İçeriğe geç

Halide Edib: Biyografisine Sığmayan Kadın Kitap Alıntıları – İpek Çalışlar

İpek Çalışlar kitaplarından Halide Edib: Biyografisine Sığmayan Kadın kitap alıntıları sizlerle…

Halide Edib: Biyografisine Sığmayan Kadın Kitap Alıntıları

“Ernest Hemingway’in Çanlar Kimin İçin Çalıyor adlı eserinden beyazperdeye aktarılan filmin yasaklanması için kampanya başlatılmıştı. Filmde komünizm propagandası yapıldığı savunuluyordu. 1949 yılında da yazar Sebahattin Ali planlı bir cinayete kurban gitti.”
Adnan Menderes kürsüden, “ Demokrat milletlerin kendi topluluklarında diktatörlük idaresine katlanan üyeler bulunmamasına dikkat etmeleri BM’nin barış ve güvenlik ihtiyacından doğan bir zarurettir”dedi.Çokpartili hayatın soluk alışları duyulmaya başlanmıştı.
“Hitler Almanya’sı Avrupa’yı felakete sürüklerken Türkiye’de ırkçı politikalara kapı acıyordu. 1942 Şubatı’nda bir felaket yaşandı. Filistin’e gitmek üzere adam başı 1000 dolar alarak Romanya’dan yola çıkan kırık dökük Struma gemisi, Nazilerden “kutsal topraklar”a kaçan yolcularıyla Sarayburnu’na gelmişti.”
“Fransa’da Cumhuriyet vardır ama İngiltere’de Hürriyet vardır.”
“Ayaklarımı yerden kaldırın ki, yüksekten dünyayı daha iyi göreyim.”
Bâbî Kadını Kurretü’l-Ayn
“İnsanlık gerçek sevgi ve hoşgörüye ne zaman kavuşacak?-ve bu yalnızca sözde kalmayacak.”
“Kadınlar ilk kez 1844 yılında yapılan sayımda nüfustan sayıldılar ve yurttaşlığa ilk adımlarını attılar.”
“1908 yazında toplumda büyük bir özgürleşme yaşanmaktaydı. Kadınların yaşmak ve feracelerinin uzunluğunu ve kalınlığını belirleyen 1901 tarihli kıyafet yasaları gevşemiş, kadınlar daha serbest giyinir olmuşlardı. Yardım ve eğitim amaçlı dernekler kuruyorlar, artık toplum içine çıkıyorlardı.”
“İttihat ve Terakki 1 Ağustos 1908’de Selanik’te bir kadın konferansı topladı. Cemiyet’in o zamana dek gizlice çalışmış kırk kadın Üyesi vardı. Cavid Bey, kadınların toplumda önemli bir mevki elde etmesi gerektiğini söyledi.”
“…..bir ülkenin uygarlığının ölçüsünde en doğru kıstasın, kadınların eğitimi” olduğuna inanan bir kadındı.
“Ankara Halide Edib’i heyecanla bekliyordu. Onun direniş saflarına katılması Ankara’yı güçlendirecekti. Mustafa Kemal 19 Mart 1920 günü Heyet-i Temsiliye adına, Kazım Karabekir Paşa’ya çektiği telgrafta müjdeli bir haber iletiyordu.”
“Sen Halide Edip hanım değil misin? En çok seni arıyorlar.”
“Sana verecekleri ceza en nihayet altı yıllık hapistir. Ölüm cezasının şerefi bana aittir.”
Ey binamaz diye beni haktan uzak goren
Sigmaz senin hayaline mihrab-i minberim,
Sen sade bes vakitte ararsin ilahini,
Ben her zaman onunla emin ol beraberim.
Halide Edib muhalif ruhlu bir kadındı; aşkın ve hürriyetin her gün yeniden kazanılması gerektiğine inanmış ve bu yüzden devletin kara listesine girmişti.
Kadinlar Halide (edib adivar) ile bir sure konustuktan sonra,ustunu orttuler,tek tek gelip optuler ve uyumasi icin yalniz biraktilar.
Osmanli saltanatinin sanki kadinlar yuzunden batmis oldugunu zannedersiniz. Mondros’ta teslim olmusuz,kadina hucum. Hazine dar,o ay maas cikmamis,kadina hucum.
Bir gun gelecektir ki,daha buyuk bir mahkeme,milletleri tabii haklarindan mahrum birakanlari mahkum edecektir. O mahkeme bu gun bizim aleyhimizde olan devletlerin fertlerinden tesekkul edecektir. Cunku,her ferdin icinde ezelu bir hak duygusu vardir ve milletleri meydana getirenler de fertlerdir.
Dalgin dalgin Sarayburnu’na bakarken kafasina kut diye bir sopa indi.isgal kuvvetlerine mensuo bir polis,oturdugu yerin isgal kuvvetlerine ait oldugunu hatirlatmak istemisti kendisine!
Ayaklarımı yerden kaldırın ki , yüksekten dünyayı daha iyi göreyim
Kurretü’l Ayn
Evi, çalışma odası kitaplarla dolu.
Artık ruhunun ve kafasının revşine vücudu ayak uyduramayacak hale gelmişti.
Öleceğimi sandım. Ama insan kolay kolay ölemiyor.
Yaşamak ne güzel şey,
Anlayarak bir usta kitab gibi,
Bir moda şarkısını duyup,
Bir çocuk gibi sararak
Bende bir hastalık vardır, verilen sözü tutmak.
Zaferden emin değildi, bütün arkadaşlarıyla beraber ölmeye hazır görünüyordu.
Hep aklımdan büyük Bâbl kadını Kurret’l – Ayn’ın idam edilmeden önce Farsça olarak söylediği cümle geçiyordu. Ayaklarımı yerden kaldırın ki, yüksekten dünyayı daha iyi göreyim.
Bir millet kendi gücüne dayanarak varlığını ve bağımsızlığını sağlamazsa şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz.
Yollarda kalan gözlerimin nurunu yordum,
Kimdir o, nasıldır diye rüzgarlara sordum,
Hulyamı tutan bir büyü vardır onda diyordum,
Gördüm: Dişi bir parsın ela gözleri vardı.
İnsanlık gerçek sevgi ve hoşgörüye ne zaman kavuşacak? – ve bu yalnızca sözde kalmayacak.
Bir toplumun uygarlığı kadınların konumuyla ölçülür.
Halide Edib, bir erkeğin iki eşle birlikte olmasının, bir metresle ilişkisinden daha katlanılmaz olduğunu, çocukları ve birlikte yaşayan insanları da etkilediğini yazar.
Belki de gözleri mavi olsa, güzel bir kız olacak, herkes onu sevecekti.
Kız çocuklara değer verilmeyen yıllardı. Mehmet Edib, oğlan çocuk bekliyordu. Doğacak bebek Hz. Muhammed’in sahabelerinden Ebu Eyyüb Halid Bin Zeyd’in adını taşıyacaktı.

Kız bebek haberiyle Edib Bey uzun sürecek bir şaşkınlığa büründü. Hazırladığı Halid ismine e ekleyerek kızına Halide adını verdi, ne var ki sonradan bu e harfini hiç kullanmadı. Bebeğinin adı onun için Halid’di. Ömrünün sonuna kadar ona halid diye seslendi, onu Halid diye sevdi.

Ben, ben değilim.
Biz zavallı insanlar, kalplerimizin elinde birer oyuncaktan başka bir şey değiliz
Haldun Taner’e göre,toplantı başladıktan sonra gelen Halide Edip,Vaktim yok,20 dakika sonra gideceğim.Birinciliği falan esere verin demişti. Öteki eserler hakkında fikri sorulunca da Birinci falan eserdir,siz artık aranızda ikinciyi seçersiniz diye bitirmişti konuşmayı.
Onun cehpede bulunması pek de kolay hazmedilemedi.Muhafazakar erkekler onun hakkında eni konu dedikodu yapıyorlar, kocasının yanında oturmuyor diye hakkında namussuzluk söylentileri yayıyorlardı.Rıza Nur’un anılarına aldığı dedidokular da çok inciticiydi
Mustafa Kemal Paşa’ya doğru kalbimde mutlak bir hürmetle gittim.O mütavazı odada bütün gençliğin bir millet yaşasın diye ölmeyi göze alan kararını temsil ediyordu.Ne saray, ne şöhret,ne herhangi bir kudret onun o odadaki büyüklüğüne yaklaşamazdı.(Halide Edip)
Eylül 1912’de Tanin’de tefrika edilen Yeni Turan, Halide’nin 20 yıl sonraya dair ütopyasını anlatan siyasi bir romandı.Halide,bu romannda İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni ağır bir dille eleştiriyor,cesur ve güncel bir şikayeti dillendiriyordu.Yeni Turan kadın meselesine yaklaşım açısından da çok radikaldi.Kadınların oy sahibi olacağı,topluma hem kalpleriyle hem de kafalarıyla katılacakları bir ülke ve daha olgun bir İttihat ve Terakki düşlüyordu.
Gerçek devrim ruhuna sahip olarak meşrutiyet ve hürriyetle birlikte kadın özgürlü- nün de sağlanmasını isteyenler bu ilandan çok etkilendiler.Çünkü bir milletin yarısının inmeye uğramış bir hasta adam gibi yarım bedenle yaşayamayacağına aydınlar kesinlikle inanıyorlardı
Anladık ki insan sürülebilir, hatta imha edilebilir fakat fikir öyle değil.Fikir kafadan kafaya devirden devire atlar ve geçer ve kendini gösterir.
Shakespera bana şu hakikati öğretti Bazen bir erkek dâhi,kadın ruhunu,kadınların ifade edemeyeceği bir derinlikle ifade ettiği gibi kadın dâhi de sanatta bir erkek ruhunu bazen erkekten fazla anlıyor.
Salih Zeki,Halide’nin kafasında yer etmiş bilgileri,pozitivist düşünce biçimiyle yoğurma-
sını sağladı.Battal Gazi hikayeleri ile Emile Zola’yı bütünleştiren,Doğu ile Batı’yı bir araya getiren tahlilci bakış açısı onun yardımıyla filiz verdi genç kadının zihninde.
~Modern Türkiye’nin Doğuşu~(1961) adlı kitabıyla tanınan tarihçi Bernard Lewis, Adıvar’ın olağanüstü bir kişiliği vardı. Hayatımda beni belki de en çok etkileyen kimse oldu. Harika bir öğretmendi. Adnan Bey sayesinde Türkiye’ye ilgim artmıştı. Eşi Halide Edib Hanım’la birlikte çok etkileyici bir çifttiler. Onları hala derin bir sevgiyle anıyorum. Türkiye’ye her gittiğimde onları ziyaret ettim, diyor. Lewis Türkçe’yi Adnan Bey’den öğrenmişti.
Halimize şükrederiz. Adnan çalışıyor, ben konferanslar veriyorum. Yemeklerimizi tencerede pişiriyor, kapağında yiyoruz. Yalnız, çektiğimiz memleket hasretini tarif edemem. Hele Sultanahmed’in, Ayasofya’nın o lahuti güzelliğine olan hasretimiz, hepsinin üstünde. Onları her an tahayyül ederiz.
Ertesi gün bu küçük kentin kitapçı dükkanında felsefeye giriş olacak bir kitap buldum. Aldım ve başladım Ve bu, böyle sürdü gitti. Önüme açılan ufuk, çok geniş ve temizdi. Artık okumak ve okuduğumu düşünmek, nice acı günleri bana tatlı kıldı.
Yakup Kadri, Ankara havasındaki savaş korkusunu bir cümle ile özetlemiş ve Halide’ye, Ben bir ~Ateşten Gömlek~ yazacağım, demişti. Bunun üzerine Halide, Ben de bir ~Ateşten Gömlek~ yazacağım, diye cevap verdi.
Bilgili ve çok cesur bir subay. Çanakkale kahramanlarından biri. Fevkalade nüfuzlu. Açıklamaları ılımlı, yurtsever ve bütün partilerin entelektüelleri üzerinde iyi etki yapıyor.
Sanmayınız ki ben bu yola (Yeni Turan’a) yalnız Turan’ın çocuklarını çağırıyorum. Hayır, hepsini, Türkiye’nin bütün çocuklarını, bu toprakta, ülkede geçmişini, hayatını, atalarını çağırıyorum. Tükleri, Arapları, Ermenileri, Rumları hepsini çağırıyorum ve hepsi için bu yolun bugün en doğru yol olduğunu iddia ediyorum. Ve eğer bütün bu lakırdılarımda daha çok mensup olduğum ırktan yana görünüyorsam, biliniz ki sevgili ırkımı kurtarmak, yaşatmak isteğine öteki ırkların çıkar ve kurtulmalarını kaynaştırmış olmak inancını da gönlümde ve vicdanımda taşıyorum.
Roger Fry 1911 Nisan’ında İstanbul’a geldi. Beyoğlu’nda Bristol Otel’de kaldı. Ardından Bursa’ya gitti. Halide ile Roger Fry bu gidiş gelişlerde birbirlerini gördüler mi, bu konuda bir bilgi yok. Ancak, Halide’nin babası da o günlerde Bursa’ya tayin olmuştu. İstanbul’da bir sergi açmak isteyen Fry’a bu yolculukta Clive Bell ile Vanessa Bell çifti eşlik etti. Fry belki de Halide ile 1909 karşılaşmasından etkilenmiş ve İstanbul’u görmeye karar vermişti. Vanessa ve Clive Bell’i bu yolculuk için kışkırtan ise ünlü İngiliz yazar Virginia Woolf’tu. 1906 yılında İstanbul’a gelen Virginia Woolf, Vanessa’nın kız kardeşiydi.
Halide’nin hafızasındaki hayat, Beşiktaş’ta doğduğu evde başlıyordu. Bu ev, Ihlamur’a giden uzun caddeye inen dik yokuşlardan birinin en tepesindeydi. Koyu yeşil çamlar, nazlı söğütler arasından Abdülhamid’in sarayını çevreleyen duvarlar ile Marmara’nın mavi suları görünürdü. Arka bahçeye bakan pencereler, baştanbaşa mor salkımdı. Çifte teraslı bahçede, çifte aslanlı bir havuz vardı. Billur suların şırıltısına, kumrularla güvercinlerin sesleri karışırdı. Fıstık, akasya, erik ağaçlı bahçenin ortasından alev çiçekli bir nar ağacı yükselirdi. Bu bahçe onun için hayatın başladığı noktaydı.
20. yüzyıl sona ererken, Venüs gezegeni üzerinde çalışmalar yapan bir grup bilim insanı, Venüs üzerindeki bir kratere Halide Edib’in anısını yaşatmak için ‘Adivar’ adını verdiler.
Eserlerimi de yazıp bitirdiğim andan itibaren, artık onlar bence bir değer taşımaz hale gelmişlerdir. Çünkü içimdeki ruhi mahiyette olan ihtiras maddileşince artık ehemmiyeti kalmıyor. Kabuğunu değiştiren bir yılan gibi eskisine bakmıyorum bile; o kadar onlara yabancı kalmak isterim. Yazılarım epey bir kısmı böyle mahvolup gitmiştir.
Eski aslın da güzeldir,değerlidir;düzeltilip onarılıp kullanılmalıdır.
Anladık ki insan sürülebilir, hatta imha edilebilir, fakat fikir öyle değil. Fikir kafadan kafaya, devirden devire atlar geçer ve kendini gösterir.
Fikir özgürlüğü olmayan, elit bir zümre ve ideolojiyi çocuklarına aşılamak için her tedbiri alan, her aracı kullanan bir memlekette, eğitim hiçbir zaman kurtarıcı ve yükseltici bir araç olamaz!
Bugün laisizim maalesef bizde din ve dinsizlik sofraları arasında bir top gibi oynanan mevzu olmuştur.
Devlet, İslam dininden ayrıldı ama İslam dini devletten ayrılamadı.
Vatanseverlik insanlara imkansıza da tahammül etmeyi öğretirken, saldırgan bir biçime büründüğünde canavarlığa dönüşebiliyor.
İlim ve irfan insanın kaderini yavaş yavaş değiştirebilir ama tarihin kaderini bir anda değiştiren çarpıcı olayların asıl ardında yatan, insanların dinamizmi ve bir yanardağ gibi aniden patlak veren tutkularıdır.
Müttefikler bize Wilson’u vermediler, Biz de Lenin’i aldık.
Bugün elimizde top tüfek denilen alet yok; fakat ondan büyük, ondan kuvvetli silahımız var; hak var, Allah var. Top tüfek düşer; hak ve Allah bakidir. Topunun yüzüne tükürecek kadar, evlatlar, analar, kalbimizde aşk ve iman milliyet duygusu var. (1919)
Cemal Paşa eşine benim güzel Venüs’üm, kocanın hayatı işte bu silahın ucuna bağlı.. Bizlerin akıbeti, alnımızı süsleyecek dört kurşundur. Asker kızı ve karısı olduğunu, asker anası olacağını hiç hatrından çıkarma!
Bana ileri sürdüğü evlenmede eksik bir şey vardı. Beni amacıyla evlendiriyordu, kendiyle değil.
Mücadele durduğu an, hürriyet kaybolmuştur!
Sizin meşrutiyet dediğiniz şeyi bize Midhat paşa verdi amma kafası ile ödedi
Meclis-i Mebusan’ın yeniden toplanması, seçim yapılması, vilayetlere padişah buyruğu gereği bildirilmiştir.

Herkes şaşırıp kalmıştı. Haminne, gözlüğünü üzerinden baktı ve sordu. Bu ne demek oluyor Halide? Oğullarını bir daha göremeyeceklerine inanan Peyker hanım ile Hamdi Efendi’nin gözlerinden yaşlar akıyordu. Sultan İkinci Abdülhamit meşrutiyet ilan ediyordu. Bu habere hepsi inanmak istiyor ama kuşkuyla kıvranıyorlardı. Halide haminnesine ne cevap vereceğini bilemedi. Yıllar sonra anılarında o günü anlatırken vermek istediği cevabı da yazmıştı.

Anladık ki insan sürülebilir, hatta imha edilebilir, fakat fikir öyle değil. Fikir kafadan kafaya, devirden devire atlar geçer ve kendini gösterir.

İpek Çalışlar, Halide Edip Biyografisine Sığmayan Kadın

Evdeki şöminenin üzerinde asılı olan bir dörtlük Halide’nin dinsel inançlarının bir özetiydi.
Ey binamaz diye beni haktan uzak gören
Sığmaz senin hayaline benim mihrab-ı minberim,
Sen sade beş vakitte ararsın ilahını,
Ben her zaman onunla emin ol beraberim.
Bu mektubu yatakta yazıyorum İzmir’de alevlerin ve korkunç acıların ortasından denize baktığımda zaferimiz için seve seve ödediğimiz bedeli kavradım.Bu zaferdeki çok mütavazı payım bütün bedensel ve düşünsel gücümü çekip aldı.Şu anda yumuşak şeyler hayal ediyorum,güzel müzik, şık kıyafetler ve ışıklarla güzel bir çevre içinde bulunduğumu düşünmeye çalışıyorum.Çok garip ve derin bir şekilde yeniden kadın olduğumu hissediyorum.Savaş süresince tamamen yabancı olduğum bir his bu. Londra’dan Yakın Doğu Komitesinden bir konferans teklifi aldım.Yapamayacağımı anlayıp şimdilik reddettim.Ardından İsmet Paşa beni delegasyonla götürmek istedi, bunu da yapamadım.Sağlığım iyi değil.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir