İçeriğe geç

Das Kapital Kitap Alıntıları – Francis Wheen

Francis Wheen kitaplarından Das Kapital kitap alıntıları sizlerle…

Das Kapital Kitap Alıntıları

Marx geçim için gereken toplam miktarın günde altı saatlik emeğe eşdeğer olduğunu hesaplar. Fakat Moneybags işçilerinin altı saatlik zorunlu emeğin sonunda çıkıp gitmelerine izin verecek midir? Elbette hayır. Ücretlerini kazanmak
için işçilerin beş altı saat daha çalışmaları gerekir, böylece
onun karını yaratan artı emeği sağlarlar. Varlığını ödenmemiş emeğe borçlu olmayan tek bir [artı] değer atomu
yoktur sonucuna varır Marx ve bu sömürüyü fethettiği
yerdeki kişilerden çaldığı para ile onlardan mallar satın alan
fatihlerin yüzyıllık faaliyetine benzetir. Önceki çağlardan
tek fark soygunun kurbanlardan hile ile saklanmasıdır.
Varsayalım açıklanamaz bir çeşit ayrıcalık satıcıya mallarını değerlerinin üstünde satmaya, 100 edeni 100 #8242; dan satmaya izin
versin. Dolayısıyla yüzde 10’luk anormal bir fiyat artışıyla satsın. Bu durumda satıcı 10 birim miktarında bir artı-değeri cebine indirir. Fakat kendisi malını sattıktan sonra alıcı haline gelir. Üçüncü bir mal sahibi şimdi ona satıcı olarak gelir ve o da kendi payına mallarını yüzde 10 daha pahalı satma ayrıcalığını yaşar.
Dostumuz [Moneybags] bir satıcı olarak kazandığı 10 birimi alıcı olarak tekrar kaybeder. Gerçekte net sonuç şudur ki tüm mal sahipleri mallarını birbirlerine değerlerinin yüzde 10 fazlasına satarlar, bu da onları gerçek değerlerinde satmış olmakla aynı
şeydir Her şey eskisi gibi kalır.
Tüm icatlarımız
ve ilerlememiz maddi güçlere entelektüel hayat vermekle ve
insan hayatını monotonlaştırarak maddi bir güce indirgemekle sonuçlanıyor gibi görünüyor.) Katı olan her şey buharlaşıyor, diye yazmıştı Komünist Manifesto’da; şimdi Das
Kapital’de ise gerçekten insani olan her şey eriyip şaşılası bir
hayat ve canlılık kazanan cansız nesnelere dönüşüyordu.
Kapitalizmin emek üretkenliğini artırma araçları işçiyi
insanın bir parçasına dönüştürür, bir makine düzeyine indirger, emeğini bir işkenceye dönüştürerek gerçek içeriğini
yok eder, emek sürecinin entelektüel potansiyellerini ondan
yabancılaştırır Onun ömrünü çalışma zamanına çevirir ve
karısını ve çocuğunu sermayenin tanrısına kurban eder.
En uygun
ekonomik koşullarda bile, işçinin kaderi, kaçınılmaz olarak fazla mesai ve erken ölüm, bir makineye indirgenmek,
sermayeye köle olmaktır. İşçinin emeği, onun dışında,
ondan bağımsız ve ona yabancı olarak var olan ve onun
karşısına özerk bir güç olarak çıkan dışsal bir varlık haline
gelir; nesneye balışettiği hayat onun karşısına düşmanca ve
yabancı bir biçimde çıkar.
Ücretler kapitalist ile işçi arasındaki şiddetli mücadelede belirlenir.
Kapitalist kaçınılmaz olarak kazanır. Kapitalist, işçi olmadan, işçinin kapitalist olmadan yaşayabileceğinden daha
uzun süre yaşaya bilir. Sermaye işçilerin emeğinin birikmiş
meyvelerinden başka bir şey değilse, o zaman bir ülkenin
sermayeleri ve gelirleri, ancak işçinin ürünlerinin gittikçe
daha fazlası onun elinden alındıkça, onun kendi emeği gittikçe daha fazla yabancı bir mülkiyet olarak karşısına çıktıkça ve varoluşunun ve faaliyetinin araçları gittikçe daha
fazla kapitalistin elinde toplandıkça büyüyebilir.
Her
gerçek felsefe kendi zamanının entelektüel özü olduğuna
göre, diye yazdı 1842’de, felsefenin yalnızca içsel olarak
içeriğiyle değil, fakat aynı zamanda dışsal olarak biçimiyle
de zamanının gerçek dünyasıyla temasa ve etkileşime geçme vakti gelmelidir.
Paranın radikal bir düzleştirici olduğunu kanıtlamak
için Marx, Atinalı Timon’dan para üzerine insanlıgın ortak
fahişesi şeklindeki konuşmayı alıntılar, bunu Sofokles’in
Antigon’undan bir alıntı izler: ( Para! Para insanlıgın en büyük lanetidir! Şehirleri viran eden, insanları evinden eden, en iyi niyetli ruhları ayartan ve baştan çıkaran, alçaklığın
ve utancın yolunu gösteren ).
Kapitalist üretimin ve zenginlik artışının bir koşulunu oluşturur. Kapitalist üretimin üretken olmadığı halde zorunlu olan maliyetleri arasında yer alır: Ancak, sermaye, genelde bunu kendi omuzlarından kaldırıp, işçi sınıfı ile küçük burjuvazinin omuzlarına yüklemeyi bilir.
Sermaye metaları ucuzlatmak için emek üretkenliğini artırma yönünde içsel bir dürtüye ve sürekli bir eğilime sahiptir.
Sermaye vampir gibi ancak emeği emerek yaşayan ölü emektir ve ne kadar çok emerse o kadar çok yaşar.
Din insanı yapmaz, insan dini yapar; anayasa halkı yaratmaz, halk anayasayı yaratır.
Toplumdaki ilişkilerimiz daha biz onları belirleyecek bir konuma gelmeden önce bir ölçüde kurulmaya başlamıştır.
Kitaba en çok ihtiyacı olanlar onu en az anlayabilecek olanlar idi, onu okuyabilecek olan eğitimli elitin ise böyle bir niyeti hiç yoktu.
1970’lerde otomasyon sayesinde pek az çalışacağımız bir “boş zaman çağının” yaklaştığından söz ediliyordu ve umutsuz uyuşuklar haline gelmeksizin yeni boş vaktimizi nasıl dolduracağımız üzerinde ciddi ciddi düşünen bir dizi kitap vardı. Bugün sahaflarda bu unutulmuş türün kitaplarından birine rastgelen birisi inanmayıp gülecektir. Şimdi ortalama bir İngiliz çalışanı iş hayatı boyunca 80.224 saat çalışıyor, 1981’de bu rakam 69.000 saat idi.
İşçiler nihayet iş bulduklarında yedek sanayi ordusuna katılma korkusu onları artık sömürü için daha olgun hale getirir. Dolayısıyla, emek üretkenliği ne kadar büyük olursa, yedek sanayi ordusunun “göreli kitlesi” de o kadar büyük olur sonucuna ulaşır. Bu nedenle toplumsal refahta bir artışın sonucu resmi yoksullukta bir artıştır.
Marx’ın “yedek sanayi ordusu” dediği işsizler kitlesi yaratmak yoluyla iş bulma rekabetini de şiddetlendirmiştir. Bu fazla işçi nüfusu sınaî kapitalizmin zorunlu bir yan ürünü değildir yalnızca; o, aynı zamanda, “her zaman sömürüye hazır bir insan malzemesi” sağlamak suretiyle kapitalist birikimin de bir kaldıracı haline gelir.
Marx geçim için gereken toplam miktarın günde altı saatlik emeğe eşdeğer olduğunu hesaplar. Fakat moneybags işçilerin altı saatlik zorunlu emeğin sonunda çıkıp gitmelerine izin verecek midir? Elbette hayır. Ücretlerini kazanmak için işçilerin beş altı saat daha çalışmaları gerekir, böylece onun karını yaratan “artı emeği” sağlarlar.
Marx ömrünün çoğunu kargaşa ve parasızlık içinde geçirdi; Engels’in tam zamanlı bir işi varken aynı zamanda ciddi miktarda kitaplar, mektuplar ve gazete makaleleri yazıyordu – ve yine de mahzeninde bol şarap ile yüksek burjuva yaşamının zevklerini yaşamaya vakit buluyordu. Fakat bariz avantajlarına rağmen Engels başından itibaren bu işte hiçbir zaman büyük ortak olamayacağını biliyordu. Şikâyet ya da kıskançlık etmeksizin, kendi görevinin Marx’ın çalışmasını mümkün kılacak entelektüel ve mali desteği sunmak olduğunu kabul etti. Bu konuda şöyle yazmıştı: İnsanın bir dehayı nasıl kıskanabileceğini bir türlü anlamıyorum; bu öylesine özel bir şey ki buna sahip olmayan bizler en baştan itibaren bunun erişilmez olduğunu biliriz; fakat böyle bir şeyi kıskanmak için insanın korkutucu ölçüde dar kafalı olması gerek.
Görünürde ekonomik zaferleri ne kadar şanlı olursa olsun, kapitalizm bir felaket olarak kalır, çünkü insanları başka metalarla mübadele edilebilen metalara çevirmektedir. İnsanlar kendilerinin tarihin nesneleri değil de özneleri olduğunu kabul ettirinceye kadar bu zulümden kaçış yoktur.
Hegel gençliğinde Fransız devriminin idealist bir destekçisi idi, fakat orta yaşlara geldiğinde halinden memnun ve uysal biri haline gelmişti, gerçekten olgun bir insanın bulduğu şekliyle dünyanın nesnel zorunluluğunu ve rasyonelliğini kabul etmesi gerektiğine inanıyordu. Hegel’e göre, gerçek olan her şey rasyonel idi ve Hegel’in muhafazakâr destekçileri, var olması anlamında, Prusya devleti kuşkusuz gerçek olduğuna göre rasyonel ve sitemden arî olması gerektiğini savunuyorlardı. Hegel’in daha yıkıcı olan ilk yazılarının destekçisi olan Genç Hegelciler ise Hegel’in sözünün ikinci yarısını alıntılamayı yeğliyordular: Rasyonel olan her şey gerçektir.
Kitaba en çok ihtiyacı olanlar onu en az anlayabilecek olanlar idi, onu okuyabilecek olan eğitimli elitin ise böyle bir niyeti hiç yoktu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir