İçeriğe geç

Yüzyılın Kitabı – Yüzyılın Lideri Kitap Alıntıları – Sinan Meydan

Sinan Meydan kitaplarından Yüzyılın Kitabı – Yüzyılın Lideri kitap alıntıları sizlerle…

Yüzyılın Kitabı – Yüzyılın Lideri Kitap Alıntıları

Şimdiye kadar milletimizin başına gelen bütün felaketler, kendi kader ve alın yazısını başka birisinin eline terk etmesinden kaynaklanmıştır.
Sistemsiz ve kanunsuz biçimde cumhurbaşkanlığıyla başbakanlığı birleştirmeyi asla düşünmedim ve düşünecek adam olmadığım bütün milletçe malumdur zannederim.
Sarayların içinde Türk’ten başka unsurlara dayanarak düşmanlarla ittifak ederek Anadolu’nun Türklüğün aleyhine yürüyen çürümüş gölge adamların Türk vatanından kovulması, düşmanların denize dökülmesinden daha kurtarıcı bir harekettir.
Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve çöküntü vardır. Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası hürriyettir.
Bir insan belki kendi isteğiyle kişisel özgürlüğünü bir kenara bırakabilir. Fakat bu girişim koca bir ulusun hayatına ve özgürlüğüne zarar verecekse, büyük ve onurlu bir milli yaşam bu yüzden sönecekse, o milletin evlatları ve torunları bu yüzden yok olacaklarsa bu girişim hiçbir zaman meşru ve kabul edilebilir bir konu olamaz. Ve hele böyle bir girişim hiçbir zaman özgürlük adına hoşgörü ile düşünülemez!
Biz bugünü değil, üç beş seneyi de değil, ebediyen yaşayacak olan bu milletin saadetini, kesin hakimiyetini düşünerek, onun ebediyen korunması endişesiyle bu açıklamaları yapıyoruz Tekrar etmek için diyeceğim ki milletin hakimiyetinin tek temsilcisi olan Meclis’i dağıtacak ve yasama ve yürütme yetkisinin merkezi olan Meclis’i etkisizlestirip zayıflatacak bir kudret ve kuvveti bir şahsa vermek, yani fesih yetkisi verilmesi milletin hakimiyetine aykırı ve vatan için büyük bir tehlikedir.
Dine bakarken dincilik yapmamak gerektiği gibi, düne bakarken de düncülük yapmamak gerekir. Çünkü düncülük veya ecdatperestlik tarihi bilim olmaktan çıkarır, hamaset haline getirir.
Bugünü doğru anlamanın biricik yolu düne, tarihe bakmaktır. Ancak düne şaşı bakanların bugünü net görmeleri mümkün değildir.
Korkmayın! Adını anarsanız siyaset yapmış olmazsınız. Yüksek sesle haykırın

Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa

Bu topraklarda yaşayan aklı başında birinin

-eğer cahil veya hain değilse-

Atatürk’e düşman olması mümkün müdür Allah aşkına?

Görüldüğü gibi gerçekten de Yüzyılın Kitabı nı okuyunca Yüzyılın Lideri yle, Atatürk’le karşılaştırılmaktadır.
Dinden maddi çıkar elde edenler iğrenç kimselerdir. İşte biz bu duruma karşıyız ve buna izin vermiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan insanlar, saf ve masum halkımızı aldatmışlardır.

Atatürk

Güzel sanatlarda başarılı olmayan milletlere ne yazıktır! Onlar bütün başarılarına rağmen medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla tanınmaktan daima mahrum kalacaklardır.
Türkler yönetimden dışlanmış, yönetim dönme devşirmelere ve saray eline bırakılmıştı. Öyle ki Osmanlı’nın toplam 288 sadrazamının 210’dan fazlası yabancı kökenliydi.
Türk milleti, Anadolu’nun kurtuluş zaferini kutlarken sana İzmir’den, Bursa’dan, Akdeniz ufuklarından ordularının selamını da sunuyorum.
Askeri orduların zaferlerini eğitim, kültür orduları tamamlamalıdır.
Atatürk akla, bilime dayalı çağdaş bir ülke kurmak istedi. Ancak bunu yaparken de asla din düşmanlığı yapmadı; laikliğin gereği olarak din ve vicdan özgürlüğünden yanaydı. Nitekim camiler açıktı, isteyen ibadetini yapıyordu. Dini bayramlar kutlanmaya devam ediyordu. Yasak olan din değil dincilikti, yobazlıktı.
Atatürk Amasyalılara şöyle seslendi:
Aziz Amasyalılar!
Padişah ve hükümet, İtilaf Devletlerinin elinde esir durumdadır. Memleket elden gitmek üzeredir. Bu kötü duruma çare bulmak için sizlerle çalışmaya geldim. Hep birlikte aziz vatanımızın kurtuluşu için gayret sarf etmeliyiz.
Mademki milletimizin şerefi, haysiyeti, istiklali tehlikeye düşmüştür. Artık bu hükümetten iyilik ummak abestir. Hep beraber Mustafa Kemal Paşa’nın etrafında toplanarak vatanı kurtaracağız

Vaiz Abdurrahman Kâmil Efendi, 13 Haziran 1919, Amasya.

Parolamız tek ve değişmez: Ya istiklal ya ölüm!
1919’da Samsun’a çıkarken ona;
Ordu yok! dediler; Kurulur dedi.
Para yok! dediler; Bulunur dedi.
Düşman çok dediler; Yenilir dedi.
Ve gün geldi, bütün bu dedikleri oldu.
Gerçek kurtuluş toplumdaki marazı(hastalığı) tespit edip tedavi etmekle elde edilir. Marazın tedavisi ancak ilmi ve fenni bir tarzda yapılacak olursa şifa verici olur.
Son 300 yıl içinde doğruyu aramaya başladığınızda eninde sonunda yolunuz Atatürk’e çıkar.
Ahmaklar! Memleketi, Amerikan mandasına, İngiliz himayesine terk etmekle kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını sağlamak için bu vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk bağımsızlığını feda ediyorlar.

Atatürk, 1919.

1363 Sırpsındığı Savaşı, Türklerin Rumeli’de tutunmasını sağlamıştı. 1922 Büyük Taarruz ise Türklerin Anadolu’da tutunmalarını sağladı.
26 Ağustos 1071’de Malazgirt Savaşı’yla Anadolu’yu yurt yaptık, 26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz’la Anadolu’nun yurt olmasını sağladık. Her iki zaferimiz de kutlu olsun
TBMM, yalnız ve yalnız milletindir. Milletin seçtiği milletvekillerinden oluşur. Bu meclis, yalnız ve yalnız milletin emrine boyun eğmek zorundadır. İsmi ne olursa olsun millet bu hakkını bir şahsa veya makama teslim edemez.
Milli irade kendi yönünde bir nehir gibi coşup taşacaktır.
Milletvekilleri genelde çok yoksuldu. Giyim kuşamları çok kötüydü. Ceplerinde paraları yoktu. Pek çok milletvekili Ankara’da başını sokacak bir ev bile bulamamıştı. Çoğu milletvekili öğretmen okulunda yatıyordu. Karyolalar yetmeyince yer yatakları serilmişti. Orada yer bulamayanlar ise istasyon yolundaki çayırlıkta, açıkta yatmış ve çoğu sıtmaya yakalanmıştı.
Emperyalizmin bu tek adam planını Atatürk yine Meclis’te bozmuştur.
Biz bugünü değil, üç beş seneyi de değil, ebediyen yaşayacak olan bu milletin saadetini, kesin hakimiyetini düşünürek, onun ebediyen korunması endişeyle bu açıklamaları yapıyoruz.
Mazlumlar diyarında, İslam dünyasında tarih boyunca halkın kanını emen iki büyük düşman vardır: emperyalizm ve cehalet. Bu topraklarda son yüzyılda bu iki düşmanı da yenen tek lider Atatürk’tür.
19. yüzyılda Osmanlı’nın içine düştüğü durumu bir İngiliz tüccar şöyle ifade ediyordu: Osmanlı Devleti, adetâ memleketin zararı pahasına üç beş tefeci ve zenginleşen birkaç paşanın çıkarlarını korumak için varlığını sürdüren bir devlet konumuna gelmiştir.
1879’da Sadrazam Said Paşa, Banker Yorgo Zarifi ve Salamon Fernandez gibi Galata bankerleri ve Osmanlı Bankası yetkilileriyle Rüsumu Sitte anlaşmasını imzaladı. Anlaşmaya göre Osmanlı’nın 6 kalem geliri; tuz inhisarı, tütün inhisarı, damga resmi, alkollü içki, balık avcılığı ve ipek aşarı Rüsumu Sitte idaresine bırakılıyordu.
Ufku görmek yetmez, ufkun ötesini de görmek gerekir.
“Yeşil görmeyen gözler renk zevkinden mahrumdur. Burasını öyle ağaçlandırınız ki kör insan bile yeşillikler arasında olduğunu farketsin.”
Atatürk bir tepenin üstünde, dürbün gözlerinde, iki arkadaşının yanında, bir incir ağacının altından o sonsuz güzelliği, İzmir’i kendine daha da yaklaştırarak seyrediyor Susuyor Dağları tepeleri dinler gibi Gözlerini İzmir’den ayıramıyor.
Anlamak “seküler” bir çabadır. Dini anladıktan sonra çok inanmak, az inanmak veya inanmamak tamamen kişisel bir tercihtir.
“Sorumluluk onda uyarıcı bir ilaç etkisi yapıyordu.”
Bugünü anlamak için dünü okumaya devam edelim.
“Suçluların telaşı içindesiniz.”
Kutsal günleri takdir etmezsek o günlerin değeri kalmaz.
Hep biliyoruz ki memleketimizin başına gelen felaketlerin çoğu şahsi idareden gelmiştir.
Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve çöküntü vardır.
Edirne’de Selimiye camii’nde müftü Hilmi efendi, Yunan ordularına dua edip venizelos’u övdü.
Milli Eğitim Bakanı Rumbeyoğlu Fahrettin okul kitaplarından Türk sözcüğünü çıkardı.
Türkiye Cumhuriyeti sarayın, sultanın değil; Meclis’in, milletin eseridir.
Türk kadını, Atatürk’ün 1926 Türk Medeni Kanunu’na sıkı sıkıya sarılmalıdır.
Siz hâlâ bu ülkede tarihin tekerrür etmediğini mi düşünüyorsunuz?
Kaderin garip cilvesidir! Osmanlı’nın Avrupa’ya tam bağımlı olduğu o günlerde, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni kuracak olan Atatürk doğuyordu.
“Dine bakarken dincilik yapmamak gerektiği gibi, düne bakarken de düncülük yapmamak gerekir. Çünkü düncülük veya ecdatperestlik, tarihi bilim olmaktan çıkarır hamaset haline getirir.”
Demem o ki, bu topraklarda herkesin umutsuz olmaya hakkı vardır. Ancak ben Atatürkçüyüm ben Kemalistim ben Atatürk’ü anlıyorum diyenlerin umutsuz olmaya hakkı yoktur.
Korkmayın! Adını anarsanız siyaset yapmış olmazsınız. Yüksek sesle haykırın Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa
Devrimin silahı akıl ve bilimdi, karşıdevrimin silahı ise hurafe ve bağnazlık
Üstelik sadece bizim, Türk milletinin değil, emperyalizmin, bağnazlığın ve geri kalmışlığın pençesine düşmüş tüm mazlum milletlerin umudu hala Atatürk’tür.
Umuda sarılmanın tam zamanıdır.
Mustafa Kemal Atatürk Anafartalar Kahramanı olarak hep hatırlanacak ama bugün Atatürksüz Çanakkale Savaşı tarihi yazmak isteyenleri yarın ya hiç kimse hatırlamayacak ya da yalancı olarak hatırlayacak.
Bu büyük bir devrimdi. Türkiye’de o günden itibaren artık saraydan/sultandan/halifeden daha büyük bir güç vardı. O güç Meclis’ti, o güç milletti. Tarihimizde ilk kez bir Meclis’in üstüne padişahın gölgesi düşmüyordu.
Çocuk gelinler, çok eşlilik, nikahta bile kadın ve erkeğin yan yana gelmemesi, gayrimeşru ilişkilerin meşrulaşması, kadının boşanma hakkının gasp edilmesi; kısacası kadının her bakımdan ikinci sınıf olması Kadını köleleştiren bu düzene önce kadınlar başkaldırmalıdır.
Demem o ki, Türk kadını, Atatürk’ün 1926 Türk Medeni Kanunu’na sıkı sıkıya sarılmalıdır.
Türkiye’de dinsel, mezhepsel bağlardan uzak evrensel hukuk kurallarına dayanan ilk çağdaş medeni kanun, 1926’da İsviçre’den alınan medeni kanundur. Bu medeni kanunla Müslüman Türk kadını ilk kez insanlık onuruna yakışır biçimde temel haklara sahip olabildi.
Mazlumlar diyarında, İslam dünyasında tarih boyunca halkın kanını emen iki büyük düşman vardır:emperyalizm ve cehalet. Bu topraklarda son yüzyılda bu iki düşmanı da yenen tek lider Atatürk’tür.
Bizim Cumhuriyetimiz laiktir.Temelinde akıl ve bilim vardır.
Bizim Cumhuriyetimizin yönü çağdaş uygarlığa dönüktür.
Bizim Cumhuriyetimiz kadına,insanlık onuruna yakışır haklar vermiştir.
Bizim Cumhuriyetimiz barışseverdir.
Bizim Cumhuriyetimizin iki temel özelliği; bağımsızlık ve laikliktir.Bağımsızlık ve laiklik olmazsa Cumhuriyetimizin anlamı kalmaz.
Kurtuluş Savaşı sonrasında Atatürk’ü bağrına basan o insanlar siyaset yapmıyordu.
Canlarını,mallarını,namuslarını,dinlerini,
vatanlarını işgalciden kurtaran zaferin mimarına koşuyorlardı pervanelerin ışığa koşması gibi
Kongrede kadın öğretmenler en ön sırada oturmuşlar,erkek öğretmenlerle de aralarında birkaç sıra boş bırakılmıştı.Buna rağmen ertesi gün Meclis’in sarıklı milletvekilleri,Müslüman hanımların erkeklerle aynı salonda toplantı yapmasını dine aykırı bulup sorumluluları şikâyet etmek için Atatürk’e gittiler.Atatürk,şikâyetlerini dinledikten sonra büyük bir hiddetle, Kimmiş Muallimler Cemiyeti reisi?Çağırın onu! diye çıkıştı.Bu sırada şikâyetçi sarıklıların keyfi yerindeydi.Atatürk,aynı tonda devam ediyordu: Olur şey değil,olur şey değil! Mazhar Müfit,ne diyeceğini şaşırmış halde ayakta bekliyor,kendini savunmaya çalışıyordu.Atatürk, Bırak,bırak!Ben hepsini biliyorum.Toplantıya öğretmen hanımları da çağırmışsınız,fakat onları niye ayrı sıralarda oturttunuz?Sizin kendinize mi itimadınız yok?Türk hanımlarının faziletine mi?Bir daha öyle ayrılık gayrılık görmeyeyim
Dünyada her şey için,maddiyat için,maneviyat için,hayat için,başarı için en gerçek yol gösterici ilimdir,fendir.İlmin ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir,cehalettir,sapkınlıktır
(Atatürk’ün 27 Eylül 1924’te Samsun öğretmenlerine yaptığı konuşmadan.)
Saltanatta kul , cumhuriyette birey olmak esastır.Cumhuriyetin temeli fazilete ,saltanatın temeli ise korkuya dayanır.Atatürk’ün ifadesiyle, Sultanlık korku ve tehdide dayanan bir idaredir.Cumhuriyet idaresi faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir.Sultanlık korkuya,tehdide dayandığı için korkak,alçak,sefil ve rezil insanlar yetiştirir
Atatürk,Kurtuluş Savaşı’nda sadece işgalcilerle değil,sarayla/sultanla da mücadele etti.1920’de Büyük Millet Meclisi’ni açarak ve Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir diyen 1921 Anayasası’nı kabul ederek, vicdanımda sakladığım milli sır dediği cumhuriyetin temellerini attı.1922’de saltanatı kaldırarak,1923’te cumhuriyeti ilan ederek,1924’te halifeliği kaldırarak egemenliği saraydan/sultandan alıp millete verdi.
Aslına bakacak olursanız Atatürk,sadece 20. yüzyılın değil,görülen o ki, 21. yüzyılın da en büyük lideri olmaya adaydır.
Dine bakarken dincilik yapmamak gerektiği gibi, düne bakarken de düncülük yapmamak gerekir.Çünkü düncülük veya ecdatperestlik tarihi bilim olmaktan çıkarır, hamaset haline getirir. Düncülük insanları geçmişle uyuşturmak demektir.Oysaki tarih biliminin amacı geçmişle uyuşturmak değil,geçmişle uyandırmaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir