İçeriğe geç

Paşaların Kavgası Kitap Alıntıları – Kazım Karabekir

Kazım Karabekir kitaplarından Paşaların Kavgası kitap alıntıları sizlerle…

Paşaların Kavgası Kitap Alıntıları

Bir insan, ne kadar zayıf olursa olsun, kendisini savunamazsa namussuz olur
Gerçekler, Hiçbir zaman kaybolmaz.
Zaman, gerçeklerin müttefikidir.
odanın başka bir yanında da, şu levha göze çarpıyordu:
CİHAN YIKILSA, TÜRK YILMAZ
.Size dehşetli hücumlar hazırladılar. Bunu önlemek şöyle dursun, size haber veren bile yok! Hücumlar karşısında tek başınıza kalacaksınız!..

– Tek başıma kaldığım dehşet verici hadiselerle mücadeleden zevk almaya alışmışımdır. Bugün de tek başıma kalırsam, daha büyük zevk duyarım!

Bu sefer de Fethi Bey (Okyar) size karışarak gayet mütehakkim bir eda ile dedi ki:

Evet Karabekir, Türkler İslâmlığı kabul ettiklerinden böyle geri kaldılar ve İslam kaldıkça da, bu halde kalmaya mahkûmdurlar!

Gazi, riyâset yerinde Fethi Bey onun solunda idi. Ben de kapıdan girince, hemen onun soluna oturmuştum! Fethi Bey, son olarak bana kesin bir cevap verince, ben de başımı sağa çevirerek ona ve aynı zamanda Gazi’ye hitaba başladım. Önce Türklerin, İslâm dinini kabul etmeleri sayesindedir ki Bizans İmparatorluğunu ortadan kaldırdıklarını ve bize bugünkü hâkim vaziyeti verdiklerini, aksi halde Bizans medeniyeti ve dini içinde Kayseri Rumları halinde kalacağımızı anlattım.

Sonra da dedim ki:

Fethi Bey; bu bayağı fikri şiddetle reddederim. Geri kalmaklığımıza âmil olan şey, bir değildir. Fütuhatçılık, temsil kudreti göstermemek, Avrupa’nın ilim ve fen cephesiyle temassızlık, idarede istibdat gibi mühim sebeblerdir. Aynı yanlışlıkları yapan Hristiyan devletlerinin de yıkılıp gittiğini bilmez değilsiniz! Bu zelzelenin hakiki sebeplerini araştırmayıp, onu gülünç bir sebebe bağlamak kadar, bu (İslâm terakkiye manidir) fikrinizi garip bulurum. Bayağı ve tehlikeli fikrin aramızda da ilmî münakaşaya tahammül edemeyecek kadar taraftar bulmasından, çok müteessir oldum! Fakat ben de iddia ediyorum ki: Türk Milleti, ne dinsiz olur, ne de Hristiyan olur. Hakikat budur. Bir milletin asırlardan beri en mukaddes duygularını bir hamlede atabileceğine inanışınız; objektif bir görüş değil, hülyanızdır! Böyle bir harekete cüret, memlekette kanlı bir istibdatla başlar ve İstiklâl Harbi’nin samimi birliğini de birbirine katar! Nerede ve nasıl karar kılacağını da kestiremesek bile, milli bir dram olacağından şüphe etmeyiz!

Mustafa Kemal Paşa’ya hitaben de sözlerime şöyle devam ettim: Paşam maddî cephemiz zaten zayıftır. Güvenebileceğimiz manevî cephemiz de düşmanlarımızın yaldızlı propagandasına kurban edersek, dayanabileceğimiz nemiz kalır? Bizi, silah kuvvetiyle parçalayamayan düşmanlarımız, görüyorum ki artık fikir kuvvetiyle mahv edeceklerdir. Buna müsade edecek misiniz?

Siz ki millete karşı bizi bu hale getiren sebebin istibdat olduğunu, zaferden sonra Milletin tamamiyle iradesine sahip olarak yürüyeceğini millet kürsüsünden dahi defalarca haykırdınız. Millet Meclisini Tekbirler, selâtlar arasında açtınız! İslâmlığın en yüksek bir din olduğunu hutbelerle de ilan ettiniz! Hepimizde aynı iman ve kanaatla, aynı yoldan yürüdük! Şimdi ne yüzle ve ne hakla bir kanlı maceraya atılacağız?

Mustafa Kemal Paşa sözümü keserek beni susturdu.

Ankara istasyonundaki kalem-i mahsus binasına gitmiştim. Teşkilâtı Esasiye’nin tadil müzakeresinin ikinci günü imiş. Benim haberim yoktu. Ben geldiğim zaman müzakere de bitmiş; kısmen de dağilılmışlardı. Mevcut azadan Tevfik Rüştü Bey; Ben kanaatimi Meclis kürsüsünden de haykırırım, kimseden korkmam , dedi. Ben ne konuştuklarını bilmediğim için sordum:

Nedir o kanaat?

Tevfik Rüştü Bey’in solunda ve benim hemen karşımda oturan Mahmut Esat Bey (Bozkurt) sert bir cevap verdi:

İslâmlığın terakkiye mani olduğu kanaati!.. İslâm kaldıkça yüzümüze kimsenin bakmayacağı kanaati.

Mustafa Kemal Paşayı, bu sefer de kimlerin, nerelere götürmek istediği görülüyordu. Ben şu mütâlada bulundum:

Eskiden beri dinler, aşağı-yukarı, bazı terakki adımlarına engel olmuştur. Fakat İslâmlığın terakkiye mani olduğu Avrupa diplomatlarının uydurmasıdır. Bu meseleyi istediğiniz kadar münakaşa edebilirim. Fakat münakaşaya tahammülü olmayan bir mesele varsa, o da din değiştirmek gayretidir. Bence İslâm kalırsak mahvolmayız; tersine, yaşarız; hem de yakın tarihlerdeki misalleri gibi, itibar görerek yaşarız; icabında müttefikler bularak yaşarız! Fakat din değiştirme oyunu ile birliğimizi ve selâmetimizi kırarak bizi mahv edebilirler!

Daha yakın tarihlerimizide 1855’de İngiltere, Fransa ve İtalya (Sardunya) devletleri bizi bizimle Ruslara karşı ittifak yaparak harbe girmediler mi? Daha içinden yeni Hristiyan devletleri, İslâm Türk devletiyle ittifak yaparak, itilâf devletleri’ne karşı dört yıl harp etmediler mi? Şimdiye kadar yüzümüze kimse bakmadı mı ki bundan sonra tam millî bir devlet olarak ortaya çıktığımız halde, yüzümüze kimse bakmayacaktır.

Dini ve namusu olanlar aç kalmaya mahkumdur dediler. Kendisini Hilâfet ve Saltanat makamına layık gören ve bu hususlarda teşebbüslerde de bulunan; Din ve Namus lehinde türlü sözler söyleyen ve hatta hutbe okuyan, benim kapalı yerlerde baş açıklığımla lâtife eden, fes ve kalpak yerine kumaş başlık teklifimi hoş görmeyen Mustafa Kemal Paşa, benim hayretle baktığımı görünce, şu izahatı verdi:

‘Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkûmdurlar! Böyle kimselerle memleketi zenginleştiremezsiniz. Bunun için önce din ve namus anlayışını değiştirmeliyiz. Partiyi, bunu kabul edenlerle kuvvetlindirmen ve bunları çabuk zengin etmeliyiz! Bu suretle kalkınma kolay ve çabuk olur.

İsmet Paşa da 5 Kasım 1923 tarihinde bana yazdığı mektupta Vatanımız ne olacak; bir tek ve asıl mesele budur; sulh olsa da olmasa da demişti. Fakat iki Lozan arasında Ankara’ya geldiği zaman, kendisinden böyle bir laf duymadım. Zengin olmak, memur olmak, planlı çalışma ve zamanla olurdu. Gazi’ye şu mütâlamı söyledim: Nereden, ne maksatla geldiği bilinmeyen fikirler, millî bünyemizi sarsar. Tanzimatın da bu suretle kurbanı olduk. Bizi kuvvetle çözmeyenler, yaldızlı formüllerle cevherimizi eritebilirler. Savaşla kazandığımızı barışta ki yanlış ve vakitsiz adımlarımızla daha doğrusu Avrupalılara aldanmakla elimizden kaçırdığımızı, onlar pekiyi bilirler. Bunun için ilim ve ihtisasa hürmet etmek ve bilgili ve seciyeli adamlarımızla üzerinde işlenmemiş fikirleri program diye kabul etmemek, yeniden aldanmamak için biricik yoldur.

Kendi millî müesseselerimizde işlenmemiş veya kontrol edilmemiş bayağı fikirlerin tatbiki diğer bir takımdan da tehlikelidir. Emirle yaptırılacak, yani şiddet uygulanacak demektir. Bu tarz, belki itaat temin eder; fakat sevgi asla! Bu hususta kendi tecrubelerimize de dayanarak diyebilirim ki itaat görünüştedir ve muvakkattir.

Mustafa Kemal; Dinî ve ahlâkî inkılâp yapmadan önce hiçbir şey yapmak doğru değildir. Bunu da ancak bu prensibi kabul edecek genç unsurlarla yapabilirim düşüncesindeydi.

Tehlike büyüktü; İstiklâl Harbi’nin fedakar ve ferahatli arkadaşlarıyla Gazi’nin arasına her gün yeni yeni insanlar giriyor ve yerleşiyordu. Artık İstiklal Harbi’ndeki gibi fikir sahipleriyle iş birliğinden ziyade, mutavaat ve alkisa hazır bir zümreye rolleri verilmeye hazırlık var gibi görünüyordu. Artık Gazi, hangi yolu tutacak, yeni Meclis onu istediği süratle hangi hedefine götürecekti? Koyu mütnasipler de din ve hele İslâmlık aleyhindekiler de yeni yolda birbiriyle yarışacak bir halde idiler.

Diğer taraftan Ankara’da yeni bir hava esmeye başladı. İslâmlık terakkiye manî imiş. Halk fırkası lâdini ve Lâahlaki olmalı imiş! Macarlar ve Bulgarlar gibi ufak milletler bizim gibi, Almanya tarafında bulunarak mağlup oldukları halde, istiklâllerini muhafaza ediyorlarmış. Medeniyete girmişlermiş. Türkiye, İslâm kaldıkça, Avrupa hele İngiltere müstemlekelerinin çoğunun halkı İslâm olduğundan, bize düşman kalacaklarmış! Sulh yapmayacaklar mış!..

İstiklâl Harbi nasıl başladı, nasıl bir seyir takip etti. Bugünkü durum nedir? İstikbal için planımız ne olmalıdır? Artık kimseyi ilgilendirmiyordu. Biricik düşünce, Gazi’nin teveccühünü kazanmak, mebus olmak ve memleketin nimetlerinden istifade edebilmek idi. İstiklâl Harbi’nin neticesini görünceye kadar, İstanbul Hükümetinin ve Padişahın dalkavukluğunu yapanlar af edilmiş, yeni devlet kuruluşunda on saflarda yer alıyorlardı. Saadet avcılığı, dehşetli bir yarış halinde başlamıştı.
17 Temmuz’da Trabzon’dan gelen haberler, Gazi’nin canını çok sıktı. Ali Şükrü Bey’in cinayeti gazete sütunlarında kendisine atfolunuyordu. Trabzon hakkında Sivas Kongresi sırasında da çok sert hareket etmek istedikleri zaman da çok sert hareket etmek istedikleri zaman da ben engel olmuş ve inandırma her şeyin başıdır diyerek icap eden iyi tedbirlerle işleri yürütmüştüm. Vaziyet çok nazikleşmişti. Mustafa Kemal Paşa bana:

Trabzon’da kaynayan bir kazan var. Sen bunu vaktiyle söndürmedin. Bu sefer kuvvetli bir yumruğu hakettiler! Bunu nasıl yapmaya muvafık olursun? Dedi

Gayri Kanunî hiçbir icraat taraftar değilim. Bunun için emin arkadaşlardan kurulu bir heyet göndeririz. Halkın sükunetini bozmak isteyenler hakkında da lüzum görülürse Kanunî takibat yapılır, cevabını verdim.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti reisi Mustafa Kemal Paşa imzasıyla 8 Nisan 1923 tarihiyle HALK FIRKASI UMDELERİ’nin tasnif ve tefsirinde ki 5’inci madde aynen şöyledir:

İstinatgâhı Türkiye Büyük Millet Meclisi olan makamı Hilafet beyne’l-İslam bir makarr-ı muallâdır. İslâm dininde bütün namazlar cemaatle eda olunur. Cemaatin bir başı vardır ki cemaatı terkip eden bütün fertler ona bağlanırlar. Bu suretle imam, cemaatin timsali olmuş olur.

Cemaatin fertleri arasında ki tesanüt, imamın şahsında tecelli eder. Her imamın kendi cemaatini namaz esnasında birleştirerek birçok ruhlardan rltek bir ruh meydana getirmesinde, küçük bir dayanışma olur. İslamiyette bundan başka bir de büyük bir dayanışma vardır ki bütün ümmeti tek bir ruh haline getirir. Bunun şeklide, bütün imamların, manevî bir surette bir imam-ı ekbere iktida eylemesidir. İşte bu imamlara Halife nâmı verilir.

O halde, namaz kılınırken yalnız gozumuzun önündeki cemaatin imanda temerküz eden ruhî vahdetini görmekle yetinmemeliyiz. Bilmeliyiz ki bu cemaatten başka, milyonlarca cemaat de aynı zamanda bir ümmet halinde birleşmişlerdir. Bu birleşme bütün milletin bir büyük imam etrafında yani Halife nin çevresinde birleşmesiyle husule gelir. Demek ki küçük imamlar da bütün ümmeti temerküz ettirerek İslâm âlemindeki umur-u dayanışmayı meydana getirecektir. Bundan dolayıdır ki, bütün İslâm âlemi halife meselesinde alâkadardır. Yeryüzünde bir (Hilafet) makamı bulunmazsa, İslâm âlemi kendisini imamesiz kalmış bir tesbih gibi dağılmış perişan görür.

İngiliz Kaymakamı Rawlinson İstanbul’dan Erzurum’a geldi ve hemen beni makamımda ziyaret etti. (27.11.1335/1919). Tam iki saat konuştuk. Lord Gurzon diyor ki (Anlattığına göre):

A-) Şimdiye kadar sulh yapmama nedenimiz, Karşımızda bir hükümet görmediğimizdendir. Mustafa Kemal sulh konferansında bulunsun yahut sulh mukarreratına mutabık kalsın.

B-) Endişemiz Türkiye’nin İngiltere’nin düşmanlarının yanında yer almasıdır. Padişah hükümeti bunu yapabilir. Krallık ve imparatorluk modası geçmiştir. Yönetim şekli cumhuriyet olmalıdır.

C-) İstanbul Türk şehri olarak kalacak. Çanakkale işgal edilecek, itilaf ordusu ve İstanbul’da asker bulunduracak. Türkiye Asya devletidir, başkenti de İstanbu olmamalıdır. Bursa bunun için uygundur.

İzmir’de halktan ve münevver kimselerden kıymetli bildiklerim vardı. Bunlardan mühim şikayetler dinledim. Herkesi müteessir eden şey, dinsizlik ve ahlaksızlığın, Halk Fırkası’nın umdesi imiş gibi yukarıdan tazyikle yapılmasına çalışılması idi.
Yeni Anayasaya göre, Devletin dini ‘İslam’ olarak tescil edildiği halde, Halk Partisinin Anayasaya aykırı olarak kulüpler açması, kanuna ve mantığa uyar bir iş olmadığı gibi, ‘La dini’ ve ‘La-ahlaki’ denilmesi, kamuoyunu ve halkı hiçe saymaktı.
Sivas Kongesinde Mustafa Kemal Paşa’nın Amerika ayanına müracaatla bir heyeti gönderilmesini ve Amerikan mandası istediklerini söyledi.
Bir gün minberlere kadar çıkıp Hilafet makamının kudsiyetinden ve halifenin lüzumundan bahset; herkes boyun eğsin, dinlesin; bir gün de ani bir karar ver, hilafet kaldırılmıştır, Halife Hudut dışı edilecektir. de; yine herkes boyun eğsin, dinlesin! Bunun gibi, bir gün İslam dinini ve Kur’an’ı göklere çıkar; bir gün de onları kaldırmaya yürü!
Fiiliyatta ne modern teşkilat kabul olundu ve ne de tarih nâmı altında, değil İstiklâl Harbini, bütün bir maziyi yalanlayan ve kötüleyen kitapların neşrine ve hattâ mekteplerde okutulmasına karşı bir teşebbüs yapıldı.
Bir sabah top seslerinden endişe ile uyandık. Meğer Cumhuriyet ilan olunuyormuş. Ankara’dan gelen haberler Mustafa Kemal Paşa’nın yeni topladığı bir muhitle tam bir diktatörlüğe gittiğidir. Milli hakimiyet yerine şahsi hükümranlık kurulmuştur. İstiklalimizi kurtaranlar hürriyetimizi boğacaklar mıydı?
Mustafa Kemal Paşa’nın İsmet Paşa’ya:Benden sonra senin gelmen için, lazımını yapmalıyız, dediğini arkadaşlarımız kulaklarıyla duymuşlardı.
Şüphe yok ki, yakın günlere kadar Kur’an’ı ve Peygamberi her yerde medh ve sena eden ve hatta hutbe okuyan bir insandan bu sözleri beklemek herkese eza veriyordu.
Kur’an’ın yapılmış tefsirleri var, lazımsa yenisini de yaparlar. Devlet otoritesini bu yolda yıpratmaktansa, Milli kalkınmaya hasretmek daha hayırlı olur, dedim. Mustafa Kemal Paşa beyanatıma karşı hiddetle bütün içini ortaya döktü:
Evet Karabekir; Arapoğulunun yaverlerini Türk oğullarına öğretmek için Kur’an’ı Türkçeye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım! Ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler!
Kürsüye çıkan Mustafa Kemal Paşa, hakikate asla uygun olmayan ve hale de hiç yakışmayan bir takım beyanatta bulundu:Erzurum Kongesi esas değildir. Bu Balıkesir Kongresi gibi bir şeydi. Esas Sivas Kongesi’dir. Fakat burada da muhalifler Amerika mandası istediler.. gibi ileri-geri sözleri söylediler.
UMDE 4
Mahkemelerimiz bilhassa şeri bir surette adaleti gerçekleştimeleri temin edilecektir.
Ne kötü bir tesadüftir ki, bugün Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’in ortadan kaybolması ve bunun Mustafa Kemal Paşa’nın muhafız taburu kumandanı Topal Osman Ağanın bir cinayeti olarak ortaya yayılması, Ankara havasında bir samimiyetsizlik ve itimatsızlık uyandırmaya sebep oldu.
Birinci Millet Meclisi, mahdut yerlerin serbest reyde intihap olunduğundan misak-ı milli Türkiyesini temsil etmiyormuş!
Bizim dinimiz en makul ve en tabii bir dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa tetabuk etmesi lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen mutabıktır.
Sulh den sonra her şeyin ilme dayanabilmesi için, geçen yıl 18 Şubat’ta teklif ettiğim Mütahassıslar Meclisi lüzumunu açtım ve Tek Adam yönetiminin milli Birliği sarsacağını ve fikir hürriyetini hırpalayacağını ileri sürdüm. Fikirlerime yanaşmıyorlardı!
Mustafa Kemal Paşa Vahidettin’in kalmasını istiyordu. Sebep olarak da güçlü olduğundan, sözümüzden dışarı çıkamayacağını, eğer Mecid Efendi halife olursa, bize zorluklar çıkarabileceğini ileri sürüyordu.
Mustafa Kemal Paşayı en küçük bir şehzadeye:Hilafet ve saltanat naibi ve ayni zamanda da diktatör yapmak.. Naipliği İsmet, diktatörlüğü de Fevzi Paşa bana söyledi.
Ve Mustafa Kemal Paşa ile aramızda büyük bir görüş farkı vardı. O itilaf devletlerinin büyük kuvvetleri karşısında Milli kuvvetimizle karşı duramayacağımızdan bir dış siyasete dayanarak kendi başkanlığı altında kuracağı bir Cumhuriyetle uyuşmak cihetine gidiyordu.
İngiltere hükûmeti Başvekili Lord George’un İstanbul ve Boğazların beynelmilel bir hâle ifrağına, Türk hükûmetinin yeni merkezinin Anadolu’da olacağına ve İstanbul’un yalnız makarr-ı hilafet olarak payitaht-ı diní olarak kalacağına dair sulh konferansına teklifatta bulunacağı gazetelerde görüldü.
Endişemiz, Türkiye’nin yine bir gün İngiltere’nin düşmanları tarafına geçivermesidir. Padişah hükûmeti bunu yapabilir. Artık krallık ve imparatorluk modası geçmiştir. Birçok debdebe ve masraf yerine millet kendi işini kendi gören Cumhuriyet’e kendisi taraftardır. Bizim de Padişahı, hükûmet ve siyasete karıştırmayıp halife olarak istediği yerde oturmasına taraftar olmaklığımız .
Hepimiz bir kukla gibi!.. Sanki bizde vatana karşı hiçbir duygu yokmuş gibi ortaya çıkarılıyoruz! Sonra, başarılan işler, hep baştakilere mal ediliyor!.. Tabii, bizi de tepedeki adam idare edecek! Fakat burada iş yapan, sorumlu kişiler de vardır!
Genç nesiller için yerilecek olan fikir, şu ya da bu kişinin kurtarıcılığından ziyade, herhangi bir düşmanlığa karşı, ruhen isyana hazır olmalarıdır.
Mustafa Kemal Paşa da, Kazım Karabekir Paşa da, Batı uygarlığı yanlısıdır. İkisi de, hilafetin gerektiği noktasında birleşmişlerdir. Aralarında tek fark vardır: Karabekir Paşa, keskin çizgilerle düşüncesine yapışmıştır; Gazi Paşa, daha yumuşak, daha supleslidir.
Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.
General Kazım Karabekir Paşa’nın Mustafa Kemal için yazdığı şiirdir
-kitaplarımı yaktırana-

sende kuvvet varsa bende de hakikat var,
kuvvet sistir kalkar, hakikat güneştir doğar,
ben korkmam kuvvetten, sen de korkma hakikatten,
ondan korkanlar ayrılamaz zulüm ve zulmetten.

halbuki,
kimde hakikat gördünse sen ondan çok korktun,
tevkifler yaptın, evleri bastın.
neydi kastın?
çok insan astın.

tevkif olundum, köşküm basıldı,
dört çuval evrakım da alındı,
üç bin kitabım gece yakıldı,
yıllarca peşime hafiye takıldı.

fakat gördün ki, hiç korkmam ben,
niçin ya hala sen
korkuyorsun hakikatten?

kazım karabekir
sebil, 13 şubat 1976, s.3.

İstiklal Harbi böyle mi oldu A Paşam. Beni küçültmek için Türk Milletinin tarihini yalanlıyor. Sizlerin gördüğü büyük işlerin daha parlak görünmesi için bu günahı işlemeye ne lüzum var?
Milletin mukadderatına bir takım dalkavuk türediler hakim oluyor ve en mühim kararlar işret (içki) sofrasında veriliyor.
Sevgi ve saygı ikna ile kazanılır.
Korkutmaktan, sindirmekten doğacak, ancak nefrettir.
Vatandaş! Milletin hürriyetini tehlike de görürsen, karşında kim olursa olsun, tek dağ başı mezar oluncaya kadar mücadele etmek vazifendir! Çünkü İnsanlarda hayat denen şeyin kıymeti ancak hürriyet iledir. Hür öl! Esir yaşama!”
Yaşatacak ülkünü kızların: Emel, Hayat.
Müsterih ol, ey Paşam, haşre kadar nurda yat!.
Sustu bülbül derdinden, yetişir artık kelam,
Ey melekler götürün ona bizlerden selam!..

Cemal Oğuz ÖCAL

44 yaşında genç bir kumandan ve hemen bütün rütbelerini ateş altında, vatan ve milleti için feda etmiş olan ben ve emsalim eski tekaüt kanunu mucibince tekaüde sevk olunduk. Tevkif olunarak İstiklal Mahkemesi’ne verildik On beş yıl bir düzeye takip ve taciz olunduk. . Bütün bunlar çok acıdır.
Artık Musul uğruna harp ihtimali kalmadığı gibi, Cumhuriyet idaremiz de herhangi bir kaprisle yıkılmaktan kurtuldu. Fakat çok çetin mücadelelere ve iftiralara uğradık. Yarımız mahvoldu. Fakat yılmadım. Hakikat ve hürriyet uğruna ölümü hiçe sayarak sonuna kadar didiştim.
Az sonra biz Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adıyla Meclis’te faaliyet için resmen Dahiliye Vekaleti’ne müracaat edince Mustafa Kemal Paşa da Halk Fırkası’nın başına Cumhuriyet kelimesini koydurarak, Cumhuriyet Halk Fırkası adını verdi.
Uhdeme düşen vazifeyi Meclis-i Milli’de daha iyi ifa edeceğime kani olarak Ordu Müfettişliği’nden 26 Ekim 1924 pazar günü akşamı istifamı verdim. Kahraman zabitan ve efradımızın gözlerinden öper ve samimi hürmetlerimi takdim ederim. Ordumuza ebedi muvaffakiyHer dilerim efendim.

28 Ekim 1924
Kazım Karabekir

Fevzi Paşa: – Ben kısa söylüyorum. Görürsün, nasıl iftiraya kurban gideceksin! Hem beni yalnız bırakman doğru değildir! Ben, size güvenerek mümkün olduğu kadar mukavemet ediyorum.

Ben: – Kararımı kati olarak verdim, Paşam. Herhangi bir iftiraya millet safı içinden daha muvaffakiyetle karşı koyabilirim.

Paşam bugün değilse tarih karşısındaki mesuliyetimiz çok ağır olacaktır. Milletimizin arzusuna ve bünyesine uygun olarak kurduğumuz Halk Fırkası bugün la-dini ve la-ahlaki kulüpler haline getiriliyor. Türk’ün salabetli mazisi kötülenirken istikbali de tereddiye götürülüyor. Yalan, riya, züppeliklerle gençlik bitiriliyor. İstiklal Harbi’ni biz Türk milletinin maddi ve manevi kudretine dayanarak başardık
Dostluğu ile şerefimi, hayatımı onun elinde öldürmektense, düşmanlığını kazanmayı tercih ederim. Çünkü şerefimi ve hayatımı daha kolay koruyabilirim.
Millet Meclisi bir karargah haline gelmiş ve emre ram insanlarla dolmuştur. Orası, sonsuz ihtirasları kanunlaştıracak bir hale gelmiştir.
Beni görünce Mustafa Kemal Paşa otomobilini durdurdu. Yanında başvekil İsmet Paşa vardı. Yalnız kendi indi. Ben de inerek tekrar selamladım. Bir zaferden dönüyormuş gibi mağrur bir eda ile elimi sıktı. Kısaca şunu söyleyebildim:

– Paşa hazretleri! Bir harp tehlikesi karşısında olduğumuzu ve zat-ı samilerine dahi arz ettiğim mütalaalarıma rağmen, Musul hareketine başlamanın buna sebep olduğunu öğrendim. Paşam, netice feci olur.

Mustafa Kemal Paşa, sözümü keserek Büyük Millet Meclisini acele topladık Söz milletindir. dedi.

Bunun karşısında ben de şu karar varmıştım: Ordu müfettişliğinde bir kuvvet olamadığımıza göre, Millet Meclisi’ndeki vazifeme koşarak, millet kürsüsünden bu felaketleri önlemek!

Felaketleri diyorum; bunun birincisi bir harp felaketini önlemek, ikincisi de bir Cumhuriyet Fırkası kurarak herhangi bir vesile ile Cumhuriyetimizin kaldırılması ihtimalini ortadan kaldırmak!

Fevzi Paşa ile (1910) Arnavutluk isyanının tenkilinde tanışmış ve pek samimi arkadaş olmuştuk. Sonraları da Çanakkale’de, Diyarbakır Cephesi’nde benim bir üst kumandanımdı. Samimiyetimiz çok artmıştı (1919). Sivas Kongresi’nden sonra, bir heyetle Sivas’a geldiği zaman, Mustafa Kemal Paşa ile aralarında samimi bağlanışı ben temin etmiştim. Her şeyi apaçık kendisine söyler ve icap ederse biraz da çıkışırdım
Fevzi Paşa;

– İcap ederse yeni bir harbi de göze aldık Musul bizimdir! Madem ki sulhen vermiyorlar, harben almak için Gazi ısrar ediyor. Hükümet de bu fikirde, Biz de muvaffak olacağımıza şüphemiz yok. İcap ederse Musul değil, daha uzaklara da gideriz!

Fevzi Paşa buna verecek bir cevap bulamadı, İtimadımız olmasa sizi terfi ettirmezdik. gibi bir garibe savurdu.

Ben: – Paşam hangi terfiden bahsediyorsunuz? İstiklal Harbi içerisinde Batı Cephesi’nde ikişer üçer derece terfilerinize karşılık ben yalnız Kars’ın zabtı üzerine, Ferikliğe terfi olundum.

Ben: -Ne diyorsunuz Paşam? Meselenin bir Musul hareketi olduğunu hala bir ordu müfettişinizden de mi gizlemek istiyorsunuz? Bu işe beni tayin etmek arzusuna karşı verdiğim mantıki cevapları biliyorsunuz. Demek ben bu hareketin aleyhindeyim diye, işi benden de sakladınız!
Ekim 8’de Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa’dan bir şifre aldım:
İngilizlerle bir harp ihtimali mevcut olduğundan hemen Ankara’ya hareketim emrolunuyordu.
Vatanın her köşesinde olduğu gibi İstanbul halkının ve yeni neslin bağıracağı tek bir söz vardır:
TÜRK HÜR YAŞAR VE ÖLÜRKEN DE HÜR ÖLÜR
Kız Sanayi Lisesi müsameresine gittim. Burasını, geçen yıl da görmüştüm. Hiçbir fark yok. Maarif Vekaleti’ ne eksiklerini söylediğim halde, tek bir makine dahi alınmamış.
Eylül 27’de Kız Muallim Mektebi’ni ziyaret ettim. Malzeme faslı çok fakir, bir kırık dikiş makinesi var. Her şey nazari ve ezbercilikle gidiyor. Muallim ve muallimelerle hasbıhal ettik.
Zaman ne yaman şeyler gösteriyor. Hayret ve İbret!
İngilizler, İstanbul’a ve İzmir’e karşı harekete hazırlandıklarını söyleyerek, Türkler Musul ‘da, kendilerine zorluklar çıkarabilirler fakat Türkiye’nin de bütün hayatı tehlikeye girer, diye matbuatla neşriyata girişmişler!
İlgili makamlara her iki tarafın bu halini olduğu gibi tasvir ederek, Alçıtepe’ye ve ileri hatlarımıza abideler dikilmesini, şehitlerimizin buralara toplanmasını ve abidelerin üzerine Buradan Öteye Geçilemez diye yazılmasını yazıyla teklif ettim.
Üç buçuk ay bir gün dahi istirahata çekilmeden, fırkamla müdafaa ettiğim Kerevizdere, o zaman bir ateş tufanı içinde idi. Şimdi her şey uykuda. Derin bir sükut.
Şu halde bizlere tutulacak biricik doğru yol, Meclis’teki milli vazifelerimizi ele almak ve bu suretle, gerek cihana ve gerekse kendi milletimize karşı, Büyük Millet Meclisi’nin sesini duyurmak ve kudretini göstermek kalıyordu.
Mustafa Kemal Paşa, kendini seven ve tutan İstiklal Harbi arkadaşlarının fikirlerini artık fazla gördüğünden onların varlıklarını küçültmek için lazımını yapıyordu.
Her şeyi ben yaptım ve ben yapacağım. İstiklal Harbi’nde yaptıklarım ne ise şimdi etrafıma toplananlarla da aynı kıymette işler yapabilirim! gibi bir zihniyetin madde haline getirilmiş hazin bir tablosu idi!
Darülfünun (Üniversite) Emini İsmail Hakkı Bey (Baltacıoğlu) bütün milletin gayret ve fedakarlıklarını belirtti. Ve isim zikretmeyerek, bütün orduya ve hassaten İstiklal Harbi’ni sevk ve idare eden kumandanlara teşekkürlerini sundu.

Bu zatın hakikatlere uygun sözlerinin, Gazi’nin hoşuna gitmediğini apaçık gördüm. Nitekim az sonra bu hakikat meftunu adam yerinden azlolundu.

Nitekim yanımdaki zatlardan Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Çakmak da hazırladığı nutkunu okudu. İstiklal Harbi, İnönü’den başlamış ve Dumlupınar Zaferi’yle sona ermiş. Doğu Cephesi veya başka milli cephelerden bahis yok. Netice o da Gazi’ye övgülerle bitti.
14 Ağustos’ta, İzmir’de iken ay tutuldu Büyük bir muharebe oluyormuş gibi her taraftan silahlar atıldı.
onun, artık benim gibi vefakar arkadaşlarını dinlemediğini ve bizlere yaptığı ve yapacağı işlerden haber bile vermediğini icap edenlere anlatmak zaruretinde kalıyordum. Bununla beraber, mümkün olan gayrette kusur etmeyeceğimi de söylüyordum.
En mühim bir mesele de Mustafa Kemal Paşa’nın, bütün İstiklal Harbi müddetince dindar görünüşü ve hele zaferden sonra muhtelif yerlerde İslamlığı ve Kur·’an’ı meth ü sena edişini herkes biliyordu. Şimdi benden merakla, onu bu yeni yola kimlerin sürüklediğini soruyorlar ve benden, onu bu yolda serbest bırakmamamı, istiyorlardı.
Yeni anayasaya göre, devletin dini İslam’ olarak tescil edildiği halde, Halk Partisi’nin anayasaya aykırı olarak kulüpler açması, kanuna ve mantığa uyar bir iş olmadığı gibi, La-dini ve La-ahlaki denilmesi, kamuoyunu ve halkı hiçe saymaktı.
Herkesi müteessir eden şey, dinsizlik ve ahlaksızlığın, Halk Fırkası’nın umdesi imiş gibi yukarıdan tazyikle yapılmasına çalışılması idi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir