İçeriğe geç

İsmet Özel – Şiire Damıtılmış Hayat Kitap Alıntıları – İbrahim Tüzer

İbrahim Tüzer kitaplarından İsmet Özel – Şiire Damıtılmış Hayat kitap alıntıları sizlerle…

İsmet Özel – Şiire Damıtılmış Hayat Kitap Alıntıları

Karanlik sözler yaziyorum hayatim hakkinda öyle yoruldum ki yoruldum dünyayi tanimaktan saçlarim çok yoruldu gençlik uykularimda acilar çekebilecek yasa geldigim zaman aciyla ugrasacak yerlerimi yok ettim. Ve simdi birçok sayfasini atlayarak bitirdigim kitabin basindan baslayabilirim.
..hep sevişecek gibi baktık birbirimize.
bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.

İsmet Özel

Ya saadetine yahut felaketine
doğru yürür insanoğlu…
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman acıyla uğraşacak yerlerimi yok ettim. Ve şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın başından başlayabilirim.
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman acıyla uğraşacak yerlerimi yok ettim. Ve şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın başından başlayabilirim.
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında,
öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan,
saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda,
acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman
acıyla uğraşacak yerlerimi yok ettim.
Ve şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın
başından başlayabilirim.
Öyle yoruldum ki dünyayı tanımaktan, saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda. Acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman acıyla uğraşacak yerlerimi yok ettim. Ve şimdi bir çok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın başından başlayabilirim ..
…taşrada devlet memurlarına gösterilen itibar, İsmet Özel tarafından şüpheyle karşılanır. Bu türden bir ilgiyi yapmacık ve sahte bulur. “Ben çocukluğum boyunca bu sahteliğin acısını tattım” diyen şair, onun doğurduğu huzursuzluğu ben’inde tüm olumsuzluğuyla hisseder fakat “insanın kendini aristokrat saymasının ruhuna ne büyük genişlik getirdiğini tadabilmenin imkanı”nı da kullanmaya çalışır.

İsmet Özel kendisi ile yapmış olduğumuz söyleşide “kadirşinas itaatsizlik” ve tevarüs edilmemiş asalet” üzerine sorduğumuz soruyu şöyle cevaplandırmaktadır: “tevarüs edilmemiş asaleti şu manada kullanıyorum. Hani aristokraside gerçekten lordun oğlu lord oluyor. Bu şekilde değil. Ama şüphesiz ki insan ilişkileri bakımından, daha sonra da çevremde gördüğüm insanların da pek azında olan aile içi bir ilişkimiz vardı. Ben bunu her zaman söylerim. Benim annem ve iki tane de ablam vardı. Ama ben evimizde Allahın bir günü olsun onlara ait özel eşyaya rastlamadım. Bunlar ne zaman yıkanırdı, ne zaman kurutulurdu ben hiç bilmedim. Böyle biraz asalet. Tevarüs edilmemiş diyorum ama pekala bal gibi de var aslında. Ama tevarüs edilmemiş kısmı şu: Bunun bir çizgi temin ettiğini, aşama olduğunu anlamak bana mahsus bir şey. Bu tevarüs edilmemiş. Bunun kadrini bilmek, benim başarabildiğim bir şeydi. Belki benden daha asil ortamlarda yaşayanlar vardı ama bu asaletten bihaber olarak yaşayıp geçtiler. Hatta belki bundan şikayet bile ettiler. Kadirşinas itaatsizlik ise otorite aleyhtarlığımla alakalı bir şey. “Ben toplumun bana verdiği şeyin kadrini biliyorum, fakat bu bana verildi diye boyun eğmeye hiç niyetim yok” diye düşünüyordum.

şair, ilkokul 2. sınıfta öğretmenlerinin ders esnasında baskın bir tavır sergilemelerine dahi karşı çıkar. Bu tavır ileride kendisinin “kadirşinas itaatsizlik” adını verdiği davranış biçimini ortaya çıkaracaktır.

İsmet Özel, bu durumu şöyle ifade etmektedir: “Ben çocukken de müthiş bir anti otoriter tavra sahiptim. Mesela öğretmenlerimiz sevmezdim. Sebebi de şuydu. ”Yani ne oluyor geliyor sınıfa herkesi susturuyor, ayağa falan kaldırıyor” derdim. Birinin üzerinde baskı kurması için bir gerekçesinin olmasını beklerdim.”

Şair, öğretmenlerini sevmemesinin nedeni olarakta “büyüklerin küçükleri anlayamadıklarını“ göstermekte ve bunu yaşamış olduğu bir anısıyla şöyle örneklemektedir: “ilkokul birinci sınıfta bir öğretmen adayı staj dersi yaptı. Derste resim dersiydi. Bir Eskimo hikayesi anlattı ve bu anlattığı hikayeden bir sahneyi resmetmemizi istedi. Ben de hikayede anlatıldığı gibi köpeklerin çektiği bir kızak resmi çizdim. Herhalde herkes öyle yapmıştır. Fakat benim resmimde, köpekler ikişerli durdukları için bir köpek görünüyor fakat altında dörtten fazla ayak var. Çünkü öbür köpeğin ayakları da görünüyor. Öğretmen sonunda güzel bulduğu resimleri topladı. İlkokulda küme şeklinde oturulurdu. Bizim kümedeki çocuklar “Öğretmenim, öğretmenim bu resim de güzel“ diye benim resmimi işaret ettiler. O da geldi baktı ve “hayır” dedi. “Çok fazla ayak var.“ İşte bu tıpkı Antonio de Saint Exupery’nin “Küçük Prens”indeki kuzu gibi. Dedim ki “Bu büyükler anlamıyorlar, öğretmen bunu göremedi. Bir köpek görünüyor ama dörtten fazla ayak var çünkü yanında öbür köpek var.”

İsmet Özel, “ben babamla o öldükten sonra yakınlık kurabilmiş olan biriyim” diyerek yeterince telafi edilemeyen bir sevgiye/şefkate işaret eder.

İsmet Özel, bu durumu bir kopukluk olarak nitelemekte ve özellikle babasıyla arasında olan iletişimsizliği şu şekilde dile getirmektedir: “Mutlak manada, ebeveynlerimle aramda bir kopukluk vardı. Özellikle babamla, şüphesiz öyle bir uzaklık vardı. Ama bu babamdan da gelen bir şeydi. Çünkü babam eski tip insanlardan, hani çocukları sevmeyen, çocukları okşamayan tipler vardır ya onlardan birisi. Son derece mesafeli duruyordu. Ben babama hiçbir zaman “sen“ diye hitap etmedim. Ama bu biraz da annemden gelen bir şeydi. Biz babamıza bütün kardeşler “siz“ derdik. Ben babamın beni sevdiğini hatta bütün kardeşlerimi sevdiğimi iyi bilirdim. Hatta bunun somut belirtilerini de görmüştüm. O ayrı bir şeydi. Ama annemle çok daha yakındık. Mesela biz çocukken babamızdan para isteyemezdik. Annemize söylerdik. Annem babama söylerdi. Babam da “ne parası” derdi. Annem de “sorma ver parası” deyince o da çıkarıp verirdi.

İsmet Özel, bu durumu kendisi ile yapmış olduğumuz söyleşide şöyle dile getirmektedir: “İnsan bir köyde yaşasa köylülere ait bir dünya onun dünyası olur. Ben mesela Kastamonu’da yaşadığım yedi sene boyunca il merkezinin dışına hiç çıkmadım. Ama belki okumayı seven bir çocuk olduğum için okuduklarım dolayısıyla da dünyam gelişti. Mesela, evimizde kocaman bir ülkeler coğrafyası kitabı vardı. Hangi ağabeyimden kalma bilmiyorum. 1. Hamur kağıda basılmış, resimli kalın bir kitaptı. Ben o kitabı, ilkokul çağlarımda, öyle lisede falan değil ilkokul ikinci ve üçüncü sınıfta okudum. Macar ovalarını, Arjantin pampalarını merak eder okurdum. Gayet iyi hatırlıyorum. Lise birinci sınıfta ders anlatmak üzere hoca beni tahtaya kaldırmıştı. Brezilya’yı anlatacaktım. Ben, şöyle bir cümleyle başladım “Mesaha itibariyle çok vasi olan bu memleket ” diye. Şimdi hoca çok şaşırdı. Çünkü o bahsettiğin kitaptan okuduğum cümle öylece aklımda kalmıştı. Çocuk kitapları dolayısıyla, çizgi romanlar dolayısıyla dünyayı didikleyen bir zihnim vardır. Benim yaşıtlarımın evleri ile karşılaştırıldığında, hele de taşrada, kitap olan bir evdi bizimki. Ben bir çok yazarı evde tanıdım.”

İsmet Özel, yine aynı konu üzerine Gençlik dergisinin 1987 yılında sormuş olduğu soruya şöyle cevap verir: “Altı kardeşin en küçüğüyüm… Çocukluğumda benden büyük ağabeylerim ve ablalarım olduğu için ev, kitaba uzak bir ortam değildi. Çok doğal bir şekilde kitaplarla bağlantı kurabildim. Evde bulunan kitaplar yoluyla edebiyat eserlerine karşı bir yakınlığım oldu. ( ) Düş dünyasında yaşayan bir çocuktum, okuduğum kitaplardan beni etkileyenlerin İsmini vermek gerekirse Gorki’nin Ekmeğimi Kazanırken gibi romanlarından tutun da Mike Hammer maceralarına kadar uzanan bir küme kitap. Bilgiye karşı müthiş açlığım vardı. Yine o yıllarda sayfa sayfa karıştırmaktan keyif duyduğum ciltli bir ülkeler coğrafyası kitabıydı. Onu karıştırarak okumak ilginçti…

Şairin annesi Sıdıka hanım, Sultan Reşat zamanında ilkokulu bitirmiş, babası Ahmet Bey ise Rüştiye’den mezun olarak Cumhuriyet Dönemi’nin polis memurlarından olmuştur.

İsmet Özel, babasının bu durumunu şöyle ifade etmektedir: “Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda rüştiye mezunu olan birisi o günkü boşluktan yararlanıp bir çok numaralar çekebilirdi. Babam polis olmuş. Ben bunu doğrudan doğruya sosyal durumuyla açıklıyorum. Çünkü babam yüksek tabakadan bir insan değildi ve biraz da tabi ahlaki tutumla alakalı. Aslında bugün olduğu gibi. Türkiye’de hak etmediği mevkileri işgal eden dünya kadar insan var. O gün de mutlaka öyleydi. Ama babam buna tevessül eden birisi değildi.”

Evi Nepal’de kalmış
Slovakyalı salyangozdur rûhum ..
Bu kitap daha önce hakkımda yazılanların tümünün hilafına benim söylediklerimin bir şeye taalluk ettiğini gösteriyor. Acaba neye? Her kim yazılanları takipten hoşlanıyorsa İbrahim Tüzer’in tespitlerinden, kendine göre keşiflere açılacaktır. Yine de bu kitabı okuduğunuzda bir sırrı çözmüş olmanın sevincine kavuşmanız bahis konusu değildir. Benim yazdıklarımın neye taalluk ettiğini keşfetmiş olmanın tatmini sizi rahata erdirmiş olmayacak.
Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda
bende kül
bende kanat
bende gizem bırakmadılar..
“Neyi bastırdıysan göğsüne, göğsünü soludukça büyüyen odur..”
umutsuz sözler,
bebeğin bağırışı
hiç geçmeyen şeyler
sen değişmiyorsun.
karanlıksın.
“İçimden şu zalim şüpheyi kaldır
Ya sen gel ya beni oraya aldır”
Yüzüme bak ve rahmini bana doğru tekrarla ben öyle bilirim ki yaşamak berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır çünkü biz savaşmasak anamın giydiği pazen sofrada böldüğümüz somun yani ıscacık benekleri çocukluğumun cılk yaralar halinde; yayılırlar toprağa etlerimiz kokar gökyüzünü kokutur çünkü biz savaşmasak Uzak Asya’dan çekik gözlerimiz Küba’dan kıvırcık sakallarımızla savaşmasak güm güm vurur mu kömürün kalbi Kozlu’da Ke san’da, Kandehar’da ümüğüne basılır mı vahşetin ve sen boynunu öperken beni sarhoş bir okyanusla titreten hayat sevgilim olur musun. Ben savaşarak senin bulanık saçlarından tutp kibirli güzelliğini çıkartıyorum ortaya dünya kirletilmez bir inatla dönüyor altımıza yıldızlar seriliyor yüzüm suya davranıyor koşaraktan. ve inzal.
Neyi bastırdıysan göğsüne, göğsünü soludukça büyüyen odur.
Bende kül, bende kanat, bende gizem bırakmadılar
Ben dünyayı ıskaladım, dünya da beni.
Benim adım insanların hizasına yazılmıştır.
Her gün yepyeni rüyalarla ödenebilen bir ceza bu.
Halbuki biraz ölebilsem,
çokça yaşayabilirdim.
zehirli çiçeklerin uğultusu
uzaklaşmaz kulaklarımdan
Ben öyle bilirim ki yaşamak,
berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır.
Ben öyle bilirim ki yaşamak,
berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır
#Elmalıdavası
bir okyanusla titreten hayat
sevgilim olur musun.
ey kanıma çakıllar karıştıran isyan
doğrusu seni toprağı eller gibi sevdim
Elbet bir hinlik vardır seni sevişimde
ey kanıma çakıllar karıştıran isyan
hiç bir dostumu kalebent saymam parmaklıkların ardında
karaysam şimdi öfkenin payı vardır karanlığımda
bana soru sor artık
beni kurtarma,konuştur
beni yaz geceleri patlayan sağnaklara bağışla.
Bir düşmanımız kaldı
Kendi
Dudaklarımız
Arasında.
Zihnimiz, acizlerin şikayetleri sığacak kadar
Kanırtılırken ses etmedik
Kaldıysa bir soru içimizde
O da birşey:
Nerdedir yerle gök arasındaki ulak,
Nerde biz?
Hiçbir insana yan bakışı olmayan kimdi
Kimdi yan gözle bakmadı kır çiçeklerine bile
Güler yüzlü olmak neydi onu hatırlayın
Neydi söğüt gölgesinde gülümsemek
Ağız dolusu gülmeden taşlıkta
Ve şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın
başından başlayabilirim.
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında
öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan
Kimi öptüm de kurtuldu çarmıha çakılmaktan?
Körüm, o halde karanlık niye benden kaçıyor?
Sağırım, nasıl oluyor da uğultum uzaktan
beni çağırmaktadır?
Kalbime döneceğim, ama hangi yolla?
Zülküf de vursun.
Yüzüne ay kırıkları çarpıp uyansın sevdiğim.
doğadan bir vahiy bekledimse boşuna
baktım akşam herkesin kabul ettiği kadar akşamdı
hiç bir meşru yanı kalmamıştı hayatımın
yolumuz birbirini anlamaktan geçmiyorsa, hiçbir yere varamayacağız demektir
Yolumuz birbirimizi anlamaktan geçmiyorsa hiçbir yere varamayacağız demektir.
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında, öyle yoruldum ki ,yoruldum dünyayı (insanları) tanımaktan..
Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?
Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?
-Yaşama!
-Ya bileydim?
Yazar: Mıydım
Hiç: Şiir.

Epeydir yazmıyorum / yazamıyorum.

Aslında yazmak / yapmak istediğim istediğim pek çok konu var

Gülüşüne yağmur damlası çarpsa şiir olur
Bunu bir ben bilirim, bir de gökyüzü..
İkna edilmişlerle yola çıkılmaz.
Yola, inanmışlarla çıkılır.
Güler yüzlü olmak neydi onu hatırlayın.
Neydi söğüt gölgesinde gülümsemek.
Ağız dolusu gülmeden taşlıkta
Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?
Yolumuz birbirimizi anlamaktan geçmiyorsa hiçbir yere varamayacağız demektir.
uyanmanın bedeli serapları fedadır
uykuyu tadayım dersen
kâbusa dalmak pahasına.
Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster,kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?
Gülüşüne yağmur damlası çarpsa,

Şiir olur.

Bunu bir ben bilirim,

Bir de gökyüzü.

‘İsmet Özel

Gülüşüne yağmur damlası çarpsa, Şiir olur..
Bunu bir ben bilirim, Bir de gökyüzü
Hoşgörünün cılkı çıktı, surat asmak hakkımız.

-İsmet Özel

KENTİMİZ CEBİNDE CİNAYET FOTOĞRAFLARI İLE SOFRAYA OTURUYOR
En sevdiğim çiçeğin saksısı kaysın elinden derinleşsin ben içerledikçe ruhumdaki sakarlık.
Yolumuz birbirimizi anlamaktan geçmiyorsa hiçbir yere varamayacağız demektir.
İçimiz damar damar parçalansa da dışımız lâl gibi sessiz
Güler yüzlü olmak neydi onu hatırlayın.
Neydi söğüt gölgesinde gülümsemek.
Ağız dolusu gülmeden taşlıkta
Yaşamak
bizim için dokunaklı bir şarkı değil ki.
Bu yürek gökle barışık yaşamaya alışmış bir kere..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir