Ece Temelkuran kitaplarından Ağrı’nın Derinliği kitap alıntıları sizlerle…
Ağrı’nın Derinliği Kitap Alıntıları
Harry Parsekian’a Ermenistan’ı soruyorum. 1998’deki deprem sırasında gidip yardım çalışmalarına katıldığını anlatıyor:
Ermeni halkını orada daha iyi anladım. Elektrik yok yiyecek yok ama insanlar dayanışma içindeler. Kes bakalım Amerika’nın petrolünü beş gün. İnsanlar deliye dönerler. Ama o insanlar orada, açlık ve sefalet içinde hayatta kalmayı başardılar.
Ermeni halkını orada daha iyi anladım. Elektrik yok yiyecek yok ama insanlar dayanışma içindeler. Kes bakalım Amerika’nın petrolünü beş gün. İnsanlar deliye dönerler. Ama o insanlar orada, açlık ve sefalet içinde hayatta kalmayı başardılar.
Ermeni doğmuşum, Türk de doğabilirdim. Ben meseleye böyle bakarım. Benim ülkem dünyadır
Yaşı kaç olursa olsun; 17 veya 27, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduğunu biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim
Bu etnik köken meselesini oldum bittim pek sevemedim. Soğuk Savaş sonrası dünyanın önüne atılmış bir yün yumağı olduğunu düşünürüm hep; hep zavallı halkların oynayıp dolandıkları, dolaştıkları ve hep kan dökülmesine, sadece silah tüccarların daha çok kazanmasına yarayan bir endüstri gibi gelir bana.
Ülkemin kalbi Ne çok kalp gömülü dibinde. Biliyorlar aslında gidenlerin olduğunu ve saklıyorlar kalplerinde onların kalplerini. Aslında herkes bilmeden biliyor gidenlerin uzaklardan bu topraklara kadeh kaldırdığını. Hakikaten toprağın altında, dağların, Ararat’ın dibinde ne olduğunu biliyorlar. Sessizce. Halklar sessizce hatırlar. Çok sessizce
Dünya kocaman bir hikayedir. O hikayenin neresine düşer senin varlığın, herhalde bu meraktır insanı geçmişe baktıran. Ve geçmişte, ekseriyetle, korkunç sırlar vardır, hep kan.
Dünya ihtiyarladı ve günahlarını hatırlama yaşına girdi. Güneş buzları eritiyor ve yeryüzü suya batarken af diliyor tarihinden bu zalim ihtiyar.
Öfke her zaman kötü bir şey değildir. Bazen dik durmaya yarar ,diriltir insanı.
Hrant’ın eşi Rakel Dink, bir otobüsün üzerinden mikrofonla Hrant’ı uğurlamaya gelenlere sesleniyor. Bu konuşma, Türkiye’nin siyasi tarihine geçiyor. Rakel’in söylediği şu cümleler ertesi günlerde çok konuşuluyor:
Yaşı kaç olursa olsun ; 17 veya 27, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim
Yaşı kaç olursa olsun ; 17 veya 27, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim
Türklerden acılarının tanınmasını, tarihin kabul edilmesini beklemeyen bir tek Ermeni bulamazsınız. Dünyanın hiçbir yerinde bulamazsınız bunu. Ermenistan’da da. Ama Türkiye bu ihtiyacımızı ‘milliyetçilik’ olarak göstermeye çalışıyor, toprak istediğimizi, bu yüzden soykırım konusunda sert politikalar güttüğümüzü düşünüyor. Bunlara inanıyorsunuz, çünkü başka bir şey duyma şansınız yok.
Öfke , acıyı dik durarak yaşamanın yoludur.
Anadolu’nun çocukları erken büyür. Açlıktan belki, belki Ortadoğu’nun kaderi bu ; hepsinin yüzü küçük kadınlara, adamlara benzer. Bildikleri çok acı bir şey olduğunu söyler yüzleri, erkenden kadın ve adamdır hepsi. Bu yok-çocukluk ölümden daha beter gelir bana.
Kalbin merkezine yolculuk başlatırsa biri, sen de inip kendininkine oradan bir hikaye bulup çıkarırsın yeryüzüne. Hızla yukarı çıkınca vurgun yeme korkusu yoktur, çünkü iki kişisinizdir.
Çünkü dedim ya, dünya büyük bir hikâye. Size anlatılmış bir hikâye. Bir dua gibi ezberliyoruz onu hepimiz. Tıpkı anlamadan okuduğumuz dualar gibi, ayıklamadan
Acıyla yatıp kalkılmaz her gün
İnsanlar güzel güzel yaşamak varken neden faşist olur? Son derece can sıkıcı bir şey olmasına rağmen. Kendisine benzemeyenleri merak etmek yerine neden yok olmasını isterler farklı olanın ?
Gelenek onu bize kimse öğretmediği, biz onu kendi kendimize öğrendiğimiz için en derininde durur bütün bildiklerimizin.
Öfkenin merakla, gururun neşeyle, yasın bugünü yaşama isteğiyle nasıl çatışıp durduğunu görüyorum genç bir adamın yüzünde.
Kurban için en acı şey suçun reddedilmesidir.
Bu yüzden konuşmalı işte. Hakikatin ne olduğunu birbirimizin yüzüne vurmak için değil, hakikatlerimizi birleştirmek için.
İnsanın kimyası, sanılanın aksine, kendini kaçıp kurtarmaya değil, kendini feda etmeye ayarlıdır. “Ben” hep bir “biz” içinde erimek ister. “Ben” hep bir biz için feda etmek ister her şeyini.
Kalbin merkezine yolculuk başlatırsa biri, sen de inip kendininkine oradan bir hikaye bulup çıkarırsın yeryüzüne.
Dünya kocaman bir hikayedir. O hikayenin neresine düşer senin varlığın, herhalde bu meraktır insanı geçmişe baktıran.
Söyleyeceklerini söylememekten korkup sözcüklerin tam ortasında nefessiz kalan insanlara dokunmak gerekir gibi gelir bana.
Dünya ihtiyarladı ve günahlarını hatırlama yaşına girdi, biliyorsun sen de. Güneş buzları eritiyor ve yeryüzü suya batarken af diliyor tarihinden bu zalim ihtiyar. Oysa öyle az ki zaman, belki de günahkârlar kurbanlarıyla birlikte ölecekler. Bunca söz, bunca küskünlük boşa gidecek, anlıyor musun ?
Dünya kocaman bir hikayedir. O hikayenin neresine düşer senin varlığın , herhalde bu meraktır insanı geçmişe baktıran. Ve geçmişte, ekseriyetle, korkunç sırlar vardır, hep kan .
Tanrı’yı, hepimizi seven, sevimli bir dede olarak tasavvur etmek varken niye asabı bozuk, ürkütücü, sürekli bizi izleyen bir ahlak bekçisi olarak hayal ederler? Bu onları sadece mutsuz ederken.
Hatırlamak, bütün olup bitenleri geri çağırmak değildir. Hatırlamak, geçmişi yeniden düzenlemektir.
Türkiye’nin inkarcılık politikasının Amerika’daki lobisini yapmak için harcadığı para zaten yetiyor tazminatı ödemeye.
Hrant’ın yaşarken anlattığı her şeyi o öldüğünde dinlemeye başlamışlardı.
Geçmişte bir yalan varsa, kimse gerçeği bilmese bile izi kalıyor
Bir insanı iyi dinlerseniz belki onu değil ama ilişkinizi iyileştirebiliyorsunuz.
Hikayeler çığlıklardan daha güçlüdür. Hikayeler, gürültülerden daha uzun sürer.
Suçum gövdeme sığmadı.
Rakı içtikçe kederlenecek, içtikçe kederimizi unutacağız.
Kadınların özel bir konuşma biçimi vardır.
Birbirlerinin seslerini yere düşürmemek için birinin cümlesi bitmeye yakın tutup elinden sözcüklerin, başka bir cümleyle devam ettirirler sesi.
Birbirlerinin seslerini yere düşürmemek için birinin cümlesi bitmeye yakın tutup elinden sözcüklerin, başka bir cümleyle devam ettirirler sesi.
Kalabalıklaşınca insan aklı ve vicdanı niye yerini öfkenin kulak delici, kalpsiz sesine bırakıyor? Hep birlikte konuşmanın bir yolu olmalı. Hep birlikte bir şey söylemenin
Hakikatin tek bir dili olabilir mi?
Bağıranların gürültüsünde insan sesiyle bir çatlak oluşturmak mümkün mü?
İnsan acısını nerede biriktirir?
İnsan sadece kendisini değil, acısını da yeniden doğurur bütün çocuklarında.
Unutmak ihanettir.
Bütün çocuklar annelerini ve babalarını kurtarmak için büyürler.
Kadınlar yazabilse bu tarihi yeniden belki de son cümlesi başka bir şey olurdu.
Öfke demlendikçe insanın içinde başka bir şeye dönüşüyor.
O zaman niye? Niye akla yatkın bir açıklama isteriz en korkunç, en kanlı olanlardan bile? Neden onları da anlamak isteriz? İnsanın, insani olmayabileceğini kabul edemediğimiz, bu gerçeğe katlanamadığımız için mi?
Yazı, insanlığı insanlardan korumak ister çoğu kez. Bunun mümkün olmadığı bin yıllardır sonsuz kez kanıtlanmış olmasına rağmen üstelik. Çünkü bazılarımız, tanrılar yerine insana inanmayı seçer. Cahillikleri ölümcül olabilen perilere
Hayret, insanın en temiz halidir.
Ülkesizliğin ülkesi niye hep en güzelidir?
Halklar sessizce hatırlar. Çok sessizce.
İnsanlıkla ilgili bir çok şeyi anlamam.
Niye şimdi hatırlıyorum hatırladığımı bilmediklerimi?
Ülkem Ne çok kalp gömülü dibinde.
Ararat sizin için bir yükseklik meselesidir. Bizim içinse bir derinlik meselesi!
Ulaşamadığımız bir dağdır Ararat. Biz ondan uzak kaldıkça güzelleşen. Hepimizin kalpleri onun dibinde gömülüdür.
Bir insan kendi halkını sevmiyorsa başka halkları da sevemez.
Belki de ihtiyar insanların içinde güzel zamanlardan yapılma sığınaklar vardır. Yaşanmış güzel anılar ihtiyaç duyulduğunda yeniden yaşanmak için ihtiyarlara sığınakların kapılarını açıyordur. Belki insanlar oldukları yaşlara o güzel anlar hatırlanıp bittiğinde geri dönüyordur, muhtemelen olduğundan daha da ihtiyar olarak.
Her sözcük masaya birer taş gibi düşüyor.
İnsanların birbirine bağlanmaya ihtiyacı vardır. Neyle olursa olsun.
İşin tuhaf yanı, dünyanın bambaşka yerlerinde yaşayan iki Ermeni, Ermenice değil, ancak Türkçe anlaşabiliyor.
Belki de ihtiyar insanlar hayatı başka bir yerinden görüyor.
İhtiyarlar, bu kadar uzun hayat hikayesini birine anlatmak için yaşamış da sonunda anlatacak yeterince insan bulamamış gibidirler dünyanın her yerinde.
Zalimle aynı sofraya oturmadan ve hayatı hep dünyaya yeni gelmiş bir çocuk gibi hayretle yaşayarak
Ermeniler, mimarilerinin görkeminin altında yoksulluklarını, yoksunluklarını saklamakta usta. Saklamakla Ermenilerin tarih boyunca oluşan bir ilişkisi var zira.
Tarih, o çocukluk ülkesinin çıkış kapısında bekliyor bizi, alıp aidiyetimizi alnımıza kazımak için.
Kurban için en acı şey suçun reddedilmesidir.
Aslında ağlamamak için öfkelenir insanlar. Öfke, acıyı dik durarak yaşamanın yoludur.
İnsanların haritalar üzerinden fazlaca sinirlendiklerini düşünmüşümdür hep. Üstelik çoğu kez de haritalarda gösterilen yerlere hiç gitmemiş, oralarda ki insanların nasıl yaşadığını hiç görmemiş olmalarına rağmen.
Denize dökülen bir şeydi Rum , öyle zannederdim ben.
Üç tarafı denizle, beş tarafı kederle çevrilidir bu toprağın.
Ben, seninle herhangi biri olmak istiyorum. Sen, benimle herhangi biri ol. Kendimiz ne isek o olalım, başka da birşey olmayalım istiyorum.
Acı, bir süre sonra evinizin direği oldu
Hangisi ötekine rengini verir, hep merak ederim. Önce deniz mi karar verir gri olmaya? Yoksa gökyüzü mü küser önce?