İçeriğe geç

Küllerin Anlattığı Kitap Alıntıları – Cevad Karahasan

Cevad Karahasan kitaplarından Küllerin Anlattığı kitap alıntıları sizlerle…

Küllerin Anlattığı Kitap Alıntıları

Başkaları hakkında düşündüklerin neyse, sen de osun.

Sadece var olmaya çalışıyordu kadın, yaşamıyordu.
Horozlar birbirinin gözünü çıkarır, ama aralarına bir güvercin girmeyegörsün hemen anlaşmaya başlarlar üstat! Güvercine karşı dururlar, hayvanı hallettikten sonra yeniden birbirlerine girmeye başlarlar.
Kanunlar bir pelerin gibi örter bizi ve içimizdeki hayvandan, başka insanların içindeki hayvanlardan korur. Ahlaklı insanlar ile diğerleri arasındaki en büyük fark kanunla kurdukları ilişkidir. Diğer bütün ilişkiler buradan çıkar: Deli zarar göreceğini bile bile kanunları ihlal eder; ihlal eder, çünkü ihlal etmek zorundadır; çünkü delidir; bir cani cezasız kalacağını düşündüğü için kanunu ihlal eder,ceza alacağından emin olsa tedbirli olur; ama ahlaklı insan kanunu ihlal ettiğinde cezasız kurtulacağından emin olsa bile ona riayet eder.
… İnsanları sakinleştirmek, teselli etmek, ölümü unutmalarına yardımcı olmak lazım, mutlu olduklarına inandırmak lazım, mutlu olduklarını hissettirmek lazım, çünkü en kolay yönetilenler hayatından memnun olanlardır.
Sadece suçlular ve deliler kanunların üzerinde olduklarını düşünür, ahlaklı insanlar ise, cezasız kalacaklarını bilseler bile kanunlara karşı koymaz, riayet ederler. Çünkü kanunların bizi hayvandan, toplumu sürüden üstün kıldığını bilirler. Bu yüzden kanun mu bizden üstün biz mi kanundan diye tartışmak yanlış.
Hayatın terk ettiği , çürümeye başlayan her insan vücudu zehre dönüşür.
Biz dünyadaki pekçok olasılığı sadece tecrübemizin, karakterimizin, bilgimizin gösterdiği çok az bir parçasını görebiliyoruz. Yani dünyanın sadece bize kendini gösteren bölümünü görüyor ve anlıyoruz ve sadece bu kısımla ilgili hükme varabilir, sadece onlardan bir Instagram aç yapabiliriz. Yani neyi arıyorsak onu buluyoruz.
Mutluluğu tek başına yaşamak, üzüntüyü tek başına yaşamaktan daha zordur.
En büyük Fazilet olan cömertliğe övgüler yağdırdı, çömert olmayan birinin ne zarafetten, Ne de mutluluktan nasibini almadığını, çünkü böyle birinden insanların kaçacağını, onlarsız da mutlu olamayacağını uzun uzun anlattı.
Vahiy bir kitaptır, ama dünya da bir kitaptır, insan da. Vahiyle inen kitabı, Kuran’ı okuyamıyorsan, dünyayı izleyebilirsin ve vahiylerle söylenenleri dünyaya bakarak okuyabilirsin. Aynı şey, okuyabildiğin takdirde, insanlar için de geçerli. Onun kitaplarından biri zamandır, yani akıp giden zaman nehrine dalmış hayatlar ve olaylar. Tıpkı dünya gibi, tıpkı vahiyle gelen kitap gibi bu nehri de okuyabilirsin. Buna muktedir olanlar zaman kitabında kendi hayatlarını okuyabilirler ve kaderlerini hazırlayan, kaderlerini anlamalarını sağlayacak örnekleri bulabilirler.
Öyle günler vardır ki, hiç doğmasalar daha iyidir. Ama mademki doğmaları gerekiyor, mademki her günün doğuşu kaçınılmaz, istenmeyen o günden kaçınmanın bir yolu olmalı, hiç uyanmayarak mesela, ya da başka bir biçimde. Bu mümkün değilse, özgür değildir insan. En azından neyi istemediğine karar veremeyen bir varlığın özgür iradesi yoktur ve hiçbir zaman da olmayacaktır.
Öyle günler vardır ki, hiç doğmasalar daha iyidir. Ama mademki doğmaları gerekiyor, mademki her günün doğuşu kaçınılmaz, istenmeyen o günden kaçınmanın bir yolu olmalı, hiç uyanmayarak mesela, ya da başka bir biçimde. Bu mümkün değilse, özgür değildir insan. En azından neyi istemediğine karar veremeyen bir varlığın özgür iradesi yoktur ve hiçbir zaman da olmayacaktır.
Öfkeyle kırdı testiyi elleri
Hem de kendi yaptığını, duyulmuş şey mi?
Bu güzel başı, kolları kimin aşkı yarattı?
Kimin nefreti kesti bu zarif elleri?
İnsan dünyada kendi içinde ne taşıyorsa onu görür, onu fark eder. Vücudu çürüyen insana gün doğumu akşam karanlığı gibi gelir.
Hayat vücudun içinde cereyan etse bile, onu ayakta tutan, idare eden, onu canlı ve duyarlı kılan, ona çalışma gücü veren ruhtur.
Yıkmadan yapmayı öğrendiğimiz gün kendimizle ilgili iyi şeyler düşünmeye de hakkımız olacak
Çok şeye sahip olduğunu göstermek için başkalarına veren bir insanın, korku içinde küçük servetine yapışmış yaşayanlardan beter olduğuna yemin etti, tıpkı takdir etsinler diye herkese dalkavukluk yapan birinin, kendi huzuru için az konuşan birinden beter olması gibi.
Öyle günler vardır ki, hiç doğmasalar daha iyidir. Ama mademki doğmaları gerekiyor, mademki her günün doğuşu kaçınılmaz, istenmeyen o günden kaçınmanın bir yolu olmalı, hiç uyanmayarak mesela, ya da başka bir biçimde. Bu mümkün değilse, özgür değildir insan. En azından neyi istemediğine karar veremeyen bir varlığın özgür iradesi yoktur ve hiçbir zaman da olmayacaktır.
Hangi mezar bu dünyadadır ki? Mezara girdiğin anda artık bu dünyada değilsin.
Doğduğu andan itibaren korkuyu içinde taşıyan tek yaratık insandır.
Mantık korkunun kardeşidir.
Bir iddianın doğrulanması ya da çürütülmesi imkansızsa istediğini iddia etme hakkına sahipsin.
Çünkü hükmediyorsan, mesuliyet de taşırsın, biri olmadan öbürü olmaz.
Bu kötü işte ne kadar büyüksen o kadar kolay hedef tahtası olursun.
Din insanlara der ki: Mal mülk ve ihtiyacınız olmayan başka her şeyi istifleyen ve hayatınız boyunca yanında sürükleyen tek yaratıksınız. Ama korkularınızdan arının diye yemek yemeyi durdurmanıza yardımcı olsun diye size bir ruh verildi. Din böyle diyor. Ama dinden dönenler bize mideniz patlayana kadar yiyin, nefessiz kalana kadar mal mülk biriktirin diyor.
Keyif insan hayatının ya da herhangi bir başka varoluş şeklinin tahayyül edilebilir tek amacıdır.
Dünyanın iskeleti ruhla çatılmıştır,ona biçim veren, var olan ve yaşanan her şeyin tartıldığı tartıdaki ağırlıklarıdır.
Aşkında samimiysen, sevdiğinin elinden zehir olsa içersin, durum bunu gösteriyor.
Çünkü insanı zehirleyerek öldüren birlikte yiyip içtiği, gizli şeyler paylaştığı, kendilerinden asla ve art niyet beklemeyen yakınlarıdır.
Çünkü insanlığın iyiliğine, güzelliğine güvenini kaybetmek belki de en büyük kayıptı. Ve Hayyam bu güveni kaybetmeye başlamıştı.
Sen hayallerin peşinden koşarken, hayatın sessizce senden aldıklarıdır kader.
Yıkmadan yapmayı öğrendiğimiz gün kendimizle ilgili iyi şeyler düşünmeye de hakkımız olacak.
Aptal değilim ben şeyh baba. Böyle insanlarla düşüp kalkanları hangi tehlikelerin beklediğini bilirim, dedi.
Hangi insanlar? diye sordu Hayyam.
Senin gibi kendini ilme adayanlar, her şeyi bilmek isteyenler.
Tehlike neymiş peki?
Her şey bozulur, ruh da dahil.
Öfkeyle kırdı testiyi elleri
Hem de kendi yaptığını, duyulmuş şey mi?
Bu güzel başı, kolları kimin aşkı yarattı?
Kimin nefreti kesti bu zarif elleri?
Neden insan doğamdan, çevremdeki insanlardan ve senin dünyandan utanmayı öğrettin, ama bir şey yapacak gücü vermedin? En azından durduracak, en azından anlayabilecek iman gücü vermedin, en azından hiçbir şey bilmemenin, görmemenin iyi olduğunu söyle bana. Neden bahşetmiyorsun bunları bana?
Seni anlamama yardım et Allahım. Hayır, affet beni, seni ne anlayabileceğimi, ne de kavrayabileceğimi biliyorum. Ama en azından bize bahşettiğin şeylerin iyi olduğuna inandır beni. Biliyorum, senin kâinatın iyidir, çünkü onu sen yarattın, ama inanmayı başaramıyorum ve yüreğim ağırlaşıyor. Utanıyorum, kendimi suçlu hissediyorum, ne engelleyebiliyorum bunu, ne savunabiliyor, ne de anlayabiliyorum. Ve insan acı çekiyor Allahım, korkunç acılar çekiyor. Neden?
Yapma lütfen, sen yapma. Yıldızlara bak bir üstat. Ne zaman hayata karışsan, talihsizlik başından eksik olmuyor. Lütfen bak şu yıldızlara.
Biz insanların teselli etmeleri bunaltıyor beni. Yürekler acısı bir şey bu. Tek yolu bu mu diye düşünüyorum bazen, başka bir yol var mı acaba diyorum.
İnsan yaşlanmaya başlayınca hayatını yaşamak istiyor, dümdüz, çıplak hayatı, körlemesine, amaçsız, nedensiz, şekilsiz ve sınırsız yaşamak istiyor. İnsanı sadece bu muğlâk ve aptal hayat gerçekten ilgilendiriyor. Sadece hayat seni bir anlığına da olsa teselli edebiliyor, çünkü onu kaybedeceğini biliyorsun.
Susmak en büyük özelliği ve insanları fethetmek için bir araç onun için. Başkalarının konuştuğundan daha açık, daha yüksek sesle susabiliyor.
Ebu Said eliyle, boş ver, der gibi bir işaret yaparak, Yardım ve teselli beklemeseydin sürekli gök kubbeye dikmezdin gözlerini, dedi ve Hayyam’ı çekiştirdi.
Gece gök kubbeyi yeterince uzun seyredersen, her yıldızın tek başına ve en yakındaki diğer yıldızdan sonsuz uzaklıkta olduğunu, ama hepsinin aynı kanuna tabi olduğunu ve bu kanunun onların yalnızlığını ortadan kaldırdığını anlarsın. Onları birbirine bağlayan, aralarında ilişki kuran bu kanundur. Yıldızların arasında kendileri bilincinde olmasalar da bir konuşma başlar.
Yalnızlık nasıl artabilirdi ki? Mantıken mümkün müydü bu? Çevrende güvenebileceğin bir insan yoksa tek başınasın, yani yoksunluk, o halde sahip olmamak artabilir, büyüyebilir mi? Mantıken ya da matematiksel olarak, evet büyüyebilir, sıfırdan sonra devam edersek eksi sayılara ulaşırız ki bu sayılarda eksiklik sonsuza kadar büyüyebilir. Bu muydu onun da durumu, eksi sayılara geçmiş miydi çoktan ?
İşte insan böyle bir yaratık. Sevince de öldürüyor.
Yaptığı bir ayıbı ya da aptallığı silemeyen ya da en azından unutamayan bir insan nasıl, ne kadar özgür olabilirdi ki ?
Yıkmadan yapmayı öğrendiğimiz gün kendimizle ilgili iyi şeyler düşünmeye de hakkımız olacak.
Bu dünyada ölü gibi sakin ve hiçbir şey umrunda olmadan yaşayabiliyorsan, sadece mühim ve baki olana verebiliyorsan kendini, ne mutlu sana. Ama böyle insan çok az, onlar bile dünyadaki fani şeylerden başlarını kaldırıp baki olana bakamıyor. Onlar gibi olamazsan, ki olamazsın, birlikte yaşamak zorunda olduğun kişilere vakfet kendini, onlar için mükafatlandırsın Allah seni, sevgini dünyaya yay, insanın hizmetindeymiş gibi davran. Bunu yapamazsan, ki yapamazsın, çünkü ne yaparsan yap kendin için yaptığını anlayacak kadar zeki değilsin, bayağı mutluluklara ada kendini, çil çil para yığ, biriktir. Bu dünyanın kıymetli şeylerini kazan, kardeşim Sali, servet yap hayır işlerinde kullan bu da bir amaç. Bunu da beceremezsen, sadece kazan ve biriktir o zaman, nasıl olsa onları iyi ya da kötü işler için harcayacak birileri çıkar. Dilenci gibi topla, yığ, biriktir, bu da bir mutluluk, bu da bir gaye sonuçta; bu gayeye hizmet et ve gerçekleştir. Hayatta bir şey yap, ona vakfet kendini ama gerçekten vakfet.
Birlikte bir çuval tuz yedikten sonra bir insan hakkında fikir sahibi oluruz. Biliyorsun halk arasında böyle söylenir. Çünkü bir insanı ancak bu kadar uzun süre, bu kadar yakın ilişki içinde içeriden ve dışarıdan tanımak mümkündür.
Öyle günler vardır ki, hiç doğmasalar daha iyidir.
Hakikatler insanın sadece dış yüzünü gösterir, işte bu yüzden sadece hakikatler üzerinden tanıdığımız bir insanı yitirmiş oluruz.
Yıkmadan yapmayı öğrendiğimiz gün kendimizle ilgili iyi şeyler düşünmeye de hakkımız olacak.
Ölüm kapıyı çaldı kardeşim. Okumak zorunda olduklarının onda birini, okuman gerekenlerin yüzde birini, okumak istediklerinin binde birini okuyamadığını biliyorsun. Etrafıma iyice bakınmadan, nerede olduğumu anlamadan, biraz yolumu bulmadan ve bir şeyler öğrenmeden gidiyorum sanki.
Bulut geçti göz yaşları kaldı çimende
Gül rengi şarap içilmez mi böyle günde
Seher yeli eser yırtar eteğini gülün
Güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün
Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye
Kimse bilmez, kimse bilmez
Öyle günler vardır ki, hiç doğmasalar daha iyidir. Ama mademki doğmaları gerekiyor, mademki her günün doğuşu kaçınılmaz, istenmeyen o günden kaçınmanın bir yolu olmalı, hiç uyanmayarak mesela, ya da başka bir biçimde. Bu mümkün değilse özgür değildir insan. En azından neyi istemediğine karar veremeyen bir varlığın özgür iradesi yoktur ve hiçbir zaman da olmayacaktır.
Onurlu insanlar terbiyeli misafirler gibi gezer dünyada, mümkün olduğunca sessiz fark edilmeden asla yabancı nesnelerde ve evlerde izlerini bırakmadan.
etten kemikten bir insanın bir yere gitmesi lazım. Ama ben gidemiyorum, sağım, solum, önüm, arkam boş.
başkaları hakkında düşündüklerin neyse, sen de osun.
İkii alimimiz şimdi de, ayranın hayatın hakiki anlamı olduğunu keşfedecekler. Ayran akıcı, hafif tuzlu ve sıkıcıdır. İşte hakik hayat!
Korkunun kol gezdiği, her şeyin satın alındığı bir dünyada en yüksek sesle ne haykırılıyorsa o hakikattir.
Birlikte bir çuval tuz yedikten sonra bir insan hakkında fikir sahibi oluruz. Biliyorsun, halk arasında böyle söylenir. Çünkü bir insanı ancak bu kadar uzun süre, bu kadar yakın ilişki içinde içeriden ve dışarıdan tanımak mümkündür.
İnsan dünyada kendi içinde ne taşıyorsa onu görür, onu farkeder. Vücudu çürüyen bir insana gün doğumu akşam karanlığı gibi görülür.
Hayat hava, cıvadır hiçbir şey olamaz bu hayattan. İçinde mi dışında mı bilmiyorsun, içine mi çekiyorsun, dışarı mı üflüyorsun, bilmiyorsun hayatı, o ise, keyfî istediği gibi bir orada, bir burada Hava civa işte .
Korkunun kol gezdiği, her şeyin satın alındığı bir dünyada en yüksek sesle ne haykırılıyorsa o hakikattir.
Lafazanlar ve kaba insanlar bunu dert etmezler pek, kendileri için konuşurlar, ama muhataplarının da ilgisini çekecek şeyler hakkında konuşmaya çalışan kibar insanlar, bunu bilmedikleri ortamlarda genelde susarlar.
Veziriazam, diyelim ikinci, üçüncü kez ona kendisini üzenin yaralanan kibri olmadığını söylediğinde Hayyam bunun mantıklı olmadığını, çünkü genelde olmayan bir şey hakkında konuşulmayacağını düşünmüştü. Kibriyle bir sorunu olmasaydı ondan söz etmezdi, tıpkı insanın sorun yaratmadıkları sürece safra kesesi ya da midesi hakkında konuşmadığı gibi.
Başkaları hakkında düşündüklerin neyse sen de osun.
Bulut geçti gözyaşları kaldı çimende
Gül rengi şarap içilmez mi böyle günde
Seher yeli eser yırtar eteğini gülün
Güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün
Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye
Kimse bilmez, kimse bilmez
İnsanlar içlerinde anlaşılacak bir şey varsa, onu başkalarının anlamasına izin vermez . Ama anlayabildikleri de zaten anlamaya değer şeyler değildir. Onun için bu işlere bulaşma tatlım. Benim sana tavsiyem bu insanlara bulaşma, çünkü bunlar böyle tuhaf insanlar işte.
Dünyaya hâkim olmak için güçlü olman değil, diğer herkesin güçsüz olması önemlidir. Diğerleri yeterince güçsüzse senin güçlü olman bile gerekmez.
Ölümü kabul eden birine artık başkaları hükmedemez.
Hayatın güzel ve iyi olduğuna, ölümün bunun tam zıddı olduğuna neden inanayım ki? Kan ve ter içinde gelmiyor muyuz dünyada? Doğuranlar için korkunç acılar, doğan için büyük bir talihsizlik değil mi doğum? Ana rahminden çıkarken ağlamıyor muyuz? İlk çıkarttığımız sesler ağlamak ve bağırmak değil mi? Yaşlılar ağladığımızı duyduklarında yaşadığımıza kanaat getirmiyor mu? Yürümeye başladığımızdan beri her şey bizi yaralıyor ve biz buna büyümek ve hayata adım atmak demiyor muyuz?
Bulut geçti gözyaşları kaldı çimende
Gül rengi şarap içilmez mi böyle günde
Seher yeli eser yırtar eteğini gülün
Güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün
Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye
Kimse bilmez, kimse bilmez

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir