Nikolay Vasilyeviç Gogol kitaplarından Bir Delinin Hatıra Defteri & Portre (Cep Boy) kitap alıntıları sizlerle…
Bir Delinin Hatıra Defteri & Portre (Cep Boy) Kitap Alıntıları
Nikolay Vasilyeviç Gogol kitaplarından Bir Delinin Hatıra Defteri Portre (Cep Boy) kitap alıntıları sizlerle
Bir Delinin Hatıra Defteri Portre (Cep Boy) Kitap Alıntıları
Bana göre bir şey bilmediğini açık açık söyleyin insan, bilmediği bir şeyi biliyormuş gibi davranıp kendini rezil durumuna düşüren iki yüzünün tekinden iyidir.
Zafer duygusu, onu emek vermeden çalıp çırparak elde eden kişiyi asla tatmin etmez. Yalnızca gerçekten zafere layık olan insanlar bundan zevk alır.
Gökyüzünde güneş yoksa bir şeyler hep eksik kalır içeride.
Ah, bu kadınlar ne sinsi yaratıklar! Onların ne mal olduğunu yeni anlamıştım. Onların kime aşık olduğunu henüz kimse bulamadı. Bunu ilk ben keşfettim. Kadınlar şeytan aşıktır.
Dünyada iyi olan her şeye ya sarayda kiler ya da generaller ulaşıyor zaten.
Bana öyle geliyor ki başka biriyle duyguların, görüşlerini ve hislerin paylaşılması dünyadaki en kutsal şeylerden biridir.
Kendini ibadete adamış ihtiyar kadınlar ile sürekli sarhoş gezen ihtiyar kadınlar, bir yandan içip bir yandan ibadet eden ihtiyar kadınlar,
Katılımcıların sessizliği, müzayedeyi yürütenin çekiç vuruşları ve kasvetli sesi,ilginç bir şekilde, burayı zavallı sanat eserlerinin cenazesine çevirir.
Büyük bir kinle dolmuş tanrılar tarafından, uyum ve güzelliğe dair he şeyi yok etmesi amacıyla dünyaya gönderilmiş bir felaketti âdeta.
𝒍𝒍 𝒚 𝒂 𝒒𝒖𝒆𝒍𝒒𝒖𝒆 𝒄𝒉𝒐𝒔𝒆 𝒅’𝒆𝒙𝒕𝒓𝒂𝒐𝒓𝒅𝒊𝒏𝒂𝒊𝒓𝒆 𝒅𝒂𝒏𝒔 𝒕𝒐𝒖𝒕𝒆 𝒔𝒂 𝒇𝒊𝒈𝒖𝒓𝒆!
Bütün ressamların evleri bu kadar soğuktur. Ancak onlar farketmezler.
O uzaklarda ağarmaya başlayan şey benim evim mi? Annem mi pencerenin önünde oturan? Anacağım kurtar şu gariban oğlunu! Dök gözyaşlarını sızlayan başına! Gör oğluna yaptıkları eziyeti! Bağrına bas zavallı yavrunu! Onun bu dünyada yeri yok, bir oraya bir buraya kovalanıp duruyor. Anacığım,acı şu hasta evladına!
Kurtarın beni! Alın beni bunların elinden! Bana fırtına gibi atların çektiği bir trokya verin! Otur arabacım, tıngırdayın ufak çanlar, fırlayın atlarım ve götürün beni bu dünyadan. Uzağa, daha uzağa, her şey gözden kayboluncaya dek
Hayır,katlanamıyorum artık.Tanrım! Neler yapıyorlar bana! Soğuk sular döküyorlar başımdan aşağıya! Beni umursamıyor, görmüyor, dinlemiyorlar. Ne zararım dokunmuş ki onlara? Neden eziyet ediyorlar bana?
𝒂𝒉,𝒎𝒂 𝒄𝒉𝒆𝒓𝒆..
Neden kafana etrafta senden daha yetenekli adam olmadığı fikrini soktun? Bana şöyle son moda, güzel bir Ruçevski frakı verin ama kravatımı da seninki gibi bağlayın. O zaman benimle yarışamazsınız. Bunları yapacak imkân yok işte,sorun o.
Ama bu hayatta hiçbir şey uzun sürmez; ikinci kez duyduğu mutluluk da, ilkine oranla Pek cansızdı. 3. Kez duyacağım mutluluk biraz daha zayıflayacak, En sonunda da yok olup gidecekti o da eski bir ruh haline dönecekti, Tıpkı taşların suda sektirmesi ile oluşan halkaların bir süre sonra kaybolması gibi
Sana edilen zulme katlanmak, herkese zulmetmekten iyidir. Ruhunun saflığını koru!
Ah, şu kadın kısmı ne kadar da sinsi, ne kadar da hilebaz bir yaratık! Gerçek yüzlerini artık çok net görebiliyorum.
Köpekler iyi bir diplomattırlar. İkili ilişkilerde onların üzerine yoktur.
Bana seninki gibi, son moda bir takım giydir bakalım, üzerine de kravat taktım mıydı,işte o zaman görürsün nasıl olacağımı! Ama asıl sıkıntı, imkanimin olmaması
İşte ne kadar muhteşem bir görünüme sahip olursa olsun, gökyüzünde güneş yoksa bir şeyler hep eksik içeride.
acı dışında bir şey hissetmiyordu.
Sana edilen zulme katlanmak herkese zulmemekten iyidir.
Neden kafana etrafta senden daha yetenekli adam olmadığı fikrini soktun?
Bana öyle geliyor ki başka biriyle duyguların, görüşlerin ve hislerin paylaşılması dünyadaki en kutsal şeylerden biridir.
Ama bütün bu eziyetlere rağmen her horozun tüyleri altında gizlenmiş bir İspanya’sı olduğunu keşfetmem benim ödülüm olmuştu.
Çünkü sanatçı en karmaşık durumda bile huzuru bulabilen kişiydi.
yetenek Tanrı’nın en değerli armağanıdır, onu mahvetme.
Bedeni çektiği acılardan yıpranmıştı, yalnızca ettiği dualar ona kuvvet veriyordu.
Çünkü kendimi ilk önce saraya tanıtmam gerekliydi. Beni bundan alıkoyan şeyse kral kıyafetlerimin olmamasıydı. En azından bir pelerinim olsaydı
Hiçbir şeye tepki vermiyor, acı dışında bir şey hissetmiyordu.
Ama bu hayatta hiçbir şey uzun sürmez; ikinci kez duyduğu mutluluk da ilkine oranla pek cansızdı. Üçüncü kez duyacağı mutluluk biraz daha zayıflayacak, en sonunda da yok olup gidecekti. O da eski ruh haline dönecekti, taşların suda sektirilmesi ile oluşan halkaların bir süre sonra kaybolması gibi
İmdat! Kurtarın beni! Bana şimşek kadar hızlı giden bir at arabası verin! Hadi, otur yerine uşağım, çın çın ötün arabamın minik çanları, dörtnala koşun atlarım ve beni dünyanın öbür ucuna taşıyın! Uzaklara, çok uzaklara, gözlerim görmesin hiçbir şeyi.
Ama bütün bu eziyetlere rağmen her horozun tüyleri altında gizlenmiş bir İspanya’sı olduğunu keşfetmem benim ödülüm olmuştu…
Kim olduğunu düşünmek zorunda kalmayanlar ya hep kazananlardır ya da gerçek vurdumduymazlar.
Belki de ben, kendimin kim olduğunu bilmiyorum
Yalnız kaldığımda devlet işleriyle uğraşmaya karar verdim. Çin ve İspanya’nın aynı ülkeler olduğunu keşfettim. İnsanların cahilliğinden ötürü, bu ikisini farklı ülke olarak algılıyoruz. İnanmıyorsanız, elinize hemen bir kağıt alın ve İspanya yazmaya çalışın. Kağıttaki yazıda Çin yazdığını göreceksiniz.
Fakat ne olursa olsun, karanlık zamanlardan da geçersin.
Duygusuzluğun hüküm sürdüğü dünyamızda çokça karşılaştığımız, hayat dolu ve merhametli bir insanın korkuyla baktığı ve göğsünde kalp yerine taş tabutun içinde bir ceset taşıyor gibi görünen garip yaratıklardan birine dönüşmeye hazırdı.
Eğer bir nesneyi duyarsızca, içinde saklanan gizli düşüncelerin ışığıyla aydınlatmadan ve ona sempati duymadan ele alırsanız; ortada yalnızca o nesnenin iğrenç gerçekliği kalıyor.
Sabret, kardeşim sabret…
… acı dışında bir şey hissetmiyordu.
Duygusuzluğun hüküm sürdüğü dünyamızda çokça karşılaştığımız, hayat dolu ve merhametli bir insanın korkuyla baktığı ve göğsünde kalp yerine taş tabutun içinde bir ceset taşıyor gibi görünen garip yaratıklardan birine dönüşmeye hazırdı.
Dünyada herhangi bir şeyi başarmanın oldukça basit olduğuna inanıyordu…
..ne kadar muhteşem bir görünüme sahip olursa olsun, gökyüzünde güneş yoksa bir şeyler hep eksik kalır içeride.
Belki de ben, kendimin kim olduğunu bilmiyorum.
Aşk ikinci bir yaşamdır.
Ruhumu doyurup hoş edecek bir ruh gıdası lazım bana.
…koydum başımı yastığa, sırt üstü uzanmaktan başka bir şey yapmadım.
Doğada önemsiz hiçbir şey yoktur. Yaratıcı ressam pek küçük, önemsiz şeylerden de büyük eserler çıkarabilir. Değersiz, küçük görülecek şeyler yoktur çünkü yaratacının içindeki güzellik eserlerine de yansır ve aşağılık sayılan şey, yüksek bir konuma gelmiş olur. Ressam daima yüce ve ilahi olanın peşinden gitmelidir, onu yükseltecek şey budur.
“Başkaları yapınca birçok şeyi umursamazlar, fakat aynılarını sende fark ederlerse hor görürler.”
“Ruhunun saflığını koru! Yetenekli insanın ruhu herkesten saf, temiz olmalıdır.”
“Sana edilen zulme katlanmak herkese zulmetmekten iyidir.
“Bana göre bir şey bilmediğini açık açık söyleyen insan, bilmediği bir şeyi biliyormuş gibi davranıp kendini rezil duruma düşüren ikiyüzlünün tekinden iyidir.”
“Zafer duygusu, emek vermeden çalıp çırparak elde eden kişiyi asla tatmin etmez. Yalnızca zafere layık olan insanlar bundan zevk alır.”
“Dünyada herhangi bir şeyi başarmanın, oldukça basit olduğuna inanıyordu artık. Onun için derin duygu, ilham perisi diye bir şey yoktu. Her şey bir kaideye göre tekdüze, sıra sıra ve bir örnek tamamlanmalıydı.”
“Boş ver gitsin! Her şey olacağına varır…”
“Kahretsin! Dünya iğrenç bir yer!”
“Keskin sirke küpüne zarar, derler.”
“Belki de ben, kendimin kim olduğunu bilmiyorum.”
“Aşk ikinci bir yaşamdır.”
“Bana öyle geliyor ki başka biriyle duyguların, görüşlerin ve hislerin paylaşılması dünyadaki en kutsal şeylerden biridir.”
Bir saat bile görmeden edemezdim yârimi,
Bir yıl geçmiş baktım ki…
Kin dolarken hayatıma,
Dedim yalan bu dünya.
Bir yıl geçmiş baktım ki…
Kin dolarken hayatıma,
Dedim yalan bu dünya.
“Biraz olsun boş boğazlık etme be, tut çeneni!”