İçeriğe geç

Gökdelen Kitap Alıntıları – Tahsin Yücel

Tahsin Yücel kitaplarından Gökdelen kitap alıntıları sizlerle…

Gökdelen Kitap Alıntıları

Belki de günü yaşamın önemini kavramak için hangi yılın hangi ayında ve hangi gününde olduğumuzu her sabah üst üste on kez yinelemek gerek!
..yozlaşmanın insanlık değerlerini bunca yıldır kemirmesine karşın, adalet duygusu kaldırılamıyor ortadan, ne kadar bastırılırsa bastırılsın, bir yerlerden fışkırıveriyor.
..adalet güçlülerin ayrıcalığıdır.
Bana öyle geliyor ki sen hem sıkı bir salak, hem dört dörtlük bir üç kağıtçısın
..artık geleceğin de geleceği yok.
Ama hiçbir şey olmuyor, hiçbir şey olacağı yok. Tek avuntumuz boyun eğenlerden olmamak.
Çok korkunç bir düş görmüştü, ama ister korkunç olsun ister gülünç, her şey olabilirdi bir düşte.
Çağımızın bir gerçeği de temel gerçeklerin söylenmemesi, efendim. Yoksa canına okurlar adamın.
Öyle sanıyorum ki her çağın doğruları kendine göre oluyor, efendim. Bizim çağımızın doğrusu da saltık bencillik.
Bu yüzden doğaya katlanamıyor, koca kentte tek ağaç, tek çiçek istemiyor.
Her dakika değişiyoruz, yaşam sürekli bir değişim.
Bu ülkede neredeyse herkes yüce Türk ulusu adına konuşuyor. Biz neden konuşmayalım ki?
İnanmak, inanmamak, bunlar çoktan kapanmış bir dönemin kavramları: artık hiç kimse hiçbir şeye inanmıyor.
Bu ülkede nerdeyse herkes yüce Türk ulusu adına konuşuyor. Biz neden konuşmayalım ki?
Öyle görünüyor ki şu koca dünyada türlerin en dayanaklısı insan, en zor koşullarda bile yaşıyor, üstelik, ürüyor da
Yargı devletin elinde bırakılamayacak kadar önemli bir toplumsal kurumdur,
Bu ülkede en az yüz yıldan beri her iktidar kendi zenginlerini yaratmıştır; ama bizim
Türk halkı sağduyulu bir halk da hiçbir partiyi bir dönemden fazla iktidarda tutmuyor,
Bir ülkede durmamacasına yasa çıkarılıyorsa, altı ay önce çıkarılmış bir yasanın yerine altı ay sonra tam karşıtı getiriliyorsa, yargı kararlarının yönetimin istediği biçimde olması için ikide bir özel mahkemeler kurulup özel yargıçlar atanıyorsa, o ülkede yalnızca yargı değil, hiçbir şey güvencede değil demektir,
Her şey yönetimin, yönetimin bile değil, hükümetin başındaki adamın iki dudağı arasında.
Ülkenin tüm kaynaklarını adamlarına dağıtırken, yargıyı unuttular anlaşılan, ya da fazla önemsiz buldular.
..ama insanlara anlatılması en zor şeyin gerçekler olduğunu biliyorum,
Belki de günü yaşamanın önemini kavramak için hangi yılın hangi ayında ve hangi gününde olduğumuzu her sabah üst üste on kez yinelemek gerek!
Adalet güçlülerin ayrıcalığıdır.
Öyle sanıyorum ki her çağın doğruları kendine göre oluyor.
“Çağımızın bir gerçeği de temel gerçeklerin söylenmemesi, efendim. Yoksa canına okurlar adamın. Bu durumda her birimiz kendi canımızı kurtarmaya çalışıyoruz.”
“İnanmak, inanmamak, bunlar çoktan kapanmış bir dönemin kavramları: artık hiç kimse hiçbir şeye inanmıyor. Olaylara işine geldiği açıdan bakıyor, ama, aynı zamanda, mantık açısından baktığını sanıyor, böyle olunca da en uzlaşmaz tutumları kaynaştırmakta bir sakınca görmüyor.”
Yaşamımın yanlışlığı düşüncemin de yanlış olduğunu göstermez.
O, kavganın şiirini yazardı, ama kavga etmesini bilmezdi, her şeyden önce ozandı.
“Evet, işin gerçeğine bakarsan, uyanık bir devlet adamı her zaman satacak bir şeyler bulur, çünkü her zaman satılacak bir şeyler vardır”
“Yaşamımın yanlışlığı düşüncemin de yanlış olduğunu göstermez.”
Sabri Serin gülümsedi.
“Bana öyle geliyor ki artık ender rastlanır bir özellik değil bu, efendim.” dedi. “ Başımızı biraz yukarı kaldırıp bakmamız yeter, ortaklık böyleleriyle dolu, partiler, dernekler, odalar, üniversiteler, dergiler, gazeteler, her yer, her yer üç kağıtçı budalalarla dolup taşmakta. Gitar çalan ama şiirden tiksinen kişilerle.”
Kelebeklerin kökünün kuruduğu bir dünyada çocuk sahibi olmak istemem.
“Yani sence bu ülkenin tek dürüst kişileri biz ikimiz miyiz?”diye sordu.
Sabri Serin gülümsedi
“Biz de daha kararımızı vermiş değiliz, efendim.”
“ O bu özelleştirme tasarısına karşı değil miydi?”
“Başlangıçta kesinlikle karşıydı. Ama öyle bir dönemde yaşıyoruz ki bir tasarıya karşı olmak onu desteklemeye engel değil.”
Anamalcılar çok fazla ileri gittiler, efendim: ağırlığı doğanın en amansız düşmanlarına : makinelere verdiler. Doğadan ve insanlığın geri yanından soyutladılar kendilerini.
“Peki Marx?” diye sordu. “Marx ekonomi bilmiyor muydu?”

“Biliyordu elbette” “ Biliyordu , hem de herkesten çok daha iyi biliyordu ama ekonomiyi salt ekonomi olarak düşünmüyordu o, hep başka şeylere, öncelikle de insana bağlıyordu.”

“ Evet, haklısın sevgilim” “ o başkaydı, anamalın kişisel bir güç değil, toplumsal bir güç olduğunu söylüyordu.”

Hayır, bence insan doğasına güvenmek gerekir, insanların başkaldırı yetisine güvenmek gerekir. Biliyorum, çoğu zaman, hem de hemen her yerde, haksızlık egemendir, doğal gibi, doğruluk gibi, haklılık gibi göründüğü de çok olur. Bu böyledir, böyle gelmiş, böyle gider, yapılacak hiçbir şey yok! der insanlar. Sonra bir yerlerden bir dip dalgası gelir, önünde ne varsa yerle bir etmeye başlar, adaletin ucu görünür, insanlar Bu böyle süremez! derler ve bu böyle sürmez artık. İnsanların başkaldırı yetisinden umudu kesmemek gerekir.
“Bir ülkede sabah akşam yeni yasalar çıkarılıyorsa yargı ve yönetim çoktan özelleştirilmiş denektir.” dedi. “ Bizdeki durum da bu her özel durum için özel yasa çıkarılmakta hem de kaç yıldır. Kaç yıldır, yöneticiler ya da adamları ne istiyorsa olsun, yüzde yüz o yapılsın, yargıcın yöneticinin yorumlama hakkı kalmasın diye.Bunu görmemek için kör olmak gerekir. Benim görüşümü sorarsan.”
İstanbul’un bütünlüğünü bozan sen değil misin gerçekte?
Hayır, benden çok önce başkaları bozdular. Ben ona yeni bir bütünlük vermek istiyorum, çağın gidişine uygun tutarlı bir bütünlük, kuruluşu tamamlandığı zaman kent her zaman böyleymiş gibi bir duygu uyandıracak insanlarda, geçmişi de, geleceği de düşündürtmeyecek, onları sonsuz bir şimdiki zamanda yaşatacak bir bütünlük.
Dünyanın en iyi avukatı da olsan, insanlara tüm düşünceni anlatamıyorsun, hele bizim Gül’e dedi içinden. Bunca birliktelikten sonra bile!
Evet, sanki dünya yeniden kendisi oluyor.
Siz hep söylersiniz ya, efendim: burası Türkiye,
Kelebeklerin kökünün kuruduğu bir dünyada çocuk istemem.
ı 7 şubat 2073, soğuk ve güzel bir gün, efendim,
Ayrıca, senin Don Kişot Don Kişotluğunu Cervantes’in büyülü anlatımına borçluydu,
ben kendi Don Kişotluğumu kendi yazılarıma ve kendi davranışlarıma borçluyum.
Tüm bu yaptıkların Don Kişot’luk olmuyor mu?
Varol Korkmaz görünmez bir yumruk yemiş gibi
sarsıldı,
şu son iki yılda suçsuzluğun da bir suç olduğunu öğrenmeye başladık
Bu ülkede en az yüz yıldan beri her iktidar kendi zenginlerini yaratmıştır.
“ ama insanlara anlatılması en zor şeyin gerçekler olduğunu biliyorum.“
“Suçsuzluk bir düş oldu artık.”
“Bugün bu ülkenin en özgür insanları suçlular, hırsızlar, halk düşmanları…”
Evet, 17 şubat 2073 ! Nasıl unuttum ki? Evet, canım, çok teşekkür ederim, evet, çok güzel: 17 şubat
2073, 17 şubat 2073, 17 şubat 2073, evet, çok güzel,
çok güzel! diye yineledi.
Karamazov kardeşler’i
en az yirmi kez okumuş bir Dostoyevski hayranısın sen,
nasıl böyle konuşursun?
Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki artık örneklerini yalnızca kitaplarda bulduğumuz bir dürüstlük biçimine bağlı kalmamıza olanak yok
Bugün yargı ne özel ne kamusal. Daha doğrusu, kimi zaman özel gibi görünüyor, kimi zaman kamusal. Ama daha çok özel. Her şey yönetimin, yönetimin bile değil, hükümetin başındaki adamın iki dudağı arasında. Yani kamusal görüntüsü adında özel, özelden de öte, bireysel. Yani yargının en kötü, en yoz biçimi.
Böylesini ne gördüm, ne duydum. Nasıl olsa, el koymuşlar adamların her şeyine, nereden kaynaklandığı bilinmeyen bir açık gerekçesiyle, banka, fabrika, ev, çiftlik, araba, her şeylerini almışlar ellerinden, arabalarına kendileri biniyor, köşklerinde kendileri oturuyor, şaraplarını kendileri içiyor, bankalarından da dostlarına bol bol kredi veriyorlar.
Bugün bu ülkenin en özgür insanları suçlular, hırsızlar, halk düşmanları
çoğu zaman, hem de hemen her yerde,haksızlık egemendir, doğal gibi, doğruluk gibi, haklılık gibi göründüğü de çok olur ..Sonra bir yerlerden bir dip dalgası gelir, önünde ne varsa yerle bir etmeye başlar, adaletin ucu görünür, İnsanların başkaldırı yetisinden umudu kesmemek gerekir.
Bu ülkede en az yüz yıldan beri her iktidar kendi zenginlerini yaratmıştır.
Sabri Serin gülümsedi. Bana öyle geliyor ki artık ender rastlanır bir özellik bu, efendim, dedi: Başımızı biraz yukarı kaldırıp bakmamız yeter, ortalık böyleleriyle dolu, partiler, dernekler, odalar, üniversiteler, dergiler, gazeteler, her yer, her yer üç kâğıtçı budalalarla dolup taşmakta. Gitar çalan, ama şiirden tiksinen kişilerle.
Türkiye’de özgür insanın durumu salgın hastalık karşısında sağlam insanın durumuna benzer, her an bir hastane odasında uyanabilir.
Bir ülkede akşam sabah yeni yasalar çıkarılıyorsa, yargı ve yönetim çoktan özelleştirilmiş demektir, dedi. Bizdeki durum da bu: her özel durum için özel yasa çıkarılmakta, hem de kaç yıldır. Kaç yıldır, yöneticiler ya da adamları ne istiyorsa o olsun, yüzde yüz o yapılsın, yargıcın, yöneticinin yorumlama hakkı kalmasın diye. Bunu görmemek için kör olmak gerekir.
Herifler bunca zamandır en büyük kuruluşları, en yaşamsal yeraltı kaynaklarını bile yerli, yabancı demeden, yok pahasına sattılar, hem de bunu bir övünç konusu yaptılar.
Şu son yıllarda, nice temel yasanın hoyratça çiğnenmesinden sonra, hukukun hukuk olmaktan çıkmak üzere gelip dayandığı son sınırdı belki bu ev, uzmanların aşıldı mı ortada hukuk diye bir şey kalmayacağını düşündükleri noktaydı.
Belki de günü yaşamanın önemini kavramak için hangi yılın hangi ayında ve hangi gününde olduğumuzu her sabah üst üste on kez yinelemek gerek!
Hükümete ters düşen kişilerin varını yoğunu ellerinden alıp kendilerini içeri atıyorlar.
Bugün bu ülkenin en özgür insanları suçlular, hırsızlar, halk düşmanları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir