İçeriğe geç

The Virgin and the Gipsy Kitap Alıntıları – D. H. Lawrence

D. H. Lawrence kitaplarından The Virgin and the Gipsy kitap alıntıları sizlerle…

The Virgin and the Gipsy Kitap Alıntıları

Korkak doğanlar doğal tutsaklardır
Ne kırmaları gereken bir pranga ne törpülenmesi gereken bir tutukevi parmaklığı ne de parçalanması gereken bir kol demiri var.Yaşamlarının anahtarları kendi ellerinde ve o noktada asılı, sallanıyor.
Çok özgür görünüyorlardı, ama aslında kendi içlerinde karmakarışık ve bağımlıydılar.
Limandan, yaşamın geniş denizlerine demir almak üzere olan gözü pek, ince, uzun, genç, tek direkli yelkenlilere benziyor lardı. Aslındaysa bir limanın zincirinden öburüne giden iki zavallı genç, dümensiz yaşamdılar.
“ Hayattan çok fazla şey beklemek, çocukluktur.
Elbette arabada oturup bol bol öbür insanları eleştirmekten başka yapacak bir şeyleri yoktu. Keşke başkaldıracak birkaç katı kural olsaydı!
Neden hepimiz ölü eşyalardan farksızız? Neden hiçbir şeyin önemi yok?
Kendi hareketlerinin sorumluluğunu yüklenmeyen insanlar çoğu kez neler olup bittiğini umursamazlar.
Yüreğinde daha gözü pek olmalısın yoksa oyununda yenilirsin.
Ben onun için bir hiçim. Yalnızca utanç verici bir şey olmaktan öteye gitmeyen bir hiç! Her şey ayıp, her şey ayıp!
Dıştan, aynı görünüyordu. İçtense, katı, kopuk ve kendi de nedenini bilmeksizin intikamcıydı.
İnsanların ruhlarındaki havaysa öyle bayatlamıştı ki, iğrenç kokular yayacak hale gelmişti.
Ah, cinselliğin olmak zorunda olması ne yazık! Bu tür bir şey olmaksızın kadınlarla erkekler olsaydık çok daha iyi olurdu!
Kendi yaşam oyununu kendi oynamak istemiyormuşcasına hep başkasının onun yerine harekete geçmesini istiyordu
Yüreğinde daha gözüpek olmalısın yoksa oyununda yenilirsin..
Çingenenin ince, güzel biçimli göğsüne gömülmek istiyordu. Bir kez, bir kez için bile olsa onu kollarında tutmasını, rahatlatıp Güven vermesini istiyordu.Yalnızca iğrenç bir korku duyduğu Babasına karşı onun tarafından güçlendirilmek istiyordu.
Yaşamdan çok şey beklemekse çocukluktu..
Korkak Doğanlar doğal tutsaklardır..
Bence biriyle evlenmeyi düşünmenin zamanı, artık eğlenmediğini düşünmeye başladığın zamandır.
Yaşamak korkunç bir şey
Öbür insanlarsa senin yüreğini çiğniyorlar. Yüreğinin öldüğünü sen ölünceye kadar da çiğneyecekler
Bir tutkuevi parmaklığını parçalamak, yaşamın keşfedilmemiş kapılarını açmaktan daha kolaydır.
Çok Özgür görünüyorlardı, ama aslında kendi içlerinde karmakarışık ve bağımlıydılar.
Ama ben bana bayılanlardan nefret ediyorum.Çok canımı sıkıyorlar.Kurşun gibi asılıyorlar insana.
-Bana tapan erkeklerden nefret ederim ben. Resmen içimi bayıyorlar. Sülük gibi yapışmaları filan.
-Ah, beni de öyle; fazla yapışkan olduklarında. Ama belli bir uzaklıktan, bence gayet tatlılar.
-O çingeneye aşık değilsin ya!
-Eh, bilmem ki. Bana başka şeyler hissettiren tek kişi o! Gerçekten o!
-Ama nasıl? Nasıl olur? Size hiçbir şey söyledi mi?
-Hayır! Hayır!
-Öyleyse nasıl? Ne yaptı?
-Oh, yalnızca baktı.
-Nasıl?
-Eh, doğrusunu isterseniz bilmiyorum ama başka türlü! Evet, başka türlü! Şimdiye kadar bana bakan erkeklerin tümünden farklı, çok farklı baktı.
-İyi ama nasıl baktı. Bana gerçekten ama gerçekten aşıkmış gibi baktı.
Ne kırmaları gereken bir pranga
ne törpülenmesi gereken bir tutukevi parmaklığı ne de parçalanması gereken
bir kol demiri var.Yaşamlarının anahtarları kendi ellerinde ve o noktada asılı, sallanıyor.
Her şey rezil, utanç verici.
İnsan hayattan zevk almayı kaybettiği zaman evlenmeyi düşünmeli bence.
Zaman ruhun doludizgin akışıdır.
Şeytan bile borçları için bir yüzde ödemek zorundadır.
-En berbatı da, senden illa aşık olup evlenmenin beklenmesi.
-Aşık olmak, evlenmek istemiyor musun.
-Hayır, istediğimi söyleyemem! Özellikle de, sırf başka hiçbir çare kalmadığı duygusuyla evlenmeye karşıyım. İnsanın illa girmek zorunda olduğu, korkunç bir kafes bu.
Eh sular bırakmadı ama umutlar içinde yaşıyorum.
Yüreğinde daha gözü pek olmalısın yoksa yenilirsin.
Ses gürültü anlamına geliyorsa dinlemeye gerek yok.
Kendi hareketlerinin sorumluluğunu yüklenmeyen insanlar çoğu kez neler
olup bittiğini umursamazlar.
O kokuşmuş dış dünyadaki korkunç ısırganotunu fazla düşünmeye gelmez.
Diğer insanlar senin yüreğinin üstünde tepiniyorlar. Seni öldü bilene kadar da tepinecekler.
Özgür görünüyorlar, oysa içleri düğüm düğüm. Limandan hayatın açık denizlerine açılan uzun direkli yepyeni teknelere benziyorlar. Oysa demir attıkları bir yerden demir atacakları başka bir yere girmekte olan dümensiz iki zavallı genç hayattılar.
Hayvanca davranan herkese susmaları söylenmeli.
Korkak doğanlar doğal tutsaklardır ve derinlerdeki içgüdüleri, boyunduruklarının ansızın boyunlarına kilitleneceği korkusuyla zehirli bir dehşet içinde yaşarlar.
İnsan bir gün aşkın biteceğini bildiğinde iyice çirkinleşir.
Harekete geçme ya da yalnızca kendinden kaynaklanan bir şey yapma konusunda hep garip bir gönülsüzlüğü vardı. Kendi yaşam oyununu kendisi oynamak istemiyormuşçasına hep başkasının onun yerine harekete geçmesini istiyordu.
Kadın ya da erkek insan birçok ben lerden oluşmuştur. Yvette içindeki benlerden biriyle bu Çingene adamı seviyordu.
Yüreğinde daha gözü pek olmalısın yoksa oyununda yenilirsin.
Tutku hala yerinde, hala yadırgatıcı ve çırçıplak, gözlerindeydi ama daha uzaktı, o ataklık da azalmıştı.
Papazevinden, yaşamını tüketen bir nefretle nefret ediyordu, bu nefret öyle güçlüydü ki, bu yerden bir türlü uzaklaşamıyordu. Katlanırken de büyülenmişçesine bir çekilme ile bağlanmıştı.
Giderek o kaygısız, bürümcekler uçuşan ilgisizliğin altında, yüreğinde oluşan bir kaya kristalini andıran bir sertlik biçimlendi. Duygudaşlığın çöküşüyle düşlerini de yitirdi. Dıştan, aynı görünüyordu. İçtense, katı, kopuk ve kendi de nedenini bilmeksizin intikamcıydı.
Dış görünüşü hep aynı kaldı. Bu, oynadığı oyunun bir parçasıydı. Koşullar olduğu gibi kaldığı sürece, hiç olmazsa görünüş olarak ondan beklenildiği gibi kalmalıydı.
Bir yandan da suçlu bir delilik düşüncesi öylesine ağza bile alınmayacak kadar korkunçtu ki, acı çekmekten ürküp sinmiş, zorlukla yürüyebiliyordu. Korku, yürürken topuklarını yaralıyor gibiydi. Bu korku doğuştan alçak olanların; insancıl her şeyin dolup taştığı babasının o büyük, soğuk korkusuydu. Büyük bir bataklık gibi insancıllık onu sarmaladı; o da, her şeyi itip kendinden uzaklaştırarak, karşılaştığı her insandan korkarak, dizlerinin bağı çözülmüş, battı.
Yalnızca iğrenç bir korku duyduğu babasına karşı onun tarafından güçlendirilmek istiyordu.
Yüreğinin öldüğünü sanıncaya kadar da çiğneyecekler, ama esmer adam tek bir kıvılcımı üfleyip ateşe dönüştürecek, hem de ne ateş Nasıl bir ateş olduğunu göreceksin.
Neden hepimiz ölümlü bir mobilya parçası gibiyiz? Neden hiçbir şey önemli değil?
Diğer insanlar senin yüreğinin üstünde tepiniyorlar. Seni öldü bilene kadar da tepinecekler.
Özgür görünüyorlardı, oysa içleri düğüm düğümdü. Limandan hayatın açık denizlerine açılan uzun direkli yepyeni teknelere benziyorlardı. Oysa demir attıkları bir yerden demir atacakları başka bir yere girmekte olan dümensiz iki zavallı genç hayattılar.
ancak hep uyutulmuş bir yaratıktı sanki. Tam neşelenecek kadar özgür olamıyordu.
Bedeninle daha yürekli ol, yoksa şansın seni bırakıp gider ve suyun sesini dinle
Ses gürültü anlamına geliyorsa dinlemeye gerek yok.
Ben meslek denen şeyden, yaşamın o yanından nefret ederim.
Neden hepimiz bir mobilyanın geçici parçaları gibiyiz? Neden hiçbir şey önemli değil?
Durmadan ayrıntılar için dır dır edip şamata yapan bir sürü insanla bir arada yaşamak berbat bir şey!
Günün birinde yine görüşeceğiz,
Ben umut içinde yaşıyorum.
Daha cüretli ol yoksa oyunu kaybedersin.
Suyun sesini dinle.
İnsanların yüreklerindeki hava da bayatlamış, sonunda kokuşmuştu.
– Sen aşık olup evlenmek istemiyor musun?
– Öyle bir isteğim yok. Hele insanın yapacak başka bir şey kalmadığını düşündüğü zamanlar bir kümese girmek gibi bir şey bu.
Paryanın gururu, yasa adamlarına tepeden bakıp sonra kendi yoluna giden toplum dışına itilmişlerin o yarı hor gören başkaldırısı..
Geleceğin sürekli bir yarınlar dizisi olmaması için bir neden var mı.?
İnsanın aşkı da sona erer sanırım.
Bana kalırsa cinselliğin bir bayağı bir de bayağı olmayan iki türü var. Çok karmaşık bir şey aslında. Bayağı erkeklerden iğreniyorum. Bayağı, sıradan olmayan dışında da kimseye cinsel bir yakınlık duymuyorum. Belki de seks diye bir şey yoktur bende.
Yeter artık!
Herkesin senin bu iğrenç ve üstün tabiatına boyun eğmesini bekleyemezsin.
Aman, boşver şu köhne zamanı! Her zaman biri fırsatı kaçırır nasılsa!
Diye bağırdı Lucille.
Herhalde güneşin parladığı deniz aşırı bir yerdedir.
Kabalık, acı verecek derecedeydi.
İnsnaların özel işleriyle çok ilgilidir; eğer yaşam buysa.
Her şey neredeyse şiirselliğe ulaşan bir katılıkla taşlaşmıştı, öylesine amansızdı ki..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir