İçeriğe geç

Kalanlar Kitap Alıntıları – Tezer Özlü

Tezer Özlü kitaplarından Kalanlar kitap alıntıları sizlerle…

Kalanlar Kitap Alıntıları

Tezer Özlü kitaplarından Kalanlar kitap alıntıları sizlerle

Kalanlar Kitap Alıntıları

Kreuzberg’li bir şair hep aynı siyah şapkayı takıyor. Hep aynı siyah elbiseyi giyiyor. Şiiri de siyah. Bana bir yeşil soğan hediye ediyor.
— Bu yoksulların gülüdür, diyor.
(Şimdiye kadar bana gelen ilk çiçek.)
Akılsız biri alkolik olmadı şimdiye kadar.
Kırk yıldır düşündüğüm halde, düşünmeye zamanım olmadığı duygusundayım.
Varoluşumuzun en ilginç yanı bu düşünsel oyun. Acı, sevgi, kurtuluş, yalnızlık, mutluluk, kin, ölüm, ağaç, dağ, deniz, çocuk, adam, gece, sabah, evlerin duvarları, dünya, dünyayı saran boşluk, sonsuzluk, hepsi düşüncede oluşuyor. Hayır, Cogito ergo sum demeyeceğim. Peki ne diyeceğim?
Varım, öyleyse düşünüyorum.
( )
Babam ölemiyor, çünkü yaşamaya başlamadı.
Saat 00.14
Yalnız yaşı olmayan ve dünyalarını kendi içlerinde taşıyan insanlara dayanabildiğimi görüyorum.
Biliyor musun onun hakkında neler anlatıyorlar? Çok içmiş ve neredeyse çıldırarak ölmüş. İşte görülüyor, bir şey olan ve bir şeyler anlatmaya çalışan, böyle bir yazgıyla son bulmak zorunda kalıyor.
Güzel Türkiye’nin her zaman bir tutukevi olduğunu, tutukevi olarak kalacağını düşündüm. Bizler içinse, yani gerçekten tutuklu, ya da kendi seçmeleriyle tutuklu olmuş olanlar içinse, hiçbir yerde kurtuluş olmadığını. Oradaki uzun yaşamamız bitmeyen bir kavga gibi gelmiştir bana. Orada uzun yıllar, neredeyse otuz yıl, hiç huzur bulamadığımı düşündüm.
Şimdi okunmuş kitapları yeniden okuyorum. Şimdi bildik müzikleri yeniden dinliyorum. Yenmiş yemekleri yeniden yiyorum. Sevip yitirdiklerimi yeniden seviyorum. Şimdi uykusuzluğumu yeniden uyuyorum. Şimdi açlığımda yeniden acıkıyorum. Şimdi gittiğim kentlere yeniden gidiyorum. Şimdi havada uçuyor, raylarda, su yüzeylerinde, yaşama ve ölüme karşı duyduğum aynı umursamazlıkla dolaşıyorum. Tartışmaları biliyorum. Duyguları. Korkuları. Sözcükleri. Her dili anlıyorum. Anlıyor ama kavrayamıyorum.
Otuz yaşım ile kırk yaşım arasında ne akıllı ne de çılgındım. Bu ikisinin ötesinde kalıp olup bitene seyirci oldum ve dünyayı kavradığımı sandım. İlk kez gördüm denizlerini. İlk kez güneşinin altına yattım. Gecelerinde dolaştım. Bir çocuk bile doğurdum, benim anneme yabancı olduğum gibi o da bana yabancı. Evet, dünyayı kavradığımı sandım. Politikası, toplumsal yapıları, sömürenleri, sömürülenleri ile ilgilendim. Ben ne sömüren ne de sömürülendim. Kırk yaşımda başlamam ya da bitirmem gerekeni bitirdiğimi sanıyorum. Bir insan yaşamı kırk yıl da olabilir. Olmalı. Bir ölüm özlemi değil bu. Özlemlerim kalmadı. Ben aslında sürekli özlüyor ve bir özlem durumunda yaşıyorum. Bu yüzden özlemlerim yok. Yalnız bir kavrama bu. Bütünselliğin kavranması. Bitirilmişliğin. Bir yolculuğun sonu. Başlangıcı olmayan yatay bir yolculuğun sonu. Kendi yuvarlağım çevresinde dönen bir yolculuğun.
En büyük korkum faşistlerdendi.
O zamanlar gençtim. Kafama elektrik verdiklerinde. Kafama. Elektriği beyin hücrelerime daha iyi gönderebilmek için tuz kullanıyorlardı. Dayan buna, diye düşündüm. Senin düşüncelerini değiştirip kendilerininkine nasıl olsa uyduramayacaklar. Seni görmek istedikleri gibi olmayacaksın hiçbir zaman. Tanımadığın sürece her acı dayanılabilir.
Yaşamımın annemin ve babamın yaşamıyla bir ilintisi olmadığını düşünüyorum. Bir ana ve babadan olma değilim. Bir yaban otu gibi Anadolu yaylasında bittim. Doğumum bile bir kökünden kopma idi. Köklerimi hiç aramadım. İçerisinde severek yaşayabileceğim arka dünyalardan kopma köklerim olabilirdi. Annem ve babam gibi, tüm kentler, ülkeler, günler, geceler, her gökyüzü de yabancı kaldı bana. İnsanlara daha fazla yaklaştıkça bu saydıklarımdan daha fazla uzaklaşıyorum. Gökyüzünden, onun ışıklarından, gün batımlarından, karanlıklardan ve bulutlardan, kendi çıktığım karanlığa ulaşıncaya kadar onlardan uzaklaşacağım.
Ben, belli bir ülkesi olmayan insanlardanım.
Sen hiçbir işe yaramaz değilsin.Seni senden çalan toplumdur.
Ben, insan olma çabasının sürekli üstüne giden ben?
Artık beni benden alsınlar.
Babam ölemiyor, çünkü yaşamaya başlamadı.
“Bugünden sonra acıyı mutluluk olarak tanımlayacağım.”
Çocuklar, ben ölesiye yorgunum artık bir havaalanına gidemem, bir bankaya gidemem, bir alışveriş merkezine giremem, tuvalete bile gidemem.
O kadar yorgunum ki 50 yılda bile dinlenemem.
Yaşamım yazarların acısını aramak oldu. Çocukluğumda Dostoyevski’nin nihilist acısını buldum. Otuzumda Pavese’nin intihar acısını. Bugün Berlin’de Peter Weiss’in antifaşizm acısını.
Acıyla bağlantılı mutluluğumdan çok memnunum.
Uçak havalanırken tüm korkularımla bir an aşağıya bakabildim.
İyice bakabilseydim, kentin en güzel yüzünü görecektim.
Ama ben her zaman güzelliklerin değil de güçlük, terslik, acı ve öfkelerin peşinden koşan bir insanım.
Berlin’de içimde büyük bir ölüm özlemi oluşuyor. Doğaldır, yaşam için bu kadar çok dürtünün olduğu yerde ölüm de çoğalır.
Bugünden sonra acıyı mutluluk olarak tanımlayacağım.
Nihayet yağmur başladı. Bu sabah artık yağmuru neden bu kadar çok sevdiğimi anladım. Ağlayan bir yüreğe benzediği için.
Biliyor musunuz, aslında ben herkesle konuşabilirim.
Herkese istediği yanıtı verebilirim. Sizinle de ne güzel konuşuyoruz, değil mi?
Artık giderek dünya insanları bana birer fabrika ürünü gibi görünüyor. Tabii bu çok sert bir yargı. İnsanları tanımadan önce kullanılabilecek bir yargı.
Bazan bir şey yaşarken olaya dışardan bakıp, o olayı yazmak için yaşadığım duygusuna kapılıyorum.
Hava çok güzel. Mavi gökyüzü, güneşin sıcaklığı hiç bitmeyecek gibi. Bugün neler düşünülür, diye geçiyor aklımdan. Belki yazı bile yazılır.
Bu yokuş adamı bitiriyor, diye söze başlıyor.
— Sizin kiracı burada değil mi? diyorum.
— Kiracı benim değil, ben kendim kiracıyım, diyor.
12 yıl önce emekli olduğunu, eline çok az para geçtiğini, 12 yıldır 70 öncesi emekli aylıklarının arttırılacağından söz edildiğini, belki de ömrünün bunu beklemeye yetmeyeceğini söylüyor.
— Üzerime de yoğurt döküldü, ama çıkar, değil mi? diyor.
Yünlü takım elbisedeki yoğurt izlerini ve artık pantolonunun iyice kirlendiğini görüyorum. Kafamda onun giysisini temizleyiciden tertemiz ve ütülü olarak çıktığını düşünüyorum.
Akşamüstleri yapılacak şeylerin en güzeli Arnavutköy yokuşundaki ayaküstü sohbetler.
Ülkemde birçok şey can sıkıcı.
Kendisiyle birlikte bütün dünya ölsün istiyor. Huysuz. Çirkin. Ölene kadar hepimizin burnundan getirecek.
Her şeye hazırım.
Aşka
Gitmeye
Kalmaya
Birden bire çok yorulduğumu, taşıyamayacağım kadar yaşantı üstlendiğimi ölürcesine algıladım.
Haykırmak istediğim çok şey var. Büyük kayıplar yıkacak değil bizi. Açıkça birbirimizle konuşamıyorsak ben ağlamak, bağırarak ağlamak için bahçenin gerisindeki odama geçiyorsam, biliyor musun, ne güzel ağıtlar içinde uyuyakalamamak?
Yargım ne?
-Yaşama. Uğraşma. Başarı..
Doğmamam gerektiğini düşünüyorum.
Beni yaşamcıl kılmakla en büyük ölümlerin en derin acılarını bana vermemiş mi bu insan olma çabası?
Ceset kokmuş ettir. Güzel, peki peynir ne? Sütün cesedi.
Eski aşklara dönemezsin, ama eski kitaplara dönebilirsin.
Bir şeyin değişeceği beni ürkütüyor, bir şeyin değişmeyeceğide.
İnsanın başkalarına söyledikleri kendi duymak istedikleridir. Yazdıkları, okumak istedikleridir. Sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdedir.
Sakin ol.
Öylece dur.
Yaşamdan geç.
Kentlerden geç.
Sınırları aş.
Gülüşlerden geç.
Anlamsız konuşmaları dinle,
galerileri gez, kahvelere otur-
Artık hiçbir yerdesin.
En korktuğu, en tiksindiği şey baskıydı.
Her tür baskı.
Her tür baskının insanın özünü yok ettiğine inanmıştı.
İşte burada istediğimi yapabiliyorum. Işık var. Kitaplar var. Ben varım. Dünyam var.
Biz mutlu isek, mutlu olmayı istediğimiz ve bunun için çaba harcadığımız için mutluyuz.
O kadar yorgunum ki 50 yılda bile dinlenemem.
mevsimler değişiyor.
bunlar vivaldi’nin dört mevsimleri gibi değil,
dinlendirici olamıyorlar hiç.
Doğmamam gerektiğini düşünüyorum.
Tramvaylar gidiyor. Karanlık durakta tramvayı bekliyorum. Bekleyemiyorum. Gidip geliyorum. Sevgi dolu gözlerle bakmayın bana. Ürkütüyor bunlar beni. Titriyorum. Bakmayın. Gidiyorum. Her gün gideceğim. Tren kalkarken çocukluğumu aldım. Ardından tüm gözyaşlarımı çocukluğuma karıştırdım.
Beni öldürdüm. Her insanı öldürmek kanısı ile öldürdüm. BEN BEN MİYİM? BEN HERKES MİYİM? BEN HER ŞEY MİYİM? Yatıyorum. Kısa süre sonra gelecek ölüm. Biliyorum bunu. Umursamıyorum oysa.
I.
Evet, anları severdi Tezer.
Onları yazdı. Acıyla, yalnızlıkla,
ama aynı zamanda coşkuyla, aşkla dolu anlarını.
Anlarının anılarını.
Başkaldırma anlarının.
II.
İçiçe geçen yaşamlar vardır.
El-örgüleri gibi.
Bu örülen giysi sizin sırtınızda da olabilir,
karşınızdaki bir insanın sırtında da.
Renk renk motifler. Ya da düz
Hangi motif nerde başlıyor, nerde bitiyor
çıkaramadığınız.
Ama bir yerinden çekip koparmaya bakın.
Örgü sökülür, eğer sararsanız
adına ÇİLE denilen bir yumağı oluşturur.
Düşün bu adamların yalnızlığını, hem yalnızlıktan bunalıp ölüyorlar, hem de kapılarına kimse kapıyı çalmasın diye şifre yaptırıyorlar.
Çok istedim olmadı. Zaten çok istediğim hiçbir şey olmuyor.
Haykırmak istediğim çok şey var. Büyük kayıplar yıkacak değil bizi. Açıkça birbirimizle konuşamıyorsak ben ağlamak, bağırarak ağlamak için bahçenin yeşillikleri gerisindeki odama geçiyorsam, biliyor musun, ne güzel ağıtlar içinde uyuyakalamamak?
Sayısız parçalara bölünüşümü, benimle birlikte dünyanın da parçalanışını anımsıyorum.
Ceset, kokmuş ettir. Güzel, ya peynir ne? Sütün cesedi
Herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda yaşamım bitti. Bilmiyorum, nerede, ne zaman. Ve işte o bittiği yerde başladı. Acının sonunda acı ile. Acı ile.
hiçkimse ile birlikte yaşlanmak istemiyorum kendimle bile.
Yaşamımın annemin ve babamın yaşamıyla bir ilintisi olduğunu düşünmüyorum.Bir ana ve babadan olma değilim. Bir yaban otu gibi Anadolu yaylasından bittim.Doğumum bile bir kökünden kopma idi. Köklerimi hiç aramadım.İçerisinde severek yaşayabileceğim arka dünyalardan kopma köklerim olabilirdi.Annem ve babam gibi, tüm kentler, ülkeler, günler, geceler, her gökyüzü de yabancı kaldı bana. İnsanlara daha fazla yaklaştıkça , bu saydıklarımdan daha fazla uzaklaşıyorum.Gökyüzünden, onun ışıklarından, gün batımlarından, karanlıklardan ve bulutlardan, kendi çıktığım karanlığa ulaşıncaya kadar onlardan uzaklaşacağım.
Her sabah yepyeni bir dünyaya kalkıyorum. Her akşam dünyanın bütün yorgunluk ve acı çelişkileriyle dayanamaz duruma geliyorum.
Nihayet yağmur başladı. Bu sabah artık yağmuru neden bu kadar çok sevdiğimi anladım. Ağlayan bir yüreğe benzediği için. Onun acısı yüreğimi ağrıtıyor.
Sıska bedenimden deriler sarktığında izin isteyeceğim. Ölmek için köyüme döneceğim, diyeceğim. Burada ölmez misin? diyecek. Burada ölecek yer yok, diyeceğim. Sonra siz beni yakarsınız. Ya küller arasında uyanıp, gövdemi arayıp, yalnız külleri görürsem?
Haykırmak istediğim çok şey var. Büyük kayıplar yıkacak değil bizi. Açıkça birbirimizle konuşamıyorsak ben ağlamak, bağırarak ağlamak için bahçenin yeşillikleri gerisindeki odama geçiyorsam, biliyor musun, ne güzel ağıtlar içinde uyuyakalamamak?
Büyük kentte özgürlüğümü solurken yakaladılar beni.
bakmayın. gidiyorum. her gün gideceğim. tren kalkarken çocukluğumu aldım. ardından tüm gözyaşlarımı çocukluğuma karıştırdım.
Herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda yaşamım bitti. Bilmiyorum, nerede, ne zaman. Ve işte o bittiği yerde başladı. Acının sonunda. Acı ile.
İnsanın başkalarına söyledikleri kendi duymak istedikleridir. Yazdıkları, okumak istedikleridir. Sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdedir.
Gene bırakıyoruz gece bizi baştan çıkarsın. Çatılar gerisindeki gölgelerin ardında açık renk bir bölge gibi duruyordu gece.
Ben, belli bir ülkesi olmayan insanlardanım.
Şunu öğrenmelisin: Sen hiçbir işe yaramaz değilsin! Seni senden çalan toplumdur!
Yaşadığım anların, onları yaşarken anıya dönüştüğünü algılar, onları yaşarken anılaştırırdım. Sonra bunu en güzel biçim de Savinio’da okudum: Yaşanan an da anı olacak.
Biliyor musun onun hakkında neler anlatıyorlar? Çok içmiş ve neredeyse çıldırarak ölmüş. İşte görülüyor, bir şey olan ve bir şeyler anlatmaya çalışan, böyle bir yazgıyla son bulmak zorunda kalıyor.
Şimdi okunmuş kitapları yeniden okuyorum. Şimdi bildik müzikleri yeniden dinliyorum. Yenmiş yemekleri yeniden yiyorum. Sevip yitirdiklerimi yeniden seviyorum. Şimdi uykusuzluğumu yeniden uyuyorum. Şimdi açlığımda yeniden acıkıyorum. Şimdi gittiğim kentlere yeniden gidiyorum. Şimdi havada uçuyor, raylarda, su yüzeylerinde, yaşama ve ölüme karşı duyduğum aynı umursamazlıkla dolaşıyorum. Tartışmaları biliyorum. Duyguları. Korkuları. Sözcükleri. Her dili anlıyorum. Anlıyor ama kavrayamıyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir