İçeriğe geç

Deri – Ben Kitap Alıntıları – Didier Anzieu

Didier Anzieu kitaplarından Deri – Ben kitap alıntıları sizlerle…

Deri – Ben Kitap Alıntıları

Turquet, yeniden kuruluş yolundaki ruhsal benin komşusuyla bir sınır-deri oluşturmasının temel sonucunun vekalet yoluyla ya­şama olanağı olduğunu belirtir. Yeniden ortaya çıkan özne, kendi düşündükleri ya da hissettiklerinin aynısı gibi görünen bir şeylerin söylendiğini duymak ve kendini ötekiyle ikame ederek, ötekinin benim adıma söylediği şeyin grupta nasıl bir yazgısı olabileceğini gözlemlemek ya da öğrenmek amacıyla, geniş grubun bir başka üyesinin onun için konuşmasını arzular.
-Didier Anzieu, Deri-Ben, metis yayınları, syf: 68
Sıınır durumlar kategorisi Bu hastaların ruhsal işleyişlerinin bazı ayırt edici nitelikleri bu yaşantılarından ileri gelir: Ne hissettiklerinden emin değildirler; ötekilerin arzuları ve duyguları olduğunu varsaydıkları şeylerle çok daha fazla ilgilidirler; burada ve şimdi yaşarlar ve anlatma tarzında iletişim kurarlar; Bion’un ( 1962) ifadesine göre, yaşanmış kişisel deneyim yoluyla öğrenmeyi, bu deneyimi kendi zihninde temsil etmeyi, bundan yeni bir bakış açısı çıkarmayı sağlayan zihinsel beceriye sahip değildirler ve bu deneyimin düşüncesi onlar için her zaman endişe verici olarak kalır; kendilerinin ve ötekilerin bir karışımı olan bu bulanık yaşantıdan düşünsel olarak kopmakta, dokunma yoluyla temastan vazgeçmekte, dünyayla ilişkilerini görme etrafında yeniden yapılandırmakta, şeylere ve ruhsal gerçekliğe ilişkin kavramsal bir görüş e ve soyut akıl yürütmeye ulaşmakta zorlanırlar; toplumsal yaşamlarında ötekilere, zihinsel yaşamlarında duyumlara ve heyecanlara yapışmış olarak kalırlar; ister görmeyle ister genital birleşmeyle ilgili olsun, nüfuz edilmekten korkarlar.
-Didier Anzieu, Deri-Ben, metis yayınları, syf: 61
Ölçüsüz hırsları besleyen, bireyin tüm sorumluluğunun çifte, aileye, toplumsal kurumlara yüklenmesi gerektiği fikrini pohpohlayan, tüm sınır duygularının kimyasal uyuşturuculardan ya da diğer maddelerden beklenen yapay esrime içinde yok edilmesini edilgin
bir biçimde teşvik eden, tek çocuk sahibi olma eğiliminin giderek arttığı, paylaşan kişilerin sayısının ve istikrarın giderek azaldığı bir yuva çerçevesinde, çocuğu, ebeveynin bilinçdışının travma yaratıcı yoğunlaşmasına açık hale getiren bir uygarlıkta, bu tür bir kültü-
rün olgunlaşmamışlığı teşvik etmesinde ve sınır ruhsal bozuklukların artışını kışkırtmasında şaşılacak bir şey, ama hiçbir şey yoktur.
-Didier Anzieu, Deri-Ben, metis yayınları, syf: 42
Winnicott’un birincil özen olarak adlandırdığı anne özeninin alışılagelmiş tezahürleri olan duygusal sıcaklıktan, kokuya, işitmeye, dokunmaya ilişkin serbest iletişimlerden yoksun kalan çocuklarda ortaya çıkan ve hızla geridöndürülemez hale gelen ağır gerilemeleri, talihsiz bir terim kullanarak yuva hastalığı olarak betimler.
Freud fareli adamdan söz ederken, yadsınan bir keyfin korkusu na değinir. Derinin yüzeyine uygulanan bedensel ceza (kaba etlere vurma, kamçılama, iğne batırma), deri parçalarının yırtıldığı, delindiği, koparıldığı noktaya dek götürüldüğü zaman, mazoşistin
aldığı keyif azami korku derecesine ulaşır. Bilindiği gibi, mazoşist şehvet, özne için, darbelerin bedeninin yüzeyinde bir iz bıraktığını kendi zihninde temsil etme olanağını gerektirir. Normal olarak genital cinsel keyfe eşlik eden genital öncesi hazlar arasında, ısırma ve tırnaklama yoluyla eşin derisinde iz bırakma hazzına oldukça sık rastlanır: Burada söz konusu olan, mazoşist için birinci plana geçen ek bir fantezi öğesinin belirtisidir.
Mazoşist acı, ikincil biçimde erotize olmadan ve cinsel ya da ahlaki mazoşizme yol açmadan önce, yürümenin, ayna evresinin ve sözün öncesinde anne ya da ikamelerinin fiziksel temasının aşırı uyarmaları ya da yoksunluğu arasında, dolayısıyla bağlılık gereksiniminin doyumları ve düş kırıklıkları arasında, ani, yinelenen ve neredeyse travmatik gidiş gelişlerle açıklanır.
Her ruhsal etkinlik biyolojik bir işleve yaslanır. Deri-ben desteğini derinin çeşitli işlevlerinde bulur. Bu işlevlerin sistematik bir incelemesini daha ileriye bırakırken, burada kısaca üçüne işaret edeceğim.
Derinin ilk işlevi: Emzirmenin, bakımların, söz banyosunun biriktirdiği iyi ve doluyu içeren ve içeride tutan kese.
Derinin ikinci işlevi: Dışarısıyla sınırı işaret eden ve dışarıyı dışarıda bırakan arayüz, varlık ya da nesne, ötekilerden gelen açgözlülük ve saldırıların içeriye sızmasından koruyan engel.
Nihayet, derinin üçüncü işlevi: Ağızla birlikte ve en az onun kadar, ötekilerle iletişimin, anlamlı ilişkilerin kurulduğu bir yer ve bunun birincil bir aracı; üstelik, bu ilişkilerin bıraktığı izlerin kaydedildiği bir yüzey.
Masaj bir mesaj haline gelir. Sözün öğrenilmesi, bu türden erken sözel öncesi iletişimlerin kurulmuş olmasını özellikle gerektirir. Johnny s’en va-t-en guerre (Johny Savaşa Gidiyor) adlı roman ve film bunu çok iyi biçimde sergiler: Ağır biçimde yaralanan bir asker görme ve işitme duyusunu ve hareket yeteneğini yitirmiştir; bir hemşire, eliyle yaralının göğsüne ve karnına harfler çizerek -sonra da, dilsiz bir talebe yanıt olarak, hayırhah bir mastürbasyon yoluyla cinsel boşalma hazzını sağlayarak- temas kurmayı başarır. Sakat böylece hayatta kalmanın tadını yeniden bulur çünkü art arda hem iletişim gereksiniminde hem de eril arzusunda kendisini tanınmış ve doyurulmuş hisseder.
Derlenen klinik gözlemler ışığında, şu an için en basit ve en kesin varsayım şöyledir: Derideki bozulmanın derinliği, ruhsal hastalığın derinliğiyle orantılıdır.

Kaynak: Saint-Louis Hastanesi’nde ruhsal cilt hastalıkları muayene uzmanı,
cilt hastalıkları uzmanı, psikiyatr, psikanalist Daniele Pomey-Rey’in makaleleri, özellikle, trajik bir vakayı, Bayan P. vakasını sergileyen İyileşmiş Ölmek İçin , Cutis, 3 Şubat 1979. Ayrıca, bkz. Bien dans sa peau, bien dans sa tere başlıklı kitabı, Centurion, 1989

Bilinçdışı saldırganlık, hastalık taslayanın içinde katlanılmaz bir varlık olarak hissettiği sürekli bir bağımlılık gereksinimine tepki olan saldırganlık, sinsice bu tutumun altında yatar. Kendi bağlılık dürtüsünün hedeflediği ilk nesneleri, bir zamanlar düş kırıklığı yaratan ve o zamandan beri intikamını çağıran nesneleri yeniden üreten kişileri kendine bağımlı hale getirerek bu gereksinimi yeniden bulmaya çalışır.
Prürit yalnızca otoerotizm ile kendini cezalandırma arasındaki dairesel bir oyunda suçlu kılınan cinsel arzulara bağlı değildir. Aynı zamanda ve her şeyden önce, dikkati kendi üzerine çekmenin, özellikle de, bebeklik sırasında anne ve aile ortamında yukarıda sözü edilen yumuşak, sıcak, güçlü, yatıştırıcı ve öncelikle de anlamlı temaslarla karşılaşamamış olan deriye dikkat çekmenin bir biçimidir. Kaşıntının altındaki aşırı istek, sevilen nesne tarafından anlaşılma/kapsanma isteğidir. Yineleme otomatizminin etkisiyle,
fiziksel belirti, sergilenen acıları ve geri dönen öfkeleriyle birlikte eski düş kırıklıklarını deri dil inin birincil biçimi altında yeniden canlandırır: Bu hastaların saplanıp kaldıkları beden-ruh farklılaşmamışlığı nedeniyle üstderinin iritasyonu ile zihinsel iritasyon birbirine karışır ve acının ve nefretin katlanılabilir hale gelmesi ve hoşnutsuzluğun hazza çevrilmesi için bedenin yaralı kısmının erotizasyonu sonradan baş gösterir.
Memelilerin yavruları, fiziksel ve ruhsal ikili bir güvenlik bulmak için annelerinin tüylerine tutunurlar. İnsan bedeninin yüzeyinde kürkün neredeyse tümüyle ortadan kalkmış olması, anne ile bebek arasındaki önemli birincil dokunsal alışverişleri kolaylaştırır ve insanların dile ve diğer göstergebilimsel kodlara girişini hazırlar ama insan yavrusundaki tutunma dürtüsünün doyumunu daha güvencesiz hale getirir. Bugüne dek ütopik bir annelik içgüdüsüne atfedilen davranışların bebek tarafından, annesinin memesine, ellerine, tüm bedenine ve giysilerine kenetlenerek -annenin yanıtı biçiminde- tetiklendiğini düşünür. Bebeğin doğmakta olan ruhsallığına musallat olan felaket kopuş felaketidir: Bunun meydana gelmesi -daha ileri bir tarihte konuyu açıklığa kavuşturan Bion’un ifadesini tekrarlayacak olursam- bebeği isimsiz bir terör e salar.
hastalık taklitlerinde, deri lezyonunun örneğin kırık şişe parçalarıyla kazınarak gönüllü olarak tetiklendiği ve geliştirildiği de olur. Burada ikincil yarar bir sakatlık ödeneği elde etmektir; cinsel olmayan birincil yarar, tedavi edilemez olarak kabul edilen sakatın çevresine uyguladığı zorbalığa ve tıbbi bilgi ve iktidarın uzatmalı biçimde başarısızlığa uğratılmasına dayanır; dolayısıyla, el koyma dürtüsü işbaşındadır, ama yalnız değildir. Bilinçdışı saldırganlık, hastalık taslayanın içinde katlanılmaz bir varlık olarak hissettiği sürekli bir bağımlılık gereksinimine tepki olan saldırganlık, sinsice bu tutumun altında yatar. Kendi bağlılık dürtüsünün hedeflediği ilk nesneleri, bir zamanlar düş kırıklığı yaratan ve o zamandan beri intikamını çağıran nesneleri yeniden üreten kişileri kendine bağımlı hale getirerek bu gereksinimi yeniden bulmaya çalışır.
Kaşıma zorlanımları, kökeninde kendiliğinden olan bu hastalıkları öznenin artık vazgeçemediği belirtilere dönüştürerek devam ettirir ve ağırlaştırır. Bunlar libidinal gelişmenin çeşitli evrelerine denk düşen organlarda lokalize olduklarında, belirtinin, üstbenden kaynaklanan cezalandırılma gereksiniminin yatıştırılması için gereken fiziksel acı ve ahlaki utancı erotik bir hazla birleştirdiği kesindir.
Beden imgesinin sınırlarının algılanmasıyla arasında simgesel olarak bağ kurabileceğimiz koruyucu bir yüzey, çeper, kabuk ya da deri içeren her yanıt (giysiler, yüzeyinin pütürlü, ayva tüylü, benekli ya da çizgili niteliği vurgulanan hayvan derileri, topraktaki çukurlar, şişkin karınlar, koruyucu ya da çıkıntılı yüzeyler, bir siperlikle donanmış ya da bir içeren biçimi taşıyan nesneler, bir şeyle kaplanmış ya da bir şeyin arkasına gizlenmiş varlık ya da nesneler), Zar değişkeni tarafına kaydedilir. Bedenin ancak zayıf bir koruma değerine sahip ve kolaylıkla nüfuz edilebilir olduğuna ilişkin öznel bir duygunun simgesel ifadesi olabilecek her yanıtın denk düştüğü Nüfuz Etme değişkeni öncekinin karşıtıdır.
Bir yüzün yumuşaklığı, bakışın yumuşaklığı, aynı biçimde sesin yumuşaklığı:
Eğitmenlerin seslerinin niteliği, söylemeye çalıştıkları şeyin içeriğinden daha etkilidir çünkü sözlerin kendisi bir yana bırakılırken,
sesin sakin, yatıştırıcı tonu içselleştirilir. Burada bağlılık dürtüsünün hedeflediği tipik niteliği saptarız: Yumuşak, rahat, kürklü, tüylü; kökeni dokunsal olan ve sonra metaforik olarak diğer duyu organlarına yaygınlaştırılan nitelik.
Ne hissettiklerinden emin değildirler; ötekilerin arzuları ve duyguları olduğunu varsaydıkları şeylerle çok daha fazla ilgilidirler; burada ve şimdi yaşarlar ve anlatma tarzında iletişim kurarlar
XV. yüzyıldan başlayarak Batı resim sanatında, derinin sakatlanmasına ilişkin fanteziler anatomi sanatı örtüsü altında özgürce ifade edildi. Jean Valverde’in bir karakteri derisini kollarının ucunda taşır. Joachim Remmelini’nin bir karakterinin (1619) derisi peştemal gibi karın çevresine sarılmıştır. Felice Vicq d’Azy’nin ( 1786) çizdiği bir karakterin kafa derisi yüzüne sarkar. Van Der Spieghel’in (1627) bir karakteri kendisine tozluk yapmak için uyluk kemiklerinin derisini soymaktadır. Benetini’nin çizdiği karakteri kendi derisinin parçaları kör eder. Bidloo ( 1685) tarafından resmedilen kadının bilekleri, sırt derisinden kopmuş parçalarla sarılmıştır.
B. B. Biven’in makalesine ilişkin özetimi, ressamların sapkın mazoşizm ile deri arasındaki özgül bağı yazarlardan ve araştırmacılardan çok daha önce anlayıp temsil ettiklerini vurgulayarak bitiriyorum.
Derinin nesneye yansıtılması bebekte yaygın bir süreçtir. Tuval (sıklıkla aşırı karalanmış ya da taranmış) sanatçı için depresyona karşı bir set hizmeti gören simgesel bir deri (sıklıkla kırılgan) sağladığı zaman, resimde de bu sürece rastlanır. Kendi derisine otoerotik yatırım, annelerinden çok erken ayrılmış bebeklerde daha erken görülebilir.
Kendilik ruhsal aygıtla zorunlu olarak çakışmaz: Birçok hasta, bedeninin ve/ya da ruhsallığının bazı kısımlarını kendine yabancı olarak yaşar.
Birçok ülkede, cinsel uyarılmadan korumak, bütünsel ve sevecen üstderi temasından vazgeçişe zorlamak için dokunma tabuları konur ve aynı zamanda da kaba el ve kas temasları, vurma, deriye uygulanan fiziksel cezalara değer verilir. Hatta bazı toplumlar, çocukların derilerini, ergenliğe giriş ayinleri adına olsun, boyun uzamasını ve/ya da bedeni güzelleştirmeyi teşvik etmek için olsun -her durumda toplumsal statünün yükselmesine yol açan- acı verici uygulamalara (Montagu bunların etkileyici bir listesini verir) sistematik olarak tabi tutarlar.
Deri ve dokunmaya ilişkin kültürel tutumların oluşturduğu geniş yelpaze. Eskimo bebek, çıplak olarak annenin sırtının ortasında, karnı annenin ısısıyla temas halinde ve onun kürküyle sarılmış biçimde, iki bedenin etrafına bağlanmış bir eşarpla desteklenerek taşınır. Anne ve çocuk deri aracılığıyla konuşur. Bebek acıktığı zaman annenin sırtını tırmalar ve derisini emer; anne bebeği ön tarafına alır ve meme verir. Kımıldama gereksinimi annenin etkinliğiyle giderilir. İşeme ve bağırsakların boşaltılması annenin sırtı terk edilmeden gerçekleşir; anne, bebeğinkinden çok kendi rahatsızlığını önlemek için bebeği indirip temizler. Dokunma yoluyla sezdiği tüm gereksinimlerini daha o istemeden karşılar. Bebek seyrek olarak ağlar. Anne bebeği temizlemek için yüzünü ve ellerini
yalar çünkü buzlu suyu eritmek pahalıdır. Eskimonun terslikler karşısında sonraki serinkanlılığı, düşmanca bir fiziksel ortamda temel bir güven duygusuyla yaşama kapasitesi, özgeci tutumu, istisnai mekansal ve mekanik yetenekleri bundan ileri gelir.
Kitabı Mukaddes’te, depresyonunun ifadesi olarak Eyüb’ün irinli çıbanlarına, ve Rebeka’nın hilesine işaret edilir: Rebeka, tüysüz oğlu Yakub’un ellerini ve ensesini keçi derisiyle sarar ve kör babaları İshak’ın onu kıllı oğlu Esav sanmasını sağlar.
Deri teması, 1963 ‘te 31 yaşındayken intihar eden Amerikalı şair ve roman yazarı Sylvia Plath’ın yapıtına egemendir. İşte annesinin eve bir bebekle geri dönmesiyle ilgili bir çocukluk anısı:
Bebeklerden tiksiniyordum. İki buçuk yıl boyunca bir şefkat evreninin merkezi olan ben, bunu bir hançer darbesi gibi hissettim ve bir kutup soğuğu kemiklerimi dondurdu hıncımı sarıp sarmalayarak mutsuz bir ayı yavrusu gibi huysuz ve vicdan azabıyla dolu, hüzün içinde bacaklarımı sürükleyerek ters bir yöne doğru, unutuşun hapishanesine doğru tek başıma yola çıktım. O zaman soğuk ve kanaatkar biçimde, sanki uzak bir yıldızdaymışım gibi, her şeyden ayn olma duygusunu yaşadım Derimin duvarını hissettim. Ben Benim. Bu taş bir taş: Bir zamanlar benimle dünyadaki şeyler arasında var olan o muhteşem kaynaşma artık yoktu.
Deri geçirgendir ve geçirimsizdir. Yüzeyseldir ve derindir. Doğrucudur ve yanıltıcıdır. Sürekli kurumaya doğru gider ama yenileyicidir. Esnektir ama bütünden kopan bir parça deri önemli ölçüde büzüşür. Narsisistik olduğu kadar cinsel libido yatırımlarını da çağırır. Hem huzurun hem de baştan çıkarmanın yeridir. Haz verdiği kadar da acı verir. Dış dünyadan gelen bilgileri beyne iletir; elle tutulmaz mesajlar da buna dahildir, öyle ki işlevlerinden biri tam da, benin bilinci söz konusu olmaksızın yoklamak tır. Deri sağlamdır ve kırılgandır. Beynin hizmetindedir, ama beyin hücreleri kendilerini yenileyemezken, deri bunu yapar. Çıplaklığıyla yoksunluğumuzu ama aynı zamanda da cinsel uyarılmamızı maddeleştirir. İnceliğiyle, yaralanabilirliğini, tüm diğer türlerinkinden daha büyük olan kökensel ıstırabımızı ama aynı zamanda uyum sağlama ve evrimleşme konusundaki esnekliğimizi ifade eder. Farklı duyusallıkları birbirinden ayırır ve birleştirir.
Pek az organ bu kadar çok sayıda uzmanın ilgi ve bakımını talep eder: Kuaförler, parfümcüler, estetik uzmanları, kineziterapistler, fizik tedaviciler; ayrıca reklamcılar, sağlıkçılar, el falcıları, şifacılar, deri hastalıkları uzmanları, alerji uzmanları, fahişeler, çileciler, keşişler, adli kimlik polisleri (parmak izi nedeniyle), beyaz sayfasına sözcüklerden bir deri dokuma arayışındaki şair ya da karakterlerinin psikolojisini yüzlerin ve bedenlerin betimlenmesine göre açığa vuran romancı, ve -hayvan derilerini de katacak olursak- tabakçılar, kürkçüler, parşömen imalatçıları.
Memelilerin yavruları, fiziksel ve ruhsal ikili bir güvenlik bulmak için annelerinin tüylerine tutunurlar. İnsan bedeninin yüzeyinde kürkün neredeyse tümüyle ortadan kalkmış olması, anneyle bebek arasındaki önemli birincil dokunsal alışverişleri kolaylaştırır ve insanların dile ve diğer göstergebilimsel kodlara girişini hazırlar ama insan yavrusundaki tutunma dürtüsünün doyumunu daha güvencesiz hale getirir.
Ben, sırasıyla id ve üstbenle ikili bir sürekliliği olan bir ruhsal düzeydir. İkincil ruhsal süreçlerin (genellikle bilinçli) ve savunma mekanizmalarının (genellikle bilinçdışı) failidir. Bu fail, benin, temel nesnenin içe yansıtılmasının sonucu olan sağlam çekirdeğini oluşturur. Tamamlayıcı olarak, ben dış dünyayı ve iç dünyayı ayıran ve yeniden birbirine bağlayan bir zar konfigürasyonuna sahiptir: Bu algı-bilinç sistemidir.
Ruhun ilk bütünsel şekli biçimsiz değildir, deri-benin tutulmasını sağlayan beden bedene şekildir. Anne ve çocuğa ait iki beden sanki her biri ötekinin uzayda yarattığı bir biçim bozukluğunu kapatıyormuş gibi birbirine yapışır: sırt ve karnın iç içeliği.
iki yapraklı bir ruhsal zarın oluşumundan önce ortaya çıkan her travma ruhsallığa değil, bedene kaydolur. Böyle bir travmanın psikanaliz tedavisi sırasındaki işlenişi bir yorum çalışması değil bir inşa çabası gerektirir.
Özerkleşme özellikle, temel nesnenin bebeğin hareketlerini ve heyecan-fantezi-duyum-eyleme ilişkin toptan deneyimi içerme kapasitesine bağlıdır. Sonra, bebeğin ruhsallığının, böylece nesne tarafından bebeğe uygulanan içeren-içerik ilişkisini içeri yansıtma ve düşünce içeriklerini içerme (sonra da ayırt etme) yeteneğine sahip içeren olarak bilincini (psikolojik) geliştirme kapasitesine bağlıdır.
Ağır ve derin uyku, nirvana ilkesinin doyuran rüyasız bir uykudur.
Rüya, uyuyan kişinin ruhsallığını saran ve onu gündelik kalıntıların (çocukluktaki doyurulmamış arzular la kaynaşan önceki günün doyurulmamış arzuları) gizil etkinliğinden ve Jean Guillaumin’in (1979) gecenin kalıntıları olarak adlandırdığı (uyku sırasında etkin olan ışık, ses, ısı, dokunma duyumları, bedensel kaynaklı duyumlar, organik gereksinimler vb.) uyarılmasından koruyan bir uyarılma engeli oluşturur.
Öteki, iktidarın ve suistimalin sağlayıcısıdır, asla hazzın değil.
Bir başkası tarafından ortak bir dil içinde onaylanan ve değer verilen asgari miktarda ölçüte yatırım eksikliği söz konusu olduğunda, hiçbir özne yaşayamaz.
Paylaşılabilir olan acı değildir, ona karşı savunmadır.
Eğer tedavi ve/ya da erotize edilmekte başarısız olunursa, acı, deri-benin bizzat yapısını, yani dış yüzü ile iç yüzü arasındaki mesafeyi ve aynı zamanda uyarılma engeli işlevi ile anlamlı izleri kaydetme işlevi arasındaki farklılığı yıkma tehdidini içerir.
Acı karşısında herkes yalnızdır. Her yeri kaplar ve artık ben olarak var olmam: acı vardır.
Acı hazzın karşıtı ya da tersi değildir: Aralarında asimetrik bir ilişki vardır. Doyum bir deneyim dir, acı bir sınama dır. Haz, bir gerilimden kurtuluşu, ekonomik dengenin yeniden kuruluşunu gösterir. Acı, temas engelleri ağını zorlar, uyarılmanın dolaşımını kanalize eden kolaylaştırıcı yolları yıkar, niceliği niteliğe dönüştüren aracı durakları kısa devreye uğratır, farklılaşmaları askıya alır, ruhsal alt sistemler arasındaki düzey farklarını azaltır ve her yöne yayılması eğilimi gösterir.
Deri-benin ağır bir yetersizliğini gidermesi ve birinci içeren derinin açıklarını, çatlaklarını, deliklerini kapaması gerektiğinde, ikinci kas derisi anormal biçimde aşırı gelişir.
Ses zarı, çevre ve bebek tarafından nöbetleşe çıkarılan seslerden oluştuğuna göre, bu söz banyosu, deri-benin ve onun içe ve dışa dönük ikili yüzünün ön şeklidir.
dil öncesi anlamın (çığlıkların, sonra da mırıldanmaların içerdiği seslerin anlamı) edinilmesi, dil ötesi anlamın (mimik ve jestlerin anlamı) edilmesinden önce gelir.
Psikanaliz ancak dokunma yasağına uyulmasıyla mümkündür. Aktarım durumuna uygun sözcükleri ve hastaya fiilen acı çektiren şeye uyan düşüncelerin ifadesi olan sözcükleri bulmak koşuluyla her şey söylenebilir. Analistin sözcükleri, dokunsal temaslara somut olarak başvurmak gerekmeksizin, söz konusu temasları simgeselleştir, ikame eder ve yeniden yaratır: Alışverişin simgesel gerçekliği fiziksel gerçekliğinden daha etkilidir.
Oidipal yasaktan farklı olarak dokunma yasağı, bir aşk nesnesinden kesin bir vazgeçişi değil, ama ötekilerle iletişimin temel biçimi olarak dokunmayı yankılama iletişiminden vazgeçişi talep eder. Bu dokunmayı yankılama iletişimi kökensel göstergebilim kaynağı olarak varlığını sürdürür. Empatide, yaratıcı çalışmada, alerjide, aşkta yeniden etkin hale gelir.
İki yasağın, dokunma yasağının ve ensest yasağının eksik olduğu yerde, birey için sürekli bir aşk bütünleşmesi durumu, kolektif için ise sürekli bir grup yanılsaması durumu yerleşme eğilimi gösterir.
Deri deriye erken bir iletişim vardır; deri ilk anlamlı alışveriş organıdır; devinimi yankılama ve söyleneni yankılama edimleri ancak ritmi yankılama, ısıyı yankılama, dokunmayı yankılama edimlerin kökensel zemini üzerinde gelişme imkanı bulabilir.
Dokunma yasağı, benin yeniden yapılanmasını ancak deri-ben yeterince edilmişse destekler; ve yeniden yapılanmanın ardından, deri-ben düşüncenin işleyiş zemini olarak varlığını sürdürür.
Oidipal yasak dokunma yasağının verilerini tersine çevirir: ailevi ifadesinin ilk anlamında tanıdık olan, ikili dürtüsel sevgi ve kin yatırımına göre tehlikeli hale gelir; tehlike iki katına çıkan ensest ve ana baba katli (ya da kardeş katli) tehlikesidir; ödenecek bedel hadım edilme kaygısıdır. Buna karşılık, erkek çocuk büyüdüğü zaman bazı koşullarda aileye, kabileye, ulusa yabancı kişilere karşı savaşma ve ailesine yabancı bir kadın seçme hakkına ve hatta ödevine sahip olacaktır.
Dokunma yasağı için cinsellik ve saldırganlık yapısal olarak farklılaşmamıştır; genel olarak dürtüsel şiddetin ifadesi olarak bir tutulurlar. Tersine, ensest yasağı onları ayırt eder ve artık bir benzerlik değil, ters simetri ilişkisi içine yerleştirir.
Oidipal yasak (annenle evlenmeyeceksin, babanı öldürmeyeceksin) dokunma yasağından metonimik türeme yoluyla kurulur. Dokunma yasağı, cinsellik öncesi temelini sağlayarak Oidipal yasağı hazırlar ve mümkün kılar. Psikanaliz tedavisi, çok özel bir biçimde, bu türemenin her vakada hangi güçlükler, hangi başarısızlıklar, hangi karşı yatırımlar ya da artı yatırımlar pahasına gerçekleştiğini kavramamızı sağlar.
Tedavi alanının sınırlarını belirleyen sözel alışveriş, ancak daha önce görsel ve dokunsal kayıtlarda değiş tokuş edilmiş olanı yeni, simgesel bir planda yeniden ele aldığı için etkilidir.
Fiziksel şiddet ya da cinsel baştan çıkarma olarak dokunma yasağı, ensesti ve anababa katlini yasaklayan Oidipal yasaktan önce gelir, onu önceler ve mümkün kılar.
Ruhsal ben, bedensel bene yaslanma yoluyla, ama aynı zamanda bedensel benden yola çıkarak farklılaşma ve bölünme yoluyla gelişir.
Mazoşist fantezide, zalim anne sadece derisini çocuğa verirmiş gibi görünür, bu zehirli bir armağandır ve ardındaki kötü niyet, çocuğun tekil deri-benini alarak kendi derisine yapıştırmaktır, çocukla ortak bir deri fantezisini yeniden kurmak için onun derisini acı verici bir biçimde koparıp almaktır; bunun sonucu olan bağımlılıkla, yitirilen bağımsızlık pahasına yeniden bulunan aşkla ve karşılığında razı olunan manevi ve fiziksel yaralarla birlikte.
Narsistik fantezide, anne çocukla ortak bir deriyi korumaz, onu çocuğa verir ve o da muzaffer biçimde o deriye bürünür; bu cömert anne ihsanı (çocuğa korunma ve yaşam gücü sağlamak için anne kendi derisinden soyunur) teşvik edici bir potansiyele sahiptir: Çocuk kahramanca bir yazgıya çağrıldığını hayal eder (ki bu, çocuğu böyle bir şeyi fiilen gerçekleştirmeye götürebilir). Bu ikili zar (annesininkiyle birleşen kendi zarı) parlaktır, idealidir; narsistik kişiliğe yaralanmazlık ve ölümsüzlük yanılsaması sağlar.
Psikanaliste düşen, narsistik eksiklikleri gidermek ya da gerçek bir aşk nesnesi sunmak değil, bedensel gereksinimlerini ve ruhsal arzularını doyurma yeteneğine sahip başrol oyuncularını analizin dışında aramayı, bulmayı ve korumayı becerebilmesi için hastada kendi ve ötekilere ilişkin yeterli bilinci geliştirmektir. Bowlby, ruhsal sağlığın bizi hasta etmeyen insanlarla birlikte yaşamayı seçmek olduğunu söylerdi.
Sapkın mazoşist için, yıkımda bir tümgüçlülük arayışı, hazzı tetiklemek için zorunlu olan erotik bir tümgüçlülük fantezisine geçişin koşuludur: Hayır, deri tam olarak koparılıp alınmaz, deri-benin işlevleri geri döndürülemez biçimde yok olmaz, tam yitirdikleri anda geri alınmaları, Lacan’ın ayna evresi için betimlediğinden çok daha şiddetli (çünkü aynı anda hem bedensel hem de ruhsal) ama narsistik ekonomisi de bir o kadar açık olan bir sevinç yükselişi yaratır.
Deri-ben, tıpkı bir palimpsest gibi, derisel izlerden oluşan sözel öncesi bir kökensel yazının kazınmış, çok silinip yazılmış karalamalarını koruyan kökensel parşömendir.
Birinci tekil şahıs olarak benin öncü çekirdeklerinden biri, oluşma yolundaki zihinsel uzaya bir ilk eksen sağlayan içsel bir anne ya da daha genel olarak bir ebeveyn fallusu duyumundan-imgesinden oluşur; dikeyliğin ve ağırlığa karşı mücadelenin emrindeki bu eksen, kendine ait bir ruhsal yaşama sahip olma deneyimini hazırlar. Ben ancak sırtını bu eksene dayayarak, bölme ve yansıtmalı özdeşleşme gibi en arkaik savunma mekanizmalarını seferber edebilir.
Gerçeklikte ve daha çok fantezide kökensel iletişim, deri deriye, doğrudan, aracısız bir iletişimdir.
Deri, ruhsal aygıta, benin ve temel işlevlerinin kurucu temsillerini sunar.
Federn’e göre bir psikotiği tedavi etmek, ona zihinsel enerjisini harcamaması, tersine, koruması için yardımcı olmaktır; psikotiğin bastırmalarını kaldırmak değil, tersine bastırmalar yaratmaktır. Vaka öyküsü almamaktır çünkü önceki psikotik dönemlerin anısı bir geri düşüşe yol açabilir. Ruhsal gerçeklik ile dış gerçeklik arasındaki zayıflamış ben sınırını yeniden güçlendirmektir. Sahte gerçeklikleri düzeltmek ve hastayı gerçekliğin sınanmasını doğru bir biçimde kullanacak duruma getirmektir. Bedeninin, benin bir parçası, dış dünyanın bir parçası ve ben ile dış dünya arasındaki sınır olarak üçlü statüsünün farkına varmasını sağlamaktır.
Ben duygusu özgün narsisistik ben yatırımıdır. Başlangıçta hiçbir nesnesi yoktur. Daha ileride, libidinal nesne yatırımları benin dış dünyayla sınırına ulaştıklarında ya da ona yatırılıp sonra geri çekildiklerinde, ikincil narsisizm ortaya çıkar.
Ben aynı anda hem öznedir (Ben adılıyla belirtilir) hem de nesnedir ( kendilik diye adlandırılır): Ben bilincin hem taşıyıcısı hem de nesnesidir. Bizzat ben olarak bilinci taşıma kapasitesine ilişkin olarak benden söz ediyoruz (Federn, 1952,Fr. çev., s. 101).
İletişim, öncelikle ötekiyle rezonansa girmek, uyum içinde titreşmektir.
Deri-benin kuruluşu birincil narsizmden ikincil narsizme ve birincil mazoşizmden ikincil mazoşizme ikili geçişin koşullarından biridir.
Mazoşist acı, ikincil biçimde erotize olmadan ve cinsel ya da ahlaki mazoşizme yol açmadan önce, yürümenin, ayna evresinin ve sözün öncesinde anne ya da ikamelerinin fiziksel temasının aşırı uyarmaları ya da yoksunluğu arasında, dolayısıyla bağlılık gereksiniminin doyumları ve düş kırıklıkları arasında ani, yinelenen ve neredeyse travmatik gidiş gelişlerde açıklanır.
Gelişmesinin erken evrelerinde, çocuğun beninin beden yüzeyi deneyiminden hareketle kendini kendisine ben olarak temsil etmek için kullandığı bir şekillendirmeyi deri-ben olarak adlandırıyorum. Bu, ruhsal benin işlemsel planda bedensel benden farklılaştığı, şekillendirme planında ise onunla karışmış olarak kaldığı ana denk düşer.
Federn’in (1952) öne sürdüğü gibi, bedenin ve benin sınırlarının erotize olması, kendiliğin kökensel ruhsal aşamalarını bastırmaya ve bellek kaybına maruz bırakır.
Ben bedensel bir ben üzerine kurulur ama ancak her şey yolunda gittiği zaman süt bebeğinin şahsı, derinin sınır-çeper oluşturduğu bir durumda, bedenle ve bedensel işlevlerle bütünleşmeye başlar.
Nesnenin deri tarafından içi alınması belki de ağız tarafından emilmesinden öncedir.
Deri duyumları, insan türünün yavrularını doğum öncesinden başlayarak büyük bir zenginlik ve karmaşıklık gösteren bir evrene sokar; henüz dağınık ama algı-bilinç sistemini uyandıran, bütünsel ve kesintili bir varoluş duygusunun temelini oluşturan ve kökensel bir ruhsal uzay olanağı sunan bir evren.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir