gün erişmek, bir nimet değil midir? Zavallı faniler! Bu şekilde, arzularınızdan, gerçeğin ölçüsünü imal ediyorsunuz! Çünkü siz hep yaşamak ve daha çok mutlu olmak istersiniz. Bu istekten hemen, hep yaşayacağınızı ve bilinmeyen bir dünyada, size çoğu kez sıkıntılar nasip eden bir dünyadan daha mutlu olacağınız sonucunu çıkarıyorsunuz. O halde, büyük çoğunluğunuz için zevk ve hazlarınızdan çok zorluk ve sıkıntıları gerektiren bu dünyayı, tasalanmadan terk etmeye razı olunuz. Bütün yaratıklar gibi sizin de kalıcı olmamanızı isteyen talihin iradesine katlanınız. Ancak ben ne olacağım? diye bana soruyorsunuz. Ey insan! Milyonlarca yıl önce ne idiysen, o olacaksın; o zaman bilmem ne idin; her an bile, yine o zaman olduğun bu bilmem ne olmaya karar ver. Haberin olmaksızın, bu biçiminle çıkmış olduğun kâinat evine yeniden gir ve seni çevreleyen öteki bütün yaratıklar gibi, serzenişte bulunmadan, geç
İlahiyatçılar, tuhaf itirazcılar değil midir? Eşyanın doğal nedenlerini bulamadıklarını görür görmez, doğaüstü dedikleri nedenler icat ederler. Ruhları, gizli nedenleri, açıklanması mümkün olmayan nedenleri açıklamaya uğraşırken daha karanlık kelimeler düşünürler. Doğa olaylarını anlamak istiyorsak, doğanın içinde kalalım, doğanın dışına çıkmayalım; organlarımızın kavrayamayacağı derecede ince nedenlerini göz önüne almayalım ve bilelim ki, doğa dışına çıkarak doğanın bize sunduğu sorunların çözümünü asla bulamayız.
Gezginler, Asya’nın bir ülkesinde fantezilerle dolu ve pek tuhaf, isteklerinde pek zorba bir sultanın egemen olduğunu anlatır. Bu hükümdar, zamanını üzerine üç zar ve bir zar kutusu konmuş bir masa önünde geçirir. Masanın bir ucunda sultanı kuşatan mabeyincilerin ve ahalinin açgözlülüğünü çeken altın yığınları vardır. Sultan, uyruğunun zayıflıklarını bildiğinden onlara şöyle sözler eder:

Esirler, köleler! Size iyilik yapmak istiyorum. Lütuf ve keremim sizi zengin etmek ve tümünüzü mutlu kılmak istiyor. Bu hazineleri, bu altınları görüyor musunuz? Haydi, bakalım, işte bunlar sizin içindir, bunu kazanmaya çalışınız. Her biriniz sırayla bu zarları ve kutuyu eline alsın. Zarları altı kez çift getirmek mutluluğuna erişen, hazineye sahip olacaktır. Ancak sizi haberdar edeyim ki, istenen sayıyı elde edemeyen, ömür boyu karanlık bir zindana atılacak. Ve adaletim, onun yavaş yanan bir ateş üzerinde yakılmasını istiyor.

Hükümdarın bu konuşması üzerine, orada bulunanlar hayret ve şaşkınlık içinde birbirinin yüzüne bakar. Hiçbiri bu kadar tehlikeli bir şansı denemek istemez. O zaman öfkelenen sultan şöyle der:

Acayip! Oynamak, zar atmak için kimse gelmiyor mu? Bu benim hesabıma gelmez. Benim şanım ve büyüklüğüm ister ki, oynansın. Dolayısıyla oynayacaksınız! Emrediyorum. Cevap vermeksizin itaat ediniz!

Şu nokta dikkate alınmalıdır: Zorbanın zarları öyle yapılmıştı ki, yüz bin kez atılsa ancak bir kez çift gelebilir. Bu nedenle, âlicenap hükümdar, zindanının dolduğunu ve servetinin elinde kaldığını görmek zevkinden tat alır. Ey ölümlüler! Bu sultan, sizin Tanrınızdır; hazinesi cennettir; zindanı cehennemdir; zarlar da sizdedir; sizler de bu zarlarla oynamak zorunda bırakılanlarsınız!

Gerçi insanlar Tanrı’nın olgunluğuna, erdemine, iyiliğine, adaletine, güzel düzenine hayran olmaktan geri durmuyorlar. Gerçekte ise, Tanrı’dan asla hoşnut değildirler. Sürekli olarak semaya gönderdikleri dualar, Tanrı’nın yönetiminden hiçbir şekilde hoşnut olmadıklarını bize göstermez mi? Tanrı’dan bir iyilik istemek için Tanrı’ya yakarışta bulunmak, onun özenli iyilikseverliğine güvensizlik göstermektir.
Sema dediğimiz baş aşağı çevrilmiş tasa doğru, yardım için ellerini kaldırma; o senden daha biçaredir.

Hakim Ömer Hayyam

İnsanın Tanrı’yla sürekli bir bağlılık içinde bulunduğu, Tanrı’nın iradesi olmadıkça tek bir nefes bile alamayacağı farz ve iddia olunmuyor mu? Tanrısız var olmayan, Tanrısız özel varlığını koruyamayan ve eceliyle ilgili olarak Tanrı’nın iradesi gerçekleşince, hayatı terk eden bir kimse özgür müdür, özerk midir? Eğer Tanrı, insanı âdem den çıkardıysa, eğer insanın varlığını sürdürmesi yaratılmanın sürmesiyse, eğer Tanrı yarattığını bir an gözünden ayırmazsa ve insanın başına gelen her şey Tanrı’nın iradesi sonucuysa, eğer insan kendiliğinden hiçbir şeye güç yetiremezse, eğer insanın uğradığı sıkıntılar, Tanrı’nın isteği eseriyse ve kendisine Tanrı’nın lütfu yönelmeksizin hiçbir iyilik yapamazsa; insanın hayatı boyunca bir an olsun özgürlüğe kavuştuğu ve özgürlük sahibi olduğu nasıl öne sürülebilir? İnsan günah işlerken Tanrı korumasaydı, insan nasıl günah işleyebilirdi? Eğer günah işlediği sırada, Tanrı insanı koruyorsa, onu günah işlemeye devam etmesi için yaşamak zorunda bırakıyor demektir.
Ancak diyeceksiniz ki, kendimi özgür hissediyorum. Bu, masaldaki sineği hatırlatan bir kuruntu, bir illüzyondur. Ağır bir arabanın oku üzerine konmuş olan bu sinek, üzerinde götürülmekte bulunduğu arabayı kendisinin çekip götürmekte; sevk ve idare etmekte olduğu zannıyla kendi kendini alkışlıyordu. Özgür olduğu zannında bulunan insan da, haberi olmaksızın götürüldüğü halde, evrenin makinesini sevk ve hareketlendirmekte kendisinin serbest olduğunu sanan bir sinektir.

Bir şeyi yapmakta ya da yapmamakta özgür olduğumuzu zannettiren iç duygu, yalnızca katıksız hayalden başka bir şey değildir.

Eylemlerimizin gerçek başlangıcına baktığımızda, anlarız ki, bu eylem ve işler asla hükmümüz altında bulunmayan isteklerimizin, arzularımızın kaçınılmaz sonucudur. Kendi kendinizi özgür sanıyorsunuz, çünkü istediğinizi yapıyorsunuz. Ancak istemekte ve istememekte, arzu etmekte ve arzu etmemekte özgür müsünüz? İstekleriniz ve arzularınız; elinizde olmayan ve tasarrufunuzda bulunmayan eşya ya da sıfatlar ya da yaratılıştan gelen özellikler tarafından kaçınılmaz olarak ve isteğe bağlı olmaksızın harekete geçirilmiyor ve uyarılmıyor mu?

Diyorsunuz ki, İnsan Tanrı’nın elinden çıktığı zaman saf, masum ve iyiydi; ancak günahının cezası olarak tabiatı bozuldu.

İnsan günah işleyebildiyse, Tanrı’nın yaratıcı elinden çıktığı zaman bile mükemmel değildi demektir!

Tanrı, insanın günah işlemesine ve tabiatının bozulmasına neden izin verdi? Baştan çıkarana (yani şeytanın insanı baştan çıkarmak için kışkırtmalarına ve azdırmalarına) direnemeyecek kadar zayıf olduğunu bildiği halde, insanı baştan çıkarması için şeytana neden izin verdi? Bu alçak, kötü ruhlu azdırıcı ve baştan çıkarıcı olan şeytanı, Tanrı niye yarattı? İnsan türü için bu kadar iyilik isteyen Tanrı, yaratılışları gereği mutluluğumuzun düşmanı olan birçok kötü ruhu kökünden neden çıkarıp atmadı. Ya da daha doğrusu, bütün insan türü üzerinde üstünlük sağlayacaklarını ve müthiş etkilerini önceden görmüş olması gereken kötü ruhları niye yarattı? Sözün kısası, hangi zorunluluk, hangi uğursuzluk eseridir ki, dünyanın bütün dinlerinde kötü ilke , iyi ilke üzerinde ya da tanrısallık üzerinde bu kadar açık bir üstünlük göstermektedir?

Bir şey ya da şeyler ne kadar çok anlaşılmaz olursa, halka o oranda ilahi görünür. İnsanlar ancak anlamadıklarına hayran olur ve taparlar.
İnsan dimağı, özellikle çocuklukta yumuşak bir balmumu gibidir, üzerinde yapılmak istenen bütün değişiklikleri kabul etmeye hazırdır. Kendisinin akıl yürütme gücü olmadığı bir zamanda, eğitim, insana hemen hemen bütün görüşlerini, bütün fikirlerini verir. Pek genç yaşımızda iken kafamıza sokulmuş doğru ya da yanlış fikirleri doğa­dan almış ya da doğarken bunlarla birlikte doğmuş olduğumuz inan­cında bulunuruz.
Tanrı her şeyin yaratıcısıdır denir; bununla birlikte kötülüğün Tanrı’dan gelmediği de temin olunur. O halde kötülük nereden geliyor? İnsanlardan mı? Peki, ama insanları kim yarattı? Tanrı yarattı; o halde kötülük Tanrı’dan geliyor demektir. Eğer Tanrı insanları şimdi oldukları gibi yaratmamış olsaydı, dünyada ahlak bozukluğu ya da günah olmazdı. Dolayısıyla, insanların bu kadar kötü ahlaklı olmasından Tanrı’yı sorumlu tutmak gerekir. İnsan kötülük yapmak ya da Tanrı’ya tecavüz etmek gücüne sahipse, bundan şu sonucu çıkarmak zorundayız: Tanrı tecavüze uğramak istiyor; insanı yapan Tanrı, kötülüğün insan eliyle yapılması kararını verdi. Böyle olmasaydı, insan, varlığının kaynağı olan etkene aykırı bir eser olurdu.
Bize sürekli olarak Tanrısallığın yüceliğini överler. Bu yüceliğin kanıtlarını sorar sormaz, üzerlerinde silinmez harflerle bu yüceliğin yazılı olduğunu ileri sürdükleri eserleri gösterirler. Oysa bütün bu eserler kusurludur ve içinde kötülüğü taşır. Tanrısallığın şaheseri, en şaşırtıcı eseri olarak gösterilmekten bir an geri kalınmayan insan, yarattığı her şeye kadir etkenin (yani Tanrı’nın) gözünde, beğenilmeyen, nefret edilen eksikliklerle doludur. Bu eser, yaratıcısı için çoğu kez o kadar iğrençtir ki, yaratıcı onu ateşe atmak zorunda kalır. Ancak Tanrı’nın en nadir eseri mükemmel olmayınca, Tanrısallığın yüceliğine hangi kanıtla inanılabilir? Bizzat yaratıcısının bu kadar az hoşnut olduğu bir ürün, bir eser (yani insan), bizi, yaratıcısına hayran ve takdirkâr kılabilir mi?

İnsan fiziği sayısız hastalıklara ve nihayet ölüme maruzdur. İnsan ruhu ve maneviyatı kusurlarla doludur. Bununla birlikte insanın, yaratılanların en olgunu ve mevcutların en şereflisi olduğunu söyleye söyleye bitiremiyorlar!

İnsanların eylemlerinden Tanrı’nın etkilendiğini, kendisini saldırıya uğramış hissettiğini ileri sürmek, Tanrı hakkında bize verilmeye çalışılan fikirleri yok etmektir. İnsan âlemin düzenini bozabilir, Tanrısının elinde yıldırımı tutuşturabilir, Tanrı’nın projelerini şaşırtabilir demek, insan Tanrısından daha güçlüdür, Tanrı’nın iyiliğini bozabilir, iyiliğini gaddarlığa dönüştürebilir demektir. İlahiyat bir eliyle yaptığını diğer eliyle yıkmaktan başka bir şey yapmaz. Eğer her din, sürekli öfkelenen ve sakinleşen bir Tanrı üzerine kurulmuş ise, her din açık bir çelişki üzerine kurulmuş demektir.

Bütün dinler Tanrısallığın basiret ve kudretini yükseltmekte ve övmekte birleşir; ancak Tanrısallığın durumunu, şiar ve hareketlerini, bize yorumlamaya ve açıklamaya başlar başlamaz, onda tedbirsizlikten başka bir şey bulmayız. Tanrı dünyayı bizzat kendisi için yarattı diyorlar; Tanrı, ülkesinde kendisine kulluk edecek uyruğa sahip olmak için insanları yarattı diyorlar. Oysa insanların sürekli olarak Tanrı’ya karşı isyan ettiklerini görüyoruz!

dinle en karanlık, en esirane, en alçak hurafeler arasında fark yoktur. Eğer teist , yani Tanrıcı, Tanrı’yı yalnız güzel yanından görüyorsa, hurafeci, onu en iğrenç yanından görüyor. Birinin deliliği, neşeli bir deliliktir, diğerinin deliliği sıkıntı veren bir deliliktir; ancak her ikisi de eşdeğerde saçmalama, eşdeğerde cinnet halindedir.
Pek çok kimse, bize, gerçek dinle hurafeler arasında fark olduğunu ileri sürer ve derler ki: Hurafeler, Tanrısallıktan anlamsız ve alçakça bir korkudur; gerçek bir dindar, Tanrısallıktan alçakça korkuya karşılık Tanrısına güvenir ve içten sevgi gösterir. Oysa boş inançlara inancı olan kimse, Tanrı’da bir düşmandan başka bir şey göremez; ona asla güvenmez; onu kuruntulu, zalim nimetlerini vermede hasis, cimri, cezalarını dağıtmakta savurgan bir zorba olarak görür.

Ancak aslında her din, Tanrı hakkında bu aynı fikri vermiyor mu? Tanrı’nın sonsuz iyi olduğunu, aynı zamanda Tanrı’nın çabuk öfkeleneceğini, şiddetli cezacı, yok edici, intikamcı olduğunu, lütuf ve iyiliklerine pek az kimseyi eriştirdiğini, iyilik ve lütfuna kavuşturmayı keyfinin istemediği kimseleri büyük bir öfkeyle cezalandırdığını bize durmadan tekrar etmezler mi?

Eğer insanın varlığı Tanrı’nın şan ve büyüklüğü için gerekliyse, Tanrı insana muhtaçtı; insan var olmadan önce kendisi için bir eksiklik vardı demektir! Kusurlu bir iş yaptığından dolayı, acemi bir işçi affedilebilir, çünkü açlıktan ölmemek için iyi kötü çalışmak zorundadır. Bu işçi hoş görülebilir. Ancak sizin Tanrınız asla hoş görülmez, affedilmez. İddianıza göre, o her şeyden ve herkesten gözü toktur. O halde insanları niçin yapıyor? Sizin iddianıza göre Tanrı insanları mutlu etmek için her şeye sahiptir. Pekâlâ, niçin insanları mutlu etmiyor? Ya iyi olmaktan çok kötü olduğu sonucunu çıkarınız ya da başka türlü yapmayarak, yapmış olduğunu yapmaya zorunlu olduğunu kabul ediniz. Bununla birlikte Tanrınızın özerk olduğunu özgür olduğunu temin ediyorsunuz. Yine bu âlemin diğer cansız varlıkları gibi, zaman içinde kudretini uygulamaya başlamakla ve zaman içinde buna son vermekle birlikte, Tanrı’nın değişmez olduğunu da söylüyorsunuz. Ey ilahiyatçılar! Tanrınızı insanın eksiklerinden kurtarmak için boşuna çabalar harcadınız. Yine bu Tanrı’da insan kulağı ndan bir parça kalmıştır.
Lactance’e göre, 2000 yıl önce Epicure şöyle demiş:

Tanrı, ya kötülüğe engel olmak istiyor ancak kötülüğü yasaklamaya muktedir olamıyor ya kötülüğü yasaklamaya muktedir olabiliyor ancak engel olmak istemiyor ya kötülüğü ne istiyor ne de yasaklayabiliyor ya da kötülüğü Tanrı hem istiyor hem de yasaklamaya kadirdir. Eğer yasaklamaya kadir olmaksızın yasaklamak istiyorsa, Tanrı acizdir; eğer Tanrı kötülüğü yasaklamaya gücü yettiği halde yasaklamak istemiyorsa, bu durumda ona atfedilmesi zorunlu tutulan bir kötülükçülük karşısında bulunuyoruz demektir. Eğer Tanrı kötülüğü yasaklamaya hem gücü yetmiyor hem de bunu yasaklamak istemiyorsa, hem aciz hem herkesin kötülüğünü isteyen olur; eğer Tanrı kötülüğün yasaklanmasını hem istiyor ve buna da gücü yetiyorsa, o halde kötülük nereden geliyor? Ya da Tanrı kötülüğün olmasına neden engel olmuyor?

2000 yılı geçen bir süreden beri sağduyu sahibi, bu zorlukların çözümünü bekliyor. Hocalar, papazlar, hahamlar vb. ise bize bu zorlukların ancak ahirette çözüleceğini öğretip duruyorlar.

Önce ahiret hayatı: Bu ahiret hayatı fikri, bunu varsaymakla şimdi eriştikleri mutluluktan daha sürekli, daha saf bir mutluluğa sahip olmak için, insanların öldükten sonra tekrar yaşamak arzularının ifadesi olan hayalgücünden başka bir dayanağa sahip değildir. İkinci olarak: Her şeyi bilen, yaratıklarının düşünce ve gidişatına tümüyle vakıf bulunması gereken bir Tanrı’nın, işlemlerinden ve niyetlerinden emin olmak için bu kadar sınavlara ihtiyacı olduğunu havsala nasıl alabilir? Üçüncü olarak: Bilimadamlarının hesaplarına göre, üzerinde bulunduğumuz yeryüzü altı ya da yedi milyon yıldan beri mevcuttur. Bu zamandan beri milletler türlü biçimler altında, sürekli zarar ve felaketlere uğradı. Sürekli olarak zorbaların, fatihlerin, kahramanların, savaşların, su baskınlarının, kuraklıkların, istilacı kuvvetlerin vb. sıkıntısı altında insan türünün tedirgin ve perişan edildiğini tarih bize gösteriyor. Bu kadar uzun sıkıntılar ve zalimce felaketler, zorluklar; Tanrısallığın gizli niyetleri hakkında bizi temin edecek içerikte midir? Bu kadar sürekli bunca kötülük, bunca felaket, Tanrısal lütfun bize hazırladığı gelecek hakkında yüksek bir fikir verir mi? Dördüncü olarak: Eğer bize temin edilmek istendiği gibi, Tanrı; kerim, iyilik ve hayırsever ise, insanlara sürekli mutluluk olmasa bile, hiç olmazsa ölümlü yaratıkları bu dünyada erişebilecekleri ölçüde bir mutluluğa kavuşturamaz mıydı? Mutlu olmak için sonsuz ya da ilahi bir mutluluğa muhtaç mıyız? Beşinci olarak: Eğer Tanrı, bu dünyada insanları, mutlu oldukları dereceden fazla mutlu etmediyse, sofuların anlatılmaz ve bitmez bir haz ve nimete erişileceğini iddia ettiği cennet umudu ne olur? Eğer Tanrı aklımızın erebileceği tek yer olan yeryüzünü kötülüklerden koruyamamış ya da korumak istememişse, hakkında hiçbir fikrimiz olmayan öteki dünyayı (yani ahiret dünyasını) kötülük ve felaketlerden koruyabileceğine ya da korumak isteyeceğine ne sebep düşünebiliriz?
Her şeyin zorunluluk sonucu olduğu âlemde, hiçbir şeye yaramayan, her şeyi olağan akışına terk eden bir Tanrı, zorla kabul ettirilen bir şahsiyetten başka bir şey midir? O, kendisinin de bağlı olduğu genel yasalarda hiçbir şey değiştirmeyen sağır bir Tanrı’dır.
Tanrı’nın kayyum olduğunu, yani asla değişmez, hep bir halde olduğunu öne sürüyorsunuz. Ancak onun ülkesi saydığınız bu dünyadaki sürekli kararsızlığı kim oluşturuyor! Bu meçhul hükümdarın hükümeti kadar sık ve acımasızca inkılaplara uğramış bir hükümet var mıdır?

Eserlerine kuvvet ve sağlamlık verecek kadar kudretli ve değişmez bir Tanrı’ya her şeyin sürekli kararsızlık içinde bulunduğu bir doğanın hükümdarlığı, velayeti, idaresi nasıl atfedilebilir? Eğer benim türüm için yararlı eserlerde sabit bir Tanrı görmek inancında bulunursam, türümün uğradığı sıkıntılarda ne türlü bir Tanrı görebilirim? Bana diyorsunuz ki; cezalandırmaya onu zorunlu kılan, bizim günahlarımızdır. Size şu cevabı veririm: Siz de Tanrı’nın değişmez olmadığını ifade ediyorsunuz. Çünkü insanların günahları, onu, durumunu değiştirmek zorunda bırakıyor. Bazen öfkelenen, bazen sükûnet bulan bir varlık, sürekli olarak bir durumda, hep aynı varlık olarak kalabilir mi?

Eğer Tanrı sonsuz ise, Tanrı insan için yapılmıştır demek, insan karıncalar için yapılmıştır demekten daha abestir. Bir bahçenin karıncaları, bahçıvanın amacına, arzularına, projelerine uygun olarak hareket etseler, bahçıvanın fikrine göre hareket etmiş olurlar mı? Karıncalar, Versay parkının kendileri için yapılmış olduğunu ve görkemli bir hükümdarın cömertliğinin bu parkı oluşturmasının ancak kendilerini mükemmel bir şekilde yerleştirmek amacına yönelik olduğunu ileri sürseler, bu karıncalar yanılmamış olurlar mı? Ancak insana göre çok küçük bir böcek ne kadar aşağıdaysa, Tanrı’ya göre insan, ondan bin kat daha aşağı bir yerde kalır. Dolayısıyla teolojinin açıklamasına göre, özellikle Tanrısallığın sıfat ve amacıyla ilgilenen teoloji, yani ilahiyat, deliliklerin en tam olanı, deliliklerin en büyüğüdür.
Kendi üstünlüğünün tutkunu olan insan sanıyor ki, Tanrı, evreni yaratırken konu ve amaç olarak insan türünü almıştır. Bu kadar yanıltıcı bir görüş ne üzerine oturtuluyor? Bize yanıt olarak, Şunun üzerine: İlahiyatı anlamaya ve ona layık olan bağlılığı sunmaya yetenekli bir zekâya erişmiş olan tek varlık insandır diyorlar. Bizi temin(!) ediyorlar ki, Tanrı dünyayı ancak kendi şan ve şerefi için yarattı ve planına insan türünün dahil olması gerekti. Ta ki, eserlerine hayran olan ve kendisini yücelten bir kimse bulunsun! Ancak bu hükümlere göre, Tanrı, hedefini açık bir şekilde yitirmiş değil midir?

1. Bizzat sizin fikir ve kanaatinize göre, insan her zaman Tanrısını bilmenin tam bir olanaksızlığı ve Tanrı’nın içyüzü hakkında hiç yenilmeyen bir cehalet içinde bulunacaktır.

2. Hiçbir benzeri bulunmayan bir varlık için şan ve şerefin hiçbir karar ve etkisi olamaz. Şan ve şeref, kendi üstünlüğünü başkalarının üstünlüğüyle karşılaştırmaktan hasıl olur.

3. Eğer Tanrı esasen mutluysa kendi kendisine yeter ve herkesten ve her şeyden gönlü tok ise, aciz yaratıkların kendisine ibadet sunmalarına ne ihtiyacı vardır?

4. Bütün mesaisiyle birlikte Tanrı hiç yüceltilmemiştir. Tersine dünyanın bütün dinleri onu saldırgan, isyan hedefi olarak göstermektedir. Bütün dinlerin konusu, günahkâr, nankör ve asi insan ile öfkeli Tanrısının arasını bulmaktır.

Diyorsunuz ki; Tanrı her tarafta vardır, onsuz hiçbir şey yapılmaz, onsuz bir sinek bile kanadını kıpırdatamaz, her şeyi genişliğiyle doldurur, Tanrı hareket ettirici olmasa madde hiçbir eylem ve etki yapamaz. Ancak bu durumda, teslim ediyorsunuz ki, Tanrınız karışıklık etkenidir, doğayı bozan odur, karışıklığın babasıdır. İnsanda vardır ve insan günah işlediğinde insanı kışkırtan odur! Eğer Tanrı her yerde mevcut ise, Tanrı bendedir, benimle eylem yapar, benimle birlikte aldanır, benimle birlikte Tanrı’yı gücendirir, benimle birlikte Tanrı’nın varlığını reddeder ve bir Tanrı’nın varlığı fikrini çürütür. Ey dinciler, ey Tanrıbilimciler! Tanrı’dan söz ettiğiniz zaman ne yaptığınızın, ne söylediğinizin farkında olmuyorsunuz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir