İçeriğe geç

Ruhu’l-Beyan Tefsiri (28 Cilt 32 Kitap) Kitap Alıntıları – İsmail Hakkı Bursevi

İsmail Hakkı Bursevi kitaplarından Ruhu’l-Beyan Tefsiri (28 Cilt 32 Kitap) kitap alıntıları sizlerle…

Ruhu’l-Beyan Tefsiri (28 Cilt 32 Kitap) Kitap Alıntıları

Ben Âdem’in toprağını kırk sabah yed-i kudretinle yoğurdum.
İnsan ve başkasını ısırır ,kendisine eziyet edildiği halde köpek sahibine eziyet etmez,iblisin tükürüğünün eser ve izi olarak
Nitekim Hâris b. Nugayr, Abdullah b. Mesüda demiştir ki: “Sizler, Hz. Muhammed’i görerek ona imân ile bizi geçtiğiniz için, Allah’ın size büyük ecir vereceğini umuyoruz. O’nu gördünüz ve sohbetinde bulundunuz.” Abdullah bin Mesüd da şu karşılığı verdi: “Biz de sizin onu görmeden imân etmiş olmanızdan dolayı daha çok ecir alacağınızı umuyoruz. Çünkü imânın efdali gaybe imândır.
Muhaddislerin, Mu’tezile ve Hâricilerin çoğunluğuna göre imân üç şeyden oluşur: Kalb ile inanmak (tasdik), dil ile ikrâr ve farzları yerine getirmek (amel). Bizim mezhebimizde inancı bozuk olan münâfık, ikrârı olmayan kâfir, ameli olmayan ise fâsık sayılır. Hâriciler ameli olmayanı da kâfir sayar. Mu’tezile ise ameli olmayanı hem imândan çıkmış; hem de küfre düşmüş sayarlar.
Yine bir gün Bâyezid Bistâmi (k.s.) yanında bir arkadaşı ile bir sahrâda gömleğini yıkadı. Arkadaşı gömleği kurutmak için duvara asmayı teklif etti. O, “insanların duvarına çivi çakamayız” dedi. Arkadaş “ağaca asalım”, dedi. O, “hayır, ağacın dallarını kırabilir” diye itiraz etti. Yere sermeyi teklif etti. Bâyezid yine kabül etmedi “Zirâ orada hayvanatın yiyeceği var. Ona engel oluruz” dedi. Daha sonra gömleği sırtına aldı. Bir yanı kuruduktan sonra diğer yanını çevirdi.
Mal vererek, savaşarak veya hangi yolla imkan bulunursa onu yaparak, esir insanları inkarcılardan kurtarmak vaciptir.
İbni Abbas (r.a) demiştir ki: Adem ve Havva, cennet nimetlerinden yoksun kalmalarına ikiyüz sene ağladılar. Kırk gün bir şey yemediler, içmediler. Adem, Havva’ya yüz sene kadar yaklaşmadı.
“ Berk”; Kur’an’ın ve zikrullahın kalplere ulaşan Nur ve parıltılarıdır. Bu parıltıyı alan kalpler ve o kalplerin âit olduğu deriler, Allah’ın zikrine karşı yumuşar ve orada din ve Kur’an hakikâti ortaya çıkar. Bu hakikatleri kalpler tanır ve bilir. Allah Teâlâ’nın “Resul’e indirilen ( Kur’an’ı) dinledikleri zaman, tanıdıkları gerçekten dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün.” ( el-Maide, 5/83) şeklindeki buyruğu kalplerin ,içlerine doğan gerçekleri bilip ona göre tavır aldıklarını izah etmektedir.
Kendilerine saadet nurları doğan kimseler, yüksek derecelere ulaşmak için, nefsin karanlıklarından , irade ipine sarılmışlardır. Fakat kötü emellerinin batıl isteklerinin parmaklarını, nefislerinin ölmesinden korkarak kulaklarına tıkarlar.
Çünkü nefis ,balık gibidir. Onun hayatı dünya denizine ve heva suyuna muhtaçtır. Eğer onu dünyadan uzaklaştırır ve isteklerini terkedersen hemen ölüverir. Peygamber efendimiz (s.a)’in “ Ölmeden önce ölünüz” emrinin ifade etmek istediği hakikat budur.
Nefs, dünyevîdir ve dünyevî heveslerine tapar. Nitekim Allah Teâlâ “Hevâsını kendisine ilâh edineni görmedin mi?” (el- Furkan, 25/43) buyurmaktadır.

Kalb, uhrevîdir. Cennet için ibâdet eder. Allah Teâlâ: “Kim nefsini kötü arzulardan korumuşsa onun barınağı da muhakkak cennettir.” (en-Nâziât, 79/40) buyurmuştur.

Ruh, kurb makamının ehlidir. Kurbet ve maiyyet için kulluk eder. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Kudretli hükümdarın huzûrunda, doğrulara has mecliste.” (el-Kamer, 54/55)

Sır ise, hazretîdir. Hak Teâlâ’ya kulluk eder. Çünkü Allah Teâlâ peygamberin lisâniyle şöyle buyurur: “İhlâs benimle kulum arasında bir sırdır. Oraya ne mukarreb bir melek, ne de bir nebiyy-i mürsel girebilir.”

İnsanın dört düşmanı vardır ki, bunlar;
mal, evlat, akraba ve yakın dostlardir.
İnsanın dört de dostu vardır ki bunlar;
Kelime-i şehadet, namaz, oruç, ve zikrullah’dir.
Yani Peygamber (s.a) Efendimizin : Senden yine Sana sığınırım .” Buyurduğu gibi sığınağınız, korunağınız, kaçış yeriniz ve korktuğunuz da gideceğiniz makam Allah olsun . Allah ‘ tan yine Allah ‘ a dönünüz ki , bütün noksanlardan uzak, bütün Kemal sıfatlarının ve mülkün sahibi Allah‘ın yardımıyla nefsin helakından ve düşebileceği tuzaklardan kurtulasınız .
Nefs, oruçla öldürülür. Zekatla yıkanıp temizlenir, namazla ruhani miraca tırmanır ve nihayet hac ile vuslata kavuşur.
Tevbe ettikten sonra yapılan bozuklukların ıslahı gerekir. Meselâ birisini şüpheye düşürerek herhangi dînî bir konuda yanlış anlayışa sebeb olanın bu şüpheyi gidermesi gerekir. Daha sonra da tevbesinin tamam olması için Allah’ın açıklanmasını istediği hususları halka açıklaması gerekir. Hâsılı gerçek tevbe, ancak yapılmaması gereken şeyleri terketmek ve gerekeni de yapmak sûretiyle olur.
Allah’ım, bizi, isimlerinin ve sıfatlarının tecellîsine mazhar eyleyip zâtının kemâline müşâhede etme bahtiyarlığına kavuştur, âmîn.
Süleyman (a.s.) zamanında bir kuş vardı. Sesi ve görünüşü oldukça güzeldi. Adamın biri bunu bin dirheme satın alıp evine getirerek kafesin içine koydu. Bir başka kuş gelip kafesin üzerinde ötünce bu kuşun sesi kesildi. Durum kendisine haber verilince Süleyman (a.s.):
“Kuşu bana getirin.” buyurdu. Kuş getirilince Süleyman (a.s.) ona: “Ey kuş! Sâhibinin senin üzerinde hakkı var. Çünkü seni yüksek bir fiyata satın aldı. Söyle bakalım niçin sustun?” diye sordu. Kuş:
“Ey Allah’ın peygamberi! Sâhibime söyle, bana gönül koymasın. Ben kafeste olduğum sürece asla ötmem.” diye cevap verdi. Hz. Süleyman (a.s.):
“Niçin?” deyince o:
“Çünkü benim bağırıp inleyişim, vatanımdan ve çocuklarımdan ayrı kalışım sebebiyle idi. Kafesimin üzerine gelip öten bir kuş bana:
“Sahibin seni sesinin güzelliğinden dolayı kafese koydu. Sus ki kurtulasın.” diye akıl verdi.” dedi. Süleyman (a.s.), kuşun söylediklerini sâhibine bildirince:
“Ey Allah’ın nebîsi! Onu serbest bırak. Çünkü ben onun sesinin güzelliği sebebiyle satın almıştım.” dedi. Süleyman (a.s.), ona ödediği bin dirhemi adama vererek kuşu serbest bıraktı. Kuş uçtu ve:
“Ey bana böyle güzellik bahşeden, gökyüzünde uçuran,
sonra da kafeste sabrettiren Allah’ım, Sen Sübhansın!” diyerek gözden kayboldu.
Süleyman (a.s.) şöyle buyurdu: “Sızlanıp bağırdığı sürece kuş kafesten kurtulamadı. Fakat sabredince kurtuldu.”
Hasan b. Ali (r.a.), şöyle demiştir: “Dedem Rasûlullah (s.a.)’in şöyle buyurduğunu duydum: “Ey oğlum kanâatkâr olursan insanların en zenginlerinden, farzları edaya dikkat edersen halkın en âbidlerinden olursun. Ey oğlum, cennette “belvâ ağacı”
denilen bir ağaç vardır. Kıyâmet günü musîbete uğrayanlara verilir. O musîbet ehli için ne defter açılır, ne de mizan kurulur. Ecir ve sevap, başlarına yağmur gibi yağar. Sonra şu âyet-i kerîmeyi okudu: “Yalnız sabredenlere, mükâfatları hesapsız
ödenecektir” [45] (ez-Zümer, 39/10)
Sadece dil ile istircâ’da bulunup “innâ lillâh ” âyetini okumak, sabretmiş olmaya yetmez. Sabredenlerden olmak için ne maksadla yaratıldığını düşünerek Allah’ın bütün tekliflerine boyun eğmek; aldığı ve verdiği her şeyde kalben O’nun kaderine ve kazâsına teslim olmak gerekir. Çünkü bütün mülk ve hükümranlığın Allah’ın olduğuna inanan kimse, nasıl olur da kendi mülkünde O’nunla çekişmeye kalkışır ve kazâsına râzı
olmaz?
Musîbete uğrayan kişinin: “Biz Allah içiniz ve O’na döneceğiz.” demesinde pek çok fayda vardır. Şöyle ki:
1- Bu sözü söylemekle meşgul olmak o anda insanın ağzından uygunsuz birtakım
sözlerin çıkmasını engeller.
2- Belâya uğrayan kişinin kalbi tesellî bulur ve üzüntüsü azalır.
3- Şeytanın o kişiye uygunsuz söz söyletme arzusu kesilir.
4- Bu sözü duyanlar, aynı şeyi tekrar ederek ona uyarlar.
5- Diliyle bunu söyleyenin kalbine güzel düşünceler ve Allah’ın kazâ ve kaderine
teslimiyet arzûsu gelir. Çünkü bir hadiste bildirildiğine göre: “Belâya uğrayan kişi:
“Biz Allah’a âidiz ve O’na döneceğiz. Ya Rabbi bu musîbet sebebiyle bana ecir ver ve bana aldığından daha hayırlısını bağışla.” derse, Allah onu mükâfâtlandırır ve ona daha hayırlı şeyler verir.” [Müslim, Cenâiz, 6]
“İsâbet”, “Hatâ”nın karşıtı olan bir kelimedir. “Musîbet” insanın başına gelen hoşa gitmeyen bir durumdur. Bu konuda Peygamber Efendimiz (s.a.): “Mü’mine eziyet veren her şey, onun için musîbettir.” buyurur. Kelimenin aslı, atılan okun yerine isâbet etmesi ve ulaşması anlamına gelen (صَابَ) kökündendir.
Mesnevî’de şöyle gelmiştir:

İyi doktor, kötü dişi yerinden çıkarır.
Tâ ki o sevgiliyi derd ve hastalıklarından kurtarsın.
Dişler noksanlaşır ama, ağrılar azalır.
Elbette şehidler, makâm-ı fenâda diridirler.
Başın bedenden ayrılmasına râzı olan şehîd:
Zaman içinde onun yerine, yüzbin baş kazanır.
Allah yolunda kesilmiş boyun, şehâdet şerbeti içer.
Fakat bu şerbeti ancak “Belâ” diyen boğaz içebilir.

Peygamberimiz (s.a.)’e: “Ya Rasûlallah, şehîdlerle beraber herhangi bir kimse haşrolunacak mıdır?” diye sorulunca O (s.a.): “Evet, her gün yirmi kez ölümü hatırlayan kimse onlarla haşrolunacaktır.” buyurmuştur.
Vefât eden kimsenin berzah âleminde yemesi ve içmesi, uyuyan kimsenin rüyâsında yemesi ve içmesi gibidir. Diğer nimetlerden istifâde de aynıdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Ben Rabbimin yanında gecelerim. O beni yedirir ve içirir.” [40] Herkes için bu durum geçerlidir. Fakat Peygamberimiz’le (s.a.) diğer insanlar arasında fark vardır.

Peygamberimiz (s.a.), aç olarak yatar, tok olarak uyanırdı. Bizler ise aç olarak yatıp rüyâmızda bazı şeyler yesek bile, uyandığımızda karnımızın doymadığını, yine aç olduğumuzu görürüz. Aramızdaki fark budur. Fakat Peygamber vârisi olan bir velî, rüyâsında yiyip içtiğini görüp de uyandığında doyduğunu farkederse bu durum rüyânın nübüvvetten bir cüz olarak velî kullara mîrâs kalması sebebiyledir. Bilindiği üzere rüyâ
peygamberliğin kırk altı bölümünden birini oluşturmaktadır. Bu tarzda yiyip içen, bununla doyan ve yediği yemeğin kokusu üzerinde olduğu halde sabahlayan pek çok velî vardır. Bu hal, nebevî verâsetten başka bir şey değildir. Hz. Peygamber (a.s.)’ın: “Ben sizin gibi değilim.” sözü ise “Ben sizden tamamen farklıyım.” mânâsına değil, “Benim sizden farklı yönlerim var.” anlamını taşımaktadır.

Rasûlullah (s.a.) bir hadis-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Allah Teâlâ kıyâmet günü insanları bir araya toplayınca bir münâdî:
–“Fazîlet ehli olanlar nerededir?” diye bağırır.
Bunun üzerine bir grup insan kalkıp sür’atlice cennete doğru yürümeye başlarlar.
Melekler onları karşılayıp:– “Görüyoruz ki siz sür’atlice cennete doğru gitmektesiniz. Sizler kimlersiniz?”
diye sorarlar. Onlar da:
– “Biz ehl-i fazîletiz.” derler. Melekler:
– “Sizi fazîletli kılan nedir?” diye tekrar sorunca onlar:
– “Biz zulme uğrayınca sabrettik ve bize kötülük yapılınca af ettik.” diye karşılık
verirler. Sonra onlara:
“Varın cennete girin. Böyle amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir.” denilir.
Sonra başka bir münâdî:
– “Ehl-i sabır nerededir?” diye seslenir.
Bir grup insan kalkıp cennete doğru sür’atlice yürürler. Melekler onları karşılayıp:
– “Biz sizin koşarak cennete doğru gittiğinizi görüyoruz. Sizler kimlersiniz?” diye
sorarlar. Onlar da:
– “Biz sabır ehliyiz.” derler. Melekler:
– “Siz neye sabrettiniz?” diye tekrar sorunca onlar:
– “Biz Allah’a tâat ve günahlardan kaçınmaya sabrettik.” derler. Sonra onlara:
“Cennete girin.” denilir.
Sonra tekrar bir münâdî:
– “Allah için sevişenler nerede?” deyince bir grup insan kalkıp koşarak cennete
doğru giderler. Melekler onları karşılayıp:
– “Sizler kimlersiniz?” diye sorunca onlar:
– “Bizler Allah için sevişenleriz.” derler. Melekler:
– “Sizin Allah için olan sevginiz nedir?” diye sorunca onlar:
– “Biz Allah için birbirimizi severdik.” diye karşılık verirler ve cennete girerler.
| bk. İbn Kesir, Tefsir, III, 296.
Yakınmadan ve ızdırabını belli etmeden meşakkat ve zorluklara katlanmak demek olan sabır, bütün iyiliklere vesîledir. Çünkü tevbenin ilk şartı, günahtan kaçınmaya sabırdır. Zâhidliğin başlangıcı, mübah olan şeyleri terketmeye sabırdır. Müridliğin de ilk şartı sabır ve Allah’dan başkasını terketmeyi dilemektir. Bunun için Rasûlullah (s.a.), şöyle buyurmaktadır: “İman bakımından sabır, cesede göre baş konumundadır.” [37] Yine Rasûlullah (s.a.): “Sabır hayrın tümüdür.” [38] buyurmuştur. Sabır zînetini takınan kişiye tâatları yapmak ve kötülüklerden kaçınmak kolaylaşır.
Öyle ise siz beni (ibâdetle) anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin! [Bakara {152}]

Lokman Hakîm, oğluna şöyle nasîhatta bulunmuştur:
“Ey oğlum! Allah’ı zikreden bir topluluk görünce onlara katıl. Âlim isen ilmin yararlı hâle gelir. Câhil isen sen onlardan bilgi alırsın. Umulur ki Allah, onlara rahmetini indirir; sen de bundan istifâde edersin. Allah’ı zikretmeyen bir topluluk görünce onlarla oturma! Çünkü bu sebeple âlim isen ilmin sana fayda vermemiş olur. Câhil isen onlar senin ancak cehâletini veya günahını artırır. Korkulur ki, sen de onlarla beraber Allah’ın gazabına uğrarsın.”

İlim, şeriat ilmi ve hakîkat ilmi olarak ikiye ayrılır. Bunlardan her biri kendi makamları îtibariyle bir üstünlüğe sahiptir. Bir rivâyete göre “Ey Allah’ın Rasûlü, en üstün amel hangisidir? diye soruldu. “Allah’ı bilmektir.” buyurdu. “Mertebe ve derece bakımından hangisi hangisi daha yüksektir?’ diye soruldu. Yine: “Allah’ı bilmektir.” cevabını verdi. Bunun üzerine “Biz amellerden soruyoruz, siz ilimden cevap veriyorsunuz!” dediler. Hz Peygamber (a.s.) şöyle cevap verdi: “Bilerek yapılan az amel fayda verir, bilmeyerek yapılan çok amel fayda vermez!”
( Kenzu’l-Ummâl, X, 144)
Kulun Allah Teâlâ ile olan edebi, O’nun ızhâr ettiği şeye hemen o anda boyun eğip teslim olmak ve O’dan başkasını ortaya koymayı istememektir
“Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir..” Yani hiçbir şey Allah’a karşı koyamaz. Gerek Yûsuf’la gerekse başkalarıyla ilgili olarak dileyip hükmettiği hiçbir konuda kimse O’na karşı çıkamaz. Aksine “Bir şey yaratmak istediği zaman O’nun yaptığı
‘Ol’ demekten ibârettir, hemen oluverir.” (Yâsin, 36/82) “Fakat insanların çoğu” işin böyle olduğunu “bilmezler.” Yaptıkları şeylerde bir rolleri olduğunu iddia ederek bir şeyler yapar ve terk ederler. Oysa onlarla hiç alâkası yoktur.

Herkesin başka türlü fikri olur
Ancak Allah’ın dediği olur

.
Cennetlik mi cehennemlik misin bilemezsin ki?
Ne olduğunu görünceye kadar çalış
.
.
Hoş bir ses güzel yüzden daha iyidir; çünkü güzel yüzden nefis hoşlanır, sesten ruh beslenir
.
.
Nefsinin her istediğinin peşine gitme
Bedenin rahatlığı, gönlün nurunu azaltır
.
.
Eline nokta kadar da olsa bir nimet geçse;
Şükrü edâ et ki, gelecek nimetten de mahrum olma.
.
.
Yaşamak için ne gerekiyorsa yaptın
Fakat gidiş için gerekli olanı yapmadın
.
.
Takdir kaleminde hata yoktur
.
.
Yaptığın işten ve söylediğin sözden hesaba çekileceğin gün; işlediğin günahların için ne özrün var?
.
.
Yaptığı iyi de olsa, kötü de olsa; kişi ne ederse kendine eder
.
.
Ey kötü kişi, şarap aklı yok eder
O halde ne zamana kadar içmeye devam edeceksin?
İnsanın bedeninde akıl olması gereklidir
Yoksa senin gibi, eşeğin vücudunda da can var
.
.
Bir dost bir günah işlerse
O bir günah yüzünden onu incitmek olmaz
Eğer özür dilerse senden
Kızgınlığını yenmendir sana düşen
Çünkü akıllıların yanında, beterdir
Af etmemek; günah işlemekten
.
.
Bir gün bir keder ulaşırsa sana, üzülme
Git şükret Hakk’a, Allah etmesin beterin de beteri vardır
.
.
Altın, yemek ve harcamak içindir
Kasaya koyarsan altın ile taşın farkı nedir?
.
.
Eğer dünyânın cümle ilmini okusan;
Aşk olmadıkça O’ndan (c.c) bir harf bilemezsin.
.
.
Balığın karnına düşmek daha iyidir; arsız kadının eline düşmekten
.
.
Sevinme kimsenin ölümüne
Yakında sıra gelecek kendine
.
.
Sen başkalarının derdine yanmazsan eğer
Sana insan denmiş, neye yarar, ne değer
.
.
Ey dünyâ, akıllılar senin tarafına meyletmez
Kerem ve lütuf beklemez senden, cahilden başkası
.
.
Çevirme başını O’nun şerîatınden başka yere
Kıl kadar ayrılırsan şerîatten kayarsın bîçare!
.
.
İtâatkâr ve güzel kadın
Fakir adamı pâdişah gibi eder zengin
.
.
Kim evi mâmur, sıcak bir dostsa eşi.
Hak o hâneye rahmetle nazar eder mutlu olur kişi
Çünkü karısı hoş ve iyi huylu bir hatundur.
Fakat kötü kadından Allah’a sığın, aman dur!
Yalınayak gezmek, daha iyidir sıkı ayakkabıdan
Dolaşmanın sıkıntısı daha azdır evdeki kavgadan.
.
.
Nice sağlıklı kimseyi toprağa defnederler de yaralı ve hastalar diri kalır.
.
.
Kötü adama kötülükle mukabele kolaydır.
Eğer sen adamsan sana kötülük edene iyilik et!
.
.
İnsanlar birer kapalı kutudurlar.
Onların anahtarları ancak tecrübedir.

Öyle ise içini dışını bilmediğin hiçbir insanın görünüşüne aldanma!
.

.
Kötü tabîatlı olan kadına hiç itibar etme!
Eğer iyi tabîatlı ise yine de güvenme.
.
.
Takvâ ehli olanın dört alâmeti vardır:

Birincisi, şerîat ahkâmını korumak, onunla amel etmek,
İkincisi, eline geçen şeyleri fakir ve kimsesiz kişilere bağışlamak, kullanmadıklarını değil en sevdiklerini vermek
Üçüncüsü, verdiği söze bağlı kalmak, doğru sözlü olmak
Dördüncüsü, olana râzı olup kanâat etmek, sıkıntıda da şükretmek
.

.
İhsân ile bir gönlü rahatlatmak; her bir menzilde bin rekât namazdan daha iyidir.
.
.
Hz. Ali (r.a.) diyor ki:

“Beni en çok endişelendiren iki tip adamdır: Hayasız âlim ile câhil sofu.”
.

.
Kişi başını büyütmekle bir şey olmaz.
Kabağın da başı büyüktür ama içi boştur.
Sarık sararak boyunu ve boynunu uzatmaya çalışma.
Zira sarık pamuktan, onun kökü de ottandır.
Yani kupkuru bir bitkidir.
Ey erbâb-ı iddiâ, nerde mâna?
Ey erbâb-ı mârifet, hani muhabbet?
Ey erbâb-ı muhabbet, nerde ibâdet?
.
.
Hayır kapısı açıktır, fakat herkes iyi iş işlemeye muktedir değildir.
.
.
Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmuşlardır:

“Ümmetim üzerine bir zaman gelecek ki; devlet başkanları zulüm, âlimleri tama’(aç gözlülük), âbidleri riyâ, tüccarları fâiz, kadınları da dünya zîyneti üzere olacaklardır.”
.

.
Ey Allah’ım, izzetin ve celâlin hakkı için beni hakîr eyleme!
Günahımın cezâsını verip beni mahcûp ve perişan eyleme!
.
.
Mutluluğu o kimse yakalamıştır ki, seher vaktinde uyanıktır.
.
.
Dünyalık için kimsenin huzûrunda eğilme!
.
.
“Dînini selametle muhâfaza etmek, bedenini de rahata erdirmek isteyen, insanlardan uzak dursun.
Çünkü bu zaman, yalnızlık zamanıdır. Bu sebeple akıllı insan yalnızlığı seçendir.”
.
.
Kur’ân’ın gelişinden murâd, güzel ahlâkı öğretmektir,
Yoksa sadece sûreleri tecvid ve tertil üzere okumak değildir
.
.
Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

“Kişinin iyi bir müslüman olabilmesi için faydasız şeyleri terk etmesi gerekir.”
.

.

Sen kulluğu, işçiler gibi ücret karşılığı yapma!

.

.
Eğer âşık, mâşûkundan başkasını temâşâ ederse, O aşk değildir, ancak boş bir meraktır.
.
.
Biz su içtik, bir damla da yere döktük çünkü,
Şerefli kimselerin bardağından yerin de bir nasibi vardır
.
.
Cenâb-ı Hakk’ın lütfu olan servetten zekât vermezsen,
Ben ne çare bulabilirim ki? Bunun sonu yanmaktır
.
.
Hakk yolunda birtakım kâmil insanlar kendilerini gizlemişlerdir.
Onların vücûdları şerîatte, gönülleri de hakîkattedir
.
.
Şer’î hükümlere uymadan su bile içmek hatâdır
.
.
Eğer gerçek adamsan yemeğini ölçülü ye.
Mideni küp gibi doldurma, insan gibi ol
.
.

Yalan söyleyenin yüzü kara olur

.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir