İçeriğe geç

Dokuz Yüz Katlı İnsan Kitap Alıntıları – Mustafa Merter

Mustafa Merter kitaplarından Dokuz Yüz Katlı İnsan kitap alıntıları sizlerle…

Dokuz Yüz Katlı İnsan Kitap Alıntıları

Dinini yaşayan bir Müslümanın hayatı, baştan başa derin anlamlarla dolu bir festival dir.
Nefesin asli cevherinde olan her şey, karanlık gecenin sonundaki aydınlık sabah gibidir..
Renkli camlar peşinde koşan biz insanlar ve hemen ardında bir başka alem, huzur, barış, özgürlük ve kurtuluş..
İnsan sadece bir görüştür, gerisi ettir, kemiktir, yağdır.
Hayat, zıtların birbirleri ile uzlaşmasıdır. Aralarında savaş meydana gelmesi de ölümdür.
Bedenin aksine fikirler çürümez, paslanmaz, eskimez..
Kur’an ulvi mesajları insanı alan varoluş konumundan, veren varoluş konumuna geçmeye teşvik eder.
Hayat zıtların birbiri ile uzlaşmasıdır !
Her yükseliş ve bir üst kata çıkış ;terk edilen kattaki alt kişiliğimizin “ölümünü “ temsil eder . O zaman usulca o kata inip o rolü oynayan oyuncunun kulağına sevgi ,anlayış ve muhabbetle “ Evet sen bensin ama ben sadece sen değilim ! “ diyerek hayatımızda o rolün hükmüne son verebiliriz .
Hayat ırmağının akışını görmüyorsan, gel bari düşünce ırmağında dalgalanan yosunları gör.
Kendini gerçekleştiren insan, var olan değerlerine yeni bir şey katmıyor, sadece yitirdiklerine yeniden kavuşuyordu!
Özünde iyi niyet taşımadan yapılan eleştiriler, aslında bir başkasında kendi karanlık yönümüzü fark edip yadsımamızdan ibarettir.
Ne yazık ki içinde yaşadığımız psikanaliz medeniyeti , kadını asli değerlerinden kopartarak bir anlamda hadım etmiştir.
Allah’la irtibatını koparmış Batılı insan alacakaranlık bir dünyada el yordamıyla ilahi hikmeti arıyordu.
Ey ölümden korkup kaçan can, işin aslını, sözün doğrusunu istersen; sen ölümden korkmuyorsun, sen kendinden korkuyorsun. Çünkü ölüm aynasında görüp ürktüğün, korktuğun, ölümün çehresi değil, senin kendi çirkin yüzündür. Senin ruhun bir ağaca benzer. Ölüm ise o ağacın yaprağıdır. Her yaprak ağacın cinsine göredir.
-Hz. Mevlana
Depresyonun temelinde, tatmin olmayan istek ve arzular dizisi yatar. Bu arzular öznel veya nesnel dünyaya yönelik olabilir. Arzuyu ortadan kaldırabilirsek, daha doğrusu yönünü değiştirebilirsek, depresyon da kendiliğinden çözülür.
Her an yeniden yaratılış kavramını açıklayabilecek en basit izah, alıp verdiğimiz nefestir.
Kim kimi seviyorsa, o odur. Hakiki âşık, sevdiğinde kaybolmuştur.
Çağımızın hastalığı olan narsisizmden kurtulmak ihtiyari bir lüks olmaktan ziyade, tam anlamıyla hayati bir zarurettir.
Aslında insan gözden, görüşten ibârettir. Geriye kalan kısmı ettir, deridir. İnsanın gözü neyi görürse, değeri o kadardır.
-Hz. Mevlânâ
İnsanların bir kısmı da vardır ki, içlerinde daimî olarak savaş vardır; nefisleri ile akılları çarpışır durur. Bunlar bir bedende yarı insan, yarı hayvan olarak ömür sürerler. Bu yüzdendir ki; bu kısımda bulunan insanların âhirleri (=sonları) yani hayvan ruhları, hayvanlıkları ile ruh aleminden gelen evvelleri (önceleri), yani tertemiz olan insani ruhları, insanlıkları gece gündüz savaşmaktadır.
-Hz. Mevlana
İnsan statik/durağan bir varoluştan dinamik bir varoluşa geçerse hayatı anlam kazanır.
Maalesef Yeni Çağ manevi arayışlarının çığ gibi arttığı günümüzde, kendi kendine tapınma gittikçe sık rastlanan bir olgu haline geldi. Kendilerini şifa kaynağı addeden şifacılar , Hintli şişman Avatarların peşinden koşan garip insancıklar, kişisel özgürlüklerini harcadıklarının farkında bile değiller. Oysa kul olmadan özgür olunmaz. Kul olmaksa âlemlere rahmet olarak gönderilen son peygamberin çizdiği hat üzerinde, Kur’an ve sünnetle yürümekle mümkündür.
Dünya, evrenin gizli hükümlerini içeren bir kitap gibidir. Senin Can’ın da o kitabın baş yazısı. Düşün de bu meseleyi iyi anla.
-Hz Mevlana
Belki de zamanın başlangıcından beri insanın temel dramı, kendisine yetmediğini sandığı bir dünyanın içine yerleştirilmiş olması ve kabına sığmamasıdır.
Ahlak kurallarına tabi olunmadan nefsin cilalanması sonucu, 20. yüzyılın sonlarına doğru, yeni bir insan modeli oluşturulmaya başlandı. Bu model, ahlakı küreselleşme süreci sayesinde sessizce tüm dünyaya yayıldı. Duygusal açıdan sığ, derinliklerinden kopmuş, özellikle karşılıksız sevgi, diğerkâmlık, vefa, kadirşinaslık, sezgi, yaratıcılık, estetik ve bütünsel görüş gibi asli insanlık duygularına yabancılaşmış; insan ilişkilerinde yakın gibi görünse de aslında çok mesafeli, yalnız, menfaatçi, istismarcı, rekabetçi cinsel açıdan ahlaksızca çok eşli, hayasızlığı özgürlük ve cesaret sanan, yaşlanmaktan ve ölümden bucak bucak kaçan, psikosomatik hastalıklardan mustarip, kronik derecede kaygılı, çevresine ve kendi kendisine öfkeli bir insan
İnsanoğlunun bir değerler bütününe, hayat felsefesine ihtiyacı var. Gün ışığına, minerallere, sevgiye ihtiyacı olduğu kadar.
Bilindiği gibi, kendini kınayan, yani ontolojik olarak daha yüksek bir konuma çıkarak oradan kendisine bakan insan, başını kaldırdığında hayret bilincinin aydınlattığı muhteşem bir manzara ile karşılaşacaktır.
Körler dünyasında kör olduklarına inanmak ya da kör gibi davranmak zorundaydılar.
Gölge kişiliğimiz, kendimizden ve başkalarından sağladığımız yönlerimizi içerir ve zor durumlarda dış dünyaya yansıtılır.
İnsan, içten gelen tür vahşi dürtülere dışarıdan bakabilmeli ve yeni değer yargıları oluşturabilmelidir. Kendi evini bu şekilde arıtıp temizleyen kişi; artık güçlü, zayıfları koruyup kayıran ve mümkün olabilen en üstün ahlak yasasına uygun hareket eden, örnek bir insandır. Bu üstün insanın uyduğu yegane yasa, sonsuz tekrarlanma yasasıdır. Sonsuz tekrarlanma, her an yep yeni bir hayata adım atmak anlamındadır. Her ne kadar bize öyle gelmese de, halihazırda içinde yaşadığımız hayat, kesinlikle bir an önceki hayatımızın aynısı değildir. Sonsuzlukta tekrarlayarak insan yaşadığı her anın sorumluluğunu taşımalıdır.
Nietzche’ye göre her duygu, görüş, tutum ve davranış, aslında kendini aldatma ve yalandan ibarettir. Herkes, kendi kendisine en uzak olandır
İnsan,en şekilsiz Tümördür
İnsan büyüdükçe hataları affetmemeyi öğreniyor
#Affetmiyecem seni
Geniş mânâda psikoterapi, nefsî yönden acı çeken bir insanın, daha üst konumda bulunan bir başka insandan, diyalog ilişkisi çerçevesinde yardım almasıdır.
Bilim, bizi yüksekliklere çıkaran akıl kuşunun bir kanadı ise marifet de ikinci kanadıdır. Tek kanatlı kuşlarsa uçamazlar.
Kendinde olursan gam ve keder bulutları seni kaplar, karanlıklar içinde kalırsın: Kendinden geçersen, senin kucağına ay doğar da her tarafı aydınlatırsın.
Jung, Freud’ ün öne sürdüğü, görünen ve gizli rüya mesajı olgusunu kabul etmez, ona göre bilimsel/fenomenolojik olarak rüya ne gösteriyorsa mesajı da odur.
Yüz binlerce yıldır havadaki zerreler gibi iradesizdim.
Uyanıkken ego haz alma, tatmin olma ve böylece gerilimden kaçınma çabası içindedir. Fakat vicdan- üst benlik, bu duyguların dizginlenmeden yaşanmasına izin vermediği için, rüyalar devreye girer.
Yine Heidegger, bu acı çeken insan ( ruhsal anlamda) ve rehber ( terapist) karşılaşmasını, mecazi olarak varlığın aydınlığında beraber olma/ in der Lichtung des Seins ( almanca) diye tanımlıyor. Almanca Lichtung tabiri, karanlık bir ormandaki açık alan anlamına gelir.
Freud’a ruh sağlığı nedir diye sorulduğunda çalışabilmek ve sevebilmek diye cevap vermiştir.
Muhabbet ve sevgi olmadan empati olmaz. Insanı gerçek anlamda sevmek gerekir ki empati, öğrenilmiş ve sahte bir davranışın ötesinde, gerçek bir varoluş tarzına dönüşebilsin.
Bir başka tehlike arz eden arayışlar dizisi ise ruhçuluk/spiritizm, kehanet, astral seyahat, medyumluk, falcılık gibi her çağda görülen insani eğilimlerdir. Bunlar da yine artık dayanılmaz derecelere varan metafiziği yaşayamama gerilimi ni aşmak ve o dar alandan yükselmek için başvurulan kendini kurtarma çabalarıdır. İzlenimlerime göre, ruh üzerine yapılan rasyonel spekülasyonlar çok bariz bir güç duygusunu da beraberinde getiriyor.
lnsan bu merkez den uzaklaştığında, önce alacakaranlık bir alana girer, gittikçe daha dar bir alana sıkışır, ardından da ışığa geri dönmek için çırpınmaya ve çıkış yolları aramaya başlar.
Yoksa biz de Nasreddin Hoca hikayesinde olduğu gibi, ahırda kaybolan tesbihi, ışık daha fazla diye pazar yerinde mi arıyoruz?
Her halükarda insan ana vatanından kopmuş, dünya gurbetinde yalnız kalmış bir yolcu gibi, iki kapılı bir handa, gündüz
gece gider
Burghölzli Hastanesi’nin hemen yanıbaşında ayakkabı tamirciliği yapan Bay Bosshardt, hastalarından bazılarının alkolü bırakmasına vesile olur. Bunun üzerine Prof. Forel dünyaca ünlü bir hastanenin başhekimi olarak büyük bir tevazu göstererek ayakkabıcıya gider ve sorar: Benim başaramadığımı siz nasıl başarıyorsunuz? Bay Bosshardt gülümseyerek, Doktor bey der. Ben içmiyorum Bunun üzerine Prof. Forel odasına çıkar, kendi kendisi ile yazılı bir anlaşma yapar ve alkolü bırakır.
Karamsar ve ümitsiz bir alt kişilik rolü benimsendiğinde dünya insana olumsuz, çirkin ve tehlikeli gibi görünür. Fakat o rolü terk edip dünya sahnesinde önemli ve beğenilen bir rol üstlenildiğinde bu kez dünya insana güzel, anlamlı ve güven verici gelir.
İnsan ulvi yönlerini yaşayamayıp ideallerini gerçekleştiremediğinde, nedenini anlayamadığı bir bunalıma girer.
Kendini gerçekleştiren insan, var olan değerlerine yeni bir şey katmıyor, sadece yitirdiklerine yeniden kavuşuyordu!
Nietzsche’ye göre
her duygu, görüş, tutum ve davranış, aslında kendini aldatma ve
yalandan ibarettir. Herkes, kendi kendisine en uzak olandır
Freud, Marx, Nietzsche, Darwin gibi düşünürlerin tarzları dikkate alındığında,
bu peygamberlik kompleksi çok bariz bir şekilde göıülmektedir.
Fechner’in
Freud’cu psikanalize miras bıraktığı en uç spekülasyon, yok etme sürecinin, meydana getirme sürecinden daha asli bir prensip olduğu görüşüydü. Her şeyin başı kaos ve yok etmedir; yok etme kendisini yok ettiğinde varlık meydana ,çıkar felsefesi savunuluyordu!
Allah’la
(cc) irtibatını koparmış Batılı insan, alacakaranlık bir dünyada el
yordamıyla ilahi hikmeti arıyordu. Ama akıl yetmeyince dara dü-şen insanlığın, çeyiz sandığından çıkarmaya alışık olduğu çok
değerli bir hazinesi vardı: sezgi.
Düşünce ırmağının yüzeyi çerçöp taşır Bazısı hoş, bazısı nahoş, su üstündeki tohum kabukları, görünmez bahçenin meyvelerinden düşmüş. Gel bahçenin ardındaki çekirdeklere bak, çünkü su, bu bahçeden kaynaklanır. Hayat ırmağının akışını görmüyorsan, gel bari düşünce ırmağında dalgalanan yosunları gör.
(Mevlânâ)
Bütün bu eğitim sürecinin sonunda edindiğim bilgi, halihazırdaki bilincimizle oluşan dünyanın aslında, var olan birçok bilinç dünyasından sadece bir tanesi olduğu, öte yandan diğer dünyaların da bizim açımızdan anlamlı deneyimler içerdiğidir. ( William James)
Rönesans sonrası başlayan ve Aydınlanma hareketi ile doruk noktasına çıkan Hristiyanlığın önüne geçilemez çözülüşü ile birlikte, Batı dünyasında “merafiziği yaşayamama gerilimi” artmış, dar bir varoluş alanına sıkışıp kalan Avrupa insanı yeni bir kurtarıcı, yeni bir “peygamber” arayışına girmişti. İşte böyle bir dönemde, bilim ve felsefe alanında çığır açan düşünürler ortaya çıkmıştı.
Aslında birbirimize ne kadar benziyoruz, ne küçük farklar için birbirimizi ayrı sanıyoruz!
Aslında insan gözden, görüşten ibarettir. İnsanın gözü neyi görürse, değeri o kadardır.
İnsan ilişkilerinde yaşanan yalnızlık beraberinde kaygıyı ve bunun dışa vurumu olan öfkeyi getirir.
O senin muazzam varlığın yok mu, belki dokuz yüz kattır.
Şu bir damlacık gönüle, öyle bir inci düştü ki, Allah(CC), o inciyi denizlere de göklere de vermedi.
Mesnevi
Tamah ve açgözlülük başka hiçbir çağda bugün olduğu kadar ciğer sökücü bir hırs halinde kendini açığa vurmamıştır
İfrit, insanların boyunlarına binmiştir, kamçısını tam yüreklerinin başına indirir ve uzaklarda alayla göz kırpan yalancı hedeflere doğru dehler onları
Allah’ın isimleri sonsuz sayıdadır. Bu isimler, eşya ve insanın temel yapı taşlarıdır, her şey bunlardan müteşekkildir.
Rabbimize en yakın yönümüz olan can’ımız adeta iki yüzeyi de yansıtan bir ayna gibidir. Bir yönü aşağıyı, yani evreni ve nefsimizin alt düzeylerini yansıtırken,
diğer yönü sonsuzluk alemini yani Vahid olan Rabbimizi yansıtır.
Dünya, evrenin gizli hükümlerini içeren bir kitap gibidir. Senin can’ın da o kitabın baş yazısı. Düşün de bu meseleye iyi anla.
Divan-ı Kebir
Özünde iyi niyet taşımadan yapılan eleştiriler, aslında bir başkasında kendi karanlık yönümüzü farkedip yadsımamızdan ibarettir.
Bylece kendimize yabancılaşıp insanlıktan bir adım daha uzaklaşırız.
– Derviş baba hayat neydi?
– Bir andı oğul, sadece bir andı
İnsan ulvî yönlerini yaşayamayıp, ideallerini gerçekleştiremediğinde, nedenini anlayamadığı bir bunalıma girer.
Freud sanki psikoloji ilminin hastalıklı yarısını anlatmıştı. Bize ise sağlıklı diğer yarısı ile bu ilmi tamamlamak düşüyor.
A. Maslow
Sen hangi duyguya gayb aleminin yolunu açarsan o duygu artık eskimez yıpranmaz, ölmez
Mesnevi/ 4.cilt
Anima, başkası üzerine yansıtıldığını da sevilen, aslında muhatap olduğumuz kişi değil, onun üzerine projekte edilen kendi hayalimizdir.
Bu tür bir sevgi, narsistik/özsever sevgi olarak nitelendirilir.
Anima, kadın ve erkekte var olan dişil kişiliği temsil eder. Bilinçdışında yer alan bu dişil potansiyel, erkek tarafından bir kadına yansıtıldığınıda yıldırım aşkına neden olabilir.
Gölge kişiliğimiz, kendimizden ve başkalarından sakladığımız yönlerimizi içerir ve zor durumlarda dış dünya yansıtılır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir