İçeriğe geç

Kur’an- ı Kerim’e Göre Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi Kitap Alıntıları – İsmail Lütfi Çakan

İsmail Lütfi Çakan kitaplarından Kur’an- ı Kerim’e Göre Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi kitap alıntıları sizlerle…

Kur’an- ı Kerim’e Göre Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi Kitap Alıntıları

İnsanları kula kulluk tan kurtarıp Allah’a kulluk ettirmekti.
Kardeşlik antlaşması (muahat) gereğince, her muhacir, kendisini kardeş edinen Medinelinin evinde kalacak, onunla birlikte çalışacak, geçimlerini birlikte sağlayacak ve geliri paylaşacaklardı. Ölüm halinde de birbirlerine mirasçı olacaklardı.
Taraflar buna gönülden razıydı.
Antlaşma bir yıl yürürlükte kaldı. Zira muhacirler, kısa zamanda kendi geçimlerini temin eder hâle geldiler. Zaten onlar ehl-i ticarettiler.
Ancak kardeşler, bütün bir hayat boyu birbirlerine bağlılıklarını sürdürmekte kusur etmediler.
Gerçek muhacir, Allah’ın yasaklarını terk edendi. Hadis-i Şerif
Hak ölçülerince kubbede bir hoş sadâ bırakabilen insan, kazanan insandı.
Îlyas’ın (a.s.)milleti, Ba’l-Bek halkıydı. Puta taparlardı. Ba’l putunu ilah tanırlardı. Îlyas’ın (a.s.)uyarmalarına kulak vermediler. Iman etmediler
Îman; hayattı, yaşamaktı, hakkı bulmaktı.
Şeytan, insanları azdıracaktı. Kendisine yoldaş arayacaktı.
Mucize, fizik ve tabiat kanunları dışında cereyan eder. Akılla mahiyeti (niceliği) kavranılamaz. Ancak sonsuz kudret sahibi olan Allah’ın dilediği zaman peygamberini mucize ile desteklemesi ilahi hikmetinin bir delili ve cilvesidir. Mucize karşısında insana yakışan, aklım almıyor diye inkâr değil, aczini idraktir.
İlk yaratılış Allah’ın yüce kudretinin açık eseri olarak meydana gelmiştir. Sonrası, sürekli ilahi bir kanuna bağlı kılmıştır. Bu kanun, bir erkekle bir dişinin bilinen sekil ve şartlarla birleşmesidir. Bütün varlıkların çoğalması, bu kanuna bağlıdır.
Kişinin sıkıntıdan kurtulması, umduğuna kavuşması için iki şey gerekti:
Îman ve Allah’a sığınma
Îman ve gereğini yapma
Yûnus (a.s); balığın karnında, karanlıklar içerisinde , pek üzgün olarak Rabbine halini söyle arzetti:
Senden başka ilâh yoktur. Sen münezzehsin! Gerçekten ben haksızlık edenlerden oldum .
Yûnus a.s, bu arada hatasını anlamış ve nefsini kınamaya başlamıştı. Fakat iş daha da çetinleşti. Bir balık onu yutuverdi.
Zor şartlar altında da kalınsa, Yûnus (a.s) gibi davranılmamasını Hz. Peygambere, Allah meâlen şöyle bildirdi:
Ey habibim! Sen Rabbinin hükmüne kadar sabret! Balık sahibi Yûnus gibi (aceleci) olma
Milletin inanmayışı, Yûnus’un(a.s.) zoruna gitti. Kızgınlıkla Ninovayı terk etti.
Dolu bir gemiye bindi.
Bu terk ediş ne görevden kaçıştı ne de görevi verene baş kaldırıştı. Sadece ilahi çağrıya uymayan halktan uzaklaşıştı.
Milletini Allah’a inanmaya davet etti. Bu davette otuz üç yıl devam etti. Halktan kendisine iki kişi iman etti. Biri, âmil ve hâkimdi. Öteki âbid ve zâhiddi.
Yûnus(a.s.) kâfir, zalim, putçu ve nüfusu yüz bini aşkın Ninova şehri halkına peygamber olarak gönderildi. Kendisi de Ninovalıydı.
iki dünyanın iyiliği,
bereketi, şerefi, izzeti,
ilmi, fazileti,
bütün insanlığın risaleti en sürekli zürriyeti,
en kalabalık ümmeti,
en mükemmel dini,
en yüce kitabı verilmiştir.
Sabır; hareketti, bereketti.
Sabır; cehaleti yenmek için ilim yolunda; ahlaksızlığı yenmek için güzel ahlak ve edep yolunda, karşılaşılacak güçlüklere yılmadan göğüs germekti.
Sabır; zillete, meskenete ve haksızlığa katlanmak değildi.
Önemli olan; iyi olmak, iyilerden sayılmaktı.
Taç ve taht sahibi olmak önemli değildi, çünkü geçiciydi.
Süleyman (a.s.) peygamberdi. Tevhid mücadelesi vermekteydi. Aynı zamanda hükümdardı. Hükümdara ordu gerekti. Onun da ordusu vardı. Her şeyi gibi ordusu da bir başkaydı. Bilinen ordulardan farklı bir yapısı vardı.
Süleyman’ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil olan ordusu toplandı . Hepsi toplu olarak gidiyorlardı.
Dâvud’dan (a.s.) sonra gelen Peygamber, Süleyman’dı (a.s.). Dâvud’un (a.s.) yerini almıştı. Onun oğluydu. Ona varis olmuştu. Daha çok mülk ve saltanatıyla tanınmıştı.
Dâvud (a.s.) mücadelesi, peygamberliğinden önce başlamıştı. Tâlût’un ordusunda er olarak savaşlara katılmıştı.
Dâvud’un (a.s.)demire istediği şekli verebilmesinin ayrı bir özelliği vardı. Dâvud (a.s.)ateşsiz ve döğmesiz, demire mum gibi istediği biçimi verirdi. Demiri kumaş gibi dokurdu.
Zırh yapma sanatını bilirdi. Geçimini bu yolla temin ederdi. Ona sizi savaşta korumak için zırh yapmayı öğrettik
Firavundan geriye kalan, karaya çıkan bir kokuşmuş cesetti. O da geriden gelenlere ibret olması içindi.
İsrailoğullarının denizden geçtiklerini ve yolun açık olduğunu gören firavun ve ordusu onları takip etti. Denizde onları içine alıverdi. Hem de ne alış. Firavun ve ordusu denizde kaybolmaktaydı. Firavun boğulacaklarini anlayınca söyle bağırdı.
Isrâiloğullarının inandığından başka ilah olmadığına inandım. Firavun teslim olmuştu ama iş işten geçmişti.
Vahiy geldi:
Değneğinle denize vur!
Mûsâ derhal emre uydu. Değneğiyle denize vurdu. Hemen deniz ikiye ayrıldı. Her parçası yüce bir dağ gibiydi. Mûsâ (a.s.) ve adamları açılan yola emniyetle girdiler. Kısa zamanda karşıya geçtiler.
Mûsâ (a.s.):
Rabbim benimle beraberdir. Bana elbette yol gösterecektir . dedi.
Mûsâ (a.s.) Isrâiloğullarını hazırladı ve bir gece topluca Filistin’e doğru yola çıkardı. Şimdi müminler Firavunun zulmünden ve Mısır’dan uzaklaşıyorlardı.
Firavun ve adamları bütün bu belalardan ders alıp doğru yola gelmedi. Mûsâ (a.s.)ve mü’minlere eziyet etmekten de vazgeçmedi.
Küfürde ısrar ise, belayı davet ederdi. Öyle oldu
Bunun üzerine su baskını, çekirgeyi, haşeratı, kurbağaları ve kanı birbirinden ayrı mucize olarak onlara musallat kıldık. Yine de büyüklük taslayıp suçlu bir millet oldular.
Mücadelede insan özüne hitap etmek gerekti. Bunun fiilî bir yolu da kötülüğe iyilikle karşılık vermek, mukabele etmekti. İnsan ihsanın kulu demekti
Doğrusu Allah, aşırı yalancıyı doğru yola eriştirmez.
_ Allah’dan yardım dileyin ve sabredin!
Hak meydana çıktı, onların yaptıkları boşa gitti.
Ey Rabbimiz ! Üzerimize sabır yağdır ve bizi müslüman olarak öldür.
Bütün sihirbazlar:
-Âlemlerin Rabbine, Mûsâ ve Harun’un Rabbine inandık diyerek secdeye kapandılar.
Allah bozguncuların işini elbette düzeltmez.
Harun(a.s.) mücadelede, Mûsâ’nın (a.s.)desteğiydi. Her ikisine de vahiy indi. Ikisi de Allah’ın ihsanına erdi. Kur’ân’da kendilerine selam olsun dendi. Mûsâ ve Harun (a.s), ilâhi kitapla (Tevrat) teyid edildi.
Mûsâ’ya (a.s.)peygamber olduğu doğrudan doğruya Allah tarafından özel bir konuşma ile bildirilmişti. Bu bildirişte, araya melek girmemişti. Bu yüzden Mûsâ’ya (a.s.) kelîmullah denmişti.
Her günahın kendisine özgü bir tevbesi vardı. Bu, tövbenin kabulü için vazgeçilmez bir esastı. Mesela; bir hakki gizleyenin, bu günahtan kurtulmak için gizlediğini açıklaması gerekti. Sadece pişmanlık yetmezdi.
Hz. Mûsa huy güzelliği ve iyiliği ile bilinirdi.
Hüsn-i Kur’ân’ı görür insan, olur hayrân sana,
Dest-i kudretle yazılmış hilyedir Kur’ân sana!

Muallim Naci

Evet, Eyyûb (a.s.), mal ve çocuklarını kaybetmekten öte, hastalanmıştı. Fakat bu hastalık nefret edilecek bir biçim ve görünüşte değildi. Bu konuda, dinleyicileri ve okuyucuları acındırmak için aşırı sözler söyleyenler, Eyyûb’un (a.s.) sabır derecesini gösterelim derken, İslâm’ın peygamberler hakkındaki görüş ve inanışlarına ters düşmekteydiler.
Asiye, Kur’ân’da; kâfir ve zalim yakınları olan müminlere örnek gösterilmişti. Her inanan Asiye gibi davranacak, yakınlarının kötülüklerine uymayacak ve göz yummayacaktı.
Firavun memleketin başına geçti ve halkını fırkalara böldü. Içlerinden bir topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınlarını sağ bırakıyordu. Çünkü o, bozguncunun biriydi.
İsrailoğulları gerçekten zor günlerdeydi. Bunalmışlardı. Allah kendilerine yardım etmek diledi. Bu dileğini ve gerekçesini Kur’ân’da şöyle bildirdi:
Biz memlekette güçsüz sayılanlara iyilikte bulunmak, onları önderler kılmak, onları ( mukaddes topraklara ) varis yapmak, memlekete yerleştirmek, Firavun, Hâmân ve her ikisinin askerlerine çekinmekte oldukları şeyleri göstermek istiyorduk
Yusuf (a.s.) ile Ken’an ili’nden Mısır’a geçen ve orada yerleşen İsrailoğulları, uzun mutluluk yıllarından sonra sosyal ve siyasal üstünlüklerini yitirdiler. Mısır’ın yerlileri olan Kıptîlerin emrine girdiler.
Habibim! İnanan bir millet için sana Mûsâ ve Firavun olayını olduğu gibi anlatacağız.
Mûsa’nın (a.s.) peygamber oluşu, öncekilerden değişikti. Şöyle ki:
Mûsa’ya (a.s.) peygamber olduğu doğrudan doğruya Allah tarafından özel bir konuşma ile bildirilmişti. Bu bildirişte, araya melek girmemişt. Bu yüzden Mûsa’ya (a.s.) kelîmullah denmişti.
Peygambere mûcize, milleti istediği zaman Allah tarafından verilirdi. Geçmiş peygamberlerde böyle olagelmişti. Ancak Mûsa’ya (a.s.) anılan iki mûcize peygamber olduğunda verilmişti.
De ki:
Allah bana yeter! Sığınmak ve dayanmak isteyenler O’na sığınsınlar, O’na güvensinler.
Namazım da ibadetlerim de hayatım da ölümüm de alemlerin Rabbi olan Allah içindir.
Sana Rabbinden indirilen haktır, fakat insanların çoğu inanmazlar.
Allah ancak kullarına acıyanlara merhamet eder.
Siz yeryüzündekilere merhamet ediniz ki, göktekiler de size merhamet etsinler.
Allah’ı, âhireti, hesabı ve azabı unuttuğu an işlerdi.
Kur’an dan yüz çevirenlerle beraber olmak, dünya ve âhiret mutluluğunu yitirmek demekti.
“Şükreden bir kul olmayayım mı?”
Hayat hikâyesi Kur’ân’da; Ahsenü’l-kasas=Kıssaların en güzeli ünvanını almıştı.
İlâhî kanun böyleydi, yıkılanın yerine bir yenisi mutlaka gelirdi.
Deliye göre akıllı, deliydi. Çünkü deli, kendince akıllıydı.
Peygamberler;
Sıdk (doğruluk)
Emânet (eminlik, güvenilir olmak)
Tebliğ (Allah’dan aldığını aynen halka duyurmak)
Fetânet (zeki ve akıllı olmak)
İsmet(günahlardan korunmuş olmak) sıfatlarında ortaktırlar.
“İman; hayattı, yaşamaktı, hakkı bulmaktı.”
“Kişinin sıkıntıdan kurtulması, umduğuna kavuşması için iki şey gerekti:
İman ve Allah’a sığınma.
İman ve gereğini yapma.”
“Allah sabredenlerle beraber”
“Rabbim! Bana ve anama babama verdiğin nimete şükürde, hoşnut olacağın işi yapmakta beni başarılı kıl. Rahmetinle beni iyi kulların arasına kat.”
“Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Anaya babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere, iyilik edin. İnsanlarla güzel güzel konuşun. Namaz kılın, zekatı verin.”
“Rahmet ve nimet dünyada herkese,
Ahirette yalnız mü’minlere idi.”
Kesin gerçek buydu.
İman’dan nasibi olan duydu ve gereğine uydu.
Nasipsiz için itiraz vaz geçilmez huydu.
Peygamber nasıl âyet uydururdu.
Kafirler Kur’an-ı işittikleri zaman, sana gözleriyle yiyecekmiş gibi bakarlar ve o mecnun derler. Halbuki Kur’an, bütün milletlere öğüttür.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir