Sıddık Akbayır kitaplarından Nuri Pakdil kitap alıntıları sizlerle…
Nuri Pakdil Kitap Alıntıları
Yapayalnız dolaşıyor bu çağın insanı.Çünkü birlikte yürüyecek kadar güvenmiyor kimse birbirine.
Herkesin 15 dakikalığına şöhret olduğu şu tuhaf dünyada, 80’ıne geldiği halde, bugüne dek bir gazeteye, dergiye doğrudan söyleşi yapmayan; herhangi bir televizyon programına çıkmayan; TRT’nin kendisi için 2010’da hazırladığı belgeselde bile sadece görüntüsüyle yer alan bir uzak duruş
Edebiyat, yeraltı haritası değil, yeryüzü mahşeredir.
Yazının anavatanı sessizliktir.
Her dağın bir duruşu, bir susuşu vardır.
En iyi tepki belki de susarak verilen bir tepkidir.
Susmak da konuşmak kadar önemlidir bazen..
Çocuk harita
anne çocuğun gözleriyle
bakar
uyur çocuk
anne bekçi daim..
Hiç yazılmamış uzun bir destandır annelerin yüzleri..
Kim bıraktı uçurumu bu kadar yanıma?
Hiç kimse kahır yaşamak için âşık olmaz:
“Kahrında hoş” diyebilmektir aşk.
Sevdiklerinizin,yüreklerinden sımsıkı tutun.yarın geç olmakla meşhurdur
Dilan Değirmenci’nin Nuri Pakdil ile yaptığı söyleşi;
İnsanlar yaşarken ölüyor. Tüm kitle haberleşme araçları, katlar, otomobiller, ev eşyaları vs. insanları yaşarken öldürmede, ölüm yaymada araç ödevi görüyor. İnsan duyarsızlaşıyor, sevgisizleşiyor, anlamsızlaşıyor. Bunlar yaşarken ölmenin belirtileri. Savunmak gerekiyor insanı. Nasıl savunulur insan: Kuruyan içine yönelerek, elbette. Hep insana yakınlaşabilmek, insan sıcaklığını duyumsayabilmek ya da duyumsatabilmek oluyor, yapılacak iş. Bu da sanatla, edebiyatla olur ancak. Onun için, insanı savunma gereğinden dolayı, sanatı, edebiyatı savunmak zorundayız. Sanatsız, edebiyatsız nasıl yakınlaşabilirim insana?
DÜŞÜNÜN VE DÜŞÜNDÜRÜN
Ben de dahil olmak üzere günümüz gençlerine önerileriniz nelerdir?
Gençlerimize hep umutla bakıyorum ve önemsiyorum. Böyle bir tarihsel sorumluluğa muhatap olan gençlerimiz çok okumalı, kendilerini çok iyi yetiştirmeli ve mutlaka bir yabancı dil öğrenmelidir. Tercüme edilmiş bütün Doğu ve Batı klasiklerini titizlikle okumalıdır.
Ben özellikle Dostoyevski’yi çok severim. Bütün romanlarını, hatıralarını defalarca okumuşumdur.
Dünya Edebiyatı’na ölümsüz eserler bırakan Shakespeare’ın bütün kitaplarını okumak, tiyatro temsillerine gitmek, okumayı seven, gerçek anlamda düşünen insanların elbette temel ödevleri arasında olmalıdır. Bunların yanı sıra Üstad Necip Fazıl’ın, Rasim Özdenören’in, Akif İnan’ın, Erdem Beyat’ın ve Cahit Zarifoğlu’nun kitaplarını okumalarını öneririm.
Gençlerimizden mümkün olduğunca hiç kimseyle tartışmamalarını fakat düşünmelerini ve başkalarını düşündürtmelerini istiyorum. Çünkü bu insanlar o kadar yanlış şartlamalarla parçalanmış durumdalar ki, bunları yumuşaklıkla yapıştırabiliriz birbirlerine.
BİR DEVRİMCİ İÇİN OKUMANIN ÖNEMİ
Kitap gerçekten insanın hayatında nasıl bir değişim sağlar?
Okuyunca, düşünmeye de başlarız. Düşünme özelliğinizin birden farkına varırsınız bir yazıyı okurken.
Bir şiir sizi alıp bir yere götürür, düş kurma gücünüzün olduğunu fark edersiniz. Bir öykü ile, bir romanla insanların toplum içindeki durumunu, değişik davranışları, yeryüzünün görüp bilmediğiniz bölgelerindeki çeşitli özellikleri görürsünüz.
Sınırsız bir görme, gösterme gücü olduğunu anlarsınız sanatın. Ve hepsinden önemlisi, sanatla tanışık olunca sizin de bakışınız görüş ufkunuz değişir, o eski sıkışık halinizden kurtulursunuz.
Gereksiz kendinize güvenmeniz de, gereksiz hissettiğiniz eksiklikler de kaybolur; daha bir esnek, daha bir hoşgörülü, daha bir sağlam konumlu bulursunuz kendinizi. Okumanın bir devrimci için önemi asıl şurada: Kitap okuyamadan meydan okuyamazsınız.
SÜREKLİ YAZMAK, NOT ALMAK
“Biz sükutu tercih ettik, ama hiç susmadık” diyorsunuz. Bu nasıl mümkün oluyor?
Benim, her koşulda, her şeyi dikkatle yazma alışkanlığım vardır. Notlar yazdım sürekli.
Ayrıca, “her yere serptiğim tohumlar” dediğim mektuplar yazdım. Bu mektuplar kısmen derlendi ve 3 cilt olarak Edebiyat Dergisi Yayınları’ndan çıktı. Olaya böyle bak…
YABANCILAŞMA İLE MÜCADELE YÖNTEMİ: EDEBİYAT
Sanat ve edebiyatın toplumla ilişkisi hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Ionesco “Günlük’ten” adlı kitabında şöyle diyor: “Başkalarının kendi kendilerine söyledikleri, mırıldandıkları şeyi yüksek sesle söyleyenin yalnızca edebiyatçı olduğunu biliyorum.”
Biz sanatı ve edebiyatı bir romantizm üreteci olarak tanımlamıyoruz. Biz, ülkemize edebiyatla gelen ve yerleşen yabancılaşmanın, yine ancak edebiyatla ülkemizden atılabileceğine inanıyoruz.
Sanatı, edebiyatı, birincil kaygımız yapışımız bundandır.
Oluşmakta olan yeni yerli edebiyatımız, yeni yerli kültürümüz, önce uygarlığımıza dönüşümü sağlamakla yükümlüdür. Buna bağlıdır var olma koşulu, özgün bir edebiyat, özgün bir sanat olma koşulu. Bu da bir başkaldırıyı gerektiriyor: tüm yabancılaşmaya başkaldırıyı.
Eserlerinizde, matematiksel işaretler, tekrarlar, hecelemeler, çizimler, figürler vs. var. Bunları tercih etme nedeniniz nedir?
Bunlar benim yazma özelliğimdir. Bunlarla okuyucunun dikkatini çekmeyi, okuyucunun yazdıklarım üzerine düşünmesini sağlamayı amaçlıyorum.
Bu yazı Timeturk.com’dan alınmıştır.
DÜŞÜNÜN VE DÜŞÜNDÜRÜN
Ben de dahil olmak üzere günümüz gençlerine önerileriniz nelerdir?
Gençlerimize hep umutla bakıyorum ve önemsiyorum. Böyle bir tarihsel sorumluluğa muhatap olan gençlerimiz çok okumalı, kendilerini çok iyi yetiştirmeli ve mutlaka bir yabancı dil öğrenmelidir. Tercüme edilmiş bütün Doğu ve Batı klasiklerini titizlikle okumalıdır.
Ben özellikle Dostoyevski’yi çok severim. Bütün romanlarını, hatıralarını defalarca okumuşumdur.
Dünya Edebiyatı’na ölümsüz eserler bırakan Shakespeare’ın bütün kitaplarını okumak, tiyatro temsillerine gitmek, okumayı seven, gerçek anlamda düşünen insanların elbette temel ödevleri arasında olmalıdır. Bunların yanı sıra Üstad Necip Fazıl’ın, Rasim Özdenören’in, Akif İnan’ın, Erdem Beyat’ın ve Cahit Zarifoğlu’nun kitaplarını okumalarını öneririm.
Gençlerimizden mümkün olduğunca hiç kimseyle tartışmamalarını fakat düşünmelerini ve başkalarını düşündürtmelerini istiyorum. Çünkü bu insanlar o kadar yanlış şartlamalarla parçalanmış durumdalar ki, bunları yumuşaklıkla yapıştırabiliriz birbirlerine.
BİR DEVRİMCİ İÇİN OKUMANIN ÖNEMİ
Kitap gerçekten insanın hayatında nasıl bir değişim sağlar?
Okuyunca, düşünmeye de başlarız. Düşünme özelliğinizin birden farkına varırsınız bir yazıyı okurken.
Bir şiir sizi alıp bir yere götürür, düş kurma gücünüzün olduğunu fark edersiniz. Bir öykü ile, bir romanla insanların toplum içindeki durumunu, değişik davranışları, yeryüzünün görüp bilmediğiniz bölgelerindeki çeşitli özellikleri görürsünüz.
Sınırsız bir görme, gösterme gücü olduğunu anlarsınız sanatın. Ve hepsinden önemlisi, sanatla tanışık olunca sizin de bakışınız görüş ufkunuz değişir, o eski sıkışık halinizden kurtulursunuz.
Gereksiz kendinize güvenmeniz de, gereksiz hissettiğiniz eksiklikler de kaybolur; daha bir esnek, daha bir hoşgörülü, daha bir sağlam konumlu bulursunuz kendinizi. Okumanın bir devrimci için önemi asıl şurada: Kitap okuyamadan meydan okuyamazsınız. Dilan Değirmenci’nin Nuri Pakdil ile yaptığı şöyleşiden kesit
İnsanlar yaşarken ölüyor. Tüm kitle haberleşme araçları, katlar, otomobiller, ev eşyaları vs. insanları yaşarken öldürmede, ölüm yaymada araç ödevi görüyor. İnsan duyarsızlaşıyor, sevgisizleşiyor, anlamsızlaşıyor. Bunlar yaşarken ölmenin belirtileri. Savunmak gerekiyor insanı. Nasıl savunulur insan: Kuruyan içine yönelerek, elbette. Hep insana yakınlaşabilmek, insan sıcaklığını duyumsayabilmek ya da duyumsatabilmek oluyor, yapılacak iş. Bu da sanatla, edebiyatla olur ancak. Onun için, insanı savunma gereğinden dolayı, sanatı, edebiyatı savunmak zorundayız. Sanatsız, edebiyatsız nasıl yakınlaşabilirim insana?
Edebiyat, yeraltı haritası değil, yeryüzü mahşeridir.
-bir akımdır geçen yüreğimden
en uzaktaki müslümanın yüreğine
“Bölünemez ortadoğu / sınır / taşlarıyla”
Öfke üretilen çağda, içi boşalmış insanı bir bilinçsizlik kuşatmıştır.
“İçin için dövünüyor Boğaziçi: içim’i kim çaldı?”
Hiç yazılmamış uzun bir destandır annelerin yüzleri.
Kim bıraktı uçurumu bu kadar yanıma?
Kim bıraktı uçurumu bu kadar yanıma?
Nuri Pakdil; kişisel anlamda bir mülkiyet duygusu olmayan, kendisine babasından kalan bağ ve bahçeleri bile sahiplenmeyen; bir dönem öğrencilerle aynı evde yaşayan ve her sabah öğrencilerin ayakkabılarının içine bir miktar para ve küçük bir pusula koyan, pusulada öğrencilerin, o gün kitap, dergi, sinema vs. için harcayacakları para tek tek belirten, çok sınırlı olan gelirini, bilincin eyleme dönüşmesi için harcayan bir derviş…
Tek gerçek var şimdi hayatımda: gürültü. Bunu yok etmeden, hiçbir şeyi varedemeyeceğimi biliyorum.”
Sadece öfke üretilen çağda, içi boşalmış insanı bir bilinçsizlik kuşatmıştır. İnsanlar doğruya, güzele ve Tanrı’ya öylesine duyarsızdırlar ki, üzerilerine taş yağacak günlere gelmişlerdir.
Nuri Pakdil; Doğu diye inleyecek kadar Doğu tutkunu; ancak Paris’ten yeni geldiğini belirten bir dostunu “Paris’i gören göz öpülmez mi?” diye karşılayacak kadar da Batı’ya kadar açık bir bilinç…
Nuri Pakdil; “İnsan! Seni savunuyorum; sana karşı!” diyerek okurunu, kendi düşün coğrafyasına götüren bir rehber…
Nuri Pakdil; Edebiyat Kulesi’nde: “Susmak da konuşmak kadar önemlidir bazen.” diye bir anektot düşen, sonra da uzun süre -on üç yıl- susmayı başarabilen bir sabır geleneği…
Düşünsel açıdan Batıcıların saldırısına uğrayan Nuri Pakdil ve Edebiyat dergisi biçimsel ve dil açısından da muhafazakârların saldırısına uğrar.
Turgut Özal -ki DPT’de bir zamanlar mesai arkadaşıdır- Sıhhiye’den Kızılay’a doğru giderken Nuri Pakdil’i görür. Edebiyat Dergisi abonesidir ve aidatını ödememiştir. Bunun üzerine Nuri Pakdil’e selam verir:”Nuriciğim! Ya hu derginin parasını vermemiştim.Dur şimdi vereyim…” deyince, Nuri Pakdil: “Beyefendi, bakın şuradan ilerleyecek, o binayı geçecek….. postaneden çek ile havalenizi yapacaksınız!” der ve yoluna devam eder, Turgut Özal ardından bakar.
“Dostoyevski’yi okumayanlara ehliyet vermemeli!” diyen Pakdil, Dostoyevski’yi birkaç açıdan ölçü olarak alır:“Kaç kez okudunuz Dostoyevski’yi? Orta bir dünya vatandaşı olabilmek için iki kez, orta bir yazar olabilmeniz için de beş kez okumalısınız Dostoyevski’yi.”
Sözgelimi, ‘sultan’ yerine ‘başkan’, ‘hoca’ yerine ‘öğretmen’, ‘peygamber’ yerine ‘önder’, ‘Kur’ân’ yerine ‘mutlak kitap’ kavramlarını kullanır. Sosyalist dünya görüşüne yakın görünen ve uzun bir süre geleneksel bakış açılarının dışladığı bu sözcükler, anlamsal sapmalar ve alışılmamış bağdaştırmalarla Pakdil’in dilinde yeni bir kimliğe bürünür.
Gece yarısı evine misafir gitseniz, pazar günleri sabah 9’da da gitseniz giyinmiş, kravatlı ve takım elbiseyle bulursunuz.
Yapayalnız dolaşıyor bu çağın insanı.
Çünkü birlikte yürüyecek kadar güvenmiyor kimse birbirine.
Küçük büyük her direniş bir önsöz ister
‘Hiç yazılmamış uzun bir destandır annelerin yüzleri.’
İnsan! Seni savunuyorum; sana karşı!
Susmak da konuşmak kadar önemlidir bazen.
İstanbul biraz da, trenlerin denizi görüp teselli olması, demektir.
Her dağın bir duruşu, bir susuşu vardır.
Hiç yazılmamış uzun bir destandır annelerin yüzleri
Nuri Pakdil; Edebiyat Kulesi’nde: “Susmak da konuşmak kadar önemlidir bazen.” diye bir anektot düşen, sonra da uzun süre -on üç yıl- susmayı başarabilen bir sabır geleneği…
Anlamak fiilinden,meşaleler yapılmalı: yeryüzünde birbirimizi görebilmek için
Okur; Pakdil’de, İstanbul’dan Kudüs’e geçerken zorlanmaz. Çünkü, Pakdil; “İstanbul’da ikamet etse de, Kudüs’te yaşamaktadır.” İstanbul’a bakar, Kudüs’ü görür. İstanbul’u dinler, Kudüs için heyecanlanır.
Duruşunda ‘entelektüel bir derviş’ saklıdır.
“Dostoyevski’yi okumayanlara ehliyet vermemeli!” diyen Pakdil, Dostoyevski’yi birkaç açıdan ölçü olarak alır:“Kaç kez okudunuz Dostoyevski’yi? Orta bir dünya vatandaşı olabilmek için iki kez, orta bir yazar olabilmeniz için de beş kez okumalısınız Dostoyevski’yi.”
Nuri Pakdil’de üslup, duruş, tavır çok önemlidir. Çünkü, her dağın bir duruşu, bir susuşu vardır. Zaman zaman biçimi özden de önde tutan bir duruş, bir susuş…
Onun yazılarında semboller, imajlar, alegoriler, istiareler, benzetmeler oldukça fazladır. Fakat bunların neye tekabül ettiğini keşfetmek, okurun izanına, ferasetine, basiretine, okuma maharetine bırakılmıştır.
Bir kitap kapağını beğenmeyip defalarca değiştirdiği, matbaalarda sabahladığı olur. Kapaktaki bir çizginin, noktanın anlam taşımasına önem verir. Söz gelimi, ilk bakışta sıradan sayılabilecek çizgiler 13-14 değil, 12 olmalıdır. Çünkü, burada 12 İmam’a bir gönderme vardır. Bu ayrıntıları çoğu zaman kitap yazarları da fark edemez. “Sukût Sûretinde” kitabının 33 metinden oluşması, tespihte bir boğum sayısına denk gelir.
“Susmak da konuşmak kadar önemlidir bazen.”
“Bölünemez ortadoğu / sınır / taşlarıyla”
Başımızı alıp gidelim mi?”
‘Hiç yazılmamış uzun bir destandır annelerin yüzleri.’
Gerçek değil düzme bir dünyaydı, okuduğum bütün okullarda, önüme konulan. Hayal gücümü harekete geçirmesem yıkılmıştım.
Nuri Pakdil; Küçük büyük her direniş bir önsöz ister . diyen Müslüman bir devrimci
bir akımdır geçen yüreğimden / en uzaktaki müslümanın yüreğine”
“Kaç kez
okudunuz Dostoyevski’yi? Orta bir dünya vatandaşı olabilmek
için iki kez, orta bir yazar olabilmeniz için de beş kez okumalısınız Dostoyevski’yi.”
“Sukût Sûretinde” kitabının 33
metinden oluşması, tespihte bir boğum sayısına denk gelir.
eylem belki bir yerde önemli bir şeydir, ama hareketin
ve eylemin anlamsızlaştığı yerde eylemsizlik çok daha önemli
bir tepki hâline gelir.
Hiç yazılmamış uzun bir destandır annelerin yüzleri
Yapayalnız dolaşıyor bu çağın insanı. Çünkü birlikte yürüyecek kadar güvenmiyor kimse birbirine.
-Nuri Pakdil
‘Bölünemez ortadoğu / sınır / taşlarıyla’
İnsan, yaşadığı bu açmazdan ancak Tanrı’nın ipine sarılarak kurtulacaktır.
Her Dağın Bir Susuşu Vardır
‘Büyüdüm: çeşmeler de aktı yanımda. Şimdi bakıyorum; kimi kurumuş; çok az su akıyor kiminden de her çeşme bir kent oldu yanıbaşımda’
‘Hiç yazılmamış uzun bir destandır annelerin yüzleri.’
Yapayalnız dolaşıyor bu çağın insanı, çünkü birlikte yürüyecek kadar güvenmiyor kimse birbirine.
Anlamak fiilinden meşaleler yapılmalı : Yeryüzünde birbirimizi görebilmek için.
”Dilimin döndüğü kadar sustum…!”
https://1000kitap.com/yazar/nuri-pakdil