İçeriğe geç

Carry On Kitap Alıntıları – Rainbow Rowell

Rainbow Rowell kitaplarından Carry On kitap alıntıları sizlerle…

Carry On Kitap Alıntıları

Sanırım benden geriye pek bir şey kalmadı. Doğru düzgün ölecek kadar hayatının olmadığını düşünsene. Ne ilerlemeye yetecek kadar ne de geri çekilecek kadar hayatın var.
Merhaba deme, çünkü sonra hoşça kal demek zorunda kalırız ve ben vedalara dayanamıyorum.
Ben Seçilmiş Kişi değilim, dedi.
Ona bakıp gülümsedim. Kolum hâla belindeydi. Beni seni seçtim, dedim. Seni seçtim, Simon Snow.
Sen güneştin ve ben sana çarpmak üzereydim. Her gün uyandığımda, ‘Bu, alevler içinde son bulacak,’ diye düşünüyordum.
Baz ırkçı mı? diye sordum. Kendisi de belli bir ırktan değil mi? Annesi tabloda İspanyol ya da Arapça gibi görünüyordu.
Arapça bir dil, Simon.
Snow benim ateşe takık olduğumu söylerdi. Bunun, yanıcı olmanın kaçınılmaz yan etkisi olduğunu söyleyerek ona karşı çıkardım.
Merhaba deme,
çünkü sonra hoşça kal demek zorunda kalırız
ve ben vedalara dayanamıyorum.
“Seni terk ettikten sonra olan tüm güzel şeyler için üzgünüm.”
sahip olduğumu düşündüğüm fırsatlara aslında hiç sahip olmamıştım.
O kadar canlısın ki Simon Snow.
Benim hakkımı da yaşıyorsun.
Sanırım benden geriye pek bir şey kalmadı. Doğru düzgün ölecek kadar hayatının olmadığını düşünsene. Ne ilerlemeye yetecek kadar ne de geri çekilecek kadar hayatın var.
Sanki karanlık bir odadaydım ve her seferinde tek bir köşesini aydınlatacak kadar ışığım vardı.
Sana söylemek istediğim o kadar çok şey var ki…
Ama zamanım kısıtlı.
Ve sesim ulaşmıyor.
“Merhaba deme, Simon,” demişti. “Çünkü sonra hoşça kal demek zorunda kalırız ve ben vedalara dayanamıyorum.”
Kendime iyi şeyler düşünme hakkı tanımıyordum. İyi şeyleri özlemek insanı delirtirdi.
“İyi şeyleri özlemek insanı delirtirdi.”
Kelimeler çok güçlüdür.
Belirli ve tutarlı kombinasyonlarda söylendikçe, okudukça ve yazıldıkça güçlenirler.
Merhaba deme, Simon. Çünkü sonra hoşça kal demek zorunda kalırız ve ben vedalara dayanamıyorum.
Onu çok özlüyor olmalısın.
Kendi kalbimi özlemek gibi, dedi Ebb.
Merhaba deme, Simon, demişti. Çünkü sonra hoşça kal demek zorunda kalırız ve ben vedalara dayanamıyorum.
“O kadar canlısın ki Simon Snow.
Benim hakkımı da yaşıyorsun.”
“Hayatınızda en çok istediğiniz kişiyle aynı odada kalmak ateş hattında kalmak gibiydi.Sürekli sizi kendisine çekiyordu ve siz de sürekli fazla yaklaşıyordunuz.Bunun iyi olmadığını,hiçbir şey çıkmayacağını bilmenize rağmen.
Ama yine de yapıyordunuz.
Sonra ise
Sonra yanıyordunuz.”
“Gözleri açıkken bile kapaklarının altından görünen baygın gözleri vardı.Dudaklarının köşesi kendiliğinden aşağı kıvrıktı.Yüzü sanki somurtmak için özel tasarlanmıştı.”
Güçlü bir büyücüydü fakat güçlü büyücülerin yaptığını yapmamıştı. Sorumluluk almak istememişti. İnsanları kontrol etmek istememişti. Ya da savaşmak. Watford’da yasayıp keçilerle ilgilenmek istemişti.
Ve ona izin vermemişlerdi.
Onu kendi haline bırakmamışlardı. Kendisiyle hiç ilgisi olmayan bir savaşta ölmüştü.
kalıcıydı. Yağ lekesinin insan versiyonuydu.
Yedi yaşındaki kız kardeşim beni izliyordu.”Anneme söyleyeceğim,” dedi.
“Söylersen bütün şömineleri tıkarım,Noel Baba da içeri giremez.”
“Bir sürü şömine var,” diye karşı çıktı.
“Benim için değil,” dedim. “Hepsine yetecek kadar vaktim var.”
“Kapıdan gelir.”
“Saçmalama,Mordelia. Noel Baba asla kapıdan girmez.Girerse de ona yanlış evde olduğunu söylerim.”
Çünkü birbirimize uygunuz.
Sahip olduğumu düşündüğüm fırsatlara aslında hiç sahip olmamıştım.
Ben seçilmiş kişi değilim. dedi.
Ona bakıp gülümsedim.
Ben seni seçtim, dedim. Seni seçtim, Simon Snow
Hadi öyleyse, dedi. Asla vazgeçme, Simon
Kendimi kaybettiğimde her zaman emin olduğum tek şeye tutunmuştum
Mavi gözler, bronz bukleler.
Simon Snow’un yaşayan en güçlü büyücü olduğu gerçeği. Ona hiçbir şeyin zarar veremeyeceği, benim bile.
Simon Snow’un yaşadığı gerçeği.
Ve ben ona ümitsizce aşıktım.
Gerekirse arabanı çalarım! diye bağırdım. Ya da otobüs çalarım!

Fiona teyzem ağır, siyah Doc Martens botlarını vura vura gelip kapımı açtı.

Arka koltuğa, dedi. Ön koltuk, kahrolası asalaklar tarafından kaçırılmayan kişiler için.

Sana söylemek istediğim o kadar çok şey var ki
Ama zamanım kısıtlı.
Ve sesim ulaşmıyor.
Yapabilirdim, yapmalıydım! Ona gitmesini emretmeliydim, bunu yapardı.

Beni hala dinlerdi.

Ama ya dinlemezse

Simon Snow, o zaman seni tamamen yitirir miyim?

Merhaba deme, Simon demişti. Çünkü sonra hoşçakal demek zorunda kalırız ve ben vedalara dayanamıyorum.
İyi insanlar iyi şeyler için mücadele verirse, her şeyin daha iyiye gideceğini biliyorum.
Davy’le gurur duymamak elimde değil; bunu benim söylememi tuhaf buluyor olabilirsiniz ama elimde değil.
Devrimini başardı.
Bu kapıları büyüyle kutsanmış her çocuğa açtı.
Mutluydum.
Gerçekten mutluydum.
Evimdeydim.
O, dünyamızın gördüğü en büyük tehdit. Ve sen de en büyük umurumuzsun.
Sana söylemek istediğim o kadar çok şey var ki
Ama zamanım kısıtlı.
Ve sesim ulaşmıyor.
Bunu düşünmek güzeldi: hayatımla ilgili ne yapacağıma karar verecek kadar uzun yaşamak.
Simon’ı kaçırıp güvende tutarsam
Geri dönebileceğimiz bir Sihirbazlar Âlemi olacağından emin değildim.
Merlin, Morgan ve Methuselah aşkına, geri dönmek güzeldi. Geri dönmek her zaman güzeldi.
Asla vazgeçme Simon.
Eski halin Simon Snow, her gün ikimizin birden canlı çıkmayacağını düşünüyordum.
Neyden?
Hayattan.
Bu şekilde olmaması gerekiyordu. Senin çözüm olman gerekiyordu.
Tek başımayken büyü kişisel bir şeydi. Yüküm, sırrım. Ama Watford’da büyü tıpkı soluduğumuz hava gibiydi. Beni diğerlerinden ayırmıyor; daha büyük bir şeyin parçası yapıyordu.
Beni öldürmek isteyen biriyle, on bir yaşından beri beni öldürmek isteyen biriyle bir oda paylaşmak Eh, oldukça berbattı, değil mi?
En güçsüz olanlara öğretmek daha önemli olmaz mıydı? Sahip olduklarını kullanmalarına yardım etmek? Sadece şairlere mi okumayı öğretmeliyiz?
Yanılıyorsun, dedim. Elini tekrar tutup kolumu ona doladım. Yüksük bizi eşleştirdi.
Yüksük mü?
Ben on bir yaşındaydım; annemi, ruhumu kaybetmiştim ve bana seni verdi.
Bizi oda arkadaşı yaptı, dedi.
Başımı iki yana salladım. Biz hep daha fazlasıydık.
Düşmandık.
Sen evrenimin merkeziydin, dedim. Her şey senin etrafında dönüyordu.
Ve hâlâ ölü olduğuma inanmıyorsun.
Başını sertçe iki yana salladı. Ölü olduğuna inanmıyorum.
Garaj yoluna girdiğimizde itirafta bulundum. Güneş ışığı beni yakıyor.
Omuz silkti. Beni de.
Sen aptalsın, Snow.
Bana daha önce Simon dedin.
Demedim.
Belki sen vampirlerle ilgili bir kitap yazmalısın, dedim.
Belki yazmalıyım. Görünüşe bakılırsa bu konuda hatırı sayılır bir uzmanım.
Bir yere gitmiyorsun.
Öğrendiğim her şeyi anlattım.
Snow, son trenle gelmişsin ve bir saat boyunca yürümüşsün. Tüm gün bir şey yememişsin ve saçların hâlâ ıslak; bu gece gitmiyorsun.
İyi de burada kalamam.
Henüz alev almadın.
Baz, dinle
Eliyle sözümü kesti. Hayır.
Simon ile her zaman düşman olacağımızı biliyordum.
Ama belki artık düşman olmak istemeyeceğimiz bir noktaya ulaşabilirdik.
Gözlerime baktı. Sen hala Simon Snow’sun. Sen hala bu hikayenin kahramanısın.
Bu bir hikaye değil!
Her şey bir hikayedir. Sende bir kahramansın. Benim için her şeyini feda ettin.
Güçsüz olana öğretmek daha önemli olmaz mıydı? Sahip olduklarını kullanmalarına yardım etmek.. Sadece şairlere mi okumayı öğretmeliyiz?
Penny iç geçirdi ve başka yöne bakıp sandalyeyi tekmeledi.
Normalde bir şeyleri tekmeleyen kişi ben olurdum. Tüm yaz duvarları tekmelemiştim bir de bana ters bakan insanları.
.
Sen güneştin ve ben sana çarpıyordum. Sabah kalkıp ‘Bu alevler içinde bitecek’ diye düşünürdüm.

.

Yunanca dersine girdiğimde Snow yine ayağa kalktı. Ona bakmadan yerime oturdum. Yeter artık Snow, ben Kraliçe değilim.
Neden ben? Neden Humdrum’la ben savaşmak zorundaydım? Sihirbaz, yıllar içinde bu soruyu bir düzine farklı şekilde cevaplamıştı: Çünkü ben seçilmiştim. Çünkü kehanette öngörülmüştüm. Çünkü Humdrum peşimi bırakmıyordu.
Ama bunların hiçbiri gerçek cevap değildi. Penelope bana anlam verebildiğim tek cevabı söylemişti:
Çünkü yapabilirsin, Simon. Ayrıca biri bunu yapmak zorunda.
Sihirbaz, dinlemeyi reddeden bir çocukmuşum gibi kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Humdrum’ın sana, sen yalnızca burada olduğunda saldırdığını fark etmedin mi, Simon?
Siz bunu daha yeni mi fark ettiniz?
Kabus gördüğünde yanaklarının ne kadar dolgun göründüğünü söylemiş miydim? Sanki ağzında fazladan diş varmış gibi?
Dolaylı kanıt, dedi Penny. Ayrıca neden kabus gören bir vampiri sinsice gözetlediğini de hala anlamış değilim.
Onunla yaşıyorum! Tetikte olmam gerek.
Arabayı yeniden yola çevirmeye çalıştım ama araba kullanmayı bilmiyordum. Direksiyonu sola çevirdim ve taksinin kenarı ahşap çitlere çarptı. Hava yastığı suratımda patladı ve geriye uçtum. Araba hala bir şeylere çarpıyordu: muhtemelen daha fazla çite. Bu şekilde öleceğim hiç aklıma gelmezdi.
Simon’ı Humdrum’dan saklayabilirdim. Onu yüzleşmeye hazır olmadığı her şeyden saklayabilirdim. Yapabilirdim. Yapmalıydım!
Ona gitmesini emretmemeliydim. Bunu yapardı. Beni hala dinlerdi. Ama ya dinlemezse
Simon Snow, o zaman seni tamamen yitirir miyim?
O yanımdayken daha iyi savaşıyordum. Daha iyi düşünüyordum. Sanki o yanımdayken bana her zaman söylediği şeye inanıyordum: Sihirbazlar Alemi’nin gelmiş geçmiş en güçlü büyücüsü olduğuma. Tüm bu gücün iyi bir şey olduğuna ya da en azından bir gün olacağına. Sonunda kendimi toparlayıp yarattığımdan daha çok sorun çözeceğime
Sihirbaz aynı zamanda yaz boyunca benimle iletişim kurma izni olan tek kişiydi. Ve hazirandaki doğum günümü hep hatırlardı.
Kendime iyi şeyleri düşünme hakkı tanımıyordum. İyi şeyleri özlemek insanı delirtirdi.
Baz geldiğinde hâlâ ağlıyordum. Daha şimdiden ne diye ağlıyorsun? diye terslemişti. Seni ağlatma planlarımı mahvediyorsun.
Kelimeler çok güçlüdür, demişti Bayan Possibelf
..
..
Belirli ve tutarlı kombinasyonlarda söylendikçe, okundukça ve yazıldıkça güçlenirler, diye devam etmişti.
Büyü yapmanın sırrı o güce erişebilmekte yatar. Yalnızca kelimeleri söylemek değil, anlamlarını çağırmaktır.
Yani büyü yapmak için iyi bir kelime darcığınız olması gerekiyordu. Ve hızlı düşünebilmeniz. Ve konuşacak cesarete sahip olmanız. Bir de üslubunuza dikkat etmeniz.
Ne söylediğinizi anlamanız gerekiyordu; kelimelerin nasıl büyüye çevrildiğini.
Boynum hafiflemişti ama başımda hala tonlarca ağırlık vardı.
Merhaba deme Simon, çünkü sonra hoşçakal demek zorunda kalırız ve ben vedalara dayanamıyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir