İçeriğe geç

Ateşi Çalmak 4 Kitap Alıntıları – Galina Serebryakova

Galina Serebryakova kitaplarından Ateşi Çalmak 4 kitap alıntıları sizlerle…

Ateşi Çalmak 4 Kitap Alıntıları

insanın kendisinden kaçması mümkün müydü?
Birileri vardır böbürlenir ve tüm yaşamları boyunca çok değerli olduklarını sanırlar, diğerleri ise kendi değerlerini bilmezler.
Sönmüş lambanı yak ve insanların arasına gir.
Her canlı attığı ilk adımdan itibaren mezara, bir adım daha yaklaşır
İnsan yeryüzündeki tüm canlıların en memnuniyetsizidir. Ama, bununla birlikte doğadan, herşeyin en fazlasını almıştır.
Anlaşılmaz düşüncelerin zenginliği ve tumturaklı söz kalabalığından başı dönen birkaç cahil yeni ‘sisteme’ hayrandılar. Hiçbir şey okumadan her şeyi bir sürü içgüdüsüyle yargılayanları ikna etmişlerdi.
içi boş ceviz gibi. Kabuğu kalın ama içi boş. Ne yazık ki, böyleleri çok var.
Coşkunluğa yatkın insanlar, Marx’a göre, hiçbir zaman sadık bir yoldaş ve arkadaş olamazdı. Coşkunluk bira fıçısında bir köpük gibidir, eriyerek fıçının yarı boş olduğunu ortaya çıkarır.
çevrendeki insanları, gerçekte olduğu gibi kabul etmek istemiyorsun, onların özüne, doğasına bakmıyorsun; düşlerine, bazen de geçici arzularına uygun olarak kahramanlar yaratıyorsun.Bunlar yalnızca senin düşlerin, ama an gelecek, büyü bozulacaktır.
bir ulusu bütün olarak yargılamamak gerektiğini öğretmiştin.
Deniz çakılı dahi tek tip değildir.
Mahkemeler, bir toplumsal düzenin en gerçekçi aynalarıdır.
Kapitalizm kendine özgü gulyabaniler yaratıyor.
Politikanın karşı konulmaz kuralları vardır. Nasıl ki bir sirk cambazı bir gösteri sırasında tutunduğu halka kopup düştüğünde canlı kalsa bile o yüksekliğe kolay kolay bir daha çıkamazsa; politikacının da yanlış bir hareket yapıp yıkıldıktan sonra yeniden toparlanması enderdir.
Değiştirilmesi mümkün olmayan için üzülmek komiktir.
Leonardo da Vinci’nin iddia ettiği gibi; ‘iyi yaşanmış olan her yaşam, uzun yaşamdır.’
şimdilik gerçek eşitlik yalnızca ölümde var.
Öyle vurdumduymaz ve duyarsız yürekler var ki.
Salyangoz ya da kaplumbağa kabuğu gibi,
yaşamla içiçe olmayan düşüncenin anlamı yoktur, yoksa bu yalnızca skolastiğin karanlıklarında gezinmek olur.
Öğrendiği yirmi yabancı dilden on ikisini mükemmel derecede biliyordu.
Emekçileri seviyorum, ne demek? Siz onları lahanayı, jambonu sever gibi çok mu seviyorsunuz, az mı? Neden bize sevgiyi yorumluyorsunuz? Lütfen, bırakın bu duygulu ifadeleri! Kendinizi, karınızı,çocuklarınızı sevin, tüm bunlar çok güzel, fakat işçilerin sizden ve sizin gibilerden talep ettiği nedir? Yalnızca gerekli olanı, belki de daha azını. Onların emeği sayesinde zenginleşirken, en azından onları kendi merhametinizden kurtarın.
Önce soymak, daha sonra da soyulanlar için biraz para toplayıp ağızlarına bir parmak bal çalmak eski bir hikayedir
Yaşam o kadar kısa ki, diye düşünüyordu. geçmişin ve geleceğin en ücra köşelerine göz atma olanağı kaçırılmamalı. Bunun için yolculuktan daha ilginç ne olabilir ki, işte tarih de zaman içinde sınır tanımaz bir yolculuktur.
Marx’ın Doğada olduğu gibi, toplumlarda da yeni doğan her şey, diyalektik olarak, değişime uğrar, sağlamlaşır, güçlenir, gelişir, daha sonra da yerini güçlenmiş sürgünlere bırakarak , aşama aşama solar ve yok olur; yeni bir düzenin çekirdeğini besler, sentezi dünya tarih anlayışında köklü bir devrim yaratmıştır.
yüz eşekten bir at çıkmaz, tıpkı yüz kuşkudan bir kanıt çıkmayacağı gibi.
İnsan soyunda kölelik duygusu, yaranma, putlaştırma, bazen de dalkavukluk duyguları ne kadar da güçlü dedi Marx öfkeyle.
La Rochefoucauld; yaşlılık kadınların cehennemidir, demişti.Ne var ki bu, geçen zamanla birlikte solan gençlik ve güzellikten başka hiçbir şeye sahip olmayan kadınlar için geçerliydi. Oysa insanın düşüncesi yaşıyla orantılı olarak gelişip zenginleşiyordu.
Yolculuklardaki tanışıklıklar çok çabuk kurulur ve sonradan nasıl devam edeceği hiç belli olmaz.Bazen küçük bir istasyon gibi görünüp kaybolarak yolculukla birlikte sona erebilir,ama bazen de uzun yaşam yolculuğunun sonuna dek sürebilir.
Diğer bir halkı köleleştiren halk,kendi zincirlerinden kurtulmaya çalışıyor..
Kitaplar hakkında yazılan makaleler tohum taşıyan bir sürgün,gökyüzünü bir uçtan bir uca aydınlatan bir şimşektir.
İşçi sınıfının kurtuluşu,işçi sınıfının eseri olmalıdır..
Kapitalist özel mülkiyet için ölüm çanları çalmaktadır.Mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi
Doğaldır ki,burjuvazi günümüzün büyük insanlarına hayranlık duymak zorundadır,çünkü onlarda kendi yansımasını görür.
Zavallı ressam.Mükemmelliği ararken,kendi sanatını öldürdü.İnsan,gerektiği yerde durmasını ve nokta koymasını bilmeli,değil mi? Mükemmel,iyinin düşmanıdır.
Kendi kendinize gem vurursanız,yaşamdan zevk almanız mümkün değildir.
İşçi hareketinde Özgür değildir.Birçok durumda o kadar bilgisizdir ki,kendi çocuğunun gerçek çıkarlarını ya da insanın gelişmesi için normal koşulları anlama yeteneğine sahip değildir.
Bir devrimci için düşmanlarıyla ilişkilerde kabul edilebilir sınır nedir? Bu sınır çizgisi o kadar ince ki,onu kendimiz de farkında olmadan çiğneyebiliriz.
Proletaryanın birliği kutsaldır,bu birlik kölelik zincirlerini kırmamıza ve emeğin,kardeşliğin,eşitliğin egemen olacağı bir dünyayı kurmamıza yardımcı olacaktır.
Yeni kıyafetler insanı centilmen yapmakla kalmaz,yaşamı da renklendirir.
Gerçek her şeyden üstündür ve galip gelecektir..
Yasak meyve tatlıdır ve mutluluk da onu deneyene kadardır.
Yüce bir amaca ulaşmaya çalışanlar,sıradan şeylere akıl erdiremezler.
Gerçekçi olmadan evlilik mümkün değil,üstelik her yanılgı gibi galan da ona başvuranın içinde kökleşir.
Eminim ki kapitalist çıkarlara teslim olmamış ve sınıfsal önyargılarla köreltilmemiş tarafsız her beyin,mutlaka aynı yargılara varır ve komünist olur..
Peynirin ardına gizlenen bir fare değilseniz eğer,yaşama doğrudan müdehale etmeden,çağdaşlarınızın toplumsal ve politik mücadelesine aktif olarak katılmadan yaşayamazsınız..
Düşsüz yaşamın anlamı yoktur..
Saygı,aşk gibi kutsal bir duygudur.Alçakgönüllülük ve özveri de bu duyguya özgüdür..
Yeryüzünde yapmacık hayranlık gösterisinden daha ruhsuz ve gelip geçici bir duygu yoktur.
İnsan soyunda kölelik duygusu,yaranma,putlaştırma,bazen de dalkavukluk duyguları ne kadar da güçlü.
Kadınlar gençliklerini yitirdiklerinde yalnız kalacakları korkusuna kapılırlar bazen.
“Bizim düşmanlarımız, hep bizim alın terimizle yaşamış, bizim ekmeğimizi elimizden alarak palazlanmışlardır
Sönmüş lambanı yak ve insanların arasına gir. Onlara senin ateşin gerekli. Biz bozulmak hakkına sahip değiliz. Bir devrimci mezarda dahi ateş saçmalı.
Sosyalist basında Dühring’e övgüler yağdıran makaleler çıkıyordu. Anlaşılmaz düşüncelerin zenginliği ve tumturaklı söz kalabalığından başı dönen birkaç cahil yeni ‘sisteme’ hayrandılar. Hiçbir şey okumadan her şeyi sürü içgüdüsüyle yargılayanları ikna etmişlerdi.

Endişelenen Wilhelm Liebknecht, teorik destek için Marx ve Engels’e başvurdu ve bu desteği aldı. Marx’ı, ‘Kapital’ üzerindeki çalışmalarından alıkoymamak için bu aklıevvel Berlinli bilim adamını tepelemek görevini yorulmak bilmeyen General üstlendi. Ancak, değişmez arkadaş dayanışması kuralından yola çıkan Marx, onun tüm çalışmasını dikkatle okumakla kalmayıp, Dühring’e karşı hazırlanan kitabın politik ekonomi tarihiyle ilgili bir bölümünü de kendisi yazdı.

1877 yılı başında Almanya ‘Sosyal Demokrat Gazetesi’ ‘İleri’de ‘Eugene Dühring’in Bilimde Yaptığı Devrim’ adı altında Engels’in makaleler serisi yayımlanmaya başlandı. Bir yıl sonra bu makaleler ‘Anti-Dühring’ adıyla bir kitap olarak yayımlandı.

“Hem fabrikalar hem de toprak
Her şey emekçinin malı
Sömürene tanımayız hak
Dünya emeğin olmalı
Bu kavga en sonuncu
Kavgamızdır artık Enternasyonalle kurtulur insanlık!”

Gitme zamanı çoktan gelmişti, Liza ise hâlâ Eugène Pottier’nin yanında oturuyordu.

“Sizin ‘Enternasyonal’inizi ezberlerim artık,” dedi Liza ona, vedalaşırken. “Bana öyle geliyor ki bu yapıt yaşatılmalıdır. Benim gibi pek çok kuşak bugünden itibaren onu yüreğinde taşıyacak ve mücadele, mutluluk ve hüzün anlarında söyleyecek. İnsanlığa bu armağanın için teşekkürler, dostum.”

Blanqui, Uluslararası İşçiler Birliği’nin düşüncelerini paylaşmakla birlikte proletarya diktatörlüğü düşüncesini ve sınıf savaşlarının önemini doğru kavramaktan uzaktı ve toplumsal olguların bilimsel materyalizm ve diyalektikle açıklanmasını kabul etmiyordu.

“Blanqui,” diyordu Engels, “özünde siyasal devrimci; ama o yalnızca duygularıyla, çektiği çilelerden dolayı halka acımasıyla bir sosyalist, fakat ne sosyalizm teorisi, ne de yeniden toplumsal yapılanma için belirli pratik önerileri var.”

Bununla birlikte, Engels, Blanqui’yi Fransa’daki devrimci harekete önderlik etme yeteneğindeki tek insan olarak görüyordu. Bu bileği bükülmez, dürüst, büyük savaşçının yüreği tüm yoksullara, hor görülenlere ve mutsuzlara adanmıştı.

Marx ve Engels Paris’in Prusya ordusu tarafından kuşatılması sırasında, başkentin devrimci işçilerinin beklenmedik ayaklanmasından çekinmiş olmalarına karşın, kentin yabancı işgalciler tarafından kuşatılması koşullarında yenilginin kaçınılmazlığını haklı olarak öngörerek devrim başlar başlamaz Paris Komünü’nü kendilerine yakın bir dava, Enternasyonal’in manevi evladı olarak gördüler.
Komün yenilgiye mahkûmdu. Kısa süreli iktidarı döneminde neredeyse el yordamıyla, insanlık tarihinde ilk kez yeni bir devlet biçimini, proletarya diktatörlüğünü gerçekleştirmeye çalışmış, asalak, bürokratik polis devletini yıkmıştı. Ama yazgısı kan kaybetmek ve yok olmaktı. Bir toplumsal devrimin zaferi için ülke henüz hazır değildi. Komüncüler köylülerin sempatisini kazanmayı başaramamışlardı, iç ve dış düşmanlar tarafından çembere alınmışlardı. Yeryüzünün tüm zengin sınıfları onlara karşıydı. Komün bozkırdaki bir ateş gibi yanıyordu.
Komün, halk için çok şeyler yapmayı başarmıştı. Halkın, emekçilerin devlet yönetimine katılmasına olanak sağlamış, sekiz saatlik iş gününe ilişkin karar almış, genel parasız öğrenim ilkesini ilan etmiş, işçi kooperatif birlikleri kurmuş, evlilik dışı doğan çocuklara eşit haklar tanımış, hem erkeklerin hem de kadınların ücretlerini artırmıştı.
Tutsakları, ön cephesinde ‘Bahçıvan-Duval’ yazılı levha olan bir köy evinin duvarına getirmişlerdi. Bu tuhaf bir rastlantı diye düşünüyordu idam mahkûmu ve gülümsemeye çalışıyordu. “Biz de bahçıvanız, ama farkımız o ki tohumlarımız meyvelerini verinceye kadar yaşayamadık,” diye geçirdi içinden Duval. Sonunun ne kadar anlamsız olduğunun verdiği korkunç umutsuzluğa kapılmıştı. Komün’ün zaferini görememek, yolun yarısında ölmek Kendilerine çevrilmiş onlarca tüfeğin namluları karşısında direnmenin anlamsızlığının bilincinde olarak üç tutsak savaşçı ceketlerini çıkarıp, son bir dayanak arayışıyla evin soğuk taşlarına yaslandılar.

“Yaşasın Komün!” diye slogan attılar.

Yaylım ateşi sesleriyle birlikte Komüncüler ıslak Nisan toprağına cansız olarak yığıldılar.

Ölüm mahkûmlarının tam anlamıyla sakin oluşları ve yüksek insani nitelikleri infazcılar üzerinde sarsıcı bir etki yapmıştı. Şaşkın, sessiz bir şekilde infaz yerini alelacele terk etmişlerdi.

Bu cesur komutanın trajik ölüm haberi Paris’e ulaşır ulaşmaz, Komün İtalyan meydanının adını Duval meydanı olarak değiştirme kararı aldı.

“Bizim düşmanlarımız, hep bizim alın terimizle yaşamış, bizim ekmeğimizi elimizden alarak palazlanmışlardır
“Garip bir insansın. Çiçeklere karşısın, güzelliğe öfke duyuyorsun. Bu ayrıca acınası bir erkeklik gösterisi. (…), hapishaneleri yapan, cellat kütüklerini, giyotini, prangaları, zincirleri uyduran sizlersiniz,”
“Saçma! Her şeyi yaratan emektir, insanın elleridir, alın teridir. Kadın hiç de her zaman ve her yerde süslü bir oyuncak olmamıştır. Siz her şeyi gerçek bir Proudhon’cu olarak değerlendiriyorsunuz,” dedi Liza soğukça. “Proudhon kadının yerinin evi olduğunu ileri sürmüştü. Kendinizi Marx’ın öğretisinin taraftarı olarak ilan etmenizin anlamı yoktur.”
Emekçiler Thiers’in sinsi provokasyonunu ulusal ordu merkez komitesinin yardımıyla püskürtmüşlerdi. Halk, gerçek anlamda bir zafer elde etmişti. Emekçiler tarihte ilk kez Paris’in egemeni olmuşlardı.

İlk proleter devrim, gücünü öngörmenin mümkün olmadığı volkanik bir patlama, bir fırtına gibiydi.

18 Mart hareketi kendiliğinden doğmuştu. Herhangi bir devrimci örgüt tarafından hazırlanmamıştı ve tek bir yönetim merkezine sahip değildi. Bu Paris emekçilerinin ve ona sempati duyan entelektüel kesimin, devrimin sinsice yok edilmesini tasarlayan ezeli düşman gerici burjuvaziye birlikte karşı koyuşuydu.

Emekçiler onları bilimsel esaslara dayalı eylem programıyla birleştirecek bir partiye gereksinim duyuyorlardı. Devrimci işçi partisinin olmaması hızla gelişen olayların sonucunu etkiliyordu.
“Olgunluk ve yaşlılık, gençliğe özgü sabırsızlığı aşmayı ve beklemeyi bilmeyi öğretiyor. Sınırlı fiziksel gücün bilinmesi, artık bir önemi kalmamış olan fırsatların muhasebesinin yapılması, hayat tecrübesi, işte tüm bunlar zamanla kazanılıyor. Genç mücadeleciler, güçleri ve ataklıklarıyla; yaşlı olanlarsa net bir şekilde ortaya koydukları hedefleri ve bu hedeflere uygun iyi tasarlanmış eylem planlarıyla kendilerini gösterirler. İşte bu yüzden devrim mücadelesi için uygun olmayan yaş yoktur,”
Emekçiler, ne pahasına olursa olsun, ulusun onurunu kurtarmak, Prusyalılar’ı anayurtlarından kovmak ve ülke içinde sosyal adaleti sağlamak istiyorlardı. Burjuvazi ise, tam tersine, Bismarck’la anlaşmak eğilimindeydi ve Fransa’nın gerçek yurtseverleri olan ve canını bile düşünmeksizin ne pahasına olursa olsun Alman gericilerine karşı zafer için tüm güçlerini seferber etmek isteyen emekçileri engelliyordu.
Fransa-Prusya savaşı başladığında sürgündekiler Paris’te olanları gergin bir ruh haliyle izliyorlardı. Bir sosyal devrimin yaklaştığı belirgin bir şekilde hissediliyordu ama başlangıçta hiç de başarı vaat etmeyen, endişe verici haberler de alınıyordu. Savaşan, cephelerde yenilgilere uğrayan, aç, yıkıma uğramış, en sonunda imparatorluk rejimi tarafından soyulmuş halka ait haberler

Orleans’cılar ve Bonaparte’ın partisinin iç savaşıyla kemirilen Fransa’nın, işçilere zafer sağlaması, yeni bir sosyal düzeni kurması mümkün görünmüyordu.

Paris proletaryası böyle dehşetli bir anda kendi iktidarını savunacak güçte değildi. Bunu fark eden Engels, sonuçları son derece tehlikeli olabilecek olası bir girişime kesinlikle karşı çıktı. Engels, kopmak üzere olan trajedinin önüne geçme arzusuyla, Alman ordularının savaşın son perdesinde Parisli emekçilere saldırmasının korkunç bir şey olacağını yazıyordu.

Gaddar, gaspçı, arsız ve açgözlü hazine soyguncusu, Fransa’da 19 yıl diktatörlüğünü sürdürdü. Ahlak ve adalet yasalarını ihlal etti, ülkeyi karanlığa boğdu, dürüst, yetenekli insanları hakladı, halkın özgürlüğünü, düşüncelerini, vicdan özgürlüğü ve haklarını baskı altına aldı. Enternasyonal’in ölümcül düşmanıydı ve en tehlikeli düşmanı olarak onu yok etmek için komplolar hazırladı. Louis Bonaparte’ın rezil sonuna inandıklarından, komünistler ona karşı ısrarla, yılmadan mücadele ettiler.
Bakunin Enternasyonal’i kendi etkisi altına almaya, onu yönetmeye, anarşizmin programını empoze etmeye yelteniyordu. Bakunin’cilerin içlerinde büyüttükleri hizipçi arzular kısa zamanda açığa çıktı ve Genel Konsey onların entrikalarına sertçe karşı koymak zorunda kaldı.
En önemlisi de sizin yapıtlarınızı anladım, yaşamla iç içe olmayan düşüncenin anlamı yoktur, yoksa bu yalnızca skolastiğin karanlıklarında gezinmek olur. Teori, profesörlerin bir ayrıcalığı değildir. Biz işçiler, düşmanlarımızın kendi manevi üstünlüklerinden yararlanarak bizi tüm ilişkilerde, maddi ilişkiler dahil, sömürmemeleri için kendi aklımızla da yaşamalıyız. Bu konuda sizin büyük yapıtınız ‘Kapital’e eleştiri de yazdım.”
“Sizi dinlerken cesaretle söyleyebilirim ki, proletarya her şeyi aşarak yaşamın en büyük mutluluklarından birine, teorik düşünceye ulaşacaktır.”
“Sizin beyninizin ürettiklerinin en iyisini cömertçe ve kolayca tüm insanlara vermenize, itiraf edeyim, şaşırıyorum,” dedi Dietzgen.
(…) terzi Lessner, Marx’ı dinlerken duyduğu mutluluğu gizlemiyordu. Onu dinlerken zaman zaman yerinde sözler söyler ve kendi gözlemlerini anlatırdı. Onun en büyük düşü, tüm emekçiler için sekiz saatlik işgünü hakkının kazanılmasıydı.
Aleksandr Aleksandroviç, dillerde dolaşan karakteristik hicivlerinden birinde, emekçilere olan sevgisi üzerine yemin eden burjuvaziye ilişkin şunları söylüyordu: “Emekçileri seviyorum, ne demek? Siz onları lahanayı, jambonu sever gibi çok mu seviyorsunuz, az mı? Neden bize sevgiyi yorumluyorsunuz? Lütfen, bırakın bu duygulu ifadeleri! Kendinizi, karınızı, çocuklarınızı sevin, tüm bunlar çok güzel, fakat işçilerin sizden ve sizin gibilerden talep ettiği nedir? Yalnızca gerekli olanı, belki de daha azını. Onların emeği sayesinde zenginleşirken, en azından onları kendi merhametinizden kurtarın.”
“Önce soymak, daha sonra da soyulanlar için biraz para toplayıp ağızlarına bir parmak bal çalmak eski bir hikayedir,”
Bir devir başlatan, bir çığır açan tüm kitapların, yazgıları karmaşık ve alışılmadıktır. Yakılsalar, yok edilseler bile onlar küllerinden yeniden doğmuşlar ve yüzyıllar sonra kendi zafer yürüyüşlerini gerçekleştirmişlerdir. Bunları yazanlar aforoz edildiler, haksız yere yerildiler, ancak bu kitaplar insanları mutlu ederek ve onların ruhunu zenginleştirerek yazarlarını yeniden dirilttiler ve yeni bir yaşama başladılar. Görmezden gelindiler ve suskunlukla yok edilmeye çalışıldılar. Ama onlar bir fırtına gibi daha da güçlü bir şekilde tüm yeryüzüne yayıldılar, her eve girdiler. Dahice düşünceler ve duyguların ifadesi olan bu kitaplar hiç değişmeksizin er ya da geç gereksinim duyanlara ulaştı ve insanların mutluluğu ve iyiliği için hizmet ettiler. Hiç kimse ‘Kapital’i zafere giden yoldan alıkoyamazdı, çünkü dahice olan, ölümsüzdür.
Marx ve Engels’e göre, Enternasyonal, her yerde ve açıkça İrlanda’nın haklarını savunmalıydı. Genel Konsey’in yükümlülüğü ise İngiliz proletaryasında İrlanda’nın ulusal kurtuluşunun yalnızca soyut bir adalet ve insani dava değil, aynı zamanda proletaryanın kendi toplumsal kurtuluşunun ilk koşulu olduğu bilincini uyandırmaktı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir