Sema Kaygusuz kitaplarından Barbarın Kahkahası kitap alıntıları sizlerle…
Barbarın Kahkahası Kitap Alıntıları
Bence tek tek seçiyorlar kafamızı. Yüreğe uygun kafayı takıyorlar. Nasibimize düşen neyse o kadar hissedebiliyoruz.
Ben dünyaya hiç dokunmadım. Kurcalamadım. Dağıtmadım. Tane tane ayırmadım. Masum kalmak için Masum olunca mazlum oluyorsun. Mazlum hissedersen masum olduğunu biliyorsun.
Bugün sırdaşlık nedir biliyor musun? Saklanmaktır. İçin için delirdiğini herkesten saklamaktır. Gördüğün kâbusu anlatmamaktır. Tırnağın kadar güvenmediğin puştlarla iç içe yaşamaktır.
Sürekli başkalarını tarif ederek kendini anlatan insanlar, aradaki farka tahammül edemezler.
Mesele ne biliyor musun, Allah yetmiyor Müslümana. Hâlâ Kuran’da mucize arıyor.
Müslüman mutsuzluğu diye bir şey var biliyor musun? Kafanın içindeki dünyayla dışındaki dünya birbirine uymuyor.
Göz nesneyi göremez, nesnenin yansımasını üretir. İnsan mevcudiyetinin icap ettiği şekilde zihniyle gören bir mahluk olduğu için, baktığını değiştirmekle kalmayıp her harikayı ve melaneti birbirine benzeterek varlığın has ışığını çalar. Koklamadan, değmeden, tatmadan, işitmeden bakanlar, sadece bakanlar, gerçeği gördükleri kadar zannnederler. Bunun şifası yoktur maalesef.
Fesatlığın son demidir vesvese. Her vesveseli kişi fesat değildir elbette, ama fesat kişi eninde sonunda vehmeder, zihninde geleceği değiştirir, o muazzam hayal gücünde iç karartan manzaralar oluşmaya başlar.
Bizim sınırlarımızda hikmetli söz, ruhu incelten ezgiler yok. Bizim sırlarımız asitlidir. Kökünden kurutur ağaçları. Utanç fışkırır topraktan. Bırak büyülenmeyi, dinlemeye tahammül edemezler.
Yadırgamak, bir bakıma miras aldığın değerleri muhafaza etmektir. Hiç şüphesiz ruhunda süzmediğin bir tavrı, sırf şifa bulacağım diye usulen uygulamaya kalkmak yarardan çok zarar verir.
Diyeceğim şu ki, gaibe karışan hayalettir çocukluğumuz.
…Bugünse kimin evladıysa çocuklar ona göre önemseniyor. Bir çocukla evlat arasındaki farkı düşünmeye meyletsek araya sınıf giriyor, çocukla insan arasındaki farkı düşününce araya beden giriyor, çocukla dünya arasındaki farkı düşününce araya cümle mahlukattan öte kültür giriyor. Hakiki çocuğu göremeyecek kadar cahiliz hala.
Her sabah alacaklı uyanıyorum ben. Ne hak ettiğimi bilmeden hakkım olmayan her şeyi istiyorum. İnsanın kendine duyduğu öfke var ya, hayattayken çürütüyor.
Bütün ihlallerimi hatırlar, sana titizlendiğim günleri unutursun. Seni terslediğim anları hatırlar, etrafa saçtığın düşünceleri geceler boyu dinlediğimi unutursun. Özensiz sözlerimi harfi harfine hatırlar, attığımız kahkahaları unutursun. İtip kalkmalarımı hatırlar, saçının teline kıyamadığım anları unutursun. Değersiz hisseler topluyorsun. Onlarla zengin oluyorsun sen.
“İpliği iğneden geçirmeyi beceremiyorsun, sihirbaz olmaya kalkıştın.”
“Özellikle susmuyorum, anlatacak bir şey yok.”
”Ben hayatımda hiç avcılık yapmadım, bırak öldürmeyi, dokunmaya bile kıyamam. ”
Gerçekten dinleyen kişiler kelimenin esasını anlatıcının gözlerinde bulurlar. Ağızdan önce göz söyler
Görmek ağır bir yüktür. Gördüğünü adlı adınca söyleyebilmek ise, serinkanlılık ister.
Bugün sırdaşlık nedir biliyor musun? Saklanmaktır. İçin için delirdiğini herkesten saklamaktır. Gördüğün kabusu anlatmamaktır. Tırnağın kadar güvenmediğin puştlarla iç içe yaşamaktır.
Sıradan bir olumsuzluğu büyük acılardan kalan deyişlerle anlatırsan, asıl keder görünmez hale gelir.
“Bir şey söyleyeyim mi İsmail, ben var ya her şeyin dudağını bulabiliyorum öpmek için. Taşın bile dudağını bulabiliyorum. Seninkini bir türlü bulamıyorum lan.”
Ben dünyaya hiç dokunmadım. Kurcalamadım. Dağıtmadım. Tane tane ayırmadım. Masum kalmak için..
Koklamadan, değmeden, tatmadan, işitmeden bakanlar, sadece bakanlar, gerçeği gördükleri kadar zannederler. Bunun şifası yoktur maalesef.
En küçük zorlukta mucize bekliyoruz. Bir mucize için göğe yalvardığım günler oldu benim. Aniden buharlaşıp başka bir zamana sıçramak istediğim anlar oldu. Oysa balık oltaya takılınca denizle birlikte geliyor. Başka bir evrene yeltenmiyor. Mucizeyi değil denizini arıyor.
Çaresizlik diye bir şeyin olmadığını, çaresizliği bizim uydurduğumuzu, bizim birbirimize ettiklerimiz yüzünden doğan bir şey olduğunu anlıyorsun.
Ne zaman ehil bir şey görsen eziliyorsun. Duyduğun hayranlık hemen hasede dönüşüyor. Bir güzellik karşısında huşu içinde sustuğuna tanık olmadım. Başkalarının maharetini abartılı övgülerle geçiriyorsun sadece. Bir parçasını da alıp içine koymuyorsun..
Hasmane kayalıklara, likenli taşlara kendi patikasını açan bu olağanüstü çekicilikte varlığın ferasetinden bir parçayı alıp yüreğine koydu.
Fesat kişiler, parlak bir mülahazanın yükünü kaldıramadıklarından sığlığı tercih ederler.
Görmek ağır bir yüktür. Gördüğünü adlı adınca söyleyebilmekse serinkanlılık ister.
Müslüman mutsuzluğu denen bir şey var biliyor musun? Kafanın içindeki dünyayla dışındaki dünya birbirine uymuyor.
Gariban insan başkasının kâbusunu görebilen insandır. Sen benim kâbusumu gördün mü hiç? Bendeki piçi gördün mü, tecavüzü, katliamı, kayıpları gördün mü? Benim tarihimde dışlanma var, linç var, hakaret var. Babamın ezikliği, annemin dünya tiksintisi var. Hayvanın azabı var. İnsanlığın felaketi var.
“Bugün sırdaşlık nedir biliyor musun? Saklanmaktır. İçin için delirdiğini herkesten saklamaktır. Gördüğün kabusu anlatmamaktır. Tırnağın kadar güvenmediğin puştlarla iç içe yaşamaktır.”
“Bugünse kimin evladıysa çocuklar ona göre önemseniyor.”
‘Sürekli başkalarını tarif ederek kendini anlatan insanlar, aradaki farka tahammül edemezler.’
“…Hikaye anlatıldığı zamana aittir.”
“Görmek ağır bir yüktür. Gördüğünü adlı adınca söyleyebilmekse serinkanlılık ister.”
Samimiyet bir fiskede kanamaya başlıyorsa eğer, ileride önemli sağlık sorunlarına neden olabilir. Beklenmedik şekilde sönen sevinç, ansızın kesilen şevk, kapanan iştah, poyraz gibi patlayan kızgınlık, nevi köpüklü duygulara karşı savunmasız olmak hayra alamet değildir
Incelikli zihniyetin görgü kuralı haline gelmesini bekleyemezsin
Yağlı olanın soluk soluğa hevesiyle kemikli olanın kökensel karamsarlığı arasında geçen hiç bir sözcüğün aynı anlamı taşıması olası görünmüyordu
İnsan oğlu işte. En küçük farkı bile ısırıyor. Allah’ı gücüne gitmesin, yaradılışımız böyle. Bize benzemeyen parçayı görünce koparmak istiyoruz.
Ayrılık, yitirmeyi sindirmekten çok tüylerin okşandığı yönden katılmaktı ötekilere.
Hadi ben çiğ kaldım, sense hazmedemedin. Madem öyle neden bekledin lan bu kadar? Hı? İlla kendini ısırtman mı lazımdı?
Seni doğurdular, beni dünyaya tükürdüler. Her boka kafan basıyor madem, bu kadar büyük farkı niye göremiyorsun!
Her sabah alacaklı uyanıyorum ben. Ne hak ettiğimi bilmeden hakkım olmayan her şeyi istiyorum. Sen bunu nerden bileceksin?
Her gün bire bir ölçeğini çıkarıyorsun aramızdaki şeyin. İyi halt ediyorsun. Ancak bir hükümdar kalkışır böyle işe. Bu abuk sabuk kudreti kimden aldıysan, hemen git geri ver.
Aradan yirmi yıl geçti, inatla beni tahmir etmeye çalışıyorsun. Ben senin oyuncağın mıyım? Yoksa başka bir şey mi var? Hı? Cevap versene. Bende sana ait bir şey mi var, onumu kurtarmaya çalışıyorsun?
En büyük meziyetin dağıtıp tekrar şekil almak. Bütün dertlerini son kullanma tarihini doldurmadan tüketiyorsun. Ateşte erisen başka şekil alırsın. Kendini kullanma kılavuzun var senin. Daha ne istiyorsun?
Elif diyorum sakil duruyor. Fill kuruyorum yakışmıyor. Söze dökülünce her şey büyülü oluyor. Ama şeylerin köküne inince ne var ne yok ölüyor.
Biz rüyalıyız Selçuk. Doğuştan rüyalı. O yüzden hiçbir zaman tam olarak insan olamayacağız.
İşin aslı kardeşim, her şair biraz eseriklidir, sarhoştur. Hepsinin vardır bir Cebrail’i. Muhammed kendi Cebrail’ini savundu. Meleği herkesin mağrasından çıkarıp Kuran’a koydu. Şimdi sen diyorsun ki şiir yaz Ben bu derdi hangi Cebrail’e anlatayım güzel kardeşim?
Lan oğlum, inançlı insanın bir tane ismi var, o da mümin. İnançsız olunca rütbe düşüyor bu ne ya?
Dünya diyorum Selçuk, dünya. Ben dünyaya hiç dokunmadım. Kurcalamadım. Dağıtmadım. Tane tane ayırmadım. Masum kalmak için Masum olunca mazlum oluyorsun.
Mutsuzluk çok kötü kilitliyor adamı. Müslüman mutsuzluğu diye bi şey var biliyor musun? Kafanın içindeki dünyayla dışındaki dünya birbirine uymuyor.
Bence tek tek seçiyorlar kafamızı. Yüreğe uygun kafayı takıyorlar. Nasibimize düşen neyse o kadar hissedebiliyoruz.
Oğlum Alikar böylesi daha iyi, insan kendi kafasına alışmıyor. Gerçekten bak. Hepimizin kafası tesadüf.
Bu bir zihniyet meselesi, incelik meselesi değil ki. İncelikli zihniyetin görgü kuralı haline gelmesini bekleyemezsin.
İnsanın yiyeceği hayvanı avlaması bence bir badiredir. Bir bedel ödüyorsun. Kanın içinden geçiyorsun. Hayvana Şükran duymayı öğreniyorsun.
hiçbir elma demeyecek nasıl olsa, çürüksüz elma olmaz nefretimle sev beni. hiçbir elma demeyecek, feryatsız duy beni
Hepimizin kafası tesadüf.
Yüreğe uygun kafayı takıyorlar.
omzunu öptü sevgilisinin.
“Sürekli başkalarını tarif ederek kendini anlatan insanlar,aradaki farka tahammül edemezler.”
cümlelerin hepsini yuttu.
Başka mevzumuz var mı bizim ?
‘ ‘ Sıradan bir olumsuzluğu büyük acılardan kalan deyişlerle anlatırsan, asıl keder görünmez hâle gelir. ‘ ‘
‘ ‘ Ben hayatımda hiç avlanmadım, bırak öldürmeyi dokunmaya bile kıyamam. ‘ ‘ ♡
‘ ‘ Seni en çok seven insanları bile celladın gibi tarif etmenden yoruldum artık. Kesici alet gibi herkesi bileyliyorsun. Kendine saplamak üzere beni bileyliyorsun. ‘ ‘
sürekli başkalarını tarif ederek kendini anlatan insanlar, aradaki farka tahammül edemezler.
“yanlış anlamışsın sen garibanlığı. gariban insan başkasının kâbusunu görebilen insandır. sen benim kâbusumu gördün mü hiç? bendeki piçi gördün mü, tecavüzü, katliamı, kayıpları gördün mü? benim tarihimde dışlanma var, linç var, hakaret var. babamın ezikliği, annemin dünya tiksintisi var. hayvanın azabı var. insanlığın felaketi var.”
“hayvanın gözü var ama ifadesi yok. dakikalarca avucumda ifade aradım. bu bile insan hilesi. acıyı göremeyince canı yanmıyormuş gibi düşünüyorsun.”
“ağaçlar ağaçlardan olur, biz uzaklardan…”
Kelimenin ağırlığını taşıyamayacak olana kelimeyi emanet etmemeli