İçeriğe geç

Songs of Innocence & Experience Kitap Alıntıları – William Blake

William Blake kitaplarından Songs of Innocence & Experience kitap alıntıları sizlerle…

Songs of Innocence & Experience Kitap Alıntıları

Bana bir gün bir çiçek sundu biri:
Mayıs güllerinden bile güzeldi.
Benim Güzel bir Gül Ağacım var dedim,
Ve geri çevirdim bu tatlı çiçeği.
Sonra gittim Güzel Gül Ağacıma:
Gece gündüz yanında olmaktı niyetim.
Ama Gülüm kıskanıp sırt çevirdi bana:
Sırf dikenleri oldu elde ettiğim.

A flower was offerd to me:
Such a flower as May never bore.
But I said I’ve a Pretty Rose-tree,
And I passed the sweet flower o’er.
Then I went to my Pretty Rose-tree:
To tend her by day and by night.
But my Rose turnd away with jealousy:
And her thorns were my only delight.

Ağlıyordum gece gündüz
Gözyaşımı siliyordu meleğim
Gece gündüz ağlıyordum
Kalbimin hazlarını ondan saklıyordum
Kanatlarını takıp uçtu bu yüzden:
Gün gül pembesine döndü birden:
Gözyaşımı kuruttum, korkularımı donattım
On binlerce kalkan ve mızrakla.
Çok geçmeden Meleğim geri döndü:
Silahlanmıştım artık, gelişi boşunaydı:
Çünkü geçip gitmişti gençlik çağım
Ve başımda ağarmıştı saçlarım
Burası bir yokluk ülkesi!
Aşk sırf Kendini memnun etmeye uğraşır,
Başkasını Kendi keyfine kurban eder.
Ay bir çiçek gibi sanki,
Göğün yüksek kameriyesinde;
Sessiz bir tatlılık içinde,
Oturmuş gülüyor gecede.
Ve dünyada küçücük bir yere konulduk biz,
Sevgi ışınlarına dayanmayı öğrenelim diye.
Bahar saklar mı neşesini
Tomurcuklar goncalar açtığında?
“Gece bitkin,
Doğuyor gün
Uyuşuk bir kütleden.”
Ve benim rengim kara, ama ah! beyaz ruhum..
Kırıntı toplayan kapı önündeki,
Küçük bir kuş gibi seviyorum seni.
Şimdi görmek için dışarı bakarlar,
Şimdi döner benim için ağlarlar.
Oysa biraz Bira verselerdi Kilisede,
Ve tatlı bir ateş, ruhlarımız doysun diye,
Şarkı söyler dua ederdik hepimiz, gündüz gece,
Ne de şaşırırdık Kilisenin yolunu o zaman.
Güneşleri onların asla parlamaz,
Çoraktır tarlalar, kıt kanaat yeter,
Yolları geçilmez olmuş dikenden,
Orada ebedi kış hüküm sürer.
Bir daha gitme
Cevap verdi, Kimdir gecenin bekçisini
Çağıran bu ağlayıp inleyen kişi
Hangi ölümsüz el ya da göz, hangi,
Kurabilir o korkunç simetrini?
Boşunaydı geri dönmek
Neşelenmek için doğmuş bir kuş,
Nasıl şakısın kafes içinde.
Nasıl olur da korkan bir çocuk,
Gençliğinin baharını unutup,
İndirmesin uysal kanatlarını?
Merhamet diye bir şey olmazdı,
Biz Fakirleştirmeseydik insanları
Başkalarına yol göstermek dilerler onlara yol gösterilmesi gerekirken
Kaybolacağım yoksa, Gece karanlıktı baba ortada yoktu
Hangi uzak derinlerde, göklerde
Yandı senin ateşin gözlerinde?
Aşk sırf Kendini memnun etmeye uğraşır,
Başkasını Kendi keyfine kurban eder:
Başkasının rahatının kaçmasından zevk alır,
Ve Cennete rağmen bir Cehennem kurar.
Çocuk gülüşleri onun gülüşleridir,
Yeri göğü barışa yönlendirir.
Ve benim rengim kara, ama ah! beyaz ruhum.
Görülecek kutsal bir şey mi bu
Zengin ve bereketli bir ülkede,
Bebekler yoksulluğa düşürülmüş,
Soğuk tefeci ellerle besleniyor?
Bir şarkı mı ki bu titrek çığlık?
Bir neşe şarkısı olabilir mi?
Ve bunca çocuk yoksul?
Burası bir yokluk ülkesi!
Üşümüş, bozarmış,
Durmadan ağlayarak
İşitiyorum eski insanların Babasını
İnsanların bencil babası
Zalim, kıskanç, bencil korku
Geceye zincirlenmiş
Mutluluk doğurabilir mi
Gençliğin ve sabahın bakireleri.
Seni yalnız bırakır sanma sakın.
Sen gözyaşı dökerken yaradanın
Seni yalnız bırakır sanma sakın
Aşk yalnızca Özü arar memnun etmek,
Kendi sevinciyle kuşatmak için bir diğerini,
Başkalarının sevincinde yitirir teselliyi,
Ve nefretinde Cennetin, bir Cehennem kurar.
Tomurcuklar ve çiçekler açarken,
Gizler mi bahar neşesini?
Bir İnsan Yüreği var Kıyıcılığın
Ve Kıskançlığın bir İnsan Yüzü
Dehşetin Tanrısal İnsan Sureti
Ve Gizliliğin İnsan Giysisi
İnsan Giysisi dökme Demirdir
Kızgın Dökümhane İnsan Sureti.
İnsan Yüzü damgalanmış bir Ocak
Onun aç Gırtlağı İnsan Yüreği.
Delilik çıkışsız bir labirenttir.
Yolunu şaşırtır ona dolanmış kökler,
Niceleri düşüp kalmıştır orda!
Ölü kemikleri üstünde sendeleye sendeleye yürürler bütün gece:
Ve kaygılanmaktan başka bir şey bilmediklerini hissederler:
Başkalarına yol göstermek dilerler onlara yol gösterilmesi gerekirken
Siz ey gelecek Çağın çocukları,
Okurken bu öfkeli sayfayı;
Bilin ki şu tatlı Sevgi var ya,
Suç gibi görülüyordu eski zamanda.
Ah Günebakan! zaman bezgini,
Güneşin adımlarını sayan:
Gezginin yolculuğunun bittiği yeri,
O tatlı altın iklimi arayan.
Dönüp duran kara cübbeli Papazlar,
Sevinçlerimi arzularımı dikenli tellerle bağlıyorlar.
Görülecek kutsal bir şey mi bu
Zengin ve bereketli bir ülkede,
Bebekler yoksulluğa düşürülmüş,
Soğuk tefeci ellerle besleniyor?
Şu doğan güneşe bak: Tanrı orada yaşar
Ve ışığını verir ve sıcağını verir
Ve narin bitkiler bahardaki
Neşelerinden soyulursa,
Kederler içinde, kaygı içinde,
Ya nasıl getirsin yaz, yaşama sevincini
Ya nasıl çıksın ortaya yazın meyveleri.
Dertlerin yıktığını nasıl onaralım ki
Nasıl kutsayalım olgunlaşan yılı,
Esip dururken kış rüzgârları.
Siz ey gelecek çağın çocukları,
Okurken bu öfkeli sayfayı;
Bilin ki şu tatlı sevgi var ya,
Suç gibi görülüyordu eski zamanda.
Gör açılan sabahı,
Yeni doğmuş hakikatin görüntüsünü.
Kuşku uçup gitti artık, ve mantık bulutları,
Karanlık tartışmalar, hileli sataşmalar.
Delilik çıkışsız bir labirenttir.
Yolunu şaşırtır ona dolanmış kökler,
Niceleri düşüp kalmıştır orda!
Ölü kemikleri üstünde sendeleye sendeleye yürürler bütün gece:
Ve kaygılanmaktan başka bir şey bilmediklerini hissederler
Rastladığım her yüzde bir iz görüyorum
Zayıflık izlerini, acının izlerini.
Her çığlığında her insanın,
Her çocuğun korku çığlığında,
Duyuyorum her seste her yasakta,
Aklın dövdüğü kelepçeleri
Hangi uzak derinlerde göklerde
Yandı senin ateşin gözlerinde?
O hangi kanatla yükselebilir?
Hangi elle ateşi kavrayabilir?
Ve hangi omuz ve hangi beceri
Bükebildi kalbinin kirişlerini?
Ve kalbin atmaya başladığında.
Gece bitkin,
Doğuyor gün
Uyuşuk bir kütleden.
Dönüp gitme bir daha:
Neden dönüp gidesin ki
Bu yıldızlı zemin
Bu sulu sahil
Gün doğumuna kadar sana verildi.
Şu doğan güneşe bak: Tanrı orada yaşar
Ve ışığını verir ve sıcağını verir. Ve
Çiçekler ve ağaçlar ve hayvanlar ve insanlar
Sabah rahatlık alır öğleyin neşe.
Ve dünyada küçücük bir yere konulduk biz,
Sevgi ışınlarına dayanmayı öğrenelim diye.
Merhamet diye bir şey olmazdı;
Fakirleştirmeseydik insanları.
Rahmete gerek kalmazdı;
Herkes mutlu olsaydı.
Karşılıklı korku huzur getirir.
Kilise de bize biraz bira verselerdi,
Ve hoş bir ateş, canımıza can katan.
Bütün gün şarkılar söyler
Dualar ederdik.
Hiç aklımıza
Gelmezdi
Kiliseden çıkmak.
“Kırıntı toplayan kapı önündeki,
Küçük bir kuş gibi seviyorum seni.”
“Kızmıştım arkadaşıma,
Söyledim öfkemi, dindi öfkem,
Kızmıştım düşmanıma,
Söylemedim öfkemi, büyüdü öfkem.
 
Ve korkularla suladım onu,
Gece gündüz gözyaşlarımla
Ve tebessümlerle güneşlendirdim,
Hilekâr tatlı cilvelerle.”
“Merhamet olmazdı bir daha,
Yoksul bırakmasaydık kimseyi
Ve Merhamete gerek duyulmazdı,
Mutlu yaşasaydı herkes bizim gibi”
“Ve gördüm ki, mezarlarla dolmuş bahçe
Ve çiçekler olmuş mezar taşları
Ve kara cüppeli papazlar yürüyor çevresinde
Ve sevinçlerim arzularım, dikenli çalılarla kaplı.”
“Aşk memnun etmeye çalışmaz Kendini,
Ne de umursar kendi iyiliğini,
Ki başkasına verir tesellisini,
Ve kederinde Cehennemin, bir Cennet kurar.”
Çalın flütü!
Kuşlar tasasız
Gece ve gündüz.
Bülbül vadide
Tarlakuşu gökte
Ucar neşeyle.
Küçük oğlan
Sevinç dolu.
Küçük kız
Tatlı, ufacık.
Horoz ötüyor
ötüşün sizde..
Gece karanlıktı
baba ortada yoktu.

Çocuk çiyden ıslanmıştı.
Camur derinde
ve çocuk ağlıyordu
ve buharlar uçup gidiyordu..

Annem öldüğünde ben çok küçüktüm,
Ve babam beni sattığında
daha dilim dönmüyordu bile.
Şimdi işte bacanızı temizler ve uyurum
is içinde..
Ve dünyada küçücük bir yere konulduk biz,
Sevgi ışınlarına dayanmayı öğrenelim diye
Güneş doğup yükseliyor,
Gökleri mutlu ediyor.
Çalıyor neşeli çanlar,
Baharı karşılıyorlar.
Tyger Tyger, burning bright, In the forests of the night;
O Rose thou art sick
The invisible worm,
That flies in the night
In the howling storm:
Has found out thy bed
Of crimson joy:
And his dark secret love
Does thy life destroy.
Duyun Ozanın sesini!
Görür o Şimdiyi, Geçmişi, ve Geleceği İşitmiştir kulakları,
Kutsal Sözü,
Eski ağaçlar arasında yürüyen.

Tökezleyen ruhu çağıran
Ve akşam çiyinde ağlayan:
Gücü yeter onun hükmetmeye
Yıldızlı kutba:
Ve düşen düşen ışığı yenilemeye!

Ey Dünya Ey Dünya geri dön!
Yüksel çiy düşmüş çimenden;
Gece bitkin,
Doğuyor gün
Uyuşuk bir kütleden.

Dönüp gitme bir daha:
Neden dönüp gidesin ki
Bu yıldızlı zemin
Bu sulu sahil
Gün doğumuna kadar sana verildi.

“Ve dünyada küçücük bir yere konulduk biz, Sevgi ışınlarına dayanmayı öğrenelim diye..”
Kimse sevmez kimseyi kendi kadar,
Ne de başkasına kendi kadar saygı duyar,
Ne de bilmesi olası Düşüncenin,
Kendinden daha büyük bir düşünce var.
Kızmıştım arkadaşıma,
Söyledim öfkemi, dindi öfkem,
Kızmıştım düşmanıma,
Söylemedim öfkemi, büyüdü öfkem.
Aşk Bahçesine gittim
Ve hiç görmediğim şeyi gördüm;
Çocukken oynadığım çimenliğin,
Bir Şapel yapılıyordu orta yerine.

Ve Şapelin kapalıydı kapısı
Ve ‘Girmeyeceksin’ yazılı üzerinde;
Aşk Bahçesine döndüm böylece,
Kaplı bir sürü tatlı çiçekle.

Ve gördüm ki, mezarlarla dolmuş bahçe
Ve çiçekler olmuş mezar taşları
Ve kara cüppeli papazlar yürüyor çevresinde
Ve sevinçlerim arzularım, dikenli çalılarla kaplı.

Mayıs gibi hiç can sıkmaz,
Bir çiçek sunuldu bana,
Ama benim, Güzel Gül Ağacım var dedim!
Ve atlayıp geçtim üstünden tatlı çiçeğin.

Sonra gece gündüz ilgilenmeye,
Güzel Gül Ağacıma gittim,
Fakat gülüm kıskanmış, küsmüştü bana,
Ve dikenleri tek tesellimdi benim.

Kaplan, gecenin ormanlarında
Alev alev yanan kaplan,
Hangi ölümsüz el ya da göz,
Kurabildi korkunç simetrini?

Hangi uzak derinlerde, hangi göklerde,
Yandı ateşi gözlerinin?
Hangi kanatlar üstünde uçar gözú pek?
Nasıl bir eldir, ateşi kavrar korkmadan!

Ve hangi omuz, ne tür bilgi,
Kalbinin kirişlerini bükebildi?
Hangi korkunç el, ayaklar ya da?
Çarpmaya başladığında yüreğin.

Hangi çekiç? Hangi zincir,
Hangi ocaktaydı beynin?
Hangi örs? Hangi korkunç pençe?
Ölümcül korkularını kucaklayabilir!

Yıldızlar kargılarını aşağıya atınca,
Göğü sulayınca gözyaşlarıyla,
Güldü mü görünce eserini?
Kuzu’yu yaratan mı yarattı seni?

Kaplan, gecenin ormanlarında
Alev alev yanan kaplan,
Hangi ölümsüz el ya da göz,
Korkmadan kurabildi korkunç simetrini?

Zira dans ederim,
İçip şarkı söylerim,
Kör bir el kanatlarıma
Dokununcaya kadar.
Çimenlikte çocuk sesleri duyulduğunda
Ve fısıltılar küçük vadilerde,
Gençlik günlerim canlanır gözümde,
Yüzüm sararır solar.

Artık eve gelin çocuklarım, güneş batıyor
Ve beliriyor gecenin çiyleri,
Baharınız gününüz oyunda heder oldu
Ve kışınız geceniz bekliyor pusuda.

Ve şükretmeye giderler onlar, Tanrıya
Papaza ve Krala
Perişanlığımız üstüne bir cennet
kuranlara.
Neşeli bir şarkı olabilir mi?
Bir şarkı, bu ürperten çığlık?
Bu denli mi sefil onca çocuk?
Yoksulluğun diyarı burası!
‘Kemiklerimi donduran,
Parçala bu ağır zinciri,
Bencil! Beyhude!
O özgür Aşk! Ebedi yıkım!
Köleliğin kuşattığı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir