İçeriğe geç

A Little History of Philosophy Kitap Alıntıları – Nigel Warburton

Nigel Warburton kitaplarından A Little History of Philosophy kitap alıntıları sizlerle…

A Little History of Philosophy Kitap Alıntıları

Yaşamın amacı nedir? Tanrı var mı? Her zaman benden beklenen şeyi mi yapmak zorundayım?
Ne yapacağımıza ve olacağımıza kendimiz karar veririz.
Ne var ki görünüşler aldatıcıdır. Gördükleri gölgelerdir, gerçeklik değil.
Sesi üst sınıfa mensup olduğunu ele veriyordu.
Ancak Freud’ un, Tanrıya olan inancınızın nereden geldiğine dair bir açıklaması vardı. Tanrı var olduğu için ona inandığınızı düşünüyor olabilirsiniz, ama Freud çok küçük bir çocukken hissettiğimiz korunma ihtiyacını hala hissediyor olduğunuz için Tanrı’ya inandığınızı düşünüyordu. Freud’a göre bütün uygarlıklar, bir yerlerde, karşılık bulmamış korunma ihtiyaçlarınıza cevap olacak güçlü bir baba figürünün bulunduğu yanılsaması üzerine kurulmuştu.

Tanrı’nın var olması gerektiğine dair kalbinizde büyük bir arzu taşıdığınız için, onun gerçekten de var olduğuna inanırsınız.

Duygulara sahip olmanız ya da olmamanız büyük ölçüde şansa bağlıdır. Bazı insanlar merhamet ve empati duyar, bazıları duymaz. Bazıları zalimdir ve göstermekte zorlanır; bazıları paralarının ve varlıklarını bağışlayarak başkalarına yardımcı olmaktan zevk alır. Ama iyi olmak, aklını kullanan her insanın kendi seçimleri aracılığıyla ulaşması gereken bir şey olmalıdır.
Sanat uzun, hayat kısadır.
Bedenlerimiz birer köle de olsa zihinlerimiz özgür kalabilir.
Ben varsam, ölüm yok; ölüm varsa, ben yokum.
Bir bulutla kış olmaz, bir çiçekle yaz gelmez.
Düşünüyorum, öyleyse varım
(Latince cogito ergo sum)
René Descartes (1596-1650) da zamanında böyle bir rüya yönte görmüş ve hakkında düşünmeye başlamıştı.
İnsan rüya görmediğinden nasıl emin olabilirdi?
Thomas Hobbes (1588-1679), İngiltere’nin en büyük siyaset düşünürlerinden biridir.
Daha az bilinen şeyse, ilk zindelik tutkunlarından biri olduğudur.
Her sabah, nefes açmak için hızlı adımlarla tepeleri tırmanırdı.
Dışaridayken aklına iyi bir fikir gelirse diye sapinda hokka olan özel bir baston yaptırmıştı.
Hiç kimse mutluluğunu böyle kırılgan temellere oturtmamalıdır. Mutluluk daha sağlam bir şeyden, kaybedilemeyecek olandan gelmelidir.
Hiçbir şey kendi içinde kötü değildir; her şey onun hakkında nasıl düşündüğünüze bağlıdır. Mutluluk, dünyanın değil, aklın bir durumudur.
“Filozofça tavır”, değiştiremeyeceğiniz şeyleri kabullenmek anlamına gelir.
Bir konak alacak paranız yoksa, konak sahibi olmak için umutsuz bir dürtü duymanın da yararı yoktur. Bütün hayatınızı muhtemelen ulaşamayacağınız bir şeyi elde etmeye çalışarak harcamayın. Sade bir şekilde yaşamak çok daha iyidir. Arzularınız basitse, onları tatmin etmek kolaylaşır ve ilgilendiğiniz şeylerden keyif almak için zamanınız ve enerjiniz olur.
Hiçbir şeyi kesin olarak bilemeyeceğimizden, tüm yargılarımızı askıya almalı ve hayatlarımızı yargıdan kaçınarak yaşamalıyız. Sahip olduğunuz her arzu, bir şeyin diğerinden daha iyi olduğuna inandığınızı gösterir. İstediğinizi elde edemediğinizde mutsuz olursunuz. Ne var ki, bir şeyin diğerinden daha iyi olduğunu bilemezsiniz. Dolayısıyla mutlu olmak için, kendimizi arzularımızdan kurtarmamız ve işlerin nasıl sonuçlanacağıyla ilgilenmememiz gerekir. Doğru yaşamanın yolu budur.
Sokrates’i böyle bilge kılan şey, durmaksızın soru sorması ve düşüncelerini tartışmaya daima istekli olmasıdır.Yaşamın ancak ne yaptığınızı düşünürseniz yaşanmaya değer olduğunu söylemişti.Sorgulanmamış bir varoluş koyunlara uygundur, insanlara değil.
Bir bulutla kış olmaz, bir çiçekle yaz gelmez.
Söylediklerinizden tiksiniyorum, fakat bunları ifade edebilme hakkınızı ölümüne savunurum,
“Seçme şansi verildiğinde, çamurlu ağilinda
yuvarlanip yem kabindaki yiyecekleri midesi-
ne indiren hoşnut bir domuz mu, yoksa mut-
suz bir insan mı olmak isterdiniz? Mill, mut-
lu bir domuz yerine üzgün bir insan olmay
seçecegimizin açik oldugunu düşündü. Fakat
bu, Bentham’ in düşündügü şeye tersti. Hatır-
layacağiniz gibi Bentham önemli olan tek şe-
yin haz verebilen deneyimler olduğunu söylü-
yordu, bunların nasil olustuğu önemsizdi, Mill
buna katilmıyordu. Farklı türde hazlara sahip
olabileceğimizi ve bazıların diğerlerinden cok daha iyi olduğunu duşunuyordu.”😇
Sözcükler dünyayı kopyalamamızı değil, onunla başa çıkmamızı sağlar.
Niccolò Machiavelli (1469-1527)
dürüst iyi görünmeyi isteyebilecek olmamıza rağmen, bunun pek de iyi bir fikir olmadığını düşünüyordu.
Ona göre bazı zamanlarda yalan söylekek, verdiğiniz sözleri yerine getirmemek ve hatta düşmanlarınızı öldürmek daha iyidir.
Bir prensin verdiği sözleri tutmak için endişelenmesine gerek yoktur.
Ona göre, etkili bir prens nasıl iyi olunmayacağını öğrenmeli dir.
En önemlisi iktidarda kalabilmektir ve bunu yapabilmek için hemen hemen her yol mubahtır. Machiavelli’nin tüm bunları anlattığı kitabı Prens’in, 1532 tarihinde basılmasından bu yana kötü bir şöhret edinmiş olması şaşırtıcı değildir. Bazı insanlar bu kitabı şeytani olarak niteledi ya da en iyi ihtimalle bir gangsterlik kılavuzu olarak gördü, kimileriyse siyasette gerçekten neler olup bittiği hakkında şimdiye kadar yazılmış en tutarlı açıklamalara sahip kitap olduğunu söyledi. Günümüz siyasetçile çoğu Prens’i okumuştur, ama kitabın ilk pratikte uyguladıklarını açık etmemek pek azı bunu itiraf eder.
Rousseau, hakiki dinin kalpten geldiğine ve dini törenlere ihtiyaç duymadığına inanıyordu.
Gözlerimizin birlikte çalışan alt kademe tanrılardan oluşan bir ekip tarafından tasarlanmadığını nereden biliyoruz? Belki de gözlerimizi şimdiye kadar çoktan ölmüş çok yaşlı bir tanrı yapmıştır. Belki de hala kusursuz gözler tasarlamay ı öğrenmeye çalışan çok genç bir tanrı tarafından tasarlandılar.
Anlamak sadece doğru cevaplar vermrkten fazlasını içerir.
Adalet, insanlara adil davranmakla ilgilidir.
Bilim yaratıcı ve heyecan verici bir girişimdir, ama bir şeyin doğru olduğunu kanıtlamaz. Tek yaptığı yanlış bakış açılarından kurtulmak ve bu süreçte doğruya yaklaşmayı ummaktır.
Kötü inanç, özgürlükten kaçmaktır.
İnsan özgürdür.
Doğru, işe yarayandır.
Tarih hiçbir anlamda rastgele değildir.
Herkes için doğru yer değilse, sizin için de doğru değildir.
Bir arkadaşınız koşarak odaya girseydi ve az önce suda yürüyen birini görmüş olduğunu söyleseydi, ona ne derdiniz?
Bizim hatamız ayrıntılara takılıp büyük resmi görememektir.
Var olmak algılanmaktır.
Esse est percipi.
Buzdolabının kapısını kapattığınızda ve kimse içeriyi göremezken ışığın gerçekten sönüp sönmediğini merak ettiğiniz oldu mu hiç?
Gerçekte özgür irade bir yanılsamadır.
Doğru olduğunu düşündüğümüz şeylere inanırız. İnanmanın doğası böyledir.
Düşünüyorum öyleyse varım.
Cogito ergo sum.
Aslında hiçbir zaman yeni bir şey öğrenmiyor, sadece belleğimizi tazeliyorduk. Hayat daha önce bildiklerimizi hatırlama mücadelesiydi.
Kontrolsüz olmak, en değerli ve anlamlı deneyimler için zaman bulmaksızın olayların akışına kapılmak, hakiki yaşamdan çok uzaktır.
Sanat uzun, hayat kısa.
Düşüncelerimiz bize bağlıdır.
Epikuros’a göre hayatın anahtarı, hepimizin aradığı şeyin haz olduğunu fark etmektir.
Hakikati keşfetmenin bir yolu yoksa, endişeye de mahal yoktur.
Duyularımıza tamamen güvenemeyiz çünkü bazen bizi aldatırlar.
Otorite tek başına hiçbir şeyi kanıtlamaz.
İyi davranış kalıpları erdemleri, kötü olanlar ise kusurları doğurur.
Zincirlerini kıran kişi bir filozof gibidir. Görünüşlerin ötesini görür. Sıradan bir insan gerçeklik hakkında az bir fikre sahiptir, çünkü onu derinlemesine düşünmektense, hemen önünde duran şeye bakmaktan hoşnuttur. Ne var ki görünüşler aldatıcıdır. Gördükleri gölgelerdir, gerçeklik değil.
Yazılı sözcükler insana karşılık vermez; onları anlamadığınızda açıklama yapamazlardı.
Yaşamın ancak ne yaptığınızı düşünürseniz yaşanmaya değer olduğunu söylemişti.
Sokrates için bilgelik, çok şey bilmek ya da bir şeyi nasıl yapacağını bilmek değildi. Bilgelikle neyi bilebileceğimizin sınırlarını da içererek, varoluşumuzun gerçek doğasını anlamayı kastediyordu.
Değer verdiği bilgelik türü, argümana, akıl yürütmeye ve sorular sormaya dayanır, önemli biri doğru dedi diye bir şeye inanmaya değil.
Düşüncelerinizin temelleri, inanmak istediğiniz kadar sağlam değildir ve sizi mutlu kılma ihtimalleri yoktur.
Tam adıyla Ancius Manlius Severinus Boethius (475-525), son Romalı filozoflardan biriy di. Roma barbarlar tarafından ele geçirilme den yalnızca 20 yıl önce öldü.
Ben varsam, ölüm yok; ölüm varsa, ben yokum.
Eski Yunan filozofu Epikuros (İÖ 341-270), ölüm korkusunun zaman kaybı olduğunu ve yanlış bir mantığa dayandığını savundu.
Aşılması gereken bir ruh haliydi bu.
Sağlıklı düşünürseniz, ölüm hiç de korkulacak bir şey değildir.
Doğru bir şekilde düşünecek olursanız, burada geçirdiğiniz zamandan daha çok keyif alırsınız ki Epikuros için bu son derece önemliydi. Ona göre felsefenin amacı, daha iyi bir hayata sahip olmak ve mutluluğa ulaşmaktı.
Daha iyi bir toplum tasarla ama bunu, toplumda hangi konumda olacağını bilmeden yap.
Dolayısıyla mutlu olmak için, kendimizi arzularımızdan kurtarmamız ve işlerin nasıl sonuçlanacağıyla ilgilenmememiz gerekir. Doğru yaşamanın yolu budur.
Hiçbir şeyin önemli olmadığının farkına varın.
Böylece hiçbir şey, ruh halinizi yani iç huzurunuzu bozmayacaktır.
Üçüncüsü bu öğretiyi takip ederseniz, hayatınız şöyle olacaktır:
Başta, herhangi bir şey hakkında muhtemelen ne diyeceğinizi bilemeyeceğiniz için, sessiz kalırsınız.
Sonunda da bütün endişelerinizden arınırsınız. Bu da bir insanın hayattan bekleyebileceği en iyi şeydir.
Tüm bunlar neredeyse dinsel bir deneyim gibidir.
Hiç kimse bir şey bilemez, hatta bu bile kesin değildir.
Doğru olduğuna inandığınız şeylere güvenemezsiniz çünkü yanılıyor olabilirsiniz. Her şey sorgulanabilir, her şeyden şüphe edilebilir.
Bu nedenle yapabileceğiniz en iyi şey, açık fikirli olmayı sürdürmektir.
Kendinizi bir düşünceye adarsanız, hayal kırıklığına uğrarsınız.
Bu, eski Yunan ve daha sonra Roma’da birkaç yüzyıl popüler olan bir felsefi akım olan Şüpheciliğin ana öğretisiydi.
Platon ve Aristoteles’ten farklı olarak, en aşırı şüpheciler herhangi bir konuda belli bir düşünceyi savunmaktan kaçındılar.
Antik Yunan’da yaşamış Pyrrhon (İÖ 365-270), tüm zamanların en ünlü ve belki de en uç şüphecisidir.
“Sokrates için bilgelik, çok sey bilmek
ya da bir seyi nasil yapacagini bilmek degildi.
Bilgelikle neyi bilebilecegimizin sinirlarini da
icererek, varolusumuzun gerçek dogasini an-
lamayikastediyordu.”
Jean-Jacques Rousseau toplum sözleşmesi başlıklı kitabının başında, insan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur der.
Mutluluğu arayın
“Kendilerine ait zihinleri olmaksızın otomatik bir şekilde hareket eden zombiler olamazlar mı?”
Sen ve ben işlerin nasıl yürüdüğünü biliyoruz ama bu aptallar, yanılsamalardan muzdarip, der gibidir.
Aristoteles bu sözle şunu kastedi yordu: Nasıl açan bir tek çiçek ya da yaşanan bir tek sıcak gün yazın geldiğini kanıtlayamazsa, size haz veren birkaç anın ardından da hakiki mutluluğu bulduğunuzu söyleyemezsiniz. Ona göre hakiki mutluluk kısa süreli bir haz değildir.
Platon bir mağarayı betimler.
Bu hayali mağarada, yüzleri duvara dönük, zincirlerle bağlı insanlar vardır.
Önlerinde, gerçek şeyler olduğuna inandıkları titreşen gölgeleri görebilirler.
Gördükleri gerçek değil, arkalarında yanan bir ateşin önünde duran nesnelerin meydana getirdiği gölgelerdir.
Bu insanlar tüm yaşamlarını, duvara yansıyan gölgelerin gerçek dünya olduğunu düşünerek geçirirler.
Sonrasında içlerinden biri zincirlerini kırar ve ateşe doğru döner.
Gözleri ilkin bulanıktır, ama sonra nerede olduğunu görmeye başlar.
Mağaradan sendeleyerek çıkar ve nihayet güneşe bakabilir.
Mağaraya geri döndüğünde, dışarıdaki dünya hakkında söylediklerine kimse inanmaz. Zincirlerini kıran kişi bir filozof gibidir. Görünüşlerin ötesini görür.
Sıradan bir insan gerçeklik hakkında az bir fikre sahiptir, çünkü onu derinlemesine düşünmektense, hemen önünde duran şeye bakmaktan hoşnuttur.
Ne var ki görünüşler aldatıcıdır.
Gördükleri gölgelerdir, gerçeklik değil.
Kişisel özdeşlik, belleğin ulaşabildiği yere kadar genişler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir