İçeriğe geç

Psikopolitika Kitap Alıntıları – Byung-Chul Han

Byung-Chul Han kitaplarından Psikopolitika kitap alıntıları sizlerle…

Psikopolitika Kitap Alıntıları

Her aygıt, her iktidar tekniği boyun eğdirmekte kullanılan kendi kutsal nesnelerini (Devotionalie) üretir. Bunlar iktidarı maddileştirir ve sabitleştirir. Devot, boyun eğmiş demektir. Akıllı telefon dijital bir kutsal nesne, hatta dijital kutsal nesnenin ta kendisidir. Tabi kılma aracı olarak tıpkı elde taşınma kolaylığıyla bir telefonunu (Handy) andıran tesbih gibidir. Her ikisi de insanın kendini sınamasına, kendini kontrol etmesine hizmet eder. İktidar, gözetleme işini bireylere devrederek verimliliğini artırmış olur. Like /Beğendim dijital Amin dir. Like’ı tıklarken iktidar düzenine tabi kılarız kendimizi. Akıllı telefon sadece etkili bir gözetleme aracı değil, aynı zamanda taşınabilir bir günah çıkarma sandalyesidir. Facebook dijitalin kilisesi, sinagogudur.
Neoliberal performans toplumunda başarısız olan kişi toplumu ya da sistemi sorgulamak yerine başarısızlığından kendini sorumlu tutar ve utanç duyar
Bugün herkes kendi şirketinin sömürülen işçisidir. Herkes birey olarak hem efendi hem de köledir. Sınıf mücadelesi insanın kendisi ile iç savaşı haline dönüşür
Özgür rekabette özgür olan bireyler değil sermayedir.
Marx’a göre bireysel özgürlük sermayenin hilesi, sinsi bir oyunudur
Günümüzde zor olan fikrimizi özgürce duyuramamak değil, içlerinde söylenecek bir şey bulacağımız yalnızlık ve susmanın özgür alanlarını yaratmaktır.
Bizzat özgürlüğün zorlamalara yol açtığı kendine has bir tarihsel dönemde yaşıyoruz. Yapabilme özgürlüğü, emir ve yasak dile getiren yapmalısından daha fazla zorlama üretiyor. Hatta, yapmalısının bir sınırı vardır. Yapabilme ise sınır tanımaz.
İhtiyacımız olan şey, dijital Aydınlanma’nın köleliğe dönüştüğü konusunda bizi aydınlatacak üçüncü bir Aydinlanma’dır
Giderek artan uyum baskısı nedeniyle günümüzde heretik bilinci geliştirmek herzamankinden daha acildir.
Kişi kendini olumluluğun diktasına tümüyle bırakamaz. Olumsuzluk yoksa hayat solarak ölü varlığa dönüşür. Hayatı canlı kılan tam da olumsuzluktur. Acı, deneyimin varlığı için gereklidir.
Neoliberalizm bizzat özgürlüğü sömürmeye yarayan çok verimli, hatta zekice bir sistemdir. Heyecan, oyun ve İletişim gibi özgürlüğün pratiğe ve dışavurum biçimlerine ait ne varsa sömürülür. İnsanı iradesine karşı sömürmek verimli olmaz. Yabancı bir gücün sömürüsü fazla kazanç sağlamaz. Ancak özgürlüğün sömürülüşü sayesinde maksimum Kazanca ulaşır.
Milton Friedman’a göre felaketlerden sonraki toplumsal şok durumu, toplumun neoliberal yeniden şekillendirilişi için fırsat, hatta en uygun andır.
Katılım şikayet ve yakınmadan ibarettir. Seyirci ve tüketicilere dolu şeffaflık toplumu bir seyirci demokrasisi oluşturur.
Tüketici olarak seçmen bugün siyasete, toplumu şekillendirmekte etkin bir rol almaya gerçek bir ilgi göstermemektedir. Ortak siyasi eylem gerçekleştirmeye ne isteği ne de yeteneği vardır. Siyasete sadece edilgin bir biçimde, homurdanarak, şikayet ederek tepki verir,tıpkı hoşuna gitmeyen hizmet ya da mal sektörüne yaptığı gibi.
Kapitalizmin mutasyon geçirmiş biçimi olarak neoliberalizm işçiyi bir girişimci haline getirir. Başkası tarafından sömürülen işçi sınıfını komunizm değil neoliberalizm ortadan kaldırır. Bugün herkes kendi şirketinin kendini sömüren işçisidir. Herkes hem efendi hem de köledir. Sınıf mücadelesi de insanın kendisiyle iç savaşı haline dönüşür.
Neoliberal performans toplumunda başarısız olan kişi, toplumu ya da sistemi sorgulamak yerine başarısızlığından kendini sorumlu tutar ve utanç duyar.
“Zekâ, arasından seçmek anlamına gelir. Sistemin getirdiği bir “arasından”a esir olduğu ölçüde tam olarak özgür değildir zekâ. Sistem içerisindeki seçenekler arasından seçim yapmak durumunda olduğu için dışarıya erişimi yoktur. Yani gerçek bir seçme özgürlüğüne değil, ancak sistemin sunduğu seçeneklere sahiptir. Zekâ bir sistemin mantığını izler. Sisteme içkindir. O anki sistem o anki zekâyı belirler. Yani zekâ tamamen öteki olana ulaşamaz.” s. 88
“… Sermaye, “özgür rekabet” üzerinden başka bir sermaye olarak kendisiyle ilişki kurarak ürer. Kendisinin ötekisiyle bireysel rekabet üzerinden çiftleşir. İnsanlar birbirleriyle özgürce rekabet ederken sermaye çoğalır. Bireysel özgürlük sermaye tarafından kendi çoğalması için ele geçirildiği ölçüde köleliktir. Yeni sermaye üretmek için bireyin özgürlüğünü sömürür: “Özgür rekabette özgür olan bireyler değil sermayedir.” Bireysel özgürlük aracılığıyla sermayenin özgürlüğü gerçekleşir. Böylelikle özgür birey sermayenin cinsel organı durumuna indirgenir. Bireysel özgürlük sermayeye, onu aktif üremeye yönelten “otomatik” bir öznellik kazandırır. Böylelikle de sermaye sürekli olarak “canlı yavrular” doğurur. …” s. 13-14
Bugün herkes kendi şirketinin kendini sömüren işçisidir.Herkes birey olarak hem efendi hem köledir.Sınıf mücadelesi de insanın kendisiyle iç savaşı haline dönüşür.
Akıllı iktidar bilinçli ve bilinçdışı düşüncelerinizi okur ve değerlendirir. İnsanların kendi iradeleriyle kendilerini düzene sokmasını ve optimize etmesini bekler. Böylelikle üstesinden gelmesi gereken bir dirençle karşılaşmaz. Bu tahakküm büyük bir çabaya , zor kullanmaya gerek duymaz , öylece gerçekleşiverir. Hoşa gitmeye çalışarak ve bağımlılık yaratarak hükmetmeyi amaçlar. Bu da ”beğendim ” kapitalizmi için şu uyarıyı gündeme getirir. İstediğim şeyden koru beni
Dijital ağ başlangıçta sınırsız özgürlük ortamı olarak coşkuyla karşılanmıştı. Microsoft’un reklam sloganlarının ilki olan ” bugün nereye gitmek istiyorsunuz? İnternette sınırsız bir özgürlük ve hareketlilik telkin ediyordu. Bugün başlangıç dönemlerindeki bu coşkunun bir yanilsama olduğunu görüyoruz. Sınırsız özgürlük ve iletişim topyekun kontrol ve gözetleme ye dönüşmüş durumda . Sosyal medya da giderek artan bir şekilde toplumsal olanı gözetleyen ve acımasız bir şekilde sömüren dijital panoptikonlara benziyor . Bizi disipline etmeye çalışan panoptikonlardan kurtulur kurtulmaz yeni, çok daha güçlü bir panottikona teslim ediyoruz kendimizi.
The digital network was initially enthusiastically received as an environment of unlimited freedom. The first of Microsoft’s advertising slogans, Where Do you want to go today? it inculcated unlimited freedom and mobility on the internet. Today we see that this enthusiasm in the beginning periods is an illusion. Unlimited freedom and communication have become total control and surveillance. Social media, too, increasingly looks like digital panopticons spying on and relentlessly exploiting the societal. As soon as we get rid of the panopticons that are trying to discipline us, we are handed over to a new, much more powerful panopticon.

– °Byung-Chul Han ° Psychopolitika

Dijital ağ başlangıçta sınırsız özgürlük ortamı olarak coşkuyla karşılanmıştı. Microsoft’un reklam sloganlarının ilki olan Bugün nereye gitmek istiyorsunuz? internette sınırsız bir özgürlük ve hareketlilik telkin ediyordu. Bugün başlangıç dönemlerindeki bu coşkunun bir yanılsama olduğunu görüyoruz. Sınırsız özgürlük ve iletişim topyekûn kontrol ve gözetlemeye dönüşmüş durumda. Sosyal medya da giderek artan bir şekilde toplumsal olanı gözetleyen ve acımasız bir şekilde sömüren dijital panoptikonlara benziyor. Bizi disipline etmeye çalışan panoptikonlardan kurtulur kurtulmaz yeni, çok daha güçlü bir panoptikona teslim ediliyoruz kendimizi.

– ° Byung-Chul Han ° Psikopolitika °

Dijital ağ başlangıçta sınırsız özgürlük ortamı olarak coşkuyla karşılanmıştı. Microsoft’un reklam sloganlarının ilki olan Bugün nereye gitmek istiyorsunuz? internette sınırsız bir özgürlük ve hareketlilik telkin ediyordu. Bugün başlangıç dönemlerindeki bu coşkunun bir yanılsama olduğunu görüyoruz. Sınırsız özgürlük ve iletişim topyekûn kontrol ve gözetlemeye dönüşmüş durumda. Sosyal medya da giderek artan bir şekilde toplumsal olanı gözetleyen ve acımasız bir şekilde sömüren dijital panoptikonlara benziyor. Bizi disipline etmeye çalışan panoptikonlardan kurtulur kurtulmaz yeni, çok daha güçlü bir panoptikona teslim ediliyoruz kendimizi.
Her aygıt, her iktidar tekniği boyun eğdirmekte kullanılan kendi kutsal nesnelerini (Devotionalie) üretir. Bunlar iktidarı maddileştirir ve sabitleştirir. Devot, boyun eğmiş demektir. Akıllı telefon dijital bir kutsal nesne, hatta dijital kutsal nesnenin ta kendisidir. Tabi kılma aracı olarak tıpkı elde taşınma kolaylığıyla bir tür cep telefonunu andıran tespih gibidir. Her ikisi de insanın kendini sınamasına, kendini kontrol etmesine hizmet eder. İktidar, gözetleme işini bireylere devrederek verimliliğini artırmış olur. Like/Beğendim tuşu dijital “âmin” dir. Like’ı tıklarken iktidar düzenine tabi kılarız kendimizi. Akıllı telefon sadece etkili bir gözetleme aracı değil, aynı zamanda taşınabilir bir günah çıkarma sandalyesidir. Facebook dijitalin kilisesi sinagogudur.
Neoliberalizm yurttaşı tüketici haline getirir. Yurttaşın özgürlüğü yerini tüketicinin edilgenliğine bırakır. Tüketici olarak seçmen bugün siyasete, toplumu şekillendirmekte etkin bir rol almaya gerçek bir ilgi göstermemektedir. Ortak siyasi eylem gerçekleştirmeye ne isteği ne de yeteneği vardır. Siyasete sadece edilgin bir biçimde, homurdanarak, şikayet ederek tepki verir, tıpkı hoşuna gitmeyen hizmet ya da mal sektörüne yaptığı gibi. Siyasetçiler ve partiler de bu tüketim mantığı uyarınca davranır. “Sunmak” zorundadırlar. Böylelikle de tüketici olarak seçmeni tatmin etmesi gereken tedarikçiler durumuna düşerler.

Günümüzde siyasetçilerden talep edilen şeffaflığın siyasi bir taleple ilgisi yoktur. Siyasi karar süreçlerinin şeffaflığı değildir talep edilen- tüketici bununla ilgilenmez zaten. Şeffaflık talebi her şeyden önce siyasetçileri ifşa etmek, maskelerini düşürmek, haklarında skandal yaratmak içindir. Bu talep skandal seyircisi konumunu öngörür. Angaje olmuş bir yurttaşın değil, pasif bir seyircinin talebidir. Katılım şikayet ve yakınmadan ibarettir. Seyirci ve tüketicilerle dolu şeffaflık toplumu bir seyirci demokrasisi oluşturur.

– ( ) Bazen hiçbir şey söylemek zorunda olmamak ve susabilmek nasıl bir özgürlüktür? Çünkü ancak o zaman giderek daha ender görülen bir şeyi ortaya koyabiliriz:
Gerçekten söylenmeye değer bir şeyi
– ( ) Hayatı canlı kılan tam da menfiliktir!
Acı, tecrübenin varlığı için gereklidir.
Sadece müsbet duygulardan ve akış tecrübelerinden oluşan bir hayat insan hayatı değildir
– ( ) Bugün kendimizi hiçbir talimat, hiçbir zorlama olmaksızın gönüllü olarak gözler önüne seviyoruz!
{ ]
Ayrıca gönüllü olarak ortalığa saçılan veriler de bizzat veri güvenliği kavramını işlevsiz kılar
Veri şirketi Acxiom üç yüz milyon ABD vatandaşının, yani nere­deyse nüfusun tamamının kişisel verileriyle ticaret yapmaktadır.
ABD vatandaşları hakkındaki bilgisi FBI’ınkinden daha fazladır.
Acxiom insanları 70 kategoriye ayırır. Kataloglarında insanlar meta gibi sunulur. Burada her ihtiyaca göre satılık bir şey mev­cuttur. Düşük ekonomik değere sahip insanlar waste, yani çöp olarak tanımlanır. Pazar değeri yüksek tüketicilerse shooting star* grubunda yer alır. 36-45 yaş grubundaki bu hedef kitle dinamik, sabahları koşmak için erken kalkan, evli ama çocuksuz, gezmeyi seven ve Seinfeld dizisini seyreden insanlardan oluşur.
Farklı kaynak­lardan toplanan, hatta satın alınan devasa veri yığınları birbirine bağlanarak oldukça gerçekçi seçmen profilleri oluşturulabilir.
Böylelikle seçmenlerin özel hayatına, hatta ruhuna göz atmak da mümkün olur. Seçmenlere kişiselleştirilmiş duyurularla hitap et­mek ve onları etkilemek amacıyla micro-targetting kullanılır.
İktidar mikrofiziğinin bir pratiği olarak mikro-hedefleme veri güdümlü bir psikopolitikadır. Zeki algoritmalar seçmen davranışı hakkında tahminde bulunmayı ve seçmenlere hitap etme biçim­lerini optimize etmeyi mümkün kılar. Kişiselleştirilmiş hitaplar bu tarzdaki reklamlarla neredeyse aynıdır. Seçimlerle alışveriş, devletle pazar, yurttaşla tüketici giderek daha büyük bir benzer­lik gösterir birbirine. Mikro-hedefleme psikopolitiğin genel pra­tiği haline gelmektedir.
Bugün her tıklamamız, arama amacıyla girdiğimiz her kavram kayda geçirilir. İnternetteki her adımımız gözlenir ve kaydedilir.
Hayatımız tümüyle dijital ağa yansır. Dijital genel görünümümüz kişiliğimiz, ruhumuz hakkında son derece doğru bir iz bırakır, belki de olduğumuzu sandığımız kendimizden daha doğru ya da daha eksiksiz bir iz.
Nicelikleştirilmiş Benlik’in sloganı Self Knowledge through Numbers dır – sayılar üzerinden kendini tanıma, bilme. Sadece veriler ve sayılardan, bunlar ne denli kapsamlı olursa olsun, ken­dini tanımaya varılamaz. Sayılar kendilik hakkında hiçbir şey anlatmaz. Sayma (Zählung) anlatma (Erzählung) değildir. Hal­buki kendilik dediğimiz şey varlığını anlatıya borçludur. Saymak değil, anlatmaktır kişinin kendini bulmasını ya da kendini tanı­masını sağlayan.
Dijital çağın bütününe hayatın ölçülebilir ve nicelik olarak ifade edilebilir olduğu inancı hakimdir. Quantified Self de bu inancı destekler. Vücut, otomatik olarak veri kaydeden alıcılarla dona­tılır. Vücut sıcaklığı, kan şekeri, alınan ve tüketilen kalori mikta­rı, vücudun yağ oranı ölçülür, hareket profili çıkarılır. Meditas­yon sırasındaki kalp atış hızı tespit edilir. Gevşeme anında bile performans ve verimlilik önemlidir. Bunların yanı sıra hissiyat, haletiruhiye ve gündelik faaliyetler de protokole geçer. Kendini ölçme ve kontrol etmenin bedensel ve zihinsel performansı artır­ması beklenir. Ancak bu esnada toplanan yığın halindeki veriler Ben kimim? sorusuna cevap vermez. Quantified Self de insanın kendisini bütün anlamdan arıtan dadaist bir kendilik tekniğidir.
Kendilik, anlamdan yoksunluk haline gelene dek veriler şeklinde ufalanır.
Apple’ın 1984’teki Super Bowl’da ekranı dolduran reklamı bir efsane niteliğindedir. Burada Apple kendini Orwell’in gözetim devletindeki insanların kurtarıcısı olarak gösterir. İradesiz ve duy­gusuz görünümlü işçiler büyük bir hangarda Big Brother’ın tele­-ekranda yayınlanmakta olan fanatik nutkunu dinlemektedir. Bu sırada, peşinde düşünce polisleri, bir kadın sporcu koşarak han­gara girer. Duraklamadan ekrana doğru koşar, hoplayan meme­lerinin önünde bir balyoz tutmaktadır. Big Brother’a doğru karar­lı bir şekilde ilerleyerek balyozu şiddetle tele-ekrana fırlatır. Te­le-ekran ışıklar saçarak patlar. İnsanlar kendine gelir. Reklamdaki ses 24 Ocak’ta Apple, Macintosh’u sunacak. O zaman 1984’ün neden 1984’e benzemeyeceğini anlayacaksınız, der. Apple’ın bu ifadesinin aksine 1984 yılı gözetim devletinin sonuna değil, etkinliği Orwell’in gözetim devletininkini kat be kat aşan yeni tür bir kontrol toplumunun başlangıcına işaret eder. İletişim ek­siksiz bir şekilde kontrole denk düşer. Herkes kendinin panopti­konudur.
Neoliberal rejimin iktidar tekniği yasakçı, korumacı ya da baskı­cı değil, ileriye dönük, müsamahakar ve destekleyicidir. Tüketim bastırılmaz, aksine en yüksek noktaya getirilir. Darlık değil olum­lulukta bir bolluk, hatta aşırılık söz konusudur. Hepimiz ileti­şimde bulunmaya ve tüketmeye yönlendiriliriz. Orwell’in göze­tim devletini tanımlayan olumsuzluk, yerini olumluluk ilkesine bırakır. İhtiyaçlar bastırılmaz, teşvik edilir. İşkenceyle elde edi­len itirafların yerini gönüllü kendini sergileme alır. İşkence oda­sının yerine akıllı telefon geçer. Big Brother dost bir çehre takın­mıştır şimdi. Gözetimi verimli kılan bu dostluğudur.
NEOLİBERAL PSİKOPOLİTİKA giderek daha incelikli sömürü bi­çimleri icat ediyor. Çok sayıdaki kendini yönetme atölyeleri, mo­tivasyon artırıcı haftasonları, yaşam koçları, kişilik geliştirme se­minerleri ve zihin antrenmanları kendini optimize etme ve ve­rimliliği artırma konusunda sınır olmadığı vaadini dile getiriyor.
Bunlar yalnızca çalışma saatlerini değil, bireyin tümünü, bütün dikkatini, hatta bizzat hayatını sömürme amaçlı neoliberal ta­hakküm teknikleri tarafından yönlendirilmektedir. Bu teknikler insanı keşfeder ve bizzat onu sömürünün nesnesi yapar.
FOUCAULT’YA GÖRE iktidar 17. yüzyıldan itibaren Tanrı benzeri bir egemenin ölümcül iktidarı olarak değil, disiplin iktidarı ola­rak gösterir kendini. Egemenin, hükümdarın iktidarı kılıcın ikti­darıdır. Ölüm tehditleri savurur. Ortadan kaldırmak amacıyla hayat üzerinde hak iddia eder. Disiplin iktidarı ise ölümcül de­ğil, yaşamsal bir iktidardır. İşlevi öldürmek değil, hayatı tümüyle devreye sokmaktır. Ölümün eski gücü yerini bedenin özenli kullanımı na ve hayatın hesaplı planlanışı na bırakır.
DİSİPLİN ALTINA ALINMIŞ TOPLUM kuşatıcı ortamlardan ve ku­rumlarından oluşur. Aile, okul, hapishane, kışla, hastane ve fabrika kuşatmanın disipline edici mekanlarıdır. Disipline edilecek kişi sırasıyla bu ortamların birinden bir sonrakine geçer. Bu es­nada da kapalı bir sistem içinde hareket etmektedir. Bu ortamın sakinleri mekan içinde dağıtılabilir ve zamansal olarak sıraya so­kulabilir. Disiplin altına alınmış toplumun hayvanı köstebektir.
Akıllı iktidar bilinçli ve bilinçdışı düşüncelerimizi okur ve de­ğerlendirir. İnsanların kendi iradeleriyle kendilerini düzene sok­masını ve optimize etmesini bekler. Böylelikle de üstesinden gel­mesi gereken bir dirençle karşılaşmaz. Bu tahakküm büyük bir çabaya, zor kullanmaya gerek duymaz, öylece gerçekleşiverir.
Hoşa gitmeye çalışarak ve bağımlılık yaratarak hükmetmeyi amaçlar. Bu da Beğendim kapitalizmi için şu uyarıyı gündeme getirir: İstediğim şeyden koru beni.
Bizi teşvik eden ve ayartan özgürlükçü, dost çehreli iktidar, tali­mat ve emir veren, tehdit eden iktidardan daha etkilidir. Mührü Like/Beğendim simgesidir. Tüketerek, iletişimde bulunarak, hatta Like’ı tıklayarak tabi oluruz tahakküm ilişkilerine. Neoli­beralizm Beğendim kapitalizmidir. Bu kapitalizm disipline et­meyi amaçlayan zorlama ve yasaklarla iş gören 19. yüzyıl kapi­talizminden tümüyle farklıdır.
Akıllı ve dost iktidar kendisine tabi öznelerin iradelerine karşı cepheden iş görmez, onların iradelerini onların çıkarları doğrul­tusunda yönlendirir. Hayır dansa evet der, baskılayıcı olmak­tan ziyade ayartıcıdır. Olumlu duygular uyandırıp bunları sömür­meye çalışır. Yasaklamaktansa ayartır. Özneye karşı çıkmak ye­rine ona yaklaşır.
Her aygıt, her iktidar tekniği boyun eğdirmekte kullanılan kendi kutsal nesnelerini (Devotionalie) üretir. Bunlar iktidarı maddi­leştirir ve sabitleştirir. Devot, boyun eğmiş demektir. Akıllı tele­fon dijital bir kutsal nesne, hatta dijital kutsal nesnenin ta kendi­sidir. Tabi kılma aracı olarak tıpkı elde taşınma kolaylığıyla bir tür cep telefonunu (Handy) andıran tesbih gibidir. Her ikisi de insanın kendini sınamasına, kendini kontrol etmesine hizmet eder. İktidar, gözetleme işini bireylere devrederek verimliliğini artırmış olur. Like /Beğendim dijital Amin dir. Like’ı tıklarken iktidar düzenine tabi kılarız kendimizi. Akıllı telefon sadece et­kili bir gözetleme aracı değil, aynı zamanda taşınabilir bir günah çıkarma sandalyesidir. Facebook dijitalin kilisesi, sinagogudur (sinagog’un kelime anlamı toplantı dır).
Verilerimizi, kendimize iliş­kin enformasyonu, hakkımızda kimin, ne zaman, hangi vesileyle, neyi bildiğini bilmeksizin gönüllü olarak internete koyuyoruz.
Bu kontrol edilemezlik özgürlüğün ciddiye alınması gereken bir krizini gösterir. Aynca gönüllü olarak ortalığa saçılan veriler de bizzat veri güvenliği kavramını işlevsiz kılar.
Günümüzde siyasetçilerden talep edilen şeffaflığın siyasi bir ta­leple ilgisi yoktur. Siyasi karar süreçlerinin şeffaflığı değildir ta­lep edilen – tüketici bununla ilgilenmez zaten. Şeffaflık talebi her şeyden önce siyasetçileri ifşa etmek, maskelerini düşürmek, haklarında skandal yaratmak içindir. Bu talep skandal seyircisi konumunu öngörür. Angaje olmuş bir yurttaşın değil, pasif bir seyircinin talebidir. Katılım şikayet ve yakınmadan ibarettir. Se­yirci ve tüketicilerle dolu şeffaflık toplumu bir seyirci demokrasisi oluşturur.
Dijital ağ başlangıçta sınırsız özgürlük ortamı olarak coşkuyla karşılanmıştı. Microsoft’un reklam sloganlarının ilki olan Bu­gün nereye gitmek istiyorsunuz? internette sınırsız bir özgürlük ve hareketlilik telkin ediyordu. Bugün başlangıç dönemlerindeki bu coşkunun bir yanılsama olduğunu görüyoruz. Sınırsız özgür­lük ve iletişim topyekun kontrol ve gözetlemeye dönüşmüş du­rumda. Sosyal medyada giderek artan bir şekilde toplumsal olanı gözetleyen ve acımasız bir şekilde sömüren dijital panoptikonla­ra benziyor. Bizi disipline etmeye çalışan panoptikonlardan kur­tulur kurtulmaz yeni, çok daha güçlü bir panoptikona teslim edi­yoruz kendimizi.
Walter Benjamin kapitalizmi bir Tanrı olarak gö­rür. Kapitalizm günahtan arındırmak yerine günah yükleyen bir kültün ilk örneği dir. Arınma imkanı olmadığı için de özgür ol­mama hali sürekli yenilenir: Kendisinden kurtuluşun söz konu­su olmadığı bir suçluluk bilinci, böylelikle bu suçtan arınmak için değil onu evrensel hale getirmek için kült konumuna göz diker.
Gerçekten özgür olmak istiyor muyuz? Özgür olmak zorunda kalmamak için icat etmemiş miydik Tanrı’yı? Tanrı karşısında hepimiz suçluyuzdur/borçluyuzdur. Ama bu suç/borç, özgür­lüğü yok eder.
Bugün kendi ihtiyaçlarımız için değil sermaye için çalışıyoruz.
Sermaye, bizim yanlış bir şekilde kendi ihtiyaçlarımız olarak al­gıladığımız, kendi ihtiyaçlarını üretiyor. Yeni bir aşkınlığı, yeni bir özneleşme/tabiyet biçimini temsil ediyor. Bir kez daha haya­tın, dış bir amaca tabi olmaksızın kendisine ilişkin olduğu içkin­lik düzeyinden dışarı atılıyoruz.
Neoliberal performans toplumunda başarısız olan kişi, toplumu ya da sistemi sorgulamak yerine başarısızlığından kendini sorum­lu tutar ve utanç duyar. Neoliberal rejimin kendine has zekası bu­rada kendini gösterir. Sisteme karşı direnişe izin vermez. Buna karşılık yabancı bir gücün sömürüsünün söz konusu olduğu re­jimlerde sömürülenlerin dayanışma içine girerek birlikte sömü­rücülere karşı ayaklanmaları mümkündür. Marx’ın proletarya diktatörlüğü fikride zaten bu mantığa dayanır. Ama bu, baskıcı iktidar ilişkilerini varsayar. Neoliberal öz-sömürü rejimindeyse insan öfkesini daha ziyade kendine yöneltir. İnsanın kendine yö­nelttiği bu saldırganlık sömürüleni devrimci değil depresif yapar.
Neoliberalizm bizzat özgürlüğü sömürmeye yarayan çok verimli, hatta zekice bir sistemdir. Heyecan, oyun ve iletişim gibi özgür­lüğün pratiğine ve dışavurum biçimlerine ait ne varsa sömürülür.
İnsanı iradesine karşı sömürmek verimli olmaz. Yabancı bir gü­cün sömürüsü fazla kazanç sağlamaz. Ancak özgürlüğün sömü­rülüşü sayesinde maksimum kazanca ulaşılır.
Kendini özgür sanan performans öznesi aslında bir köledir. Efendisi olmaksızın kendini gönüllü olarak sömürmesi ölçüsünde mutlak köledir. Karşısında onu çalışmaya zorlayan bir efendi yok­tur. Salt yaşamı mutlaklaştırarak çalışır. Salt yaşam ve çalışma aynı madalyonun iki yüzüdür. Sağlık salt yaşamın idealini temsil eder. Hegel’in efendi ve köle diyalektiği uyarınca çalışmayıp sa­dece keyif süren efendinin egemenliği, hatta özgürlüğü neoliberal köleye yabancıdır. Efendinin egemenliği, kendini salt yaşamın üzerine yerleştirmesi ve bunun uğruna ölümü bile göze almasın­dadır. Bu aşırılık, bu aşırı yaşam ve keyif biçimi çalışan, salt ya­şamı dert edinen köleye yabancıdır. Hegel’in düşündüğünün ak­sine çalışmak onu özgür kılmaz. İşin kölesi olarak kalmaya de­vam eder. Hegel’in kölesi efendiyi de işe zorlar. Hegel’in efendi­ köle diyalektiği çalışmanın totaliter hale gelmesine yol açar.
Özgürlük aslında zor­lamanın karşıtıdır. Özgür olmak zorlamalardan arınmış olmak demektir. Ama zorlamanın karşıtı olması gereken bu özgürlü­ğün kendisi zorlamalar yaratır. Depresyon ya da ruhsal tükeniş (burnout) özgürlüğün derin krizinin dışavurumlarıdır. Bunlar gü­nümüzde özgürlüğün pek çok açıdan zorlamaya dönüşmekte ol­duğunun patolojik işaretleridir.
İstediğim şeyden koru beni.
Söyleyeceğim tamı tamına şudur: budala olun. Budalayı oynayın..
Hayattaki olayların ne başı ne de sonu vardır. Her şey çok aptalca cereyan eder. Bu yüzden her şey aynıdır. Basitliğin adı Data’dır. Dataizm nihilizmdir.
Yeni inancın adı Dataizm dir.
Neoliberal psikopolitika giderek daha incelikli sömürü biçimleri icat ediyor. Çok sayıdaki kendini yönetme atölyeleri, motivasyon artırıcı haftasonları, yaşam koçları, kişilik geliştirme seminerleri ve zihin antrenmanları kendini optimize etme ve verimliliği artırma konusunda sınır olmadığı vaadini dile getiriyor. Bunlar yalnızca çalışma saatlerini değil, bireyin tümünü, bütün dikkatini, hatta bizzat hayatını sömürme amaçlı neoliberal tahakküm teknikleri tarafından yönlendirilmektedir. Bu teknikler insanı keşfeder ve bizzat onu sömürünün nesnesi yapar.
Like /Beğendim dijital Amin dir. Like’ı tıklarken iktidar düzenine tabi kılarız kendimizi.
Bugün herkes kendi şirketinin kendini sömüren işçisidir. Herkes birey olarak hem efendi hem köledir.
İstatistiksel akla duyulan bu tiksintiyi Nietzsche de paylaşır: İstatistik, tarihin yasaları olduğunu kanıtlar. Hatta kitlenin ne derece adi ve iğrenç bir örnek olduğunu kanıtlar. Bir kez Atina’da istatistik yapmış olsanız görürdünüz! Farkı hissederdiniz! Kitle ne denli düşük ve bireysellikten uzaksa istatistik yasası o denli güçlüdür. Daha incelikli ve asil ögelerden oluşması durumundaysa yasa güme gider.
Big Data ruhu çürütür. Salt veriyle beslenen beşeri bilim aslında artık beşeri bilim değildir. Bütünlüğe ulaşmış veri bilgisi ruhun sıfır noktasındaki mutlak cahilliktir.
Bugün her tıklamamız, arama amacıyla girdiğimiz her kavram kayda geçirilir. İnternetteki her adımımız gözlenir ve kaydedilir. Hayatımız tümüyle dijital ağa yansır. Dijital genel görünümümüz kişiliğimiz, ruhumuz hakkında son derece doğru bir iz bırakır, belki de olduğumuzu sandığımız kendimizden daha doğru ya da daha eksiksiz bir iz.
Bir süre önce Yunanistan’daki garip bir olay haberlere konu oldu. Garipliğin esas nedeni olayın günümüzde sermayenin boyunduruğu altında ezilen bir ülkede gerçekleşmiş olması. Söz konusu olay çok belirgin bir işaret niteliği taşıyor, gelecekten bir işaret gibi görünüyor. Çocuklar bir evin yıkıntısında büyük bir para tomarı bulur ve bunu oldukça farklı bir şekilde kullanırlar. Parayla önce oyun oynar sonra da yırtarlar. Bu çocuklar muhtemelen geleceğimizi öngörmüştür: Dünya yıkıntı halindedir. Yıkıntılar arasında bu çocuklar gibi banknotlarla oynuyor ve onları yırtıyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir