İçeriğe geç

Kartal mı Güneş mi? Kitap Alıntıları – Octavio Paz

Octavio Paz kitaplarından Kartal mı Güneş mi? kitap alıntıları sizlerle…

Kartal mı Güneş mi? Kitap Alıntıları

Yol veren barsaklarla karşı duran kemikler arasında bir geçit açarak ilerleyen acı gibi,bizi yaşama bağlayan sinirleri törpüleyen bir törpü gibi,evet,fakat aynı zamanda ani bir sevinç gibi,denize açılan bir kapıyı açmak gibi,aşağıdaki cehenneme bakmak gibi,doruğa erişmek gibi,kapıyı öğüten elmas ırmağı gibi ve büst ve beyaz tapınakların yerkaymasında dökülen mavi çağlayan gibi,yükselen kuş ve düşen yıldırım gibi,kanat çırpışı meyvayı yırtan ve sonunda kırıp açan gaga gibi! Sen,haykırışım,ateş tüylerinin fıskiyesi,çınlayan ve bir yıldızın gövdesini yarıp çıkan gezegen gibi geniş yara,bir yankılar göğünde bitimsizce düşen,seni yineleyen bir aynalar göğünde düşen ve seni yokeden ve yeniden yapan,sayısız,bitimsiz,ısimsiz.
geriye doğru kaynağa doğru gitmeli düşlerimiz,yüzyıllara gerisin geri kürek sallamalı,
bebeklikten öte,başlangıçtan öte,vaftiz sullarından öte,
insanla insan arasındaki duvarları yıkmalı,ayrılan ne varsa birleştirilmeli,
yaşam ve ölüm karşı dünyalar değil,biz çift çiçekli bir sapız,
yitik dünyayı bulmalıyız,içeriden ve dışarıdan düşlemeli,
gecelerin döğmelerini deşifre etmeli,öğle üzeriyle yüzyüze gelmeli ve maskesini yırtmalı onun,
güneşin ışığında yunmalı ve gecenin meyvasını yemeli ve yıldızlarla ırmakların nakışlarını çözmeli,
ve kanın,gelgitin,yeryüzünün ve gövdenin söylediklerini anımsamalı,ve kalkış noktamıza geri dönmeli,
ne içeride,ne de dışarıda,ne yukarıda ne de aşağıda,bütün yolların başladığı dörtyol ağzında,
çünkü ışık bir su sesiyle türküleniyor,su yaprakların sesiyle,
ve şafak meyva yüklü,gece ve gündüz sakin bir ırmak gibi uzlaşma içinde akarlar,
gece ve gündüz aşık bir erkekle kadın gibi okşarlar birbirlerini,
mevsimler ve tüm insanlık bitimsiz bir ırmak gibi yüzyılların kemerleri altından akar,
çıkışımızın canlı merkezine doğru,sondan ve başlangıçtan ötede.
Issız bir promenad’dır şiir, söylenen söylenmemiştir, söylenmeyen de söylenemez zaten
Zaman, bizden yardım almadan,
evleri yaratır, caddeleri ağaçları
uyuyan kadınları
Orospular,
Değersiz gecenin direkleri
Yürüyor ve ileriye gitmiyorum
Kent tarafından kuşatıldım
Tanrı yapayalnız, üstünde, sünmüş bir dünyanın.
İnsan bir resmi işlemeli , demişti Degas,
tıpkı bir cinayeti işler gibi .
Karanlık. Her yandan kendi daşünceleriyle çevrili
Ve şimdi gözlerim başlar şarkıya. İlgilen bu şarkıyla, kendini ateşe at.
Basit tek bir hece dünyayı havaya uçurmaya
yeter! Fakat tek bir söze daha yer yok bu gece.
Herşey tanrıdır.
Bir kırık heykel
Işığın kemirdiği sütunlar
Ölümün yaşadığı bir dünyada canlıdır yıkıntılar!
Sözlerimiz dünya kadar nesneye uzanır
Her şey kazançtır
Her şey yitirilmişse
Ve döndük başlangıç günümüze
Şimdi zaman kıpırtısız
Toz ve kuş çığlıkları
Yanık akşamüstünde.
Bu rezil satırları yazmaktayım.
İnsanla insan arasındaki duvarları yıkmalı, ayrılan ne varsa birleştirmeli.
Temel biçimin ve tanrısal olanın
içinde güçlendiği ve birbirini yadsıdığı: Boşluk sürüleri.
Uzamın serinliğinde çifte nabız:
Güneş ve ayın birleşimi. Ortalık kararıyor.
Tanrının hücresinde
Tapınağın rahminde
İkiye ayrılmış güneşler gibi müzik
Müzik
Rüzgarla suyun kucaklaşması gibi
Ve üstünde birbirine karışmış inlemelerinin
Maddenin
İnsan sesi
Öğle üzeri sıcakta bir ay
Bedenden ayrılan ruhun yakınması
Saf, neredeyse bedensel dalgalanma
Sandal tahtasından yasemine,
Ve görüntülerine
Biçimlerin ateşine
Zamanın ateşine
Dünyanın kendi kendine yaşlanışını gördüm.
Görünüşleri gördüm.
Ve adlandırdım o yarım saati:
Ölümlü olanın kusursuzluğu.
Anlamının ötesinde
İmgeleri olmayan görüşlerim olmadı.
Biçimler yitinceye dek dönmesini görmedim
Hareketsiz bir berraklıkta,
Dervişin tözsüz varoluşunda.
Çokluğu yokluk içindeyken içmedim
Her gün dünyaya gelen yaşam
Her yaşam dünyaya gelen ölüm.
Dalganın sıçrayışı
Daha beyaz
Her saat
Daha yeşil
Her gün
Daha genç
Ölüm.
Yağmur seni ıslatmaz
Suyun yalımısın
Ateşin saydam damlası
Dışarı baktım gerçek dışı yanlarımdan
Kendimi uzlaştırmayı öğrendim
Kendimle değil ama;
Beni yukarı kaldıran, yukarıda tutan ve düşmemi sağlayanla.
Canlı olduğumu öğrendim
ölümün kendimizi genişletmek
ve kendimizi yadsımanın büyüme olduğunu öğrendim.
Ben bir altıncı kattayım,
ben
zamandan sarkıtılan bir kafeste.
Altıncı kat:
suların yükselişi ve patırtı
çarpışan metal
aşağılara yetiştirilen kırık cam.
Ben
şu cümleciğin orta noktasındayım:
Nereye yönlendirmekte beni?
yankı, edimler ve tarih,
doğumum:
kendi günlerini yırtıp atan takvim
belleğimin boşluğunda
ben kendi gölgelerimin torbasıyım
Ben orta noktasındayım
bir kafesle sarkıtılmış
sarkıtılmış bir imgenin içinde
çıkış noktası geri çekilir
varış noktası yokolur
ne son vardır ne de başlangıç:
Bir duraksamadayım
bitirmem ve başlamam.
Geriye yürüyorum
geriye bıraktığım şeylere
ya da beni bırakan şeylere
cehennemin kenarı
balkon
boşluğun üstünde
yürüyor ve ileri gitmiyorum.
Geçti gitti
Nereye?
Varlığın hangi yöresine
Hangi varoluşa
Hangi dünyanın açık havalarına
Ne kadar süreyle?
Geçti gitti
Aziz, alçak, aziz
Aşınmalar
Eksik olan büyüyor, büyüyor.
Yanlışlarımın ardındaki neden
Ölümse yalnızca onunla yaşarım ben
Yalnızlıksa ona hizmet ederek konuşurum
Ne dediğini anlamam ve kendimi ona teslim ederim
Yaşadığını bilmek gibi,
Nasıl bildiğini unutmak gibi.
söyleyeceğim hiçbir şey yok, kimsenin söyleyeceği bir şey yok
hiçbir şey ve hiç kimse, yalnızca kan
kanın bu gelip gidişi dışında hiçbir şey,
gidip gelen ve hiçbir şey söylemeyen
ve beni de kendisiyle sürükleyip taşıyan kan.
Gözümüz açık uyumalı, ellerimizle düş görmeliyiz
kendi yatağını arayan ırmağın, kendi dünyasını düşleyen
güneşin düşlerini görmeliyiz.
Bir duraksamayım yalnızca, bir titreşimle diğeri arasında;
Yaşama noktası, birbirini yoksayan ve
içimde buluşan iki bakışın kesişmesindeki
keskin, sessiz nokta. Antlaşma mı?
Saf uzamım ben, ben bir savaş alanı.
Gece pencereyi
Dönüştürür bir genişliğe
Burada kimse yok
Adı olmayan bir varlık
Çevreler beni.
Ben yitik bir tin mi, yoksa serseri bir gövde miyim?
Saplanıp kalan, erimekte benzer bir biçiminde.
Her şey yontulmuş
Renklerden biçime
Biçimden aleve
Her şey yokoluyor
Tanrının hücresinde
Aynı
Her zaman aynı
Aynının yüreğinde
Her zaman yüreğinde olmaktır kendinin
Aynıya kapatılmış
Kendine kapatılmış.
Sap ve beklenen çiçeği
Güneş-cinsiyet-güneş
Gölgesiz çiçek
Bir ötede, ki onsuz olduğunda
Açar.
Kendi adlarında boğulan şeyler
Onları gözlerle söylemek
Nerede olduğunu bilmediğim bir ötede
Nerede olduğunu bilmediğim bir burdalıkta
Bir ad
Başlar
Yapış ona, dik kendini, söyle ona
Düşünen bir tahta gibi,
Etlendir onu.
Bir an kıpırtısız durmak, gidip gelen, gidip gelen ve hiçbir şey söylemeyen kanımı durgunlaştırmak,
bir incir ağacının gölgesinde oturan yogacı gibi üstüme kurulan, ırmak kenarındaki Buda gibi an’ı durdurmak,
tek bir an, zamanın kenarına kurulan, benim uykusunda
konuşan ve hiçbir şey söylemeyen ve beni kendisiyle
birlikte sürükleyip taşıyan ırmak imgemi silmek için,
kıyıda ırmağı durdurmak için, an’ın kilidini açmak, onun
şaşkın odalarına girerek suyun merkezine ulaşmak için oturmuş,
çeşmeden su içmek, taş dudaklardan dökülen mavi hecelerin çağlayanı olmak,
kendi kenarına oturan Buda gibi gecenin kıyısına oturmak,
kapaklı an’ın titrek ışığı olmak,
yanışı ve çözülüşü ve doğuşu an’ın, zamanın kenarında
koşuşturan derin soluğu gecenin
Ellerim
Varlığının perdelerini açar
Seni daha derin bir çıplaklıkla giydirir
Gövdenin gövdelerini ortaya çıkarır
Ellerim
Gövden için başka bir gövde yaratır.
Saf uzamım ben, bir savaş alanı. Gövdemin içinden, diğer gövdemi görürüm. Taş kıvılcım saçar. Güneş gözlerimi yarıp çıkarır. İki yıldız boş göz yuvalarımda kırmızı tüylerini düzeltirler. Görkem, kanatların sarmalı ve bir vahşi gaga. Ve şimdi gözlerim başlar şarkıya. İlgilen bu şarkıyla, kendini ateşe at.
Heceler akkordurlar.
Bitkidirler de:
kökleri
sessizliği parçalayan,
dalları
sesten evler kuran.
Heceler:
bağlarlar çözerler,
oynarlar
benzerlik ve benzeşmezlikte.

Heceler:
şakaklarda olgunlaşır,
ağızlarda çiçeklenirler.
Kökleri
geceyi içer, ışığı yer.

Daha saydam
Damlayan bu sudan
Asmanın sarılı parmakları içinden
Düşüncem bir köprü uzatır
Senden sana
Kendine bak
Yaşadığın gövdeden daha gerçek
Aklımın ortasına çakılı

Bir arada yaşamak üzere doğmuştun

Dişlerimin arasından ıslık çalarım, ve ıslığım, saatin bu övülesi berraklığında, kanatları uyandıran ve öngörülerin uçuşmasını sağlayan bir mutlu kırbaç şaklamasıdır.
Yağmurla yeni ıslanan yeryüzüne basarım, kokular keskin, otlar canlı. Sessizlik dikelir ve sorgular beni. Fakat ileri doğru gider ve kendimi belleğimin ortasına ekerim. Gelecek şeylerle yüklü bu havayı derin derin solurum. Geleceğin dalgaları yaklaşır, ele geçirişlerin söylentileri, keşfedişlerin ve bilinmezin işgallerini kolaylaştıran o birdenbire beliriveren boşluklar.
Bir duraklamayım yalnızca, bir titreşimle diğeri arasında: Yaşama noktası, birbirini yoksayan ve içimde buluşan iki bakışın kesişmesindeki
keskin, sessiz nokta.
Senin yüzüne bakarım,
Cehennemin içini görürüm:
Ölüm saydamlıktır.
Ben orta noktasındayım
bir kafesle sarkıtılmış,
sarkıtılmış bir imgenin içinde.
Çıkış noktası geri çekilir,
varış noktası yok olur.
Ne son vardır ne de başlangıç:
Ben duraksamadayım,
ne biterim ne de başlarım,
dediklerimin
ne ayakları ne de kafası var.
Kendi içimde döner dönerim
ve her zaman rastlarm yine
aynı adlara,
aynı yüzlere,
ve rastlamam hiç kendime.
Günün kapıları açılır
dilin kapıları gibi,
bilinmeyene.
Dün gece anlattın bana:
Yarın
imleri düşünmek zorunda olacağız.
Dilin terkettiği bir odadayım
Sen tıpkısı bir başka odadasın
Ya da biz ikimiz
senin bakışının boşalttığı bir caddedeyiz
Kırmızı bir ağaç
şu bıçak gibi havada
hala yanıyor
Onunla konuşarak seninle konuşuyorum
Herşey kazançtır
herşey yitirilmişse
Dünün haberleri daha uzak
parçalanmış bir çivi yazısı tabletten
Çatlamış yazılar, parçalanmış diller
kırılmış imler
dilin dokuma tezgahlarında
bellekte ve onun oturduğu yerlerde
tırnaklı ve sivridişli düşünceler doğurmak
balkon
boşluğun üstünde
yürüyor ve ileriye gitmiyorum
Kent tarafından kuşatıldım
havasızım
gövdem yok
Geriye yürüyorum
geriye bıraktığım şeylere
ya da beni bırakan şeylere
Bellek
cehennemin kenarı
Gölgesiz sözler,
İşitmedik onları, yadsıdık,
varolmadıklarım söyledik:
gürültüyü seçtik.
Düşüncelerim ikiye ayrılıp dolanıyor, düğümleniyor,
yeni baştan başlıyor sonra,
ve sonunda hız kesiyor, ağzı olmayan ırmaklar,
kan deltası. göz kırpmayan bir güneş altında.
Ve herşey bu bayat suyun çırpıntısında mı bitmeliydi?
Herşey tanrıdır.
Bir kırık heykel
ışığın kemirdiği sütunlar
Ölümün yaşadığı bir dünyada canlıdır yıkıntılar!
Kendi içimde döner dönerim
ve her zaman rastlarım yine
aynı adlara, aynı yüzlere
ve rastlamam
hiç kendime.
İnsana inanır mıyım
Ya da yıldızlara?
İnanırım.
Bir yüz buldu kendine
Arkasında
Yaşadı, öldü ve yeniden doğdu
Pek çok kere.
Bugün yüzü
Kırışıklarını taşıyor o yüzün.
Kırışıklarının yüzü yok.
Yaşıyorum
Ortasında
Hâlâ taze bir yaranın
Ben senin görmediğin havayım
Senin gözlerini açamam
Kapıyı kapatamam
Hava katılaşmakta
ellerimde kalan
bir demet yansımadır
İleriye gitmeden yürürüm
Hiçbir zaman varmayız
Bulunduğumuz yere hiç ulaşmayız
Geçmiş değil
şimdidir dokunulamaz olan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir