İçeriğe geç

En Uzağından Unutuşun Kitap Alıntıları – Patrick Modiano

Patrick Modiano kitaplarından En Uzağından Unutuşun kitap alıntıları sizlerle…

En Uzağından Unutuşun Kitap Alıntıları

Bir hafiflik duyuyordum içimde. Hiç kimseye verilecek hesabım, dilenecek özürüm, fısıldanacak yalanım yoktu.
Hiçbir şey hiçbir şeye bağlamıyor artık beni.
Bütün düşünebildiğim beklemeti onu uzun öğle sonları boyunca nedensiz.
Onu on beş yıldır görmemiş olsam da, yaşamı konusunda hiçbir şey bilmesem de. Şimdiye kadar karşılaştığım tüm insanlar içinde, belleğimde en canlı kalan oydu.
Her yerde yapabileceğim bir mesleğim var, dedim.
Kitap yazıyorum
Ben de onu iyi tanırmışım gibi bir duygu vardı içimde,onu on beş yıldır görmemiş olsam da, yaşamı konusunda hiçbir şey bilmesem de.Şimdiye kadar karşılaştığım tüm insanlar içinde, belleğimde en canlı kalan oydu.
Hiç kimseye verilecek hesabım,dilenecek özürüm, fısıldanacak yalanım yoktu.
Hiç kuşkusuz yaşamımın bir döneminin sonuna gelmiştim.Bu dönem yaklaşık on beş yıl sürmüştü ve şimdi kendimi tümden yenilemeden önce, ölü bir evreden geçiyordum.
Uyanmam gereken bir düşün içindeydim.Beni şimdiki zamana bağlayan bağlar gittikçe geriliyordu.
Gelecek ne sıkıntılar saklıyordu bize, bilemezdik ki.
..ve uzun zamandır aynı kaldırımları çiğniyormuşum gibi geliyordu bana, kesin hiçbir nedenim olmasa da tutsağıydım bu kaldırımların.
Uyanmam gereken bir düşün içindeydim.
Beni şimdiki zamana bağlayan bağlar gittikçe geriliyordu.
Üzerimde sürekli olarak sevdiğim bir romanı bulundurmak bana güven veriyor.
Bir hafiflik duyuyordum içimde. Hiç kimseye verilecek hesabım, dilenecek özrüm, fısıldanacak yalanım yoktu.
Ben de kaldırımlarda karlar eriyip ayaklarıma mokasenlerimi giyince gitmeyi düşlüyordum.
Hiçbir üstünlüğümüz yoktu, çok kısa bir süre için herkese, hiçbir zaman tutulmayacak belirsiz bir söz gibi, gençliğin verdiği üstünlüğü saymazsak..
İnsanlar ağustos ayında birbirine destek olmalı..
Şimdiye kadar karşılaştığım tüm insanlar içinde,belleğimde en canlı kalan oydu.
Bana sen demişti , şimdi siz diyordu.
“Yaşamımın ilk yirmi yılı toz olup dökülüverdi; bir gün kurtulacağıma hiçbir zaman inanmadığım bir ağırlık, bir kelepçe, bir semer gibi. İşte böyle, bütün bu yıllardan hiçbir şey kalmıyordu artık. Ve mutluluk o akşam duyduğum geçici sarhoşluksa, yaşamımda ilk kez mutluydum.”
Yazın, büyük kentlerde uzun zamandır birbirini gözden kaybetmiş olan ya da birbirini tanımayan insanlar bir akşam bir taraçada birbirini bulur, sonra gene yitirirler. Hiçbir şeyin gerçekten önemi yoktur.
Ben de onu iyi tanırmışım gibi bir duygu vardı içimde, onu on beş yıldır görmemiş olsam da, yaşamı konusunda hiçbir şey bilmesem de. Şimdiye kadar karşılaştığım tüm insanlar içinde, belleğimde en canlı kalan oydu.
Böyle kolu kolumun çevresinde ilerledikçe, daha dün ayrıldığımızı sanmaya başıyordum.
Ve konuşma saatler boyunca sürecekti bu taraçanın üstünde. Boş sözcükler, oyuk tümceler, sanki onunla ben, kendi ölümümüzden sonra yaşıyormuşuz ve artık geçmişe en ufak bir anıştırmada bile bulunamıyormuşuz gibi.
Ve mutluluk o akşam duyduğum geçici sarhoşluksa, yaşamımda ilk kez mutluydum.
Neden başka bir oluntu değil de bu oluntu? Belki de askıda kaldığı için.
Bir hafiflik duyuyordum içimde. Hiç kimseye verilecek hesabım, dilenecek özürüm, fısıldanacak yalanım yoktu.
İnsanlar ve nesneler günlük rengini yeniden bulacaktı: külrengi. Ve yeniden bu renk içinde erimeye halâ cesaretim var mı diye düşünüyordum.
Bu gece ölmüştü.
Gözleri mavi ve çok solgundu..
Ağaçların gölgesi kaldırıma vuruyor, yaprakları kımıltısız duruyordu. En ufak bir esinti yoktu.
Gülümsedi bana. Onunla kalmak istediğimi söylememek kendimi zor tuttum.
Ben de kaldırımlarda karlar eriyip ayaklarıma mokasenlerimi giyince gitmeyi düşlüyordum.
Havalar soğuktu. Kaldırımlarda ve rıhtımlarda erimiş karlar, kışın kara ve gri renkleri geliyor usuma.
Üzerimde, sürekli olarak sevdiğim bir roman bulundurmak bana güven veriyordu.
İki nokta arasındaki en kısa yolu belirtmeyi hiçbir zaman becerememişimdir.
– güven uyandırıyorduk. hiçbir üstünlüğümüz yoktu, çok kısa bir süre için herkese, hiçbir zaman tutulmayacak belirsiz bir söz gibi, gençliğin verdiği üstünlüğü saymazsak.

– o boşluk, serinlik ve hafiflik duygusu, fazlasıyla dar yatakta ikimiz, bizi bir burgaç gibi alıp götüren deviniler, çalar saatten daha çok çınlayan sesi. bana sen demişti. şimdi siz diyordu.

Hiçbir şey hiçbir şeye bağlamıyor artık beni.
Onunla geçen saatler bir düş müydü yoksa?
Oturduğum kanepe şimdi gölge altındaydı. Küçük çimenlikten geçtim, güneşe oturdum. Bir hafiflik duyuyordum içimde. Hiç kimseye verilecek hesabım, dilenecek özürüm, fısıldanacak yalanım yoktu.
Çoğu kez ben kesiyordum oyunu, yoksa sonsuza dek sürecekti.
Yaşamımın bu döneminin öteki ayrıntılarını zar zor anımsıyorum.
Ayakta kalmaya çabalıyordu, iskeleden aşağı düşmesine ramak kalmış biri gibi.
zaman içinde geriye gidemediğim için üzgünüm.
“Başka anıları ne denli bir araya getirirsem getireyim, hepsi de yaşadığımdan iyice emin olamadığım eski bir yaşamın malıydı ”
İki nokta arasındaki en kısa yolu belirtmeyi hiçbir zaman becerememişimdir.
Hiçbir şey hiçbir şeye bağlamıyor artık beni.
“Üzerimde sürekli olarak sevdiğim bir romanı bulundurmak bana güven veriyor..”
İçlerinden yalnız biri ışıklı,bir gece lambası gibi,boşu boşuna.
Açık mor neon ışıkları altında ıssız peronlar,Mayorka’ya gitmeler ve oyunlar düşlediğimiz yerler.
Sizce bu evde müzik eksik değil mi?
Külrengi.Ve yeniden bu renk içinde erimeye hâlâ cesaretim var mı diye düşünüyordum.
Bir serinliktir sardı bizi,sanki bir orman yoluna girmişiz gibi.
o gece sokak lambalarını söndürmüş olsalar,dolunayın ışığında da bulabilirdik yolumuzu.
Yüzünün çizgilerini seçemiyorum.Gölgeyle güneş arasındaki karşıtlık öyle kesin
Şimdi başka şeyler düşünsek olmaz mı?
Geçitler,varlığımın ayrımına bile varmadılar.
Kısacası,bohem yaşamı.
Onunla geçen saatler bir düş müydü yoksa? dedim kendi kendime, o boşluk,serinlik ve hafiflik duygusu,fazlasıyla dar yatakta ikimiz,bizi bir burgaç gibi alıp götüren deviniler,çalar saatten daha çok çınlayan sesi.
Ve konuşma saatler boyunca sürecekti bu taraçanın altında. Boş sözcükler, oyuk tümceler, sanki onunla ben, kendi ölümümüzden sonra yaşıyormuşuz ve geçmişe en ufak bir imada bulunamıyormuşuz gibi.
Bir hafiflik duyuyordum içimde. Hiç kimseye verilecek hesabım, dilenecek özürüm, fısıldanacak yalanım yoktu.
Bir hafiflik duyuyordum içimde. Hiç kimseye verilecek hesabım, dilenecek özürüm, fısıldanacak yalanım yoktu.
Yerle gök arasındaymışım ve şimdiki yaşamımdan kopuyormuşum gibi geliyor bana. Hiçbir şey hiçbir şeye bağlamıyor artık beni
Gelecek ne sıkıntılar saklıyordu bize, bilemezdik ki
Üzerimde, sürekli olarak sevdiğim bir roman bulundurmak bana güven veriyordu.
Gelecek ne sıkıntılar saklıyordu bize, bilemezdik ki.
Benim de içimden soru sormak gelmiyordu artık. Doğal umursamazlığıma bırakıyordum kendimi.
Gene beklemekten başka çarem yoktu.
zaman içinde geriye gidemediğim için üzgünüm.
iki nokta arasındaki en kısa yolu belirtmeyi hiçbir zaman becerememişimdir.
Asansör durdu, iki kanadı kayarak açıldı, ama o kımıldamıyordu. Hafiften ayrılmış gözleriyle beni hep gözlüyordu.
— Çok fazla değişmemişsin, dedi.
Kapının iki kanadı madensel bir gürültüyle üzerimize kapandı. Asansörün globundan düşen ışıktan korunmak istiyormuş gibi başını eğdi.
— Peki, ben, değişmiş miyim sence?
Sesi o az önceki, o taraçadaki sesi değildi artık, eski zamanın biraz boğuk, biraz kısık sesiydi.
— Hayır Saçları ve göbek adını saymazsak
Hiçbir üstünlüğümüz yoktu, çok kısa bir süre için herkese, hiçbir zaman tutulmayacak belirsiz bir söz gibi, gençliğin verdiği üstünlüğü saymazsak. (Sf: 78 – Can. Yay. – 2. Baskı)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir