İçeriğe geç

Kayıp Kentin Yakışıklısı Kitap Alıntıları – Yılmaz Erdoğan

Yılmaz Erdoğan kitaplarından Kayıp Kentin Yakışıklısı kitap alıntıları sizlerle…

Kayıp Kentin Yakışıklısı Kitap Alıntıları

ne kadarını sustuk konuştuklarımızın?..
Kente yanlızlık gelirdi, sen uyuyunca
Yüzümde mevsim değişirdi,
uyandığında
Değişen ben değilim;
Dönüşen savaş.
Yaşlanmakla ıslanmak aynı şey,
Bir yağmurun gölgesinde ihtiyarlamak Şimdi ölüm bile yetmiyor,
Acılarımızı tartmaya.
Dostlar,
Alıngan bir sahili pinekliyorlar
Bir merhabayı bıçaklar gibi artık; Selamlaşmalar.
Artık zaman bile yetmiyor;
Yaşadığımızı sanmaya
Yine de ışıklar bu kenti
Güzelmiş gibi gösteriyor geceleri.
Geceler
Yani Ahmet Haşim’in kâfiyeleri
. . .
Aşk yasaklandı artık halka açık yerlerde;
El tutmak yol açıyor diye hesapsız,
Susmalara kaldırdık tüm tutuşmaları
Yasak kelime oyunu yapmak,
Yalan söylemek mecburi
Ve serbest ayyuka çıkmak.
Artık yağmur sonraları toprak kokmak yok,
Tomurcuklanmak günah.
Ve bir insan gözü yüzünden 100 gün art arda uyumamak
Kimse ölmesin diye kimsenin aklında;
Her sevdalı verdiği sözü geri alacak.
Ve süresi yirmi dört saate çıkacak meskun mahallerde ağlamanın
. . .
Sen beni sevmekten gidince ben bana borçlu kaldım;
Ya sen bana fazla geldin
Ya ben sana az kaldım
”Bende sana yetecek kadar ben kalmadı. ”
Ve buğularda yitirilen kimin adıydı
Bir aşktan diğerine kaç saate gidiliyordu
Soyulur muydu kabuğu hayatın
Yoksa bütün vitamini kabuğunda mıydı?

Yağmur şehre bir yağdı
Ben ağladım..

Ben seninle herhangi bir insan elinin terli Coğrafyasında olma ihtimalini sevdim…
yasak bana gözlerini anlamak
ellerin
bana yasak

ah olaydım
gözünde yaş
fikrinde telaş
düşünce suçun
beraatin olaydım

fakat yasak
yasak bana gözlerini anlamak
ellerin bana yasak

ah olaydım
yüzünde sürgün
yatağında mülteci
vatanın
anayurdun olaydım

fakat yasak
yasak bana gözlerini anlamak
ellerin, uyruğum
bana yasak

Aşka cesaretimiz yoksa
Başka zaman görüşürüz
seni aklıma düşüren
yerçekimi değil
yalancı yıldızlar
öyle uzaksın ki
üflesem soğuyacaksın
sarılsam okyanus
bir aşka yetecek kadar
ve anımsatacak kadar
sebepsiz bir ölümü,
acılarımız
ve kafiyelerimiz var işte hepsi bu kadar .
Artık zaman bile yetmiyor yaşadığımızı sanmaya
Şimdi sen
Kalbimin közünde kıvılcım kıvamında ağrıyan
Adını anmak güzel di
hangi türküde sevmekten bahsedilse
ben hicaz olurum
elimi ıslatır elinin teri
ziyan olurum
Ömrümün sol anahtarısın
Hazan makamının kapısını açan
Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum.
Oysa hiç kurşun yaram olmadı benim
Ve hiç bir mahkeme tutanağında geçmedi adım
Çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece
Bir ülkenin insanı tiyatroya sigaradan daha az zaman ve para ayırıyorsa çok ciddi sorunlar var demektir….
Bende sana yetecek kadar ben kalmadı…
Bir daha asla yaşayamayacağı
Aşkları teğet geçerken
Hep onu sevmeyenleri severek
Hep onu sevenin gözlerinden
Kalabalıklara kaçarak
Karışarak toplumcu gerçekçi yalnızlıklara,
Yüksek rakımlarda çatlamış dudaklarını
Bir izmirli güzele dayatmak varken
Hep kardeş olacak değiliz ya,
Yaşasın halkların sevgililiği…!
Ben doktor oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla.
Soğuk ve şehirlerarası
otobüslerde vazgeçtim
çocuk olmaktan
Ve beslenme çantamda
otlu peynir kokusuydu babam

Ben seninle bir gün Veyselkarani’de haşlama
Yeme ihtimalini sevdim.

İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında
Ankara’da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o
zaman özlemeye başladım herkesi
Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki,
Adam gibi hasretleri özlemeye başladım

Sonra..

Bizim Kemalettin Tuğcu’larımız vardı
Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı

Aşk yasaklandı artık halka açık yerlerde
El tutmak yol açıyor diye hesapsız
Susmalara kaldırdık tüm tutuşmaları
Yasak kelime oyunu yapmak
Yalan söylemek mecburi ve serbest ayyuka çıkmak
Artık yağmur sonraları toprak kokmak yok
Tomurcuklanmak günah
Ve bir insan gözü yüzünden 100 gün ardarda uyumamak
Kimse ölmesin diye
Kimsenin aklında her sevdalı verdiği sözü geri alacak
Güneşi ayı ve hatta hiç bir tabiat olayı
Şahit gösterilmeyecek hiç bir sevdaya
Ne deniyorsa onu atacak kalp
Ve süresi 24 saate çıkarılacak meskun mahallerde ağlamanın
Sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı,sesinin sesimde yankılanmasının sanki perdedekineüzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzüniçime Yalan! Sen perdeye bakıyorsun, fikrin benimseyir defterimde.. ve ben amerikanca bir filmi kürtçeseyrediyorum
..
üflesem soğuyacaksın
sarılsam okyanus
Hayatı, bir başkasının pantolunu gibi, küçültülmüş, daraltılmış.. İlk sahibinin o pantolonla yaşadığı şeyler, yani pantolonu pantolon yapan anılar, bazı ilkbahar
bereleri yüzünden yapılan yamalar, ter tüketen
yazlar Hepsi daraltılmış.. Yaşananlara bir beden
büyük geliyor artık hayat!

Bir aşkı paylaşmak için çok geç, bir paylaşıma aşık olmak içinse erken.. Beni sevda yerimden vurdu yine zaman..

Şimdi sana söylenecek tek cümle:

Bende sana yetecek kadar ben kalmadı

Bir daha asla yaşayamayacağı
Aşkları teğet geçerken
Hep onu sevmeyenleri severek
Hep onu sevenin gözlerinden
Kalabalıklara kaçarak
Karışarak toplumcu gerçekçi yalnızlıklara,
Yüksek rakımlarda çatlamış dudaklarını
Bir izmirli güzele dayatmak varken
Hep kardeş olacak değiliz ya, Yaşasın halkların sevgililîğî!
Ah pınar! diye girmeli o sokağa
Ey kalçası kendinden güzel kendinden bağımsız insan
O kotu giyiyorsun ya senin değil
Bizim üstümüze
Yapışıyor
Ki levis o zamanherkeste yok
Biz yerli malı dandik kotu
Çamaşır suyuyla amerikanlaştırıyoruz o devir ve
Bir konvers almışım elden düşme ağlaya sızlaya
Babaannem hiçbir marka bilmiyor
Bu pırtıkları mı aldın diyebiliyor konversim hakkında
Ve bir de filiz vermiş pınar’ın annesi bak sen
Ve kader ve songül ve nazire
Ve şu anda adını sayamadığımız
Diyarbakır mantalitesinin kız çocukları
Yakantop en erotik eğlencedir bizeAh be melike geçme burdan çekirdek çitleye çitleye
Biliyorsun fena oluyor yakan topun
Ateşli kısmı sen gelince
Annesi kuaför ya deli ediyor melike mahalleninistediği zaman fön çekemeyen kızlarınıSENİN GİBİ GÜZELİNİ BİR DAHA
GÖREMEYECEĞİMİ BİLSEM
NE ARTİSTİ BE
KAPINA MENTEŞE OLURUM
Sana
Yaralarımdan çiçekler,
İlk yardım geceler biraz da
Ve yangında kurtarılması imkansız acılar bırakıyorum .
Ve eşikteki öpücük, tarih bilinci olmayan bir aşkın mührüdür artık
Aşk yasaklandı artık halka açık yerlerde
El tutmak yol açıyor diye hesapsız
Susmalara kaldırdık tüm tutuşmaları
Yasak kelime oyunu yapmak
Yalan söylemek mecburi ve serbest ayyuka çıkmak
Artık yağmur sonraları toprak kokmak yok
Tomurcuklanmak günah
Ve bir insan gözü yüzünden 100 gün ardarda uyumamak
Kimse ölmesin diye
Kimsenin aklında her sevdalı verdiği sözü geri alacak
Güneşi ayı ve hatta hiç bir tabiat olayı
Şahit gösterilmeyecek hiç bir sevdaya
Ne deniyorsa onu atacak kalp
Ve süresi 24 saate çıkarılacak meskun mahallerde ağlamanın
Bir insanı sevmekle başlıyordu her şey

ve boşanmak için

en az iki şahit gerekiyordu

“Değişen ben değilim, dönüşen savaş.”
“sanki şiirini bilmediğim
bir fransız akşamında
kaldırım taşlarını sayıyorum kalbimin…”
“Bizi bilirsin
Avuçla su içmeyi
Marifet biliriz,
Yenilmeyi bir de
Kendi sahamızda…”
“Soğuk ve şehirlerarası
Otobüslerde vazgeçtim
Çocuk olmaktan
Ve beslenme çantamda
Otlu peynir kokusuydu babam.”
Ne var yani, benim de özel güçlerim var. Mesela bazı insanları gözümde büyütebiliyorum
Bir şiir istersin içinde benzetmeler olan
Kusura bakma sevgilim
Heybemde sana benzeyecek kadar güzel birşey yok yok!…
Sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde ama sen yoktun.. Ben,
senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum, suni teneffüs saatlerinde.. Okul servisi seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine götürüyordu.. Ben, senin benimle Tunalı Hilmi Caddesine gelebilme ihtimalini seviyordum..
Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum.
İçimde lise son sınıfın,
son cuma vaktinin ince kederi var
kalbim bir etten organ sadece
kalbim yüreğim olur,
sen gelince….
artık zaman bile yetmiyor
yaşadığımızı sanmaya
Bu imkansızlıklar
bu yaralar
hepsi ,
hepsi insan işi
Bir otobüs yolculuğudur ki bitmez.
Ödümüz patlıyor acı çekmekten
oysa
biraz da acıdır
aşkın mayası
Kaçınamazsın
kanıyor takvimden gamsız ağaçsız
evlatlarını döver gibi seven bir sonbahar
güvertesinde adresini şaşırmış
kayıp bir nisan yağmuru..
Yüzündeki o billür akşam kahvaltısı
Sürgülerken özümü,
Ne kadarını sustuk
Konuştuklarımızın?
Ne bileyim ben
Böyle bir şeydir herhalde
Bir mevsimin şarkısı
Ya da mevsimlik bir vivaldi sancısı
Ben senin beni sevebilme,
ihtimâlini sevdim..!
Ben seninle bir gün Van’daki bir kahvaltı salonunda
Ben seninle sadece bilmek zorunda kalanların bildiği bir yol üstü lokantasında
Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan
Doğubeyazıt’ın herhangi bir toprak damında
Ben seninle herhangi bir insan elinin
terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim
Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim
güzel bahçeli bir ilkokulun penceresinden
dünyaya,
hayret, hasret ve biraz da
bayat bayram şekeri kederiyle bakan,
aklı canbaz , yanağı al,
sesi çilek aroması
bir çocuk oturuyor gözlerinde
Eğer derseniz ki, niçin yazıyorsun, niçin anlatıyorsun, işte onun bir cevabı var mı hiç bilmem… Yani niçin anlatır ki bir anlatıcı? Anlatmak ne demek, `alın işte bağırsaklarım, acılarım, hüzünlerim, sevinçlerim!` demek. Niçin yapar ki bir insan bunu?
Başka çaresi yoktur da ondan… Başka türlü yaşayamaz da ondan… Bu iş fiyaka için yapılmaz, bunu fiyaka için kullananlar yalancılardır, çünkü ona müsait bir iştir, ama bütün olup olacağın iyi bir fotoğraftır, tıpkı Gürdal’ım gibi, Kemal Abi’m gibi, tıpkı diğer güzel insanlar gibi…
Eğer bir gün fotoğraf olduğunuzda, altında şu yazarsa bize yeter, altında yani sizin zihninizde: `Bize hiç bir zaman, hiç bir şey için yalan söylemedi`.”
Bir şiir istersin
içinde benzetmeler olan
Kusura bakma sevgilim!
Heybemde sana benzeyecek kadar
Güzel bir şey yok
Doğuştan çaresi olmayan bir hastalığım var.
Her gördüğümü insan zannediyorum.
Yol güzel
Varmak
Kimin umrunda?
Yüreği olmayanın kalbimi kurmasına müsade etmem..!
Beni bir saniyede unutanı , ben iki saniye ile şereflendirmem..!
Dokuzunda kayboldu Mayıs’ın,
Cesedi bulundu
Onikisinde

Kaçırıldığında da
Kaybolduğunda da
Ve cesetken de Yakışıklıydı

Amcamdı

(Ağustos 1995,İstanbul)

mevsim dışı
sarışın bir kederdin
soğuk yazlıkta
Sayfiye hanımın tembel düşlerine
ve çıplak ayakla
betona basıyordu yaz..

bense paslanmış bir keyifle
hayatımı yazamak istiyordum
sensizliğe
gül buğusu bir edebiyat arıyordum..

her tanışmada
bir ‘memnun oldum’ öldüren
devrik katillerdik hepimiz

ve sen
faili yaz bir cinayettin
o maktül yazlık akşamında

haziran 1995
Ören.

Kalbim etten organ sadece
Kalbim yüreğim olur,
Sen gelince
senin sesinle başlayan bir ıslık
kehribar kokusu kulaklarımda
nasıl bir nargile yakmak bu fitil gibi
sarhoşlukta..

kim bu öldürücü musikinin
güftesini gömebilir kuytuluğun makamına
yalnız hicazdı felaket efem saatlerinde
kimi görsem göz yarası yüzümde,
kimi duysam
senin sesinden ıslak bir ıslık
ve ben artık her şarkıda
kendime vokal yapıyorum,
yüzüm gözüm ıpıslık
 

Haziran 1995 – Ören

yasak bana gözlerini anlamak
ellerin
bana yasak

ah olaydım
gözünde yaş
fikrinde telaş
düşünce suçun
beraatin olaydım

fakat yasak
yasak bana gözlerini anlamak
ellerin bana yasak

ah olaydım
yüzünde sürgün
yatağında mülteci
vatanın
anayurdun olaydım

fakat yasak
yasak bana gözlerini anlamak
ellerin, uyruğum
bana yasak .
 
 

Aralık 1993

hangi çekilişin
büyük ikramiyesi bu,
en uzak sevişmelerin
yeni yetme utancı
lakin aşk
biraz da utanmaktır yaşamaktan .
sakınamazsın
yeni yetmelik işine gelince
o zaten hepimizin gizli öznesi
Türkçe’de var
bazı dillerde yok

gülüşünde bir mana var
saklayamazsın
kime niyet kime felaket bu aşk
anlayamazsın

ödümüz patlıyor acı çekmekten
oysa
biraz da acıdır
aşkın mayası .
kaçınamazsın..

gülüşünde bir mana var
saklayamazsın
sarılışında ne düşler
ne düşükler
sakınamazsın

aynı yolları,
kimsesiz mekanları
birlikte özleme hasreti..
yalnızlığımın dert ortağı gastrit..

gülüşünde bir mana var
saklayamazsın

bütün iç savaşlarda
rehin alındı bu yürek
kandıramazsın

geceler
yani
Ahmet Haşim’in kafiyeleri .

seni aklıma düşüren
yerçekimi değil
yalancı yıldızlar
öyle uzaksın ki
üflesem soğuyacaksın
sarılsam okyanus

bir aşka yetecek kadar
ve anımsatacak kadar
sebepsiz bir ölümü,
acılarımız
ve kafiyelerimiz var

işte hepsi bu kadar .
 

Nisan-Mayıs 1994
Berlin – Kuzguncuk

değişen ben değilim
dönüşen savaş
yaşlanmakla ıslanmak aynı şey:

bir yağmurun gölgesinde ihtiyarlamak

şimdi ölüm bile yetmiyor
acılarımızı tartmaya
dostlar
alıngan bir sahili pinekliyorlar
bir merhaba’yı bıçaklar gibi artık
selamlaşmalar

değişen ben değilim
dönüşen savaş

artık zaman bile yetmiyor
yaşadığımızı sanmaya

yine de ışıklar bu kenti
güzelmiş gibi gösteriyor
geceleri

sana
yaralarımdan çiçekler,
ilk yardım geceler biraz da
ve yangında kurtarılması imkansız acılar
bırakıyorum..

seni özümün gizinde saklıyorum..
bütün aşklarımın izlerini sayıklayarak
ve aldatarak tüm sevdiklerimi,

sana
cinayetimin ipuçlarını bırakıyorum
vasiyeti olmayan ölüler ülkesinden
(türkülerin sırtındaki muamma!)
yazık bir nakarat bırakıyorum sana

ben sana gülüm demem
gülün ömrü az olur

öç biter,
biter şarkı,

yaz olur

bu imkansızlıklar
bu yaralar
hepsi,
hepsi insan işi

sevda diye bağıran yüzün,
bir kitabın en sır satırını
okuyan sesin,
beni bana düşman eden,
ağlamaklı gecelerimin
tek temsilcisi
ve hiçbir yerde şubesi
olmayan yüzün
yani baştan ayağa sen

bu bakışlar
bu bakır tadı
hepsi,
hepsi insan işi
ve insanın insana ettiği
en yalan yemin: Aşk!
hepsi,
hepsi insan işi
 

Mart 1994

Aşkları da devralır mı
Kalp nakli yaptıranlar?
çöle kıyısı olan kentlerin
limanları sıkıcı olur
kuş uçar gemi geçmez,
kervan zaman içinde.
böyle kentlerde insan
fırtına gibi sever,
sevdiği için ağlamayı.

hangi türküde sevmekten bahsedilse
ben hicaz olurum
elimi ıslatır elinin teri
ziyan olurum

seni sevmekle ıslanır akşam sefalarım
hangi türküde sevmekten bahsedilse
bu çölde ben
şair burada yaşadığı kenti çöle benzetiyor da
bahsedilen şair olurum!
 

94-96 Kuzguncuk

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir