İçeriğe geç

Möcüzəvi Gecə Kitap Alıntıları – Stefan Zweig

Stefan Zweig kitaplarından Möcüzəvi Gecə kitap alıntıları sizlerle…

Möcüzəvi Gecə Kitap Alıntıları

Acı çekmek için bile yeterli duyguya sahip değildim.
-akan, yansıyan sular gibi hiçbir şeyin tutsağı olmadan, hiçbir yerde köklenmeden, kayıp gidiyordum ve bu soğukluğun ölüme, cesede benzer bir yanının olduğunu çok iyi biliyordum;
📌📌📌
Ama daha siz beni dışlamadan ben sizi dışladım bile.
Acaba diye düşündüm, şayet nasıl biri olduğumu tahmin etseydiniz, şu anda beni selamlarken yüzünüzde ki o tatlı, dostane gülümseme kim bilir nasıl donup kalır dudaklarınızın kıyısında!
Ah, her zaman canlıydım elbette,
sadece yaşamaya cesaret edememiştim,
kendimi kapatmış ve kendimden korumuştum
Bir tür ruhsal iktidarsızlığa ve yaşamı tutkuyla sahiplenme beceriksizliğine düşmüştüm.
ve kendime bile açıklayamadığım şeyleri başkaları için anlaşılır kılmak gibi bir amacım kesinlikle yok.
Birisi üzerime aniden bir tabanca çevirse yüreğim etrafımdaki bunca insanın yüreğinin bir avuç para için attığı kadar atmazdı.
İnsan bir kez olsun içindeki insana dokundu mu tüm insanlara dokunabileceğini tüm kalbiyle biliyor demektir.
İnsanlar bir kez kendini buldu mu bu dünyada kaybedecek hiçbir şeyi yok demektir.
İnsanlar genelde geçmişlerini kötü bir yara olarak hatırlar ve gelecek için hazırlanma fırsatı olarak görürler.
Tüm varlıklarla diğer insanların aslında benimle bir olduğunu, hepimizin bir olduğunu hiç fark etmemiştim.
İnsanları mutlu etmenin harika bir his olduğunu ve aslında ne kadar kolay olduğunu daha önce nasıl fark edememişti..
Daha iyi bir insan olduğumu iddia edecek cesaretim yok elbette ama daha mutlu bir insan olduğumu biliyorum, çünkü o buz gibi donuk hayatım için yeni bir anlam buldum.
Yalnız biri için korkularından korunabilmek için sarılacak bir dal bulmak o kadar muhteşem bir şeydir ki !
Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan bütün insanları anlar.
Denizde susuzluktan ölen biri gibiydim.
Ah, canlılığım her zaman vardı elbette, sadece yaşamaya cesaret edememiştim, kendimi boğazlamış ve kendimden gizlemiştim; fakat şimdi bütün o baskı altındaki güç patlamıştı, yaşam denen o zenginlik, o tarifsiz kudret bana galip gelmişti.
Kendi kendimi anlamaya başladığımdan beri pek çok şeyi de anlıyorum: Açlıkla bir vitrini seyreden birinin bakışları beni kahreder, bir köpeğin neşeyle sıçrayışı büyüleyebilir. Bir anda her şeyi görmeye başladım, artık hiçbir şey sıradan değil benim için.
Ben yaşamı daha önce hiç bu denli arzuyla yaşamamıştım bundan eminim ve şimdi biliyorum ki kendi ile ilgili durumlar karşısında kayıtsızlaşan herkes bir suç işleyecektir.
Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan bütün insanları anlar.
Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan bütün insanları anlar.
kendime bile tam açıklayamadığım bir şeyleri başkaları için anlaşılır kılmak gibi bir niyetim hiç yoktu.
Bir kez kendisini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan bütün insanları anlar.
“İçimin bir zamanlar ne kadar ölü olduğunu asla bilmediler, şimdi nasıl çiçek açtığımı da asla anlamayacaklar.”
“Herkes birbirine benziyordu, tüm yüzleri, sözleri, mimikleri ezberlemiştim.”
“Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan bütün insanları anlar.”
‘Yaralı birinin her hareket edişinde yarasını hissetmesi gibi’
Çünkü ben o zamanki ben değilim.
Ve yaralı birinin her hareket edişinde yarasını hissetmesi gibi, bu unutkanlığım da bana kapılmış olduğum duygusal donukluğu hatırlattı yeniden.
Elbette öncelikle bu tuhaf hareketlerin gülünçlüğü ve taşkınlığın bayağılığı karşısında duyduğum küçümseme vardı, ama kendime itiraf etmekten hiç hoşlanmadığım başka bir şey ise karşımda gördüğüm bu fanatizmdeki hayata yönelen hararetli tutkuyu, böylesi bir heyecanı kıskanmış olmamdı.
-gözlerindeki kara ışıltılı gülücükler sadece bana mıydı, yoksa herkes için geçerli miydi? Bu anlaşılmıyordu ve beni uyaran da bu belirsizlikti.
Bütün gece yana tutuşa aradığım şeyi bulmuştum sonunda: Biri bana ihtiyaç duyuyor, beni arıyordu, ilk kez bu dünyaya ait birisi icin var olduğumu hissediyordum.
Karşılaştığım insanlar hep aynılarıydı; yüzlerini de, jestlerini de artık ezbere biliyordum.
Yeniden hissetmeye başlamıştım, kurumuş dal yeniden yeşermiş tomurcuk veriyordu.
Bir adam, kendini bulduğunda artık bu dünyada kaybedecek bir şeyi yoktur. Ve bir adam içindeki insanı anladığında bütün insanları da anlar.
Çünkü hayatını bir gizem olarak yaşayan insanlar gerçekten yaşayan insanlardır.
çünkü o gece her şeyi hissedebildim, her hareketin anlamını okuyabildim
Oyun bitmişti: bugün ikinci kez ben kazanmıştım, yabancıların şeytani planlarını bozmuştum.
Ah, o sıcak öğle sonrasının, o olağanüstü gecenin tek bir saniyesini bile unutmaktan korkmuyorum; hafızamda o anlara varan yolu adım adım katetmek için ne bir işarete ne de kılavuza ihtiyacım var, bir uyurgezer gibi ister gecenin ister günün ortasında olsun, istediğim zaman o noktaya geri dönebiliyorum ve her bir ayrıntıyı sığ bellekten değil de, sadece yürekten gelebilecek bir berraklıkla görebiliyorum.
Benliğini bulan insan için bu dünyada yitireceği hiçbir şey yoktur. Günün birinde içindeki insanı tanımış olan, bütün insanları tanır.
Niçin daha önce bilememiştim, başkalarını sevindirmenin ne güzel, ne kolay bir şey olduğunu?
Ruhsal güçsüzlüğün yaşama coşkuyla sarılmama engel oluyordu
Kendime bile tam açıklayamadığım bir şeyleri başkaları için anlaşılır kılmak gibi bir niyetim hiç yoktu.
Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan bütün insanları anlar
İçimin bir zamanlar ne kadar ölü olduğunu asla bilmediler, şimdi nasıl çiçek açtığımı da asla anlamayacaklar.
O an sadece bu kadınla bir oyuna girmenin çekimini hissediyordum. Biraz geriye çekilerek tribünün duvarına yaslandım, buradan onu rahatça ve dikkat çekmeden görebiliyordum.
Hafif bir Macar aksanı, seslileri şarkı söyler gibi yayarak çok hızlı ve hareketli bir konuşma tarzı vardı. Şimdi bu sözcüklerin üzerine bir görüntü örmek ve bu hayali görüntüyü olabildiğince ayrıntılı tasarlamak çok hoşuma gidecekti. Ona koyu renk saçlar ve koyu renk gözler, şehvetli dolgun dudaklar, beyaz güçlü dişler, küçük, ince ama titreşen kanatları keskin hatlı bir burun verdim. Sol yanağına bir yapma ben, eline de gülerken hafif hafif baldırlarına dokundurduğu bir binici kamçısı yerleştirdim. Kadın konuşmaya devam ediyordu ve her sözcüğü hayalimde hızla oluşturduğum görüntüye yeni bir ayrıntı ekliyordu: koyu yeşil bir elbise, üzerinde pırlantalı bir broş. Görüntü giderek belirginleşti, arkamda duran bu yabancı kadını artık gözbebeğimin içindeki ışıklı bir tabakada yansır gibi görüyordum. Fakat dönüp bakmak yerine bu düşsel oyunun heyecanını daha da yükseltmek istiyordum.
Bedenlerine dokunma duygusunun verdiği hazzı, gözlerindeki manyetik titreşimi hissetmek hoşuma gidiyordu.
Sadece bu gösteriyi, ilerleyen zamanı dolduran o şehvetli heyecanı izlemek istiyordum, çünkü kayıtsız kalan için başkalarının uyarılmışlığı en hoş izlencedir.
Prater’in ağaçlıklarından ve yaz güneşinin ısıttığı ormandan ara sıra dalgalarını aramıza göndererek kadınların üzerindeki beyaz muslinlere şehvetle oynarcasına dokunan hafif meltemi hissetmekten daha da büyük bir mutluluk duydum.
Benim böyle bir heyecana kapılmam, bu ateşi hissetmem, hararetimin bu kadar yükselmesi, elimde olmadan sesimin değişmesi için ne olması gerekirdi acaba? Sahip olmanın beni bu kadar heyecanlandıracağı herhangi bir zenginlik, beni bu denli çekebilecek herhangi bir kadın düşünemiyordum.
Mavi havanın, denizin; bir geminin bordasından yumuşak hışırtılarla yükselişi gibi bedenimi kucaklayışını hissetmek, huzur içinde gür yapraklı, güzel kestane ağaçlarını, okşayıcı ılık rüzgârın ara sıra kopan birkaç çiçekle oynayıp uçuşturduktan sonra onları yola kar gibi bembeyaz yağdırışını seyretmek benim heyecansız halime daha uygundu.
Davetkârca odama dolan sıcak yaz gününün çekiciliğine kapılarak dolaşmaya çıktım.
Kısa bir zaman sonra bir arkadaşım öldü ve ben tabutunun peşinden yürürken, çocukluğumdan beri yakın olduğum bu insanı sonsuza kadar kaybettikten sonra içimde bir keder var mı, herhangi bir duygu yüzeye çıktı mı diye kendimi dinledim. Fakat hiçbir kıpırtı yoktu ve ben kendimi, ışığın hiçbir zaman içinde kalmadan geçip gittiği camdan bir nesne gibi hissettim.
Yıllar boyunca hayatıma eşlik etmiş olan, yumuşak, sıcak bedeni bedenime değerek, soluklarımız birbirine karışarak uzun geceler geçirmiş olduğum bir kadın benden kopuyordu ve içimde hiçbir kıpırtı uyanmıyordu; olanlara karşı çıkmıyor veya onu geri döndürmeye çalışmıyordum; bu kadının sağlıklı içgüdüsüyle gerçek bir insandan beklediği olağan duygulardan hiçbiri içimde uyanmamıştı.
Düşüşün baş döndürücü uyuşturuculuğunu şimdi daha çok hissediyordum. Yeni bir uçurumun dibine, belki de en sonuncusuna düşüyordum.
Kendimi kaptırdığım bu düşünce öylesine sarhoş ediciydi ki, ölüm bile o anda üzerinde durulmayacak kadar önemsizdi…
Kapkaranlık bir gökyüzünün altında, bir tünelde yaşarmış gibi sürekli uğuldayan, ürpertici bir yalnızlığın insanın içine işlediği o ‘çelik kent’te kalmıştım. Oradaki akrabalarımın yanında üç hafta geçirmiştim. İnsanların sıcaklığını hissetmek için akşamları tek başıma kentin bar ve kulüplerinde oturmuş, çalgıcı gazinolara da sık sık uğramıştım. Ve aradığım insanı böyle akşamların birinde bulmuştum. Konuştuğu İngilizce’yi pek anlamasam da odasında saatler geçirmiş, yabancı bir ağzın gülüşünü içime sindirmiş, sıcaklığını vücudumda hissetmiştim. Her şey bana yakınlaşmış, kara kent, tek başıma geçirdiğim günler yok olup gitmişti. Hiç tanımadığım bir varlık gelmiş, her şeyi eritmiş ve beni rahatlatıp mutlu etmişti. O andan sonra ‘çelik zindan’ın sokaklarında özgürce nefes almış, aydınlık yaşamıştım. İçine kapanmış, tek başına kalmış insan için korkunun, tutula tutula kirlenmiş, eskimiş de olsa, yaşam boyu tutunacak bir dayanak olduğunu bilmek bence çok güzeldi.
Tekrarlar heyecanı bile nasıl monotonlaştırıyor!!
Gençliğe özgü bu havayı neredeyse yeni hiçbir istek duymadan,daha fazla sevmeye başladım;çünkü sakin geçen hayatımda gerçek bir sevince dönüşebilecek çok az şey vardı.
O geceden arkadaşlarımdan hiç birine söz etmedim; içimin bir zamanlar ne kadar kötü olduğunu asla bilmediler, şimdi nasıl çiçek açtığını da asla anlamayacaklar.
Daha iyi bir insan olduğumu iddia edecek cesaretim yok elbette, ama daha mutlu bir insan olduğumu biliyorum, çünkü o bu gibi donuk hayatın için yeni bir anlam buldum, yaşamın kendisinden başka bir sözcükle açıklayamayacağım bir anlam.
Hayatlarının sonunda bakımevine veya hastaneye düştüklerinde belki bir kez daha akıllarına gelecekti. Benden bir şey onlar da yaşamaya devam edecekti, onlara bir şey vermiştim.
Sonra birden sanki bir kibrit çakılmış da karanlık derinliklere tutulmuş gibi bilincümde çakan çiğ bir ışıkla farkettim ki, ben sadece utanmak istiyordum, ama aslında utanmıyordum, hatta o derinliklerde bir şekilde gizli bir gurur, daha da ötesi, yaptığım bu budalalıktan duyduğum bir hoşnutluk vardı.
Elimde olmadan ben de sanki at binercesine heyecanla yaylanarak gerilirsem yarıştakilerin hızını artırıp kendimle birlikte çekebilecekmişim gibi tüm bedenimle öne doğru uzandım.
Bugün bu sosyetik insanlarla konuşmak hiç ilgimi çekmiyordu, bir ayna gibi bana kendimi yansıtmalarından sıkılıyordum.
Birisi üzerime aniden bir tabanca çevirse yüreğim etrafımdaki bunca insanın yüreğinin bir avuç para için attığı kadar atmazdı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir