İçeriğe geç

Machines Like Me Kitap Alıntıları – Ian McEwan

Ian McEwan kitaplarından Machines Like Me kitap alıntıları sizlerle…

Machines Like Me Kitap Alıntıları

İntikam kültürü; kişisel acılara, kan dökmeye, anarşiye, toplumsal çöküşe götürür.
Geleceğin bize adını bile duymadığımız işler icat edeceği sözü basmakalıp bir sözdü, yalandı. Çoğunluk işsizse, meteliksizse sosyal çöküş kaçınılmazdı.
Küresel ısınma artıyordu. Kentlerin havası temizlendikçe ısı daha hızlı yükseliyordu. Her şey yükseliyordu – umutlar ve çaresizlik, sefalet, can sıkıntısı ve fırsatlar. Her şey boldu. Bolluk zamanıydı.
Yapay insanlar gitgide bize benzedikçe, sonra biz oldukça, sonra bizden de fazlası oldukça onlardan asla usanamazdık. Muhakkak bizi şaşırtacaklardı. Bizim hayal bile edemeyeceğimiz yollarla bizi hayal kırıklığına da uğratabilirlerdi. Trajedi bir ihtimaldi, can sıkıntısıysa değil.
Konusu benim gibi makineler ve sizin gibi insanlar ve ortak geleceğimiz

bizi bekleyen üzüntüler. Olacak bu. Zaman içinde gerçekleşecek iyileştirmelerle birlikte sizi geçeceğiz ve sizden daha kalıcı olacağız sizi sevsek bile. Inanın bana, bu satırlar zafer ifadesi değil Yalnızca esef.
Düşer yaprağım,
yenilenir baharda,
Sen düşüp kalırsın.

Kendinizi aşın ve dünyayı kavrayın.
İnsanın en çok hayranlık duyduğu kişi tarafindan nefret edilmesi nasıl da çarpık bir duyguydu.
Gerçek her zaman her şey değildir.
Savaş gibi temel bir konuda aynı görüşte değilsek Miranda ile ben hayatımızı nasıl birlikte geçirebilirdik?
Kullanım kılavuzu yalnızca etkiniz ve kontrolünüz olacağı yanılsamasını sunuyordu, anne babalar da çocuklarının kişilikleriyle ilgili böyle bir yanılsama içinde olurlardı.
“Herşeyi derinden hissediyorum. Söyleyebileceklerimden daha fazla.”
“Hiçbir şey alışamayacağımız kadar tuhaf değildir.”
“Herşeyi derinden hissediyorum. Söyleyebileceklerimden daha fazla.”
Asal sayılar gibi onun da ruhu, arzuları ve güdüleri değiştirilemezdi, doğallıkla ve tahmin edilemeyecek şekilde mevcuttular.
“Benden once hicbir sey yok. Bilincli bir varlik. Ona sahip oldugum icin sansliyim, ama oyle zamanlar oluyor ki onunla ne yapacagimi daha iyi bilmem gerekirdi diye dusunuyorum.”
Herkesi öldürmek kanserin çaresidir diyenler oldu. Yararcılık mantık açısından saçma olabilir.
Belli bir bakış açısından, acı çekmeyi önlemenin tek yolu, insanlığın tümden yok olmasıdır.
Korumamız gereken,işimiz değil işçilerin refahıydı.
İyi kararlar almak istiyorsak olasılıklar üzerinde düşünmeliyiz
Evlerinde rahat içinde yaşayan insanlar hiçbir şey anlamıyorlardı, kendi kültürlerini bile.
Sözleri içime işlemişti. Bıçak gibi. Anlamış olmam bıçağı keskinleştirmişti.
Nefretin insanı bu kadar coşturabileceğini hiç aklıma getirmezdim.
Hiçbir şey alışamayacağımız kadar şaşırtıcı değil.
Bir tarak uğruna kavga eden iki kel adam.
Akşam havasını beğendiğini göstermek için derin bir soluk aldı. Sonra damdan düşercesine, “Belli bir bakış açısından, acı çekmeyi önlemenin tek yolu, insanlığın tümden yok olmasıdır” dedi.
O kız beni kendimden kurtarabilirdi.
Bazen beden, akıldan da önce, ne yapacağını bilir.
Sözleri içime işlemişti. Bıçak gibi. Anlamış olmam bıçağı keskinleştirmişti.
Ben, her an gerçeğe dönüşebilecek istila tehlikesini hiç tanımamış şımarık bir kuşaktandım.
Bizi anlamıyorlardı çünkü biz de kendimizi anlamıyorduk.
Sana aşık olmanın anlamı nedir diye sorduğumda, esas olarak, arzunun ötesinde, bir başkasının huzuru için duyulan sıcak ve şevkatli bir ilgi olduğunu söylemiştin.
Benim varlığım bir boşluktan ibaretti. Onu ebeveynlikle doldurmak bir kaçış olurdu.
Bütün aşıkların başına gelen kötü ama geçici bir an, konuşarak bunu geride bırakabilir, çözüm bulup minnettarlıkla sevişerek onu mühürleyebilirdik. Ya da: Geri çekilirken ikimiz de fazla uzağa gider, beceriksiz akrobatlar gibi ellerimiz kayıp birbirinden ayrılırken düşerdik, yaralarımızı sağaltırken de yavaş yavaş birer yabancı olurduk.
Bir zamanlar senin ölmeni istemem kimin umurundaydı? Geçmiş gitmişti.
İş akıllı olmaya gelince – donup kaldım.
Sahte bir hikayeyle, çekici bir hayalle başlamak istemezdim.
“( ) zihin kendi mekanını yaratır.
Hiçbir şey alışamayacağımız kadar şaşırtıcı değil.
Yakınımızdaki insanlar, “We Shall Overcome” şarkısını söylüyorlardı, umut dolu duygularını daha ilk sözcüklerde umutsuz bir melodinin ezdiği şarkıyı. İkinci dizisi, ilkini daha zayıf olarak yineliyordu. “Come” sözcüğüne sıkışmış, uyumsuz bir şekilde alçalan üç zayıf noktada ürküp büzüldüm. Nefret ediyordum bundan. Ruhumun karardığının farkındaydım. Kalabalıkların neşesi ben de hep bu etkiyi bırakırdı.
Uyumadan önce masal da anlatılmamıştı bana.
Önce sevişiyor, sonra konuşuyorduk, sabahın erken saatlerine kadar.
( ) bense, o basmakalıp sözle söylersem, yüreğimin ezildiğini göğsümün ta içinde hissettim.
Ne var ki onların yazdığı güzel kodlarda Adem ve Havva’yı Auschwitz’e hazırlayacak hiçbir şey yok.
Sunt lacrimae rerum – şeylerin doğasında gözyaşı vardır.
( ) işkence, kölelik, aile içi şiddet, çocuk tacizi, okullarda baskınlar, tecavüz ve her gün yaşanan onlarca zulüm. Bu işkencelerle yan yana yaşıyoruz ve buna rağmen mutluluğu, hatta aşkı bulunca hiç şaşırmıyoruz.
Zekaya sahip, özbilinci olan bir makine yaratıyoruz ve onu kendi kusurlu dünyamıza itiyoruz. Genellikle mantıklı esaslar izlenerek geliştirilen, yenilerine de açık olan böyle bir zihin çok geçmeden kendini bir çelişkiler fırtınasının içinde bulur.
Adem, kendini tamamıyla aptallaştırabilmek için kendi yazılımını bozmuş. Basit emirleri yerine getiriyor ama bilebildiğimiz kadarıyla bunu farkında olmadan yapıyor. Başarısız bir intihar girişimi. Ya da başarılı bir kopuş.
( ) daha iyi bir hayata dair beslediğimiz umutlara doğru giden bir öbek mülteci olabilirdik biz diye düşündüm.
Çoğunluk işsizse, meteliksizse, sosyal çöküş kaçınılmazdı.
Talihten, bir çocuğun hayatını nasıl yönettiğinden konuştuk ( )
Nefretin insanı bu kadar coşturabileceğini hiç aklıma getirmezdim.
Geriye bakacağız ve eski zamanların insanlarının kendi kusurlarını ne kadar iyi betimlediklerine, kendi uzlaşmazlıklarından ve muazzam yetersizliklerinden ve karşılıklı olarak birbirlerini anlamamalarından ne kadar parlak, hatta iyimser masallar yarattıklarına hayret edeceğiz.
Dile getirilmedikleri sürece bana işkence eden bu konuları ortaya atmak için gereken netlik bende yokken cesareti nereden bulacaktım?
Bende doğru olan ne vardı? Bugün otuz üçüme basıyordum ve aşıktım. Hormon kokteyllerinin, endorfinlerin, dopaminin, oksitosinin filan anlaşılmaz mayası.
Ancak ceza mahkemelerinde adaletin kılıcı ya masumun ya da suçlunun üzerine inerdi, ikisine birden değil.
“Her şeyi derinden hissediyorum. Söyleyebileceğimden daha fazla.”
Organize suçların, ev köleliğinin, sahtekarlığın ve fahişeliğin de altın çağıydı. Çeşitli konularda krizler tropikal çiçekler gibi patlıyordu: Çocukların yoksulluğunda, çocukların dişlerinde, obezitede, ev ve hastane inşaasında, polis sayısında, öğretmenlerin işe alımında, çocukların cinsel istismarında.
İnsanların bütün bir hafta sonra önünde kuyruk oluşturdukları şeyler altı ay sonra ancak ayaklarına giydikleri çorap kadar ilgilerini çekiyorlardı.
Çağımız insan aklının geçerli bir kopyasını tasarlayabiliryordu, ancak mahallemizde, bir kaç kişi denediyse de, bir sürme pencereyi onlarabilecek biri yoktu.
Dışlananlar arasında özel vakaydım ben,
( ) insanın özsaygı tarihine, düzeyi kademe kademe düşürülerek yok olmaya başlamış bir şey olarak bakabilirdik.
( ) bir zamanlar tanrılara baş kaldıran akıl, kendi olağanüstü etki alanı yoluyla kendi kendini tahttan indirmek üzereydi.
Yaradan bizi bütün canlıların efendisi olarak atamıştı. Sonra biyoloji bizim ötekilerle aynı olduğumuzu, bakterilerle hercai menekşelerle alabalık ve koyunlarla aynı soydan geldiğimizi doğruladı.Yirminci yüzyılın başlarında, evrenin ne kadar muazzam olduğu ortaya çıkarılıp güneşin bile galaksimizdeki milyarlarca gök cisminden biri olduğu anlaşılınca –ki galaksimiz de milyarlarca galaksiden biriydi– karanlığın içinde daha da derine sürgün edildik.
Bir tarak uğruna kavga eden iki kel adam.
Hepimiz hala yaralarımızı sarıyorduk.
Burada, tam karşımda, bir metre kadar uzağımda aşkın bütün canlı olasılıkları duruyordu ve tek ihtiyacım buydu.
Müslümandı, ancak uygulamada değil de kültür açısından. Hayatında onu üzen şeyler varsa bile onurlu duruşunun altında gizliyordu onları.
( ) ölümlüler arasında bir tanrıydım,
“Diyorum ki, ölümden sonra yaşama inananlar asla hayal kırıklığına uğramayacaklar.”
“Yani, eğer yanılıyorlarsa bunu asla bilmeyecekler mi demek istiyorsun?”
“Evet.”
Biz çağdaş davranış kurallarını temsil eden bir modelin somutlaşmış haliydik: Tanışıklık, arkasından seks,sonra arkadaşlık, nihayet aşk. Geleneksel yoldan aynı hızla geçmemiz için geçerli bir neden yoktu. Sabırlı olmalıydık.
En kötüsüde buydu. Çocuğun işkencecisi aynı zamanda tek avuntusuydu.
Tercihlerimizi kontrol edemezdik. Ben bunun kanıtıydım.
Amaçsızca zamanın tutsağı olabilirdik. Ya sonra?
Yine de hiç kimse yılanı kendi kuyruğunu yemekten nasıl vazgeçirebileceğini bilmiyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir