Erving Goffman kitaplarından Damga kitap alıntıları sizlerle…
Damga Kitap Alıntıları
Engelini gizlemek isteyen bir birey, bir başka bireyin kendi engelini ifşa eden davranışlarının farkına varacaktır. Dahası, engelli olma halinin reklamını yapan bu türden tavırlardan muhtemelen hoşlanmayacaktır; çünkü kendi engelini gizlemek isterken başkalarının da aynı şekilde engellerini gizlemesini izler.
Kişinin yetersizliklerini gizleme çabası, başka yetersizliklerini göstermesine ya da en azından diğerlerinin böyle hissetmesine neden olabilir.
Bir bireyin karanlık bir geçmiş denilen şeye sahip olması onun toplumsal kimliğine ilişkin bir meseledir; böyle bir geçmişe ilişkin bilgiyi idare etme biçimi ise bir bireysel kimlik sorunudur.
Dolayısıyla ister yabancılarla isterse de yakınlarımızla olan etkileşimlerde toplumun her daim, açıkça işimize burnunu soktuğunu ve bize haddimizi bildirecek kadar ileri gittiğini görüyoruz.
Ayrıca, bireysel kimliğini idare edebilmesi noktasında kişinin, kime ne kadar
bilgi vereceğini bilmesi zorunlu gibi görünmektedir -hiçbir zaman “açıkça” yalan söyleme hakkı olmaksızın. Bu durumda, bir
“belleğe”, yani mevcut anın ve geçmişin, “ötekine” nakletmekle yükümlü olduğu olaylarına ilişkin tutarlı ve hazır bir hikâyeye
sahip olması da zorunlu görünmektedir.
O hâlde, kişisel tanımlama ile toplumsal tanımlama birbirlerini etkilerler.
bilgi vereceğini bilmesi zorunlu gibi görünmektedir -hiçbir zaman “açıkça” yalan söyleme hakkı olmaksızın. Bu durumda, bir
“belleğe”, yani mevcut anın ve geçmişin, “ötekine” nakletmekle yükümlü olduğu olaylarına ilişkin tutarlı ve hazır bir hikâyeye
sahip olması da zorunlu görünmektedir.
O hâlde, kişisel tanımlama ile toplumsal tanımlama birbirlerini etkilerler.
Genel olarak, daha önce de belirtildiği üzere, toplumsal kimliğe ilişkin normlar, verili herhangi bir bireyin, taşımasının uygun olduğunu düşündüğümüz rol repertuarları ya da profil türleriyle -Lloyd Warner’ın dediği gibi “toplumsal kişilikle alakalıdır. Bir dolandırıcının bir kadın ya da klasik edebiyat hocası olmasını beklemeyiz ama işçi sınıfına mensup bir İtalyan ya da gettodan gelen bir zenci olmasına da şaşırmayız ya da bu durumlarda rahatsızlık duymayız. Tersine, bireysel kimliğe ilişkin normlar, uygun görülen toplumsal nitelikler kombinasyonlarından ziyade, kişinin makul bir şekilde uyguladığı bilgi denetimi
türüne bağlıdır. Bir bireyin karanlık bir geçmiş denilen şeye sahip olması onun toplumsal kimliğine ilişkin bir meseledir; böyle bir geçmişe ilişkin bilgiyi idare etme biçimi ise bir bireysel kimlik sorunudur.
türüne bağlıdır. Bir bireyin karanlık bir geçmiş denilen şeye sahip olması onun toplumsal kimliğine ilişkin bir meseledir; böyle bir geçmişe ilişkin bilgiyi idare etme biçimi ise bir bireysel kimlik sorunudur.
Bir kişi ne kadar yalancı olursa olsun; yaşamı ne kadar anlaşılması zor, gizli ve karmaşık olursa olsun ya da kopuşlar, yeni başlangıçlar ve geri dönüşler tarafından yönetilirse yönetilsin;eylemleri tamamıyla çelişkili ya da birbirinden kopuk olamaz.Yaşam hattının bu biricikliğinin, kişiye toplumsal rol açısından
bakıldığında tespit edilebilen çoklu benlikler olgusuyla keskin bir karşıdık içerisinde olduğunun farkına varmak gerekir. Toplumsal rol bağlamında, rol ve izleyici ayrımı iyi yapılırsa kişi,oldukça maharetli bir biçimde farklı benliklerini aynı anda idare edebilir. Hatta bunu, artık daha önce olduğu kişi olmadığını iddia edecek kadar ileriye götürebilir.
bakıldığında tespit edilebilen çoklu benlikler olgusuyla keskin bir karşıdık içerisinde olduğunun farkına varmak gerekir. Toplumsal rol bağlamında, rol ve izleyici ayrımı iyi yapılırsa kişi,oldukça maharetli bir biçimde farklı benliklerini aynı anda idare edebilir. Hatta bunu, artık daha önce olduğu kişi olmadığını iddia edecek kadar ileriye götürebilir.
Kapsamı dar ve uzun soluklu toplumsal gruplarda her bir üyenin diğerleri için “benzersiz” bir kişi olarak kabul gördüğü yaygın bir kanıdır. “Benzersiz” olma kavramı ona, sıcak ve yaratıcı bir anlam yükleyerek mekanik sosyolojik yorumlar tarafından daha fazla yıpratılmaması gereken bir unsur olarak görülmüştür ve çiçeği burnunda sosyal bilimciler tarafından sıklıkla kullanılmıştır. Tüm bunlara rağmen kavram yine de tamamıyla
anlamsız değildir.
anlamsız değildir.
Sosyoloji bazen, hepimizin bir grubun bakış açısından konuştuğumuzu söyler. Damgalı kişinin özel durumu ise şudur:
Toplum ona büyük grubun bir üyesi olduğunu söyler. Bu da
onun normal bir insan olduğu anlamına gelir ama aynı zamanda toplum, damgalı bireye onun bazı açılardan “farklı” olduğunu ve bu farklılığım reddetmesinin boşuna olacağını da söyler. Bu farklılık şüphesiz yine aynı toplumdan kaynaklanır; çünkü
normal koşullarda bir fark, eğer daha öncesinde müşterek surette kavramsallaştırılmamışsa bir mesele hâline gelmez. ( )
Dolayısıyla damgalı kişiye, bir yandan herkes gibi biri olduğu söylenirken diğer yandan da “mış, miş” gibi yapmasının ya
da “kendi” grubuna ihanet etmesinin pek akıllıca olmayacağı
söylenir. Kısacası ona, hem herkes gibi olduğu hem de herkes
gibi olmadığı söylenir. ( ) Bu çelişki ve maskaralık, damgalı
kişinin kaderidir.
Toplum ona büyük grubun bir üyesi olduğunu söyler. Bu da
onun normal bir insan olduğu anlamına gelir ama aynı zamanda toplum, damgalı bireye onun bazı açılardan “farklı” olduğunu ve bu farklılığım reddetmesinin boşuna olacağını da söyler. Bu farklılık şüphesiz yine aynı toplumdan kaynaklanır; çünkü
normal koşullarda bir fark, eğer daha öncesinde müşterek surette kavramsallaştırılmamışsa bir mesele hâline gelmez. ( )
Dolayısıyla damgalı kişiye, bir yandan herkes gibi biri olduğu söylenirken diğer yandan da “mış, miş” gibi yapmasının ya
da “kendi” grubuna ihanet etmesinin pek akıllıca olmayacağı
söylenir. Kısacası ona, hem herkes gibi olduğu hem de herkes
gibi olmadığı söylenir. ( ) Bu çelişki ve maskaralık, damgalı
kişinin kaderidir.
-Toplumumuzda yakın ilişkiler, görünmeyen kusurların itiraf edilmesi yoluyla onanır.
-Utanç duygusu, bireyin kendi sıfatlarından birini sahip olunması küçük düşürücü bir şey olarak algılaması ve bu sıfata kesinlikle sahip olmadığını düşünmesi sonucunda ortaya çıkan güçlü bir ihtimal halini alır.
(…)Başkalarının onda fark edeceği bir şeyden dolayı kendisine saygısızlık yapabilecekleri korkusu, söz konusu kişinin diğer insanlarla olan ilişkilerinde daima güvensiz olması anlamına gelir; bu güvensizlik, genelde endişelerimizin büyük bir kısmında olduğu gibi bilinmeyen ya da maskelenmiş nedenlerden ötürü değil, kişinin karşısında çaresiz olduğunu bildiği bir şeyden dolayı ortaya çıkar. Oysa tam da bu, benlik sisteminde ölümcül bir noksanı temsil eder; çünkü benlik, “ben daha aşağı bir mertebede biriyim, dolayısıyla insanlar beni sevmiyor, onların yanında güvende olamam” şeklindeki kati bir ifadeyi örtbas edebilecek veya dışlayabilecek durumda değildir.
Bedensel bir damgaya sahip olanlar, belli sınırlar içinde sürekli temas halinde oldukları normal kişilerin zamanla onların engellerinden daha az rahatsız olabildiklerini ve böylelikle zamanla bir nevi normalleşme sürecinin gelişebildiğini ifade etmektedirler.
Belirli bir damgaya sahip olan kişi; yüksek bir mesleki, siyasal veya finansal konuma bir kere yükseldiğinde – dahil olduğu damgalı gruba bağımlılığı ne olursa olsun- çoğu zaman, yeni bir kariyerin kendisine biçildiğini görür: dahil olduğu kategoriyi temsil etmek.
Görsellikten faydalanma hususunda oldukça maharetli olan Yunanlar, işaret edilen kişinin ahlaki statüsünde olağan dışı ve kötü ne varsa ifşa etmeye yönelik bedensel işaretleri kasteden damga terimini aslen ilk kullananlardır.
Damgalının hususiyeti sınıflandırılamaz oluşudur; normaller dünyasına ait değildir ancak bu dünyaya yabancı da değildir. Fiziki açıdan tam olarak sağlıklı değildir ancak hasta da değildir (çünkü hastalık tanımı gereği geçiçi bir durumdur). Ölü değildir ancak canlılar dünyasına da ait değildir; toplumsal açıdan hem vardır hem yoktur.
Kişinin sahip olmasına müsaade edilen karakter, kendi gibi olanlarla sürdürmesi gereken ilişkiden devşirilir.
Normal ve damgalı somut kişiler değillerdir, ikisi de birer bakış açısıdır.
Hikayeyi içeriden yaşamadığınız sürece sadece yanılırsınız.
Bugün Fransa veya Almanya’da, sadece kuru bir malumat aktarımı üzerinden su veya bu teorisyeni bildiğini iddia etmekle yetinen veya gerçekten de bilen ama başka hiçbir şey yapmayan bir akademisyen ne kadar itibarlı olabilir? Aynı şekilde, sadece Bourdieu çevirmek veya sadece Bourdieu uzmanı olduğunu iddia etmek, ABD’deki bir akademisyene nasıl bir itibar kazandırabilir? Oysa bunların hepsi ülkemizde pek güzel ‘gider’ kılıfınız da hazırdır: ‘Ben daha ziyade teori çalışıyorum!’ Teori elbette çalışılır ama bizde yani merdiven altı üretim yapan fason bir fikri dünyada, sadece malumat aktarmakla yetinmenin, mekanik bir takipçiliğin, kısa yoldan köşeleri tutmanın ve böylece kendine ‘üstat’ dedirtmenin hazzını yaşamanın diğer bir adıdır ‘teori çalışmak.’
Tüm yetişkinler, çeşitli sebepler dolayısıyla gerek ticari gerekse de kamu hizmet kurumlarıyla bir şekilde iş görmek zorundadırlar. Bu kurumlarda, temel vatandaşlık sıfatı üzerinden herkesin eşit ve nazik bir muamele gördüğü varsayılır ancak küçük burjuva ideallerinden beslenen nefret ve arzu tepkileri için de bir yer vardır burada.
içe kapanma, toplumsal sapkınlar ile sessizce sapanlar -pul koleksiyoncuları, kulüp tenisçileri, araba delileri örneklerinde olduğu gibi kendilerini tutkularına fazlasıyla adayan ve toplumsal bağlılıklar için geriye sadece cansız bir kabuğun kaldığı hobi sahipleri -arasında ince bir çizgi çizilmesini sağlar.
toplumsal sapkınlar, onlara biçilen konumu reddettiklerini gösterişli bir şekilde ilan ederler ve bu gösterişçi başkaldırı, kendi topluluklarının ekolojik sınırları içerisinde kalmak koşulu ile geçici olarak hoş görülür. Etnik ve ırk temelli gettolar gibi, bu topluluklar da bir nefsi müdafaa sığınağı ve bireysel sapkının, kendisinin de en az diğerleri kadar iyi olduğunu açıkça ilan edebileceği bir yer sunarlar.
Toplumsal düzene müşterek bir reddiye yöneltme noktasında angaje olmuş gibi görünen bireylerdir bunlar; toplumun kendilerine sunduğu patikalarda ilerleme fırsatına tenezzül etmiyor izlenimi verenlerdir. Üstlerine saygıda açıkça kusur eden onlardır; dinsiz olan onlardır; sunduğu motivasyonlar noktasında toplumun ıskaladıklarıdır onlar.
“Sapkınlık” olarak adlandırılabilecek bir çalışma alanı mevcutsa eğer, bu alanın merkezini oluşturanların, yukarıdaki şekliyle tanımlanmış toplumsal sapkınlar olmaları muhtemeldir. Fahişeler, uyuşturucu bağımlıları, suçlular, caz müzisyenleri, bohem kişiler, Çingeneler, karnavalların geçici çalışanları, ayyaşlar, sahne dünyasından insanlar, profesyonel oyuncular, evsiz barksızlar, eşcinseller, pişmanlık duymayan fakirler, bunların hepsi bu tanıma dâhildirler.
aile, yaş hiyerarşisi, rollerin cinsiyetler arasındaki stereotipik dağılımı, tam zamanlı çalışmanın meşruiyeti (devlet tarafından tasdik edilmiş tek bir bireysel kimlik eşliğinde), sınıf bariyerleri, ırk ayrımcılığı. Bu kurumlara yönelik az çok asi bir tutum içerisinde bulunan bu kişiler “marjinal” olarak adlandırılırlar; bu tutumu kendiliğinden ve kendileri için benimsemişlerse eğer, eksantrik olarak nitelenebilirler veya onlardan, başlı başına bir “kişilik” olarak da bahsedilebilir.
Merkezinde olduğu ancak tüm statüsüne sahip olmadığı bir katılımcılar çemberi etrafında diğer üyeleri kaynaştıran bir çekim merkezidir sıklıkla. Grubun maskotudur; bazı noktalarda normal bir üyenin niteliklerine haiz bir maskot. Geleneksel bir figür olarak köyün delisi, mahallenin sarhoşu, koğuşun soytarısı veya hatta yatakhanenin şişmanı örnek olarak gösterilebilir.
damga kavramının, iki sütun hâlinde ayrılmış somut bir bireyler topluluğunun -damgalılar ve normaller- mevcudiyetinden ziyade, en azından bazı ilişkiler çerçevesinde ve hayatın belli dönemlerinde her birimizi iki rolü de oynamaya götüren ve her yerde mevcut bir toplumsal sürecin edimini içerdiğini tekrarlamak isterim.
Normal ve damgalı, somut kişiler değillerdir, ikisi de birer bakış açısıdır. Bu bakış açıları, karma temaslar esnasında, layıkıyla yerine getirilmemiş normlar gereğince toplumsal olarak üretilirler.
Dağdan inmelerin, rastladıkları gezici bir sirke baktıkları gibi bakan odunlar vardı. Onların bakışlarını yakaladığınızda kıpkırmızı olup uzaklaşan, kaçamak bakışlı tipler de vardı. Geçerken neredeyse “vah vah”larını duyar gibi olduğunuz tipleri de unutmamak lazım ama en kötüleri, her sözüne hemen hemen “Vah zavallım, nasıl bu hâle geldiniz?” ile başlayabilecek olan çenesi düşük tiplerdi.
Damgalanmış birey birden ızdırap çekmeye başlıyorsa bu, hemen hemen her zaman, kimliğine ilişkin bir muğlaklık hissettiğinden değil, tersine, dönüştüğü veya benzediği şeyi çok iyi bildiğindendir.
damgalı kişiye, hem kendi kendini hem de bizi gerçekten kabul ettiğini gösteren bir işaret vermesi tavsiye edilir; oysa biz bu kabulü kendisinden ta başından beri esirgemişizdir. Dolayısıyla hayalî bir kabulün, hayalî bir normalliğin temelini oluşturmasına izin verilir.
Damgalı kişiden, yükünün ağır olduğunu ve bu yükü taşımanın onu bizden farklı kıldığını ima edecek hiçbir davranışta bulunmaması talep edilir; aynı zamanda kendisini bizden, ona ilişkin bu inancımızı sancısız bir şekilde sürdürmeye imkân verecek derecede uzak bir mesafede tutmalıdır.
bir damgaya sahip olmanın hissettirdiği adaletsizliğin ve acının hiçbir zaman bir normal tarafından tamamıyla deneyimlenemeyeceği anlamına gelir; normallerin, kendi anlayışlarının ve toleranslarının ne kadar sınırlı olduğunu göremeyecekleri manasında da gelir; ayrıca damgalılarla kurdukları yakın temastan görece etkilenmeksizin, sahip oldukları kimlik inançları içerisinde görece tehdit hissetmeksizin yaşamlarına devam edebileceklerini de ifade eder.
Damgalı kişiden bir yandan; farkındalığına vurgu yapmaksızın kendiliğinden ve mutlu bir şekilde, kendisini normallerle özünde aynı olarak kabul etmesi talep edilir. Öte yandan ise, normallerin kendisine benzer bir kabulü göstermelik olarak dahi sunmakta zorlanacakları durumlardan gönüllü olarak kaçınması istenir.
..damgalılardan medeni olmaları ve şanslarını fazla zorlamamaları beklenir; onlara sunulan kabulün sınırlarını test etmemelidirler ve bunu, daha fazlasını talep etmek için bir araç olarak kullanmamalıdırlar. Tolerans neredeyse her zaman pazarlığın bir parçasıdır.
Oslo’daki bir açık hava restoranında gördüğüm adamı hatırlıyorum. Bayağı engelliydi ve masaların bulunduğu terasa gitmek için oldukça yüksek bir basamağı çıkmak üzere tekerlekli sandalyesini bir kenara koydu. Bacaklarını kullanamadığı için dizlerinin üzerinde sürünmek zorundaydı ve basamakları böyle alışılmadık bir biçimde çıkmaya başlayınca garsonlar onun yanına koştular. Ne var ki garsonların niyeti yardım etmek değildi: Restoranda onun gibilerine hizmet veremeyeceklerini; çünkü insanların buraya topalları görüp rahatsız olmaya değil, keyif almaya ve iyi vakitgeçirmeyegeldiklerini söylüyorlardı.
Ne var ki insanlar, sana düşen rolü oynamanı beklemiyorlar sadece; aynı zamanda yerini bilmeni de bekliyorlar.
Her ne kadar damgalı kişi tarafından çoğu zaman mahremiyetin ihlali ve haddini bilmezlik olarak algılansa da talep edilmemiş ilgi, sempati ve yardım teklifleri kibarca kabul edilmelidir.
Yüzü feci şekilde yaralı olan ama emlak işinde çalışmaya devam eden 37 yaşında bir erkek şunu söylemiştir: “Yeni bir müşteriyle randevum olduğunda yüzüm kapıya dönük hâlde uzakta durmaya çalışırım ki içeri giren kişinin beni görmesi ve konuşmaya başlamadan önce yüzümdekine alışması için daha çok zamanı olsun.
Damgalı birey, kendindeki kusuru normallerin görmezden gelmekte zorlandıklarını farkettiğinde ortamda ve muhataplarında oluşan gerilimi azaltmak için bilinçli bir çaba göstermelidir.Bu tür ortamlarda damgalı birey, kusuruna mesafeli olabildiğini, durumunu dert etmeyebildiğini gösterecek şekilde “buzları eritmeye” çalışabilir. Açık sözlü olmanın yanı sıra şakacılık da tavsiye edilir
“Toplumun beyin felci hastası birisini anlamak sorumluluğu olduğunu düşünmüyorum. Daha ziyade topluma hoşgörüyle yaklaşmanın bizim yükümlülüğümüz olduğunu ve alicenaplık gereğince toplumu bağışlamamız ve aptallıklarına gülmemiz gerektiğini düşünüyorum. Huzursuz ya da meraklı oldukları aşikar olan insanları, durumu karmaşık hâle getirmeden rahatlatmak engelli kişiyi ajitatörlerden daha üstün bir konuma yükseltir ve insanlık komedyasını zenginleştirir ama bu, öğrenmesi çok uzun zaman alan bir şeydir.
Damgalı kişiye, kendisini herhangi biri gibi dört dörtlük olarak görmesi tavsiye edilir: Son tahlilde o da herkes gibi biridir; en kötü ihtimalle toplumsal yaşamın sadece bir alanından dışlanmıştır. O, bir tip ya da kategori değildir, bir insandır.
Sakatların talihsiz olduklarını kimler söylüyor; kendileri mi? Yoksa siz mi söylüyorsunuz? Dans edemedikleri için mi? Zaten dans müziği eninde sonunda biter! Tenis oynayamadıkları için mi? Zaten çoğu zaman tenis oynarken başımıza güneş geçer! Onlara basamaklardan çıkmaları ve inmeleri için yardım etmek zorunda olduğunuz için mi? Bunun yerine yapmayı tercih ettiğiniz daha iyi bir şey mi var? Çocuk felci hüzün verici değildir —sadece baş belası bir külfettir. Çocuk felciniz varsa bu, artık sinirlenip odanıza koşamayacağınız ve odanızın kapısını arkanızdan çekip çarpamayacağınız anlamına gelir. Topal iğrenç bir kelimedir. Tanımlar! Ayırır! Fazlaca samimidir! Küçümseyicidir! Bu kelime, kozasından çıkmakta olan kımıl kımıl bir yaratık görmüşüm gibi midemi bulandırıyor.
kişinin sahip olmasına müsaade edilen karakter, kendi gibi olanlarla sürdürmesi gereken ilişkiden devşirilir; kişi kendi grubuna yöneldiğinde sadık ve otantiktir, grubundan uzaklaştığında ise korkak ve aptaldır.
bir ailesi veya işi olan damgalı biri için bazen “bir baltaya sap oldu” denir. Tam tersine, damgalı biriyle evlenen bir kişi için de “hayatını heba etti” denir.
Dışarıdan Yahudi olduklarının anlaşılmasını istedikleri için kasıtlı olarak sakal bırakırlar ve/veya geleneksel kıyafetler giyerler: Sakalı, “Tanrı’nın silueti kendi yüzlerine vursun” diye bırakılar; geleneksel kıyafetleri de “muhtemel günahlardan sakınmak için” giyerler.
İtibarsızlaştırılabilir birey, kendini eve kapatarak ve çalan telefona ya da kapıya bakmayarak utancının, başkalarının ona ilişkin biyografisinin bir parçası olarak kaydedilebileceği türden etkileşimlerin çoğundan kendini sakınabilir.
işitme güçlüğü olan bir kişi başkalarına; hayal kuran, dalgın, kayıtsız, kolaylıkla sıkılan -hatta bayılmak üzere olan ya da horlayan ve dolayısıyla hâlihazırda uyuduğu için alçak sesle sorulmuş soruları yanıtlayamayan- biri izlenimi vermek suretiyle davranışlarını kasıtlı olarak farklı sunabilir.
İlişkiler birlikte zaman geçirmeyi gerektirebilir ve beraber geçirilen bu zaman ne kadar uzunsa itibarsızlaştırıcı bilginin sızma ihtimali o kadar artar.
Engelini gizlemek isteyen bir birey, bir başka bireyin kendi engelini ifşa eden davranışlarının farkına varacaktır. Dahası, engelli olma hâlinin reklamını yapan bu türden tavırlardan muhtemelen hoşlanmayacaktır; çünkü kendi engelini gizlemek isterken başkalarının da aynı şekilde engellerini gizlemesini ister.
Biz kekemeler ancak konuşmak zorunda olduğumuzda konuşuruz. Çoğu zaman, kusurumuzu o kadar başarılı bir şekilde gizleriz ki, yakınlarımız beklenmedik bir anda aniden ağzımızdan bir kelime döküldüğünde ve kasılma sona erene kadar kem küm ettiğimizi, suratımızı ekşittiğimizi, boğulacak gibi olduğumuzu gördüklerinde şaşırırlar; sonrasında biz ise bu şaşkınlıklarını görmek için yeniden gözlerimizi açarız.
“Masumiyet karinesi” bekâr anne için, bekâr babadan çok daha az koruma sağlar. Annenin suçu -gizlenmesi zor bir kanıt olan- karnının büyümesiyle daha açık hâle gelir. Erkek ise görünen hiçbir işarete sahip değildir ve onun suç ortağı rolü ispatlanmak zorundadır. Babanın kim olduğunun tespitinde devletin inisiyatif almadığı zamanlarda ise, böylesi bir kanıt sunmak için evli olmayan anne kimliğini ve uygunsuz cinsel davranışını geniş bir izleyici kitlesi karşısında ifşa etmek zorunda kalır.
Göğsü alınmış bir kadın ya da hadım edilmiş Norveçli bir erkek seks suçlusu, neredeyse her ortamda kendilerini sahte bir şekilde sunmaya zorlanırlar; herkes olağan sırlarını saklamak durumundayken onlar da alışılmadık sırlarını saklamak durumundadırlar.
Bireyin gündelik yaşamında rütin etkileşim içinde olduğu insanlara yansıttığı imgelem, kamusal imgesinin yarattığı bu (olumlu ya da olumsuz) varsayılan mecburiyetler tarafından zedelenecek ve ezilecektir. Böylesi bir durum özellikle, kişi artık hatırlanmaya layık olaylar içerisinde yer almadığında ve her yer de eskiden olduğu gibi karşılanmadığında ortaya çıkar.
Bir birey kamusal bir imgeye sahip olduğu zaman bu imge, onun hakkında doğru olabilecek küçük bir olgular seçkisinden oluşturulmuş görünmektedir. Bu olgular seçkisi, gösterişli ve dikkate değer bir hâle getirilip ardından o bireye ilişkin bütünsel bir fotoğrafı temsil ediyormuş gibi kullanılır. Sonuç olarak buradan belli türde bir damgalanma ortaya çıkabilir.
Kötü şöhretin açık bir işlevi toplumsal denetimdir.
kendileri hakkında yazılmış sayfalarca biyografiye sahip olan tanınmış kişiler, özellikle de başından beri kendilerini bekleyen kaderin bu olacağı bilinen soylular, yaşamlarının sonuna doğru, hikâyelerinde hiçbir rol oynamamış ölü dönemleri deneyimlemelerine hemen hemen hiç müsaade edilmediğini fark ederler.
Bu türden ufak, gelişigüzel beğenilme arzusu, muhtemelen neden şöhret peşinde koşulduğunun bir sebebidir; bu, aynı zamanda, bir kez şöhret sahibi olunduğunda, bazen ondan neden kaçıldığını da açıklar. Mesele, sadece gazeteciler, fotoğraf avcıları veya meraklı bakışlar tarafından takip edilmenin verdiği rahatsızlık değildir; aynı zamanda her geçen gün daha fazla eylemin hatırlanmaya değer olay olarak biyografiye eklenmesidir.
Genç bir oyuncunun belirttiği gibi, sadece kamusal alanlarda tanınmak bile bir tatmin kaynağı olabilir: Biraz biraz tanınır hâle geldiğimden beri, her kötü geçen günün sonunda kendime “Hadi bakalım; biraz dışarı çıkıp arz-ı endam edelim” diyordum.”
..bir kişiye toplumsal kimliği nedeniyle gösterilen muamele, eğer aynı kişi bireysel kimliği kaynaklı bir şöhrete sahipse ilave bir hürmet ve hoşgörü ile zenginleşir.
eski bir akıl hastasının, hastaneden tanıdığı biriyle sokakta karşılaştığında ona selam vermek durumunda kalması ve bunun üzerine etrafındaki üçüncü şahısların “O da kimdi?” sorusuyla muhatap olması sıklıkla yaşanan bir durumdur. Belki de daha vahim olanı, “tanınmayan tanıdıkların”, yani kendisi farkında olmaksızın onu kişisel olarak tanıyan ve dolayısıyla da onun “gerçekte” eski bir akıl hastası olduğunu bilen insanların mevcut oluşudur.
Ağır, yuvarlak kemik çerçeveli cam gözlüklerin incelenen grupta yaygın oluşu, iş adamı, profesör, genç entelektüel ve özellikle de meşhur bir caz müzisyeni stereotipini taklit etmeye dönük bir girişim olarak görülebilir.
Damga sonrası tanıştığı insanlar onu sadece kusurlu biri olarak görebilir; damgadan önceki hâlinin zihinlerde bıraktığı imgeleme bağlı kalmaya devam eden insanlar ise ona, ne şekli bir kibarlık ne de eskiden olduğu gibi tam bir kabul gösteremeyebilir
Herkes gibi biriydim önceden -normaldim, aksiydim, şendim, bir sürü planım vardı- ve birden bir şeyler oldu! Bir şeyler oldu ve yabancı oldum. Başka herhangi birine yabancı olmaktan çok
daha fazla kendime yabancı oldum. Rüyalarımda bile kendimi tanıyamıyordum. Rüyalarımda dansa veya partilere gittiğimde kısıtlamalar ya da garip durumlar vardı; açıkça belli değillerdi ama aynen ordaydılar işte.
daha fazla kendime yabancı oldum. Rüyalarımda bile kendimi tanıyamıyordum. Rüyalarımda dansa veya partilere gittiğimde kısıtlamalar ya da garip durumlar vardı; açıkça belli değillerdi ama aynen ordaydılar işte.
ve birden sabahleyin uyandım ve kendimi ayakta duramaz bir hâlde buldum. Çocuk felci geçirmiştim ve çocuk felci işte böyle basit bir şeydi. Koca, kara bir deliğe atılmış ufacık bir çocuk gibiydim ve emin olduğum tek şey bana birileri yardım etmediği sürece oradan çıkamayacağımda Yirmi dört yıl boyunca aldığım eğitim, dersler ve aile terbiyesi, artık beni kendine hayrı olabilecek bir insan yapmak için yeterli değildi.
Kolostomi [Kalın bağırsağın (kolon) cilde ağızlaştırılması] yaptırmadan evvel otobüste veya metroda burnuma gelen bir takım kötü kokulardan hayli rahatsız olurdum. İnsanların rezil bir hâlde olduklarını, duş almadıkları için böyle koktuklarını ve dışarı çıkmadan önce duş alsalar hiç de fena olmayacağını düşünürdüm. Ayrıca kokularının, yedikleri şeylerle de alakalı olabileceğini düşünürdüm, inanılmaz rahatsız olurdum; bana iğrenç, pis görünürlerdi. En küçük fırsatta kokudan kaçmak için koltuğumu değiştirirdim; eğer değiştiremezsem gönülsüzce oturmakla geçerdi yolculuğum. Oysa bugün, [kolostomi yüzünden] koktuğum zaman gençler de ister istemez bana yönelik aynı şeyleri hissediyorlardır sanırım.
Sanırım, durumumun ilk kez farkına varmam ve bu farkındalığın getirdiği ilk yoğun keder; bir gün, çok sıradan bir şekilde, ergenlik dönemlerimizin başlarında, arkadaşlarla hep birlikte günübirliğine sahile gittiğimizde yaşandı. Ben kumsala uzanmıştım ve galiba diğer oğlanlar ve kızlar uyuduğumu sanıyordu. Oğlanlardan biri kalkıp “Domenica’yı çok severim ama asla kör bir kızla çıkmam” dedi. Seni baştan aşağıya her şeyinle reddeden başka bir ön yargı düşünemiyorum.
çocuk, damgasını okula başladığında keşfeder genellikle; bu deneyim dalga geçmeler, sataşmalar, dışlamalar ve kavgalarla bazen okulun ilk günü doğrudan yaşanır.İşin ilginç yanı, söz konusu çocuk ne kadar “engelliyse” kendisi gibilerin gittiği özel bir okula yollanma ihtimali de bir o kadar artacak ve dış dünyanın kendisine yönelttiği bakışla bir o kadar ani biçimde yüzleşmek durumunda kalacaktır. Ona, “kendi gibiler” arasında daha rahat olacağı söylenecek ve o zamana dek kendini yakın hissettiği kimselerin aslında hiç de o kadar yakın olmadıklarını ve asıl yerinin bu engellilerin yanı olduğunu öğrenecektir.
Damgalı birey geriye dönüşlerin her an yaşanabileceğini düşünür; bu tip geri dönüşlerin bilhassa gardın düşük ve bağımlılığın yüksek olduğu zamanlarda söz konusu olabileceği yönünde bir hissiyata kapılabilir. Bir fahişe şunları söylüyor:Oyunculukla ne yapabileceğimi önce bir görmek istiyorum. Eğer evli olsaydık ve kavga etseydik şayet bunu yüzüme vuracağını izah ettim ona. “Hayır” dedi ama erkekler hep böyledirler işte.