İçeriğe geç

Psykhiatria ve Mythos Kitap Alıntıları – Kriton Dinçmen

Kriton Dinçmen kitaplarından Psykhiatria ve Mythos kitap alıntıları sizlerle…

Psykhiatria ve Mythos Kitap Alıntıları

Fakat Sisyphos, bu mutsuz kahraman, bilinci sayesinde, taşıdığı insan olmanın gururu ile, dış etkenlerin anlamsızlığına ve koşulların kaçınılmaz baskısına rağmen, gerçekleştirmeye mahkûm olduğu bu anlamsız işi, tanrılara kafa tutmanın bir simgesi şeklinde anlamlılaştırmayı ve bunu tüm insanlığa sonsuza dek öğretmeyi başarmıştır. İşte bunun içindir ki, Sisyphos mutludur.
İnsan, hangi kültür veya coğrafi bölge veya devirde yaşarsa yaşasın, aynı ortak insanî miras olan ortak bilinçdışının tesiri ile benzer mitosu yaratır.
Zaten sevgi ve aşk, ruhtan ayrılamaz ki
Kısaca eros ve erotik dürtülerin kişilik yapısı ve gelişmesinin başlıca unsurlarının yarısını oluşturmakta olduklarını söyleyebiliriz.
Kişinin bütün hayatındaki mutluluk ve de bu mutluluğun sonucu olarak sevgi ve yaratıcılık ögelerini tam olarak yerine getirebilmesi, hayatının üç ile altı yaş arasındaki dönemini rahat, anlayışlı, huzurlu ve sağlıklı bir aile ortamında geçirip geçirmemesine bağlıdır. Bu devreden sonra, kişi için, sevgili objesi, anne-babanın ve tüm ailenin dışında ve heteroseksual bir yön alır.
aşağı yukarı her kadında rastlarız. Her genç kızın mutlaka evlenmek istemesi, her ilişkinin genellikle bir evlenme ile bitmesini istemesi, kızdaki bilinçdışı Andromeda kompleksinin bir ifadesidir. Genç kız, kendisini bağlayan ve yaşamını kısıtlayan pek çok bağdan kurtulmayı evlilikte aramaktadır. Bu durumu, bilhassa sosyal baskıları çok fazla olan ve genç kız yaşamını rahatça yaşama özgürlüğünü vermeyen ailelerde, genç kızların ilk rastlayacakları erkekle, pek düşünmeden evlenme girişiminde bulunmaları hallerinde gözlemiş oluruz.
Baş, insan vücudunun en önemli kısmıdır. Adeta insanın dünyasıdır. Dünya yuvarlaktır. Baş da yuvarlaktır.
Andromeda kompleksine günlük hayatta, aşağı yukarı her kadında rastlarız. Her genç kızın mutlaka evlenmek istemesi, her ilişkinin genellikle bir evlenme ile bitmesini istemesi, kızdaki bilinçdışı Andromeda kompleksinin bir ifadesidir. Genç kız, kendisini bağlayan ve yaşamını kısıtlayan pek çok bağdan kurtulmayı evlilikte aramaktadır. Bu durumu, bilhassa sosyal baskıları çok fazla olan ve genç kız yaşamını rahatça yaşama özgürlüğünü vermeyen ailelerde, genç kızların ilk rastlayacakları erkekle, pek düşünmeden evlenme girişiminde bulunmaları hallerinde gözlemiş oluruz.
Cinsel siklusun yaratmakta olduğu bio-psiko-sosyal kısıtlanmaların yanı sıra, kadın, pek çok defa cinsel bir temastan sonra bu birleşmenin kanıtını aylarca vücudunda taşımaya ve sonra da -dünyaya getirdiği bebekle- bütün hayatınca etrafına ilan etmeye mecburdur, mahkûmdur.
Her güzel aşkın kötü kaderi gibi, bu çiçekler de kısa zamanda solup ölürler..
Kişi, kendisini yaradanı geçmek, kendisinin de bir yaradan olmasını istiyordu. Onun bu günahı için, Büyük Tanrı Kara-Han Kişi’ye Erlik lâkabını vererek, onu nur ve ışıktan kovdu; onun yerine, dokuz dallı bir ağacı yerden bitirerek her dalın altında birer insan yarattı ki, bunlar yeryüzündeki dokuz insan soyunun ataları oldu.
Analitik Psikoloji’ye göre ruh iki kısımdan oluşmaktadır: animus/anima ve psykhe. Psykhe kavramı gerek bilinçli ve gerekse bilinçdışı olarak işlev gösteren ruhsal süreçlerin tümünü; animus/anima ise, ancak kişilik olarak tarif edebildiğimiz ayrışmamış bir işlev kompleksini ifade etmektedir.
İşte, psikiyatride genellikle fetişizm konusu içinde düşünülen ve cansız kadın heykelleri veya kadın organları şeklindeki şeylere cinsel istek duymak ve onlarla cinsel doyuma ulaşmak hastalığına verilen Pygmalionismus terimi, böylesine güzel bir mitostan kaynaklanır.
PSYKHE
Tıp’ın en gizemli şubesi Psikiyatriye ismini veren Psykhe, Miletos kralının üç kızının en güzelidir.
Seksüel psikopatolojide kadınlar arasındaki homoseksüaliteye lesbianismus veya amor lesbicus ismi de verilmektedir. Bilhassa eski pskiyatri kitaplarında daha da sık rastlanan bu tabir Lesbos adasından ismini almaktadır.
İnsan, hangi kültür veya coğrafi bölge veya devirde yaşarsa yaşasın, aynı ortak insanî miras olan ortak bilinçdışının tesiri ile benzer mitosu yaratır.
“Psikiyatri Tıp’ın en baştan çıkarıcı alanı Mitoloji, insan düşüncesinin en baştan çıkarıcı mahsülü.. ve her ikisi de, gizemli güzelliklerle dolu dehlizlere sürüklerler ”
İnsan anlayamadığı, açıklayamadığı, aklının alamadığı bir olay karşısında bulunduğunda -hele bu olay soyut olursa çok daha büyük ölçüde- ya metafizik/demoniak bir açıklamaya başvuracak ya da olayı efsane/mythoslara (mitos) dönüştürüp kendi yaşantısı, kıymet ölçüleri, ahlâk anlayışı, inancı içinde yoğurarak o olaya bir yaşarlılık verecektir.
~ Kişinin, erkekse ilk sevgilisi annesi, kızsa ilk sevgilisi babasıdır. Yaşamın üç ile altı yaş diliminde yaşanan bu devreler, hayatın en mühim ve insanın bütün ilerideki yaşam serüvenine damgasını vuran, onun ileride mutlu veya mutsuz, huzurlu veya huzursuz, başarılı ve atılgan ya da hayatın geri planında kalmış bir pısırık olmasının temellerinin atıldığı devrelerdir.

~ Kişinin bütün hayatındaki mutluluk ve de bu mutluluğun sonucu olarak sevgi ve yaratıcılık ögelerini tam olarak yerine getirebilmesi, hayatının üç ile altı yaş arasındaki dönemini rahat, anlayışlı, huzurlu ve sağlıklı bir aile ortamında geçirip geçirmemesine bağlıdır. Bu devreden sonra, kişi için, sevgili objesi, anne-babanın ve tüm ailenin dışında ve heteroseksual bir yön alır.

İnsanın en temel ruhsal unsuru olan id’de yaratıcılık ve sevgi ile yıkıcılık ve nefret nitelikleri iç-içe ve karmaşık bir şekilde bulunur. Normal kişide yaratıcılık ve sevgi, yani eros ile yıkıcılık ve nefret, yani thanatos – destrudo komponentleri kişinin mutluluğunu elde edebilmesi amacı ile tam bir uyum içinde bulunurlar.
Sevgi ve aşk, ruhtan ayrılamaz ki
Genç kız, kendisini bağlayan ve yaşamını kısıtlayan pek çok bağdan kurtulmayı evlilikte aramaktadır. Bu durumu, bilhassa sosyal baskıları çok fazla olan ve genç kız yaşamını rahatça yaşama özgürlüğünü vermeyen ailelerde, genç kızların ilk rastlayacakları erkekle, pek düşünmeden evlenme girişiminde bulunmaları hallerinde gözlemlemiş oluruz.
Bu gibi haklerde, genç kız, sevdiği bir erkek ile beraber yaşamak için değil sadece evlenmiş olmak için evlenmektedir.
Psikiyatride bir annenin bilinçdışı olarak öz çocuğuna karşı nefret hissi ve öldürme arzusu duyması halinde kullanılan Medeia kompleksinin analitik tetkikinde, çoğunlukla, hadisede kadının kocasına karşı duymakta olduğu düşmanca hislerin rol oynadığı ortaya çıkmaktadır.
Uyku sırasında sansürün uyuklamasından istifade ederek kişinin bilinçdışının gerçekleşmesini istediği hadisenin ‘gerçekmiş gibi hissedilme’ mekanizması rol oynar. Fakat son anda sansürün ortadan kalmasından istifade ile ortaya çıkmak üzere olan itilmiş materyal, süperegonun müdahalesi sonucu kişinin uyandırılması ile faaliyete geçen sansür sayesinde yeniden bilinçaltının karanlıklarına itilmiş, bu suretle ego korunmuş olur
Bir babanın, kendi öz çocuklarına karşı, bilinçdışı olarak beslemekte olduğu öldürme isteğini ifade etmek üzere kullanılan Atreus kompleksi terimi, Zeus’un ölümlü çocuklarından Tantalos’un, oğlu Pelops’u öldürüp pişirdikten sonra tanrılara yedirmek istemesi ile başlayan cinayetler serisinden gelmektedir.
Erkek boz bir kurt ile dişi beyaz bir geyikten ise Cengiz’in ceddi doğmuştur.
Platon ve komedya yazan Aristophanes de insanların en ilkel devrede, hem erkek ve hem de dişi olduklarını; ancak, bu nedenle çok kuvvetlendikleri için, tanrıların -insanların bir gün kendilerine rakip olabilecekleri korkusu ile- onların her birini ikiye ayırarak kadın ve erkek cinslerini oluşturduklarından söz ederler.
Kişinin bütün hayatındaki mutluluk ve de bu mutluluğun sonucu olarak sevgi ve yaratıcılık ögelerini tam olarak yerine getirebilmesi, hayatının üç ile altı yaş arasındaki dönemini rahat, anlayışlı, huzurlu ve sağlıklı bir aile ortamında geçirip geçirmemesine bağlıdır.
Prometheus doğru bildiğinden şaşmaz. Sonsuza dek ızdırap çekeceğini bildiği halde fikrini savunur. İnsanlara fikirlerini özgürce savunmalarını öğretmeye devam eder
Ortak bilinçdışındaki materyel kişinin kendi öz yaşantısı ile ilgili değildir; kişinin tüm atalarının, yani bütün İnsanlık’ın hayat tecrübelerinden ortaya çıkar. Her bir kişinin bilinçdışında tüm insanlığın ortak yaşam mirası intikal etmiş bulunmaktadır; burada İnsanlık’ın ortak yaşam mirası olarak geçmiş ögeler, davranış kalıpları, duyuş ve düşünüş tarzları arketipler şeklinde depolanmışlardır.
Etrafımızda görmekte olduğumuz her güzel şey, insan ve hattâ hayvan tarafından yaratılmış olan her güzel, her faydalı nesne, insanı insan yapan her özellik veya eser erosun sonucudur.
Kendisinin kuracağı, kendisinin şekil vereceği, kendisine ait olacağı ve onun tüm sorumluluğunu omuzlarında taşıyacağı bir dünya yaratmak kararı
Her bir kişinin bilinçdışında tüm insanlığın ortak yaşam mirası intikal etmiş bulunmaktadır
genellikle Tıp ve özellikle insan aklı ve ruhunun sorunlarına cevap ve çözüm bulmakla görevli psikiyatrinin büyüklüğü ve evrenselliğinin ifadesidir.
İnsancı ve insancıl komponentleri en belirgin bir leitmotif, bir tema olarak her an ve her vak’ada rastlamış olduğumuz Psikiyatri için, insan aklının yarattığı mitoslar sadece bir tarihî gelişim unsuru değil ve fakat ondan çok daha öteye gitmektedir.
İnsan anlayamadığı, açıklayamadığı, aklının alamadığı bir olay karşısında bulunduğunda -hele bu olay soyut olursa çok daha büyük ölçüde- ya metafizik/demoniak bir açıklamaya başvuracak ya da olayı efsane/mythoslara (mitos) dönüştürüp kendi yaşantısı, kıymet ölçüleri, ahlâk anlayışı, inancı içinde yoğurarak o olaya bir yaşarlılık verecektir.
Narkissos, dağlarda tek başına dolaşan güzel bir delikanlıdır. Dağ perilerinden Ekho ona âşık olur, fakat bir türlü aşkını ifade etmesine imkân yoktur; Ekho hiçbir zaman kendisi konuşamaz; ancak uzaktan, kendisi gözükmeden söylenenlerin son kelime veya hecesini tekrarlayabilirmiş. İşte böylesine umutsuz bir aşka tutulur Ekho. Narkissos arkadaşlarını ararken “biri var mı burada?” diye sorunca, Ekho da “burada” diye cevap verir. Bunun üzerine Narkissos da “gel” diye yanıtlar. Zavallı Ekho, umut ve sevgi içinde “gel” diyerek ortaya çıkar; fakat kendini beğenmiş Narkissos her halde Ekho’yu beğenmemiş olacak ki, pek yüz vermez ve çekip gider Ekho kırgın, üzgün, umutsuz bir halde dağlardaki mağaralara sığınır. Ve oradan da, kendisini hiç göstermeden duyduğu sözlerin son kelime veya hecelerini hâlâ tekrarlayıp durur
Ancak, bütün bu olup bitenleri öğrenen cezalandırma tanrıçası Nemesis, kalpsiz ve kendini beğenmiş Narkissos’u, bundan böyle kimseyi beğenip sevmemekle ve bütün aşkını yalnız kendisine yöneltmekle cezalandırır
Bir gün Narkissos dağlarda dolaşırken ağaç ve yeşillikler içinde kaybolmuş bir pınara rastlar; eğilip su içmek istediğinde suda gördüğü hayali beğenip ona hemen âşık olur; ne var ki beğendiği bu hayal kendisinden başkası değildir Suda görüp âşık olduğu hayali elde etmek için eğildiğinde de suya düşüp boğulur.
Haberi alan dağ nympha’ları güzel delikanlının cesedini bulup görmek isteler, fakat o güzel Narkissos’un cesedi yerine güzel bir çiçek bulurlar: Nergis
Kadınlarda görülen ve bilinç dışı olarak işlev gören kocasının erkek akrabalarından birine sahip olabilmek için onu öldürmek arzusu diye tanımlanan Klytaimnestra kompleksi trajik bir mitosa dayanmaktadır.
Uyku sırasında sansürün uyuklamasından istifade ederek kişinin bilinçdışının gerçekleşmesini istediği hadisenin ‘gerçekmiş gibi hissedilme’ mekanizması rol oynar. Fakat son anda sansürün ortadan kalmasından istifade ile ortaya çıkmak üzere olan itilmiş materyal, süperegonun müdahalesi sonucu kişinin uyandırılması ile faaliyete geçen sansür sayesinde yeniden bilinçaltının karanlıklarına itilmiş, bu suretle ego korunmuş olur
Sisyphos kavramı, özellikle Varoluşçu psikiyatride, absurd-saçma kavramının bir simgesi olarak kullanılmaktadır. Genel günlük Psikiyatri uygulamasında pek kullanılmayan Sisyphos kavramı terimindeki mitoloji kahramanı Sisyphos, hiç de absurd-saçma bir iş yapmış değildir; tam tersine, belki de, insanın varoluşundan beri insan varoluşuna yakışan en anlamlı, en insanca işi yapmıştır.
Sisyphos, zekâsı ile tanrılarla boy ölçüşmeye kalkışmıştır.
Prometheus tanrılara özgü olarak kabul edilmiş ateş-bilgiyi insanlara vermiş ve sonunda tanrılar tarafından Kafkas dağlarında prangaya vurulup sonsuza dek vahşi kuşlara yem olmaya mahkûm edilmiş ise; Zeus’u kandırmaya, ondan zekâsı ve akıllılığı sayesinde ödünler koparmaya kalkışmasından dolayı Sisyphos da, çok anlamlı bir iş yapmaya girişen bu kişi de, en anlamsız bir işi yapmaya, koca bir kayayı, bir dağın eteğinden tepesine kadar iteleyerek götürmeye mahkûm edilmiştir. Ne var ki kaya, tam tepeye varacağı sırada Sisyphos’un elinden kayarak tekrar dağın eteğine kadar yuvarlanıp düşecek ve bu iş sonsuza dek sürüp gidecektir.
Zeus’un Sisyphos’a vermiş olduğu ceza bu Fakat Sisyphos, bu mutsuz kahraman, bilinci sayesinde, taşıdığı insan olmanın gururu ile, dış etkenlerin anlamsızlığına ve koşulların kaçınılmaz baskısına rağmen, gerçekleştirmeye mahkûm olduğu bu anlamsız işi, tanrılara kafa tutmanın bir simgesi şeklinde anlamlılaştırmayı ve bunu tüm insanlığa sonsuza dek öğretmeyi başarmıştır. İşte bunun içindir ki, Sisyphos mutludur.
Gelin anlamına gelen ve ormanlarda, dağlarda, kırlarda, sularda yaşayan dişi varlıklar olan nymphaların mitolojideki yerleri, bugünkü masallardaki peri kızlarına benzer. Büyük tanrılarla ilişki kurarlar, aşk maceraları olur, tanrıçalar onları kıskanır. Pan, satyrler, silenler, Priapos gibi cinlerden ve de genelde erkeklerden nymphalar kaçar, hattâ erkek düşmanı olurlar. Ancak aralarında Maia gibi Zeus ile Arkadia’daki gölgeli mağaralarda sevişip sonunda Hermes gibi tanrı doğuranlar da vardır.
İşte bu nymphalar, bugünkü psikiyatrik nomenklatürde, kadınlarda görülen hyperseksual davranışa nymphomania isminin verilmesine sebep olmuşlardır.
Her gün etraftaki dağ-tepelerde dolaşıp duran Hermaphroditos, Bardacık gölünün serin sularında çırılçıplak yüzermiş. Gölde yaşayan su perisi Salmakis de çırılçıplak yüzer, güzel saçlarını etrafa saçarak bazen bir çiçek, bazen bir rüzgar fısıltısı, bazen su, bazen de etraftaki mersin ve yabani sakız ağaçlarının kokusu olurmuş. İşte insanı baştan çıkaran gizemli aşk serüvenlerine sürükleyen bu su perisi Salmakis, yakışıklı Hermaphroditos’a aşık olmuş.
Ona iltifat etmiş, davet etmiş, yalvarmış, onunla birleşmek istemiş ise de yakışıklı Hermaphroditos fettan Salmakis’e pek yüz vermemiş. Vermemiş ama, Salmakis de tanrılara ve bilhassa Zeus’a yalvarmış yakarmış: ‘Öyle bir sevişmemiz olsun ki, ikimiz tek bir vücut olalım, tek kişi olalım ve bu birleşmemiz hiç bitmesin’ diye gözyaşı dökmüş.
Zeus, böylesine güzel bir su perisinin yalvarmalarına dayanamamış. ‘Olsun’ demiş ve bir gün Hermaphroditos çıplak olarak gölde yüzerken, Salmakis derinliklerden çıkarak ona öyle sonsuz ve bitmeyen bir arzu ile sarılmış ki, Hermaphroditos dayanamamış, o da Salmakis’e sarılmış.
Öylesine arzulu, sonsuza dek sevişmeye başlamışlar ki, ikisi bir daha ayrılmamak üzere tek vücut olmuşlar; zaten ilâhların ilâhının da buyruğu bu değil miydi? Böylece Hermaphroditos, Salmakis ile birleşmesi sonunda, hem erkek ve hem de kadın seks organlarını taşımış
Platon ve komedya yazan Aristophanes de insanların en ilkel devrede, hem erkek ve hem de dişi olduklarını; ancak, bu nedenle çok kuvvetlendikleri için, tanrıların -insanların bir gün kendilerine rakip olabilecekleri korkusu ile- onların her birini ikiye ayırarak kadın ve erkek cinslerini oluşturduklarından söz ederler.
Bir babanın, kendi öz çocuklarına karşı, bilinçdışı olarak beslemekte olduğu öldürme isteğini ifade etmek üzere kullanılan Atreus kompleksi terimi, Zeus’un ölümlü çocuklarından Tantalos’un, oğlu Pelops’u öldürüp pişirdikten sonra tanrılara yedirmek istemesi ile başlayan cinayetler serisinden gelmektedir.
Tantalos, oğlu Pelops’u pişirip tanrılara yedirmek istediğinde, tanrılar Tantalos’un bu korkunç oyununu hemen fark edip yemeğe el sürmemişlerdi, ancak o ziyafette bulunan fakat o gün kendi problemi nedeni ile dalgın olan Demeter, Tantalos’un uğursuz oyununa gelerek, bilmeden Pelops’un omuzunu yemişti. Bu yüzden de, tanrılar Pelops’u dirilttiklerinde omuzunu fildişinden yapmak mecburiyetinde kalmışlardı.
Pelops’a can verilmiş; ama, bütün soy da lanetlenmişti artık. Ve ondan sonra, Pelops’un oğullarından Atreus’u da kapsayan korkunç bir baba-oğul, oğul-baba cinayetleri bu iğrenç soy boyunca devam edip durdu
Mitolo?ide Atreus soyu diye bilinen bu lanetlenmiş soyda, korkunç aile içi cinayetleri birbirini izlemekteler. Pek çok tragedya ile şiire konu olmuş oğlunu öldürme isteğinin ortaya çıkardığı komplekse, psikanalizde Atreus kompleksi ismi verilir.
Servikal vertebraların birincisi Atlas adını alır. O vertebra ki, başı tutar. Baş, onun üstünde durur ve onun ekseni üzerinde bütün hareketleri yapar.
Baş, insan vücudunun en önemli kısmıdır. Adeta insanın dünyasıdır. Dünya yuvarlaktır. Baş da yuvarlaktır.
Atlas, tüm dünyayı, bazılarına göre de, kuvvetli ve yorulmaz kolları ile göğü kaldıran bir titandır. Homeros’un ifadesine göre, Atlas yer ile göğü ve bunları birbirinden ayıran direkleri taşır o kuvvetli omuzlarında. Titan Iapetos Okeanos’un kızı Klymene ile evlenerek Atlas, Menoitios, Prometheus ve Epimetheus isimli dört titanı ortaya çıkarır.
Titanlar kocaman, korkunç kuvveti olan, yorulmaz, her şeyi yapabilen, ne insan ne de ilâh olan, insan ile tanrı arasında yaratıklar. Öylesine kuvvetlidirler ki, Olympos’un tepesinde bütün insanlara hükmeden tanrılara bile başkaldırma cesaretini gösterebilmişlerdir.
Platon ve komedya yazan Aristophanes de insanların en ilkel devrede, hem erkek ve hem de dişi olduklarını; ancak, bu nedenle çok kuvvetlendikleri için, tanrıların -insanların bir gün kendilerine rakip olabilecekleri korkusu ile- onların her birini ikiye ayırarak kadın ve erkek cinslerini oluşturduklarından söz ederler.
İnsan, hangi kültür veya coğrafi bölge veya devirde yaşarsa yaşasın, aynı ortak insanî miras olan ortak bilinçdışının tesiri ile benzer mitosu yaratır.
Bir babanın, kendi öz çocuklarına karşı, bilinçdışı olarak beslemekte olduğu öldürme isteğini ifade etmek üzere kullanılan Atreus kompleksi terimi, Zeus’un ölümlü çocuklarından Tantalos’un, oğlu Pelops’u öldürüp pişirdikten sonra tanrılara yedirmek istemesi ile başlayan cinayetler serisinden gelmektedir.
Thessalia kralı Phlegias’ın kızı Koronis, Apollon ile sevişir ve hamile kalır. Ancak, tanrı Apollon’un dölünü karnında taşımakta iken Koronis bir yabancı ile de sevişir. Hadiseyi öğrenen -bazılarına göre de kendi gözü ile gören- Apollon, Koronis’in bir odun yığınının üstünde dipdiri yakılmasına karar verir. Koronis, tam alevler içinde ölmekte iken, Apollon karnını yararak içinden kendi kanından gelen dölü kurtarır ve bu şekilde dünyaya gelen Asklepios’u büyütmesi için, Kheiron’a verir. Kheiron, doğa içinde yaşadığı için, doğanın ve dolayısıyla hayatın bütün sırlarını bilir. Yani hekimliği bilir Bütün bildiklerini de Asklepios’a öğretir ve daha sonra Asklepios, bütün bu bilgisi ile hekimlik tanrısı olur.
Andromeda kompleksine günlük hayatta, aşağı yukarı her kadında rastlarız. Her genç kızın mutlaka evlenmek istemesi, her ilişkinin genellikle bir evlenme ile bitmesini istemesi, kızdaki bilinçdışı Andromeda kompleksinin bir ifadesidir. Genç kız, kendisini bağlayan ve yaşamını kısıtlayan pek çok bağdan kurtulmayı evlilikte aramaktadır. Bu durumu, bilhassa sosyal baskıları çok fazla olan ve genç kız yaşamını rahatça yaşama özgürlüğünü vermeyen ailelerde, genç kızların ilk rastlayacakları erkekle, pek düşünmeden evlenme girişiminde bulunmaları hallerinde gözlemiş oluruz.
Myrrha, diğer adıyla Smyrna, Suriye kralı Theias ya da Kıbrıs kralı Kinyras’ın kızı idi. Bu güzel kız, Aphrodite’in lanetine uğramış olduğundan babasına âşık olmuş ve dadısının kurduğu bir oyun sonucu, babasının haberi olmadan babasının koynuna girmiş. Hattâ, babasından gebe kalmış. Zavallı baba, tam on ikinci gününde, kendini sürüklemiş olduğu büyük günahı farkedince kızının üzerine kılıçla yürümüş. Ancak, her ne hikmetse, tanrılar bu günahkâr kızı babasının haklı gazabından kurtarmak istemişler ve, tam o sırada Myrrha’yı mersin ağacına dönüştürmüşler. Bir müddet sonra da, mersin ağacı gövdesinden çok güzel bir erkek çocuk dünyaya gelmiş: Adonis
Çocuk öylesine güzelmiş ki bir yandan Aphrodite, bir yandan da başlangıçta çocuğa bakması için Aphrodite’nin tutmuş olduğu yeraltı tanrıçası Persephone onu paylaşamamışlar. Bir müddet sonra, çocuk biraz büyüyüp güzel bir delikanlı olunca, kavga kıyamet o zaman kopmuş. Sonunda, işe Zeus karışmış ve Adonis’in yılın dört ayını Aphrodite’nin yanında, dört aynı Persephone’nin yanında geçirmesine karar vermiş; geri kalan dört ayı da, kimin yanında geçireceğinin kararını Adonis’in kendisine bırakmış. Adonis bu dört ayı da güzel Aphrodite’nin yanında, yani tüm yılın sekiz ayını Aphrodite ile geçirmeye karar verince kıyamet tam kopmuş. Diğer tanrılar da kıskançlıklarından kavgaya karışmışlar ve sonuçta savaş tanrısı Ares ile bereket tanrısı Artemis, Adonis’i öldürmek üzere bir yaban domuzu salmışlar. Kasığından yaralanan Adonis kanaya kanaya can vermiş. Toprağa dökülen kandan, her bahar açan o güzelim Manisa laleleri bitmiş. Bu esnada sevgili Adonis’in yardımına koşan Aphrodite’nin ayağına diken batmış. Kanayan ayağından damlayan kandan da beyaz gülden kırmızı gül oluşmuş.
Erkek boz bir kurt ile dişi beyaz bir geyikten ise Cengiz’in ceddi doğmuştur.
Daha hiçbir şey yok iken ilk olarak su ortaya çıktı.
Tanrıların tanrısı Kara-Han önce kendisine benzer bir canlı yaratarak adını Kişi koydu

Başlangıçta Kara-Han ile Kişi, iki siyah kaz olarak, tam bir rahatlık ve sükûnet içinde bir su kütlesi üzerinde yaşamakta idiler Fakat, Kara-Han’ın yaratmış olduğu Kişi, içindeki yaratıcılık hissi ile, mutlak sükûnetten sıkılarak bu sükûneti bozmak, birşeyler yaratmak istedi Ancak, bu küstahlığını az kalsın hayatı ile ödeyecekti. Zira, biraz uçtuktan sonra sonsuz derinlikteki suya düşerek boğulma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Tam boğulurken, Büyük Tanrı Kara-Han imdadına yetişerek, ona, üstüne oturup batmaktan kurtulması için suların derinliklerinden bir yıldız yükseltti.
Daha sonra, Kara-Han Dünya’yı yaratmayı düşündü Onun için de Kişi’nin yardımını istedi Kişi’den suyun dibine inerek toprak çıkarmasını istedi Ve, Kişi’nin suyun dibinden çıkardığı toprağı suyun yüzüne serperek Dünya’yı yaratmaya koyuldu Ortaya dümdüz, yeknesak bir dünya çıkıyordu
Kişi, ortaya çıkmakta olan bu dünyayı heyecansız, anlamsız bulduğu için kendine ait bir dünya yaratmaya karar verdi
Kendisinin şekillendireceği, kendisinin ona bir mânâ vereceği bir dünya yaratma kararı

Ve, bu kararını yerine getirmek için de suyun dibinden çıkardığı toprağın bir kısmını ağzının içine saklamaya çalıştı.
Ne var ki, ağzındaki toprak büyüyerek onu boğmaya başladı

Burada biraz düşünmemiz lazım. Mitostaki Kişi, görüyoruz ki tam bir insan, bir existentialist-varoluşçudur. Kendisinin kuracağı, kendisinin şekil vereceği, kendisine ait olacağı ve onun tüm sorumluluğunu omuzlarında taşıyacağı bir dünya yaratmak kararı Fakat, burada da, bütün insan atılımları gibi, Kişi’nin bu atılımı da mükadderatçı-deterministik bir fatalizm altında ezildi.

Zaten sevgi ve aşk, ruhtan ayrılamaz ki
Kişinin bütün hayatındaki mutluluk ve de bu mutluluğun sonucu olarak sevgi ve yaratıcılık ögelerini tam olarak yerine
getirebilmesi, hayatının üç ile altı yaş arasındaki dönemini rahat, anlayışlı, huzurlu ve sağlıklı bir aile ortamında geçirip geçirmemesine bağlıdır.
Güneş tanrısı Helios’un karısı olan Medeia, çocuklarını öldürüp parçalarını babalarının önüne fırlatacak kadar korkunç bir anne olarak karşımıza çıkar. Ancak, hadise üzerine düşünecek olursak, Medeia’nın kocası tarafından hor görülen, itilmiş ve yabancılık hisleri içinde çırpınan bir kadın olduğunu görürüz. İşte bu nedenle, kocasının birer simgesi olan çocuklarından nefret etmektedir
Her şeyden önce Khaos vardı. Bu sonsuz boşluktan Gaia-yeryüzü, Tartaros-yeraltı karanlıklar bölgesi ve Eros-aşk* yaratıldı.
Gaia kendiliğinden denizlerle dağları ve Uranos-gök’ü yarattı; ve kendisinin yaratmış olduğu Uranos ile evlendi. Bu evlilikten doğanlar arasında Titan-yarı ilâhlar, Kyklops-yuvarlak tek gözlü kötü yaratıklar ve Hekatonheirler-yüzkollular ortaya çıktı. Titanlar arasında Kronos, Okeanos-dünyayı kuşatan ırmak, Tethys-yeryüzündeki tüm ırmakların anası, Hyperion-güneş, ay, şafağın babası, Themis-adalet, Atlas-dünyayı omuzlarında taşıyan, Iapetos-bilgeliği tanrıların tekelinden alıp İnsanlık’a armağan eden Prometheus’un babasını sayabiliriz.
Ancak, Uranos, bir gün kendi hakimiyetine son verecekleri korkusu ile, bütün doğan çocuklarını anneleri Gaia’nın karnına gerisin geriye tekrar sokuyor, bir türlü gün ışığına çıkartmıyordu. Ta ki, oğullarından Kronos, bu duruma tahammülü kalmayan Gaia’nın eline sıkıştırdığı tırpan ile babasının testislerini koparıncaya kadar Uranos’un kesilen testislerinden akan kandan Erinys-öç alma tanrıçaları, akan spermadan ise aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite yaratılarak Kıbrıs’ın kıyılarında ortaya çıktı.
Daha hiçbir şey yok iken ilk olarak su ortaya çıktı. Tanrıların tanrısı Kara-Han önce kendisine benzer bir canlı yaratarak adını Kişi koydu
Başlangıçta Kara-Han ile Kişi, iki siyah kaz olarak, tam bir rahatlık ve sükûnet içinde bir su kütlesi üzerinde yaşamakta idiler Fakat, Kara-Han’ın yaratmış olduğu Kişi, içindeki yaratıcılık hissi ile, mutlak sükûnetten sıkılarak bu sükûneti bozmak, birşeyler yaratmak istedi Ancak, bu küstahlığını az kalsın hayatı ile ödeyecekti. Zira, biraz uçtuktan sonra sonsuz derinlikteki suya düşerek boğulma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Tam boğulurken, Büyük Tanrı Kara-Han imdadına yetişerek, ona, üstüne oturup batmaktan kurtulması için suların derinliklerinden bir yıldız yükseltti.
Daha sonra, Kara-Han Dünya’yı yaratmayı düşündü Onun için de Kişi’nin yardımını istedi Kişi’den suyun dibine inerek toprak çıkarmasını istedi Ve, Kişi’nin suyun dibinden çıkardığı toprağı suyun yüzüne serperek Dünya’yı yaratmaya koyuldu Ortaya dümdüz, yeknesak bir dünya çıkıyordu Kişi, ortaya çıkmakta olan bu dünyayı heyecansız, anlamsız bulduğu için kendine ait bir dünya yaratmaya karar verdi Kendisinin şekillendireceği, kendisinin ona bir mânâ vereceği bir dünya yaratma kararı
Ve, bu kararını yerine getirmek için de suyun dibinden çıkardığı toprağın bir kısmını ağzının içine saklamaya çalıştı. Ne var ki, ağzındaki toprak büyüyerek onu boğmaya başladı
Burada biraz düşünmemiz lazım. Mitostaki Kişi, görüyoruz ki tam bir insan, bir existentialist-varoluşçudur. Kendisinin kuracağı, kendisinin şekil vereceği, kendisine ait olacağı ve onun tüm sorumluluğunu omuzlarında taşıyacağı bir dünya yaratmak kararı Fakat, burada da, bütün insan atılımları gibi, Kişi’nin bu atılımı da mükadderatçı-deterministik bir fatalizm altında ezildi.
Kişi, tam boğulacakken, ağzından fırlayan toprak, önceden Kara-Han tarafından yaratılan dümdüz dünyanın üstüne serpilerek dağları ve tepeleri oluşturdu. Kişi, belki de kendi öz dünyasını kuramamıştı, ama kurulmakta olan dünyanın şekil almasına, anlam kazanmasına neden oldu. Kara-Han Kişi’nin bu yaptıklarına çok kızdı. Kişi’nin günahı büyüktü. Kişi, kendisini yaradanı geçmek, kendisinin de bir yaradan olmasını istiyordu. Onun bu günahı için, Büyük Tanrı Kara-Han Kişi’ye Erlik lâkabını vererek, onu nur ve ışıktan kovdu; onun yerine, dokuz dallı bir ağacı yerden bitirerek her dalın altında birer insan yarattı ki, bunlar yeryüzündeki dokuz insan soyunun ataları oldu.Bundan sonra Erlik adını almış olan Kişi de, yaratılmış bulunan insanları kendi tarafına çekmek istedi Ve insanlar Erlik’e kanarak, onun yoluna doğru gitmeye başlayınca, Kara-Han onların tümüne kızarak insanoğlunu bundan böyle kendi haline bırakmaya karar verdi. Erlik’i de lânetleyerek yeraltındaki karanlıklar ülkesinin üçüncü katına sürdü. Sonra da, göğün yedinci katını yaratarak etrafında toplanmış kişilerle birlikte kendisine orayı mekân yaptı. Kendi başlarına kalan zavallı insanlara ise, öğretici ve koruyucu olarak Maytere’yi gönderdi.
Böylece, bir müddet sonra, büyük Kara-Han tarafından affedilen Erlik, kendi taraftarları ile, gene büyük Kara-Han’dan izin alarak yaratmış olduğu bir gökte huzur içinde yaşamaya başladı ki, bu hal, nedense Kara-Han’ı kızdırdı Kara-Han, Mandişire’yi göndererek, Erlik’in kurduğu göğü parçalattı. Mandişire, mızrağı ile, Erlik’in yarattığını yıktı. Ne var ki, bu suretle gökten düşen yıkıntılar sonucunda Dünya’daki yüksek dağlar, derin boğazlar, korkunç yerler ve ormanlar yaratılmış oldu. Erlik’e gelince, Kara-Han’ın emri ile ne güneş, ne ay ne de yıldızların olduğu kapkaranlık bir zindana, yerin en derin katına sürülerek, sonsuza dek orada kalmaya mahkûm edildi
Daha hiçbir şey yok iken ilk olarak su ortaya çıktı. Tanrıların tanrısı Kara-Han önce kendisine benzer bir canlı yaratarak adını Kişi koydu
Başlangıçta Kara-Han ile Kişi, iki siyah kaz olarak, tam bir rahatlık ve sükûnet içinde bir su kütlesi üzerinde yaşamakta idiler Fakat, Kara-Han’ın yaratmış olduğu Kişi, içindeki yaratıcılık hissi ile, mutlak sükûnetten sıkılarak bu sükûneti bozmak, birşeyler yaratmak istedi Ancak, bu küstahlığını az kalsın hayatı ile ödeyecekti. Zira, biraz uçtuktan sonra sonsuz derinlikteki suya düşerek boğulma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Tam boğulurken, Büyük Tanrı Kara-Han imdadına yetişerek, ona, üstüne oturup batmaktan kurtulması için suların derinliklerinden bir yıldız yükseltti.
Jung kuramında, yukarıda tarif etmiş bulunduğumuz kişilik kısımlarının dışında, onların derinliklerinde olup onları besleyen çok önemli bir kişilik kısmı da bilinçdışıdır. Jung’a göre bilinçdışı:
1- Nispeten daha yüzeysel olan ve kişisel varoluşun unutulmuş, itilmiş, süblimasyon yolu ile idrak edilmiş, duyulmuş, düşünülmüş, yaşanmış tüm materyeli ihtiva eden personel-kişisel bilinçdışı,
2- Personel bilinçdışının çok daha derinlerinde bulunan ve kişisel olarak elde edilmemiş olup, insanlığın ortak mirası olarak nesilden nesile intikal eden ruhsal işlev ürünlerinin biriktiği ortak bilinçdışından oluşur.
Egonun, gerek geçmişteki süreçlerden toplanmış muazzam bir imaj yığınından, gerekse dıştan duygu fonksiyonları kanalı ile nakledilmiş uyarılarının kayıt imajlarından ve bu iki grubun karşılıklı etkilenmelerinden oluştuğunu görmekteyiz. Kayıt imajların sayılamayacak kadar çok olmaları nedeniyle egodan ziyade bir ego kompleksten sözetmek doğru olur; zira devamlı değişken olması nedeni ile, ego sabit bir vasfa sahip olmaktan ziyade, büyük bir devamlılık ve benzerlik gösteren ve bilincin nüvesini oluşturan bir imajlar kompleksi vasfına sahiptir.
Analitik Psikoloji’ye göre ruh iki kısımdan oluşmaktadır: animus/anima ve psykhe. Psykhe kavramı gerek bilinçli ve gerekse bilinçdışı olarak işlev gösteren ruhsal süreçlerin tümünü; animus/anima ise, ancak kişilik olarak tarif edebildiğimiz ayrışmamış bir işlev kompleksini ifade etmektedir.
Aynı ekole göre kişilik de iki kısımdan oluşur: 1- Bizim dahili duyuş tarzımızı ifade eden dahili kişilik kısmı ki, buna anima ismi verilmektedir. 2- Dış davranış, dış karakterimizi teşkil eden harici kişilik kısmı ki, buna persona adı verilmektedir.
Çok kötü, ağır, kahredici bir ölüm hissi ve korkusu ile beraber ortaya çıkan ve özellikle sabahları -çoğunlukla- hiçbir sebep yokken gözüken ve nörovegetativ distonik araz ile
tamamlandığında, bazen, yanlışlıkla myocard infarktüsü ile karışabilen had anksiete reaksiyonu-panic reaction-panik atak tabirindeki Pan -aslında- son derece iyi, sevecen, hayatı seven, gürültü ve yaygara koparan, çobanları koruyan, kamıştan kavalını çalan, çirkinliğine bakmadan güzel nymphaların peşine takılan, ama onlardan pek yüz görmeyen bir ilâhtı.
Güneş tanrısı Helios’un karısı olan Medeia, çocuklarını öldürüp parçalarını babalarının önüne fırlatacak kadar korkunç bir anne olarak karşımıza çıkar. Ancak, hadise üzerine düşünecek olursak, Medeia’nın kocası tarafından hor görülen, itilmiş ve yabancılık hisleri içinde çırpınan bir kadın olduğunu görürüz. İşte bu nedenle, kocasının birer simgesi olan çocuklarından nefret etmektedir.
Klytaimnestra doğuşundan beri talihsizdir. Zeus’un dölü olabilecek iken, ölümlü Tyndareos’un dölü olarak dünyaya gelmiş olmanın acısını tüm hayatınca taşır; kıskançlığında, kötülüğünde, hattâ aşığı Aigisthos’un elinde oyuncak olarak kocası Agamemnon’un katili oluşunda daima içinde mevcut hor görülen, sevilmeyen, zorla katlanılan kadın olma hissinin payı büyüktür.
Platon ve komedya yazan Aristophanes de insanların en ilkel devrede, hem erkek ve hem de dişi olduklarını; ancak, bu nedenle çok kuvvetlendikleri için, tanrıların -insanların bir gün kendilerine rakip olabilecekleri korkusu ile- onların her birini ikiye ayırarak kadın ve erkek cinslerini oluşturduklarından söz ederler.
Herakles kahramandır; ne var ki, bu kahramanlık halinden de pek memnun değildir ve gurur duymaz, zoraki bir kahramandır. Doğa onu kuvvetli yaptığı için ister istemez kahramanca işler görür.
İnsan, hangi kültür veya coğrafi bölge veya devirde yaşarsa yaşasın, aynı ortak insanî miras olan ortak bilinçdışının tesiri ile benzer mitosu yaratır.
İnsanın en temel ruhsal unsuru olan id’de yaratcılık ve sevgi ile yıkıcılık ve nefret nitelikleri iç içe ve karmaşık bir şekilde bulunur. Normal kişide yaratıcılık ve sevgi, yani eros ile yıkıcılık ve nefret, yani thanatos-destrudo komponentleri kişinin mutluluğunu elde edebilmesi amacı ile tam bir uyum içinde bulunurlar.
Kişinin bütün hayatındaki mutluluk ve de bu mutluluğun sonucu olarak sevgi ve yaratıcılık ögelerini tam olarak yerine
getirebilmesi, hayatının üç ile altı yaş arasındaki dönemini rahat, anlayışlı, huzurlu ve sağlıklı bir aile ortamında geçirip
geçirmemesine bağlıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir