İçeriğe geç

Hissedilen Zaman Kitap Alıntıları – Marc Wittmann

Marc Wittmann kitaplarından Hissedilen Zaman kitap alıntıları sizlerle…

Hissedilen Zaman Kitap Alıntıları

Altta yatan duygular ifşa olduğunda, kişi artık nedenleriyle orantısız olan tepkilerin (sonradan böyle oldukları kabul edilir ço­ğunlukla) insafına kalmaktan kurtulur. Yolu bir araba tarafından ka­patılan bir bisikletçi artık şoföre küfürler savurmaz. Otomatik tep­kilerin üstesinden gelinebilir. İnsanın kendi duygularını kabul et­meye daha açık olması kaygıyı ve stresi azaltıp daha güçlü bir içsel huzur hissi yaratır. Kişinin odağında, olan biteni tam bir farkında­lıkla algılamak vardır. Şu anda somut bir biçimde verili olanı, ne bir zamanlar olmuş ne de hala olabilecek bir olay temsil eder. Tam şu anda önemli olan tek şey şimdi olmakta olandır: bilinçli deneyim.
Biz zamanız.
Zaman, fenomenlerin birdenbire bambaşka bir ışıkta göründüğü bir ağ teşkil eder.
Zamanı çabucak öğrenmenin
Bir yolu var, hem de emin:
Alın kol saatinizi elinize ve
Bakın saatin kollarının yerine.
O zaman gidecektir uysal ve aheste
İtaatkâr bir koyun nasıl giderse öyle;
Adım adım, zarif ve sakin,
Liseye giden bir kız gibi dingin.
Ama dalıp giderseniz düşüncelere,
O da koşmaya başlar son süratle,
Hızlı devekuşunun sırtına binmiş adeta,
Hiç tereddüt etmeyen sinsi bir puma.
Derken tekrar bakarsınız saate,
Fakat bu transtan sonra, o da ne?
Masum bir tebessümle, hafif ve gamsız,
Zaman yavaşça geçer, asude ve telaşsız.
Zamanı algılayamayız, daha ziyade değişimi ve hareketi algılarız. Değişim bize zamanın geçtiğini söyler.
.
.
En iyi fikirler daima sorun üzerinde doğrudan düşünmediğiniz sırada gelir.
.
İnsan kendisine rahatsız edici derecede yakın olduğunu hisseder ama kendisiyle ne yapacağını bilemez. Can sıkıntısı kişinin zamana hapsolduğu gerçeğini doğrudan fark etmesini içerir.
Algı, algılayan kişiyi zorunlu olarak kuşatır. Algılayan kişi ben’imdir. Bu aşikâr görünebilir. Kendime, kendi ben’ime dair algım, kendimi düşündüğümde doğal olarak ortaya çıkar. Kendim hakkında hisseder ve düşünürüm. Ama şayet ben kendi ilgimin nesnesiysem, özne kim? Ne de olsa kendimi gözlemlediğimde gözlemin nesnesi haline gelirim.
***
Kendimi gözlemlediğim anda gözlemimin nesnesi olmuşumdur bile.
Üç zaman vardır- geçmiş şeylerin şimdiki zamanı, mevcut şeylerin şimdiki zamanı ve müstakbel şeylerin şimdiki zamanı.
Özgür ve hayat dolu biri tatmini her zaman ertelemez; daha ziyade, ne zaman evleneceği zaman beklediği konusunda akıllıca eğleneceği ve ne zaman bekleyeceği konusunda akıllıca davranır.
En iyi fikirler daima sorun üzerinde doğrudan düşünmediğiniz sırada gelir.
Tatminkar bir hayat neye benzer? Nihayetinde, geçmişimizin, yaşadığımız anın ve geleceğimizin çeşitli boyutlarını idare etme biçimimiz bunda hayati bir rol oynar. Şöyle denebilir: Geçmişi olduğu gibi kabul etmeliyiz. Yaşanmış bir olayı değiştiremeyiz, ama deneyimlerimiz sayesinde şimdiki zamanla ve gelecekle daha iyi yüzleşebiliriz. Kişisel mutsuzluğun genellikle geçmişle barışma konusundaki isteksizlikten kaynaklanması tesadüf değil. Bunun yanı sıra, gelecek hakkında fazlaca endişelenme ve olabileceklere dair
abartılı fikirlere kapılma eğilimindeyiz. Oysa daima şimdiki zamanda yaşıyoruz ve onu tecrübe ediyoruz. Dolayısıyla yapmamız
gereken, şu anki varlığımızı işlemek. Geçmişe ve geleceğe ait olan
şeyler daima şu anda yaşadığımız deneyimlerle ilgilidir.
“Zaman duygusunu tanımlamanın yollarından biri değilim algısıyla bağlantılıdır. Zamanı algılamayız, daha ziyade değişimi be hareketi algılarız. Değişim bize zamanın geçtiğini söyler.”
“Elbette olayların ve onlara dair deneyimimizin statüsü değişir: Önce gelecekte olmaları beklenir, sonra uçup gidercesine yaşanırlar, sonunda da sadece hafızamızda kalırlar.”
“Deneyim mevcut andadır.”
“Geçmişten gelen izlenimler ve yakın geleceğe dair planlar bizi şimdiki zamandan uzaklaştırır.”
“Farkındalık” mevcut ana odaklanmak anlamına gelir.
“Eski güzel günlerde” her şey daha iyi değildi. Aksine zaman beraberinde birçok iyileşme de getiriyor.”
“Mevcut anı hissetmek, her an kendinin farkında olmak demektir.”
“Özgür ve hayat dolu biri tatmini her zaman ertelemez; daha ziyade, ne zaman eğleneceği ve ne zaman bekleyeceği konusunda akıllıca davranır.”
“Oysa daima şimdiki zamanda yaşıyoruz ve onu tecrübe ediyoruz. Dolayısıyla yapmamız gereken şu anki varlığımızı işlemek.”
“Geçmişi olduğu gibi kabul etmeliyiz. Yaşanmış bir olayı değiştiremeyiz, ama deneyimlerimiz sayesinde şimdiki zamanla ve gelecekle daha iyi yüzleşebiliriz.”
Ânında gelen kazanç, uzun vadedeki sonuçlarına bakılmaksızın daha değerli kabul edilir.
Yıllar önce arkadaşım Dirk Thiel’e, zaman algısını yöneten içsel saati bulmaya çalıştığımı söylemiştim. Cevabı kısa ve özdü: Çok basit: kalp. O zaman öyle düşünmüyordum, ama belki de haklıydı.
Beden, zaman duygumuz için bir iç saat işlevi görüyor.
Zamanı algılayamayız, daha ziyade değişimi ve hareketi algılarız.
Artan rutin ve bunun sonucunda deneyimlerin yenilik değerinin azalması nedeniyle hayatta giderek daha az anı biriktiriliyor ve dolayısıyla zaman da öznel olarak hızlanıyormuş gibi görünüyor.
[ ] yapılan araştırmalar [ ] kendini dizginleme konusundaki pişmanlıkların ayartıya kapılma konusundaki pişmanlıklardan çok da- [s. 26] ha güçlü olduğunu ve çok daha uzun sürebildiğini göstermiştir. [s. 27]
Yeni ve heyecan verici deneyimler zamanı uzatır. [s. 86]
Gerçekten yapmak istediğimiz şeyi yapmamıza ne engel oluyor. Başka bir deyişle: Hayat aslında uzun, ama zamanı­mızı nasıl kullanmayı bildiğimiz takdirde. [s. 98]
Stres birim zamanda yapılması gereken işin miktarından ziyade söz konusu işin bizim kontrolümüz dışında dayatılmış olmasından kaynaklanır. [s. 113]
Yaşlandıkça zaman daha hızlı geçer. Hayatta ne kadar çok rutin olursa deneyimlerin yoğunluğu o kadar azalır.
Keşke sevdiğim biriyle birlikte olduğum anları daha dolu dolu (yani daha yoğun bir biçimde, anın tadını çıkararak) yaşasaydım. Çoğunlukla hayatımızın ne kadar düşüncesizce ve şuursuzca geçtiğini fark etmek için kaderin sillesini yemek gerekir.
Geleceğe dair fikirlerimizi oluştururken, daha fazla çaba harcamalı ve hayal gücümüzü daha çok çalıştırmalıyız, çünkü aksi takdirde bu soyut ve farazi fikirler şimdiki zamanın duygusal talepleriyle baş edemez.
Her gün bir saatliğine tüm dikkatinizi vererek bir şey yapın. Ya da on beş dakika boyunca koltukta oturup hiçbir şey yapmayın: Duruşum nasıl? Herhangi bir yerim ağrıyor mu? Nasıl hissediyorum? Fantezilere dalabilir ve dünyanın tecrübe ettiğimiz hızlanışıyla nasıl uzlaşabileceğimizi gözlemleyebiliriz.
Kendimizi farkındalık konusunda eğitip yaşanan ânı daha yoğun tecrübe edebilir, duygusal tepkilerin ve otomatik düşüncelerin gerçek sebebini öğrenebiliriz. Duygusal otokontrol hissi aracılığıyla bir “yavaşlama” duygusuna erişebiliriz.
Her şey aynı anda yapılıyor, giderek daha hızlı, ama kişisel bir denge ve anlam bulunamıyor. Bu da kendi benliğimizle bağlantıyı yitirdiğimizi ima ediyor. Dahası kendimizle “rahat” olamıyoruz ve herhangi bir faaliyeti sürdürmekte zorlanıyoruz çünkü her an ulaşılabilir durumdayız; telefon hep olabilecek en kötü anda çalıyor.
Hızlanan hayat döngülerinin doğal bir neticesi de erişilebilen enformasyonun bolluğu ve bunun sonucunda faaliyet seçeneklerinin artması. Aynı anda giderek daha fazla şey yapabiliyor olabiliriz, ama hiçbir şey gerektiği gibi yapılmıyor. Yemek hazırlarken televizyon bizden dikkat istiyor; e-postalarımızı telefonda konuşurken alelacele yazıyoruz. Faaliyetler paralel olarak yapılıyor ve bu eşzamanlılık, işlem derinliğinin yetersiz olmasına yol açıyor.
Dahası, teknolojik hızlanma beklentileri değiştiriyor. Eskiden mektupları günler hatta haftalar sonra cevaplardım. Bugünlerdeyse e-postaların dakikalar içinde veya en azından aynı gün cevaplanması talep ediliyor.
Dünyanın her yerinde insanlar verilen sürelerin giderek azaldığını hissettiklerini ifade ediyorlar. Baskı artıyor. Sonrasında işin yine yıldırım hızıyla devam edeceğini bilerek kahve molalarında rahatlamak zor. Dolayısıyla molayı çoğunlukla kısa kesiyoruz ki yapmamız gereken onca işi yapmak için daha çok vaktimiz olsun. İşleri çabuk halletmek için sürekli bir baskı hissediyoruz.
Teknolojik hızlanmanın yanı sıra zamanın temposu da hızlanıyor. İşlerin belli süreler içinde yapılması gerekiyor. Ama herkesin dile getirdiği his, bu sürelerin giderek daha da kısaldığı yönünde.
Rosa’ya göre, süreçlerin yaygın bir şekilde hızlanması toplumumuzda bireylerin kaçamayacağı temel bir ilkeyi temsil ediyor. İlk ve en önemli etken teknolojik hızlanma. Başlıca örnekler çamaşır ve bulaşık makinelerini içeriyor -aslında insanlara zaman kazandırması gereken araçlar. Aynı şekilde, artık yolculuklar -on dokuzuncu yüzyılda hâlâ olduğu gibi- günler ya da haftalar sürmüyor; modern ulaşım araçları dünya üzerindeki herhangi bir yere yapılacak bir yolculuğun süresini saatler mertebesine indirdi. Ama durumun paradoksal olduğunu görüyoruz. Bütün bu kazanılan zaman, daha çok zamanımız olduğu hissine yol açmıyor. Bilakis “zamanım yok” diye sızlanıyor herkes. Bu elbette her gün giderek daha çok faaliyette bulunmamıza imkân tanıyan teknolojik gelişmelerin sonucu; serbest kalan zamanımız daha da çok faaliyetle ve yetiştirmeye çalıştığımız işlerle doluyor.
Gündelik faaliyetlerin dayattığı zorunluluklar yüzünden dikkatimiz dağıldığında artık kendimizin farkında olamayız. Boş vakitlerimizde oradan oraya koşar ve planlanan tek bir aktiviteyi bile kaçırmazsak pek çok deneyim biriktiririz. Ama kendimize asla sakinleşme izni vermeyip hemen bir sonraki faaliyete başlarsak, kendimizi çılgın bir koşuşturmaca içinde kaybetmemiz tehlikesi doğar.
Saate son bakıştan bu yana geçen o bir dakika sonsuz uzunluktaymış gibi görünüyor
Algılarım varolduğuna göre ben de, gerçek bir dünyada, bu algıların öznesi olarak orada olması gereken biri olarak varolmalıyım.
Zira bir şey ancak, nezdinde mevcut olduğu biri varsa mevcut olabilir.
Algılayan algılarından ayrılamaz.
Algı, algılayan kişiyi zorunlu olarak kuşatır.
Özfarkındalık -kişinin kendi benliğinin farkına varması- beynin insular lobundaki sinirsel aktivitelere bağlı olan bedensel durumların zamansal olarak kalıcı algısı temelinde ortaya çıkar. Can sıkıntısı halinde özellikle mevcut olan benlik ve zaman, sosyal süreçlerin hızlanması sonucunda gündelik yaşamın koşuşturmacası içinde kaybolup gider. Farkındalık ve duygusal kontrol aracılığıyla hayatın tecrübe ettiğimiz temposu azalabilir, böylece kendimiz ve başkaları için zamanı geri kazanabiliriz.
Bellek psikolojisinin diliyle ifade edersek: Hayatınız renkli ve duygusal açıdan zengin olacak şekilde yaşayın; bunu yaparsanız uzun süre yaşamış olursunuz.
Gerçekten yapmak istediğimiz şeye ne engel oluyor? Başka bir deyişle: Hayat aslında uzun, ama zamanımızı nasıl kullanmayı bildiğimiz takdirde.
Dahası, Seneca’ya göre hayat bize sadece bir sürü beyhude faaliyetle vaktimizi boşa harcadığımız için kısa görünür – yani giderek daha hızlı geçer. Beyhude illaki koltukta tembel tembel yayılarak geçirdiğimiz pazar ikindileri anlamına gelmez.
insan çoğunlukla kendi faniliğini düşünmüyor.
Bir yanda hayatın kısalığı ve ölümün kaçınılmazlığı varsa, diğer yanda da herkesin kendisine verilen zamanla ne yaptığı vardır.
İnsan ancak varlığını sürdürme iradesine sahipse hayat için uygundur. Dolayısıyla insanlık bütünüyle hayata odaklanmıştır. Ölüm konusu nadiren gündeme gelir çünkü bizler biyolojik varlıklar olarak hayatta kalmak üzere tasarlanmışız. Dikkatimizi gündelik meselelere yönlendiriyor ve bunu yaparken de ölümü görmezden geliyoruz; ölüm düşüncesini aktif bir şekilde bastırmamıza gerek yok.
Oysa kişinin ne kadar cesur olduğu ancak somut ve bireysel bir temelde, ölümle fiilen yüzleşmek durumunda kaldığımızda ve olay artık kitapların ve kafe sohbetlerinin ötesine geçtiğinde belirlenebilir.
Gerçek hayatta açıklaması olmayan bir gizem kurmacada çözülebilir.
Gündelik hayatta ölüm konusu yaşlıların aklına gençlere kıyasla illaki daha fazla gelir diye bir kural yoktur; daha ziyade bazı uç koşullar -örneğin ciddi bir hastalık- durumun kafamıza dank etmesine neden olur ve ölümün yaklaştığını hissetmemize yol açabilir.
Sağlıklı olan yaşlı insanlar için ölüm konusu baskın değildir -en azından bilinçli bir düzeyde.
Hayatın daha yavaş -ve daha dolu- geçtiğini hissetmek için, duygusal değerleri yüzünden bellekte uzun vadede saklanacak yeni deneyimler yaşamanızı sağlayacak yeni durumlar yaratmaya çalışabilirsiniz. Kendinize sürekli meydan okursanız, karşılığını geçen yıllar içinde dolu dolu yaşadığınız -ve en önemlisi uzun bir süre yaşadığınız- hissine kavuşarak alırsınız.
Veya şöyle de denebilir: Hayatımızda hatırladığımız olaylar onlarla bağlantılandırdığımız duygulara bağlıdır. Yaşanan deneyim miktarı -yani hayatımızdaki duygusal renklilik ve çeşitlilik- ne kadar çok olursa hayat öznel olarak o kadar uzun görünür.
Olaylar duygularla bağlantılı olduğunda daha sık ve daha detaylı hatırlanır. Genel olarak olayların belli bir duygulanımla yüklü olduğu için depolandığını söyleyebiliriz.
Thomas Mann’ın Büyülü Dağ’ında -başka şeylerin yanı sıra geçen zamanı nasıl hissettiğimize dair bir roman- Zaman Duygusu Üzerine Arasöz başlıklı bölüm tam da yeni deneyimlerin zaman algımızı nasıl etkilediğini irdeler. Mann tanıdık olmayan bir yerdeki ilk birkaç gün boyunca yaşanan farklı deneyimlerin zamanı öznel olarak nasıl uzattığını göstermek için tatil örneğini kullanır. Yeni yerde biraz vakit geçirdikten sonra günler yavaş yavaş yerleşen alışkanlığın etkisiyle orantılı bir şekilde kısalır. Nihayet tatilin sonuna doğru günler uçup gitmeye başlar ve tatilin hızla sona ermekte olduğunu fark ederiz.
Yaşlandıkça zamanın daha hızlı geçtiği konusunda genel bir mutabakat vardır.
Bu fenomenin popüler -çünkü hesaplaması kolay- bir açıklaması şudur: Bir yılın göreli değeri yaşımıza kıyasla giderek azalır. Bir yıl on yaşındaki birinin hayatının onda biridir; seksen yaşındaki birinin hayatınınsa seksende biri – bu bağlamda daha kısa bir süreyi temsil eder.
Çocuklukta ve ergenlikte yaz tatilleri fazlasıyla uzun görünürdü ve Paskalya ile okulların kapanması arasındaki zaman çok yavaş geçerdi. O döneme kıyasla, yetişkinlikte beş-altı hafta uçarcasına geçer. Aynı şekilde, yetişkinliğe adım atana kadar akademik yıl -ve elbette birkaç yıl gibi süreler- önemli zaman dilimleri olarak görünür. Öte yandan aynı işyerinde çalışan kişiler ne kadar uzun zamandır birlikte çalıştıklarını ve zamanın ne kadar hızlı -adeta hiç fark edilmeden- geçtiğini fark ettiklerinde epey şaşırırlar.
Birçok insan hayat ilerledikçe zaman giderek daha hızlı geçiyormuş gibi hissettiğini bildiriyor.
Şimdi görüyor, duyuyor, hissediyorum. Son tatilimizi hatırlar veya yarınki geziyi iple çekerken bile anı ve beklenti şimdi ortaya çıkıyor. Gelecek için planlar yapar ve anıları şimdi dediğimiz zaman boyutunda hatırlarız. Geçmiş yaşamımıza şimdinin perspektifinden bakar ve uzunluğunun farkına varırız.
Tatminkâr ve renkli bir hayat aynı zamanda uzun bir hayattır. Bu birçok insan için önemlidir, zira zamanın geçişini hissetmek onun nihai sonuna da işaret eder.
Hayatta ne kadar çok rutin olursa deneyimlerin yoğunluğu o kadar azalır; bunun sonucunda da zihin bunları yeterince net kaydedemez. Hayata ve süresine dair öznel deneyimimiz belleğe bağlı olduğundan, rutin arttıkça öznel zaman da hızlanır.
Kırmızı ışık canımızı sıkıyordu çünkü yeşil yanması çok uzun sürüyordu. Bir gün ne kadar süre kırmızı kaldığını ölçtüm; iki gün sonra ölçümü tekrarladım. Kırmızı ışık iki dakika on beş saniye sürüyordu. Meslektaşlarıma bekleyişin ne kadar sürdüğünü sorduğumda -bunu yıllar boyunca tekrar tekrar (ve çoğunlukla da günde birkaç kere) tecrübe etmişlerdi- çoğu çok yüksek tahminlerde bulundu. Kırmızı ışığa denk geldiğimizde ışığın çoğunlukla bir süredir kırmızı olduğu ve yeşile geçişin daha kısa bir zamanda gerçekleştiği de hesaba katılmalı. Bu hafif rahatsızlık iki şeyi açığa çıkarıyor. Sadece iki dakikalık bir sürede insanların sabrı taşıyor. İki dakika genellikle bir şeyi hemen yapacağımızı belirtmek için kullandığımız bir zaman birimidir. Bahsettiğim durumdaysa iki dakika öznel açıdan fazla uzun sürüyordu. Dahası, bu rahatsızlık iki dakikalık süreler söz konusu olduğunda bile zaman tahminlerinin kesinlikten ne kadar uzak olabildiğini gösteriyor. O halde soru şu: İnsanlar ne kadar zamanı nispeten isabetli bir şekilde tahmin edebilirler? Cevap, kesin biçimi ne olursa olsun bir zaman mekanizmasının işbaşında olduğunu gösterecektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir