Ahmet Tezcan kitaplarından Abbara kitap alıntıları sizlerle…
Abbara Kitap Alıntıları
“İki Hristiyan mimar, iki Müslüman minaresini kullanarak savaşmış şovalyeler gibi!”
Şehre değil, insanın kendisini uzaklığıymiş ecnebilik!
Asıl şehir; insanın kendisiymiş!
Asıl şehir; insanın kendisiymiş!
Aynanın karşısında kırk yıl gözbebeğimi görmeden yaşamıştım. Fakat o gözbebeğinin, dünyanın hatta evrenin kendisi olduğunu fark etmemiştim.
“Savaşı bizi öldürdüklerinde değil, düşmanlarımıza benzediğimiz de kaybederiz” diyerek halkını uyarmıştı Aliya İzzetbegoviç. Onları düşmanlarına benzemekten kurtarmıştı. Bunu görmemek için kör, takdir etmemek için nankör olmak gerekirdi.
Gerçek zülüm, acılar bittiğinde başlıyordu. Çünkü her kurban, acılarından doğması muhtemel bir zalimdi. İşte bu gerçek zulümden kurtulanların sayısı çok azdı. Mesela dün Avrupa’nın kurbanı olan tarihin en kadim halkı beni İsrail, bugün Filistin’in en zalim olmuştu. Yaşadığı acıların mislini yaşatmak için akıl almaz politikalar geliştiriyordu. Kendi zaliminin adıyla anılmak pahasına yapıyordu bunu.
Şehri ve hayatı olduğu gibi abbaraları da ölüm biçimlendiriryordu.
“Acı; usta bir öğretmendir.”
“Kaçak çay o.” demişti Hasan. “ Türk çayına benzemez! Türk çayında alın teri vardır, kaçak çayda ise insan kanı!”
“Kaçak çay o.” demişti Hasan. “ Türk çayına benzemez! Türk çayında alın teri vardır, kaçak çayda ise insan kanı!”
“Toz ; sıladır ,sıvadır, muhabbettir!”
İnsan en çok kendine uzakmış
Aynadaki gözlerimden farksızdı gökyüzü, bakıp görmediğimdi.
İki sözcüğünün dalında kaldı ruhum.
Yüzün ve gülüşün kabul edilmiş peygamber duası kadar güzeldi.
Her isim bir anahtardır, her anahtar ise bir talep. Dileği olmayanın belleği, belleği olmayanın benliği yoktur. Varlık; göksel bir talepten ibaret. Talebine şükret!
Betty beni bulduğuna sevinsin, hem de öyle sevinsin ki, ağlasın ve ben gözyaşında yüzümü seyredeyim isterdim.
…. Çünkü gerçekler ölür, efsaneler yaşar. Hakikat budur.
Gerçeğin müşterisi az yani
Kesinlikle. Çünkü aklın müşterisi az. Gerçekler akla, efsaneler duygulara hitap eder. Duyguların esareti, aklın cesaretinden daha çok haz verir insana. Romeo ve Jüliet’in gerçek olup olmaması kimin umurunda?
Gerçeğin müşterisi az yani
Kesinlikle. Çünkü aklın müşterisi az. Gerçekler akla, efsaneler duygulara hitap eder. Duyguların esareti, aklın cesaretinden daha çok haz verir insana. Romeo ve Jüliet’in gerçek olup olmaması kimin umurunda?
Betty; elimi bıraktı, kör karanlık imkansıza yuvarlandım. Yitirdiğim sadece annem değil, o yolun, hayalin ve hayatın kendisiydi.
O insanlar çoktan ölmüşlerdi oysa, ben yaşıyordum. Gel gör ki; onlar benden daha çok vardılar.
Matera; ruhumun dışavurumuydu sanki. Şehrin mağara ve taş evleri; yaşananlara rağmen ayakta kalabilmek için omuz omuza veren korkularım ve umudum gibi, birbirine yaslanmıştı.
Kendinizle göz göze gelmedikçe aynaya bakmış sayılmazsınız.
‘Siddhartha Gautama Buddha..Bir incir ağacının altında kendinden doğmamış mıydı? Her insan kendine gebedir, doğmayı bekler kendinden..’
‘Aramaktı insana düşen. Bulmak ise yüreğindeki aşka bağlıydı. Aşka; yani teslim oluşa, kendinden geçişe bağlıydı.’
‘En haklı ve meşru savaşlarda bile savaşanlar hep yoksullardır.’
‘Hayat dediğin; seni Dünya Mahallesi’nden Ahiret Mahallesi’ne geçiren bir abbaradan başka neydi ki?’
‘Yoksunluğun farkında olmamak, daha büyük yoksunlukmuş meğer.’
“Yüzün ve gülüşün kabul edilmiş peygamber duası kadar güzeldi.”
“Dileği olmayanın belleği, belleği olmayanın benliği yoktur. Varlık; göksel bir talepten ibaret. Talebine şükret!”
Ölümüne masum doğan kız, üzülme
Saman sarısı kıvırcık saçların için
Hiç uzamadılar biliyorum, uzayamadılar
Gökten bombalar yağıyordu doğduğun gece
Alevler iniyordu
İplik iplik, huzme huzme
Memede uyuyan çocuklar bir daha uyanmadılar
Bir çiğnemlik et oldular yeniden
Yandılar için için
Yandılar gecelerce
Ölümüne masum doğan kız, üzülme
Saman sarısı kıvırcık saçların için
Sırf sen üzülme diye
Bir gün saçlarını uzatacak Filistin
Saman sarısı kıvırcık saçların için
Hiç uzamadılar biliyorum, uzayamadılar
Gökten bombalar yağıyordu doğduğun gece
Alevler iniyordu
İplik iplik, huzme huzme
Memede uyuyan çocuklar bir daha uyanmadılar
Bir çiğnemlik et oldular yeniden
Yandılar için için
Yandılar gecelerce
Ölümüne masum doğan kız, üzülme
Saman sarısı kıvırcık saçların için
Sırf sen üzülme diye
Bir gün saçlarını uzatacak Filistin
Her insan bir abbaradır, her abbara bir umuttur .
Acı; usta bir öğretmendir.
Çay bardağının üzerine ellerini kapatıp lezzetine toz kondurmak istemeyişlerinin altında anılar, anlatılar, acılar, sancılar olmalıydı.
Bak şimdi Midyat öyle bir şehir ki sokakta herhangi birine Arapça sor, Arapça cevap verir, Süryanîce sor, Kürtçe sor, Türkçe sor synı adamdan Süryanice, Kürtçe, Türkçe cevap alırsın. O adamın Süryani mi, Arap mı, Kürt mü, Türk mü olduğunu anlayamazsın. 0 da bilmez senin ne olduğunu. Merak da etmez. Çünkü onun doğal yaşamidır bu, günlük ha- yatıdır. O sana sorar da, sen sorduğu dilde cevap veremezsen, o zaman senin yabancı olduğunu anlar ve yadırgar. Çünkü bu bölgede en büyük ayıp; birlikte yaşadığın insanların dilini bilmemektir! O kamplara sığınan insanlar Ezidî oldukları için. dehset algısı oluşturmaya kodlanmış cinayet robotları tarafından, özellikle seçilip katledildiler. Maksat; onlar üzerinden dünyanın psikolojisini bozmaktı. Ilk etapta bunu başardılar. Fakat bir şekilde kaçıp buraya gelen Ezidîler, kamp dışına çıktıklarında, hiç kimse tarafından dışlanmadılar, yabancı olarak algılamadılar. Kürtçe konuşuyorlardı, Kürtçe cevap alıyorlardi. Mülteci kampindan mısın, Ezidî misin diye soran bile olmamıştı onlara şehirde. Yadsınmamak, yadırganmamak, dışlanmamak, ötekileştirilmemek; bizim tıbbi yöntemlerimizden ve ilaçlarımızdan daha büyük etki uyandırdı onlarda ve umut aşıladı. Aç bir bebeğin anasının memesine yapıştığı gibi, hayata yeniden yapıştılar. Ve ben şuna kesinlikle inanıyorum sevgili dostum; anne sütü ne ise, ana dili de odur ve hiçbir ilaç, anne sütü kadar sağaltıcı bir güce sahip değildir!
Pek çok mülteci kampında çalıştım diyordu. Hem Türkiye’de, hem başka ülkelerde. Filistin, Suriye, Afrika hatta Arakan’a kadar gittim. Midyat’taki kampa sığınan Ezidîlerin yaşadıkları, gördüklerim ve dinlediklerim arasında en ağır olanlardı. Fakat şaşırtıcı bir şekilde; uyguladığımız tedaviye en hızlı cevap veren, hayata diğerlerinden daha çabuk tutunanlar, Midyattaki Ezidîler oldu. Sebebini çok düşündüm bunun. Yöntemlerimizde bir farklılık yoktu. Yeni ilaçlar, yeni usuller de keşfetmemiştik. Buna rağmen, aldığımız sonuç muhte- şemdi. Arkadaşlarla konuştum, tartıştım. Sonunda şu kanaate vardım; onları bizim yöntemlerimiz ve ilaçlarımız değil, Midyat iyileştiriyor! Şaka gibi değil mi? Ama değil işte. Gerçeğin ta kendisi.
Yüzün ve tebessümün kabul edilmiş peygamber duası kadar güzeldi!
Acı; usta bir öğretmendir.
Ölümsüzlüğün sırrı, kuyuya düşen bir kitapta idi. Kuyuda bal vardı. Bal İrfan demekti. Îrfan ise; sonsuzluğun bilgisi. Şahmaran o bilgiye sahipti ve onu ele geçirmenin tek yolu süt idi. Süt; ilimdi. Ilim ise; kendini bilmek demekti. Insan kendisiyle hesaplaşacak, ben duygusunu yenmek için savaşacak, son savaşın ardından İç kıyametini yaşayacak ve kibrin oluştuğunu perdeleri yırtarak Rabbini yani kendi hakikatini bilecekti. Bu biliști insanı ölümsüz kılan!
İnsan sevdiğine söver mi?
Evet Josef. İnsan sevdiğine söver, sevmediğini yok sayar!
Evet Josef. İnsan sevdiğine söver, sevmediğini yok sayar!
Hayâlin kadar insansın’
Yargı kesin: Acı duymak ruhun fiyakasıdır kin, susturur insanı; adına çıdam denir susulunca tutulan çetele simsiyahtır, o siyah öcalmakcasına gür ve bereketlidir
acı ; usta bir öğretmendir.
Bir harfin ortaya çıkışı bu kadar acıtıyorsa kalem ucundaki kâğıdı, bilmeyiș bulunmaz bağıș olmalı!
Bosna Hersek’te savaştan önce bir söz vardı.Birbirini çok seven iki dost gördükleri zaman imamla papaz gibi sevișiyor. denilirdi aynı sözü burada da duydum ben bir cami inşaatında el arabasıyla taş yada kum taşıyan imamla papazı, ben ilk defa Midyat’ta gördüm.
Şiirinde “ Kardeşi olmayan kişi, sağı olmayan sol gibidir” diyor İmam Âli
Elime kalem verip, önüme kağıt koysalar, Çiz
kendini deseler, çizemezmișim
İnsan en çok kendine uzamış anladim.
kendini deseler, çizemezmișim
İnsan en çok kendine uzamış anladim.
Şehre değil, insanın kendisine uzaklığı imiș ecnebilik!
Asıl şehir, insanın kendisiymiș!
Asıl şehir, insanın kendisiymiș!
Bir masalın ilk cümlesi diyorlardı bu şehre.
Ey ayîneyě dil bi cemăllate mucella
Wey sed sefhe bî yek zerre ji nûra te mutella
Wey sed sefhe bî yek zerre ji nûra te mutella
Ínsan te ji bi alemě kubra kire nusxe
Lew mudxeyekě jî tu dikî arșe muella
(Ey gönül aynası, yüzünün güzelliği nasıl da parlıyor!
Senin nurunun bir zerresi, yüzlerce sayfayı aydınlatıyo! Sen, insanı en büyük alemin bir nüshası yaptin;kalp bir et parçası iken, onu yüceltilmiș Arș kıldın! )
Bir kardeşim olsaydı, adının Ali olmasını isterdim. O anın duygusu buydu ben de kalan. 
Hayalin kadar insansın..
İnsan en çok kendine uzakmış
Çaysız sohpet, ruhsuz bedene benzer!
Acılar öğreticidir Josef demişti.
Acı; usta bir öğretmendir.
Acı; usta bir öğretmendir.
Sadece ölüler hiçbir şeye şaşırmaz!
Hayalin kadar insansın
İnsan sevdiğine söver, sevmediğini yok sayar!..
Çünkü gerçekler ölür, efsaneler yaşar.
Anneler ölmeden büyümezdi çocuklar.
Sevgisi, sövgüsündeydi Bahe’nin.
Her abbaranın genişliği, omuzlardaki bir tabutun rahatlıkla kendi çevresinde dönebileceği ölçüye ayarlanmıştı.
Yapılması gerekenler dündü, fakat hep geleceğe havale edilmişti.
anne sütü ne ise, ana dili de odur ve hiçbir ilaç, anne sütü kadar sağaltıcı bir güce sahip değildir!
anne, baba, kardeş denilen şeyin kan bağından değil, büyük bir şuurdan ibaret olduğunu anladım
Coğrafya kaderdir diyorlardi degil mi ? Kader insanın kendisi aslında Josef. Cogtafya insanın degil, insan coğrafyanın kaderi. Ve burada anladım ki şuurun kadar büyüksün, ülken de sen de !
Hadi! dedi. Gidip çocuk olalım yeniden!
Lakin; kim demiş ki bütün aşklar mutlu biter? Acı aşkın ateşiydi, ayrılıksa körüğü!