İçeriğe geç

The Iliad Kitap Alıntıları – Homeros

Homeros kitaplarından The Iliad kitap alıntıları sizlerle…

The Iliad Kitap Alıntıları

The Phoenician alphabet consisted of signs for consonants only. The Greeks appropriated their symbols (Alpha and Beta are meaningless words in Greek, but their Phoenician equivalents, Aleph and Beth, mean “ox” and “house”).
Sen toza toprağa bulandığın zaman göreceksin, hiçbir işe yaramayacak ne yüzünün, ne saçının güzelliği…
“İhtiyar, sende bu ne yürek böyle,
bu güç bacaklarında da olsa keşke,
dizlerin de yüreğine tıpatıp uysa.
Oysa kaçınılmaz yaşlılık kemiriyor seni.
Keşke başka biri yaşlı olsa senin yerine,
sen de delikanlılar arasına karışabilsen hani.”
Yapraklar gibidir insan soyu.
Bir yandan rüzgar bakarsın onları döker yere,
Bir yandan bakarsın bahar gelir,
Yenilerini yetiştirir, yeşertir orman
Temiz bir kalp, zehirli dillerin bozduğunu düzeltir.
Ey can yoldaşım benim,
savaştan kaçmanın sonu ne,
yaşlanmadan, ölümsüz yaşamak mı?
avcılar birbirlerine sokulup duvar olur,
karşı koyar, durmadan kargı atarlar,
ama korku girmez hayvanın yiğit yüreğine,
yok etse onu yiğitliği yok eder.
Haydi git bunları yiğit Akhilleus’a söyle,
tanrının yardımıyla dokunuver yüreğine,
arkadaş öğüdü getirir insanı doğru yola.
Ama unutmadılar seni Menelaos, ölümsüz mutlu tanrılar.
Zeus’un doyumluk dağıtan kızı en başta, durdu sennin önünde, önledi sivri oku,
tatlı uykuya dalan çocuğundan
bir sineği nasıl kovarsa bir ana,
öylece onu senin etinden uzak tuttu.
Ama sen ölürsen, ey Menelaos, ömrünün payını tüketirsen,
içimde derin bir yara açılacak.
Bilirsin nice taşkınlıklar yapılır gençlikte, yürek coşkun olur, düşünce toy.
Düşeyim ben de Paris’in arkasına,
Çağırayım onu, sözümü dinleyecek mi bakalım.
Keşke şurda toprak yarılsa da yutsa onu.
Olymposlu Zeus yarattı onu bela olsun diye
Troyalılara, ulu canlı Priamos’a, çocuklarına.
Bir görsem onun Hades’e indiğini,
Oh diyeceğim, unutacağım bütün acıları.
Altını tunçla değişti,
Yüz öküzlük silahı dokuz öküzlük silahla.
Yapraklar gibidir insan soyu.
Bir yandan rüzgar bakarsın onları döker yere,
Bir yandan bakarsın bahar gelir,
Yenilerini yetiştirir, yeşertir orman,
Böylece soyların biri göçer, biri doğar.
Troyalılarla Akhalıların, böyle bir kadın için (Helene için) yıllardır acı çekmeleri hiç de ayıp değil.
Ey ulu Zeus, göklerde oturan,
kara bulutlara sarınmış tanrı!
Altüst edip Priamos’un sarayını,
kapılarını kızgın ateşe vermedikçe,
yakıp, kapkara edip yılmadıkça,
Hektor’un zırhını kılıcımla göğsünde paramparça etmedikçe,
yoldaşları toz toprak içinde, yüzüstü,
dişleriyle toprağı ısırmadıkça,
ne gün batsın, karanlıklar çöksün ne de.
Aktı tanrıçanın avcundan tanrısal kan,
Hani şu mutlu tanrılarda akan öz,
Ekmek yemez, kızıl şarap içmezler,
Kanları yoktur mutlu tanrıların,
Bu yüzden ölümsüz derler onlara.
Koy, elimin altında ezeyim onu,
Kendisini dostça konuklayana kötülük edemesin
Bundan böyle doğacak insanlar arasında hiç kimse.
Büyük buluşlar aşıkların işidir.
Hadi bismillah
“Savaştan geri döndün demek,
orda kalaydın da öleydin keşke,
eski kocam, o güçlü adam, eziverseydi seni.
Gücünle, kargınla övünür dururdun boyuna.
Ares’in sevdiği Menelaos’tan üstündün hani?
Çağır şimdi onu hadi git,
bir daha dövüşsün seninle, gelsin.
Yok, otur oturduğun yerde, varma ileri,
sarışın Menelaos’la dövüşeyim deme sakın, kargısı altında hiç olmazsa can verme.”
hem yüreğimde benim dinmez acılar var.
Somurtmuş bir aptal sanırdınız siz onu.
Ama göğsünden çıkarınca gür sesini,
savrulurdu sözler lapa lapa yağan kar gibi,
o zaman hiçbir insan yarışamazdı Odysseus’la.
bizi saran onun güzelliği değildi, işte buydu.
Üç tanrı daha vardı onları kışkırtan:
Korku, Bozgun, bir de kızgın Kavga,
İnsan öldüren Ares’in yoldaşı.
Önce birazcık doğrulur o,
Uzar, uzar, yükselir sonra,
Bakarsın ayakları yerdedir, başı ta göklerde.
İnsanları birbirine katan savaşı saldı yine ortalığa,
Yürüdü insanlara doğru, yükseldi iniltiler.
Akhalar da krala çok içerliyorlar,
kin besliyorlardı içlerinden ona.
Ama Thersites, çıkıştı, bağırdı avaz avaz:
“Gene mi bir isteğin var, Atreusoğlu?
Barakaların tunçla, kadınla dolu.
Bir kenti alır almaz biz Akhalar
onları sana verdiydik ilk önce.
Bir de altın mı ister yoksa canın şimdi?
Tütüp getirelim Troyalılardan birini,
gelsin babası, kurtulmalık versin sana,
altınlar versin sana, öyle mi?
Taze bir kadın mı istersin yoksa, düşüp kalkmaya,
bütün gözlerden uzakta, kapatmaya kendine?
Başbuğsun, yakışık almaz Akhaoğullarını yıkıma sürüklemen.
çok kürekli gemilerinize sığınıp da
böyle mi kaçacaksınız sevgili baba toprağına?
Bir şanlı zafer belirtisi diye mi bırakacaksınız
Priamos’la Troyalılara Argoslu Helene’yi?
Birçok Akhalar bu Troya’da,
baba toprağından, sevgili yurtlarından uzakta
o Helene uğruna ölmediler miydi?
Geldik buraya, utanmaz herif, senin ardından,
tek gönlün olsun diye senin, köpek suratlı,
tek Menelaos’la sen, Troyalıların sırtından ün alasınız diye.
Ama hiç de umurunda değil bu.
Tanrıya benzer Akhilleus, yiğitliğine yiğitsin ama
beni kandıramazsın, boş yere saklama fikrini,
niyetin ne, senin armağanın olsun, benim olmasın, öyle mi?
Onu geri vermemi istemen bunun için demek.
Ulu canlı Akhalar, tam istediğim gibi, ona denk
bir armağan verirlerse başım üstünde yeri var,
yok vermezlerse kendim alacağım gidip onu,
ya seninkini alacağım, ya Aias’ın, ya Odysseus’unkini.
Söyle, tanrıça, Peleusoğlu Akhilleus’un öfkesini söyle. Acı üstüne acıyı Akhalara o kahreden öfke getirdi,
Kocalarını öldü­ren, kendilerine yüz vermeyen sevgililerini yalan dolanla öldürtme­ye kalkışan kadınlar üzerine korkunç öykülerin yankısı Yunanistan’dan Troya’ya ulaşırken, Anadolu’da aileler yıkan, yaşlı başlı kadınla­rı, körpe kızları köleliğe sürükleyen Akha yiğitlerinin tüyler ürperti­ci vahşilikleri anlatılırken, Troya’nın aile hayatı ne tatlı, ne ahenkli geliyor bize! İhtiyar Priamos oğulları, gelinleri, kızları, damatları ile birbirini candan seven, sayan, destekleyen bir topluluk meydana ge­tirir.
Tanrı misafirliği o eski zamanlardan kalma olsa gerek bu çevrede. Bir eve konuk geldi mi, kılığına kıyafetine bakılmaz, adı sanı sorulmaz, hemen içeriye alınır, eli ayağı yıkanır, sırtına temiz rubalar giydirilir, ocak başına oturtulur ve yemek ikram edilir. Fırsat düşerse, kim ol­duğu, nereden gelip nereye gittiği sorulur, ama fazla da ısrar edilmez. Odysseus gibi kimliğini gizlemek istiyorsa, sırrına saygı gösterilir.
Akhilleus titrer Patroklos’un üstüne, onu korumak için, yiğit ağzına hiç yakışmayan öğütler verir arkadaşına: Çok fazla ileri gitme, Hektor’dan sakın, kent surla­rına kadar sokulma diye ne diller döker! Patroklos ölünce de, öfkesi möfkesi ne varsa hepsini unutur, yalnız dostunu yitirmiş bir dost oluverir.
Hera, Akhaları toptan sever, Athena, Akhilleus’a ya da Diomedes’e sevgisini, bu iki yiğidi her an ve her fırsatta korumakla gösterir. Apollon, Hektor’u, ulusal tanrısı ol­duğu Lykia’nın erleri, Pandoros’u, Sarpedon’u tutar. Hele Aphrodite ölçüsüz, aşırı bir sevgi besler gözdelerine. Paris, gözdelerinden biri­dir, tanrıça onu hoşnut etmek için neler yapmaz!
Homeros’un savaş için kullandığı sıfatlar da öyle: Savaş kötü, uğur­suz, korkunç, öldürücü, zorlu ve gözyaşı döktüren, diye nitelenir. Bu kötü sıfatlar kalıplaşmıştır. Savaşın en kızgın ânında bile yiğitler sa­vaşı, bu sıfatlarla anarlar.
Homeros, Hera’yı, Yunanistan’dan gelme bütün yiğitlerin, orduların deste­ği olarak canlandırır. Hera, bu ordunun yenmesi, Troya’nın yenilme­si için yıllarca uğraşmış, didinmiş, alınteri dökmüştür (IV 26).
Tanrıların en güçlüsü olduğu halde, Zeus öbür tanrılardan çeki­nir. Aralarında bir yatıştırma politikası gütmek zorundadır. Şu ya da bu tanrıyı gücendirmemek için, kararlarını gizler. Hele karısı Hera’dan bayağı korkar. Herhangi bir ölümlü gibi evinde hır gür çıkarma­ sına canı sıkılır (I, 518 vd.). Karısının hırçınlığından, kavgacılığından yakınır, oğlu Ares’te aynı huylan görünce, sinirlenir, sen de annene çektin diye hayıflanır (V, 892).
Hesiodos’a göre Tanrıça Aphrodite, Tanrı Uranos’un, Kronos’ça kesilen erkeklik organı denize düşünce, saçtığı köpüklerden doğ­muştur. Ama Homeros böyle bir efsaneden söz etmez. İlyada’da Aphrodite, Zeus ile Dione’nin kızı olarak gösterilir.
Briseis’i elinden ka­pan Agamemnon’a öfkelenen Akhilleus, anası Thetis yoluyla Zeus’ tan söz alır: Akhilleus savaştan uzak durdukça, talih Troyalılara güle­cek, Akhalar bir sonuç alamayacaklar. Ama Zeus’un bu buyruğu he­men yerine gelseydi, destan destan olmazdı. Zeus tanrıların birbirine zıt istekleri arasında bir denge kurar, böylece olay uzayıp gider, İlya­da da yirmi dört bölümlük bir destan, meraklı bir dram haline gelir.
Aslında İlyada, Troya’nın destanı de­ğil, Akhilleus’un destanı sayılmalıdır. Konusu sınırlıdır: Akhilleus’un, Akha ordularının Başkomutanı Agamemnon’a karşı öfkesi ve bu yüzden savaşı bırakıp barakasına çekilmesiyle başlayan destan, Akhilleus’un arkadaşı Patroklos’un ölmesi yüzünden savaşa geri dönmesi, Troyalı kahraman Hektor ile çarpışması, onu öldürmesi, ölüsünü Troya surları çevresinde arabasına bağlı olarak sürükleme­si ve sonunda insafa gelerek Hektor’un ölüsünü, babası Kral Priamos’a geri vermesi ile biter.
“Bir gün gelir, yok olur kutsal İlyon,” dizesinde içimizi ürperten bir acılık vardır. Destan sonunda da Homeros, bu canım kenti gelip yıkan Akhalara öyle bir insanlık dersi verir ki, Hektor’a ağıtlarla kapanan İlyada, Akhilleus’un değil, Hektor’un destanı oluverir.
Homeros ne demek? Proklos’a göre “tutsak” anlamına gelen “homereia”dan, kimine göre Aiol lehçesin­de “gözü görmeyen” anlamına gelen bir sözcükten çıkmaymış bu ad ve onu Homeros’a kör olduğu için takmışlar. Homeros doğuştan kör olabilir mi, sorarım size. Proklos bile köpürüyor bu iddiaya. “Homeros’a kör diyenlerin, kendileri kördür, çünkü kafadan sakat­tırlar,” diyor. “Dünyada Homeros kadar çok şey gören bir adam var mı?”
Yurttaşımız Halikarnaslı Herodotos, “Hesiodos’la Homeros Yunanlıların tanrı soylarını kurdular, ad ve ekadlarını taktılar tanrıla­ra, yetkilerini ve işlerini ayırdılar, görünüşlerini belirttiler,” diyor. Hesiodos’la Homeros Yunan dinini ve efsanesini kurdular demeye va­ran bu söze Herodotos şu bilgiyi de ekliyor: “Onlar benden dört yüz­ yıl önce yaşadılar” (Hist, II, 53). Herodotos İÖ 450 sularında yaşadığı­ na göre, Homeros da 850 sularında yaşamıştır demek.
Doğduğu günden bu yana
Hiçbir insan kaçamaz kaderinden,
İster korkak olsun, ister yürekli.
Ün kazanmak için hem babama, hem kendime,
Öğrenmişim atılgan olmayı,
Troyalılarla en önde dövüşmeyi öğrenmişim,
Elbet bir gün yok olacak kutsal İlyon,
Priamos, onun iyi kargı kullanan halkı.
O vakit ne Troyalıların acısı umurumda olacak,
Ne Hekabe’nin, ne Kral Priamos’un acısı,
Ne de kardeşlerimin acısı umurumda olacak
Benim üzüntüm sensin asıl,
Tunç zırhlı Akhalardan biri alacak hür gününü,
Götürecek seni gözyaşları içinde,
Düşünüyorum o zaman çekeceğin acıyı,
Bu yüzden arkada kalacak gözüm,
Argos’a gidip tezgah dokuyacaksın
Gireceksin bir yabancı kadının buyruğu altına
Çökecek omuzlarına kara kader,
Çekeceksin bin türlü sıkıntı.
Gözyaşı dökerken görecek biri, diyecek ki:
Hektor’un karısıydı bu kadın,
Hektor, İlyon’un çevresindeki kavgada,
Troyalıların en başında dövüşürdü.
İşte böyle diyecek bir gün bir adam
Yeniden tazelenecek senin acın
Seni kölelik gününden kurtaracak
Böyle bir erkeğin olmadığına yanacaksın
Köleliğe sürüklenirken çığlığını duymaktansa
Dağlar gibi toprak örtsün beni daha iyi.
Yapraklar gibidir insan soyu
Bir yandan bakarsın rüzgar döker onu yerlere
Bir yandan bakarsın bahar gelir
Yenilerini yetiştirir, yeşertir orman
Böylece soyların biri göçer, biri doğar.
ἰητρὸς γὰρ ἀνὴρ πολλῶν ἀντάξιος ἄλλων
Çok kişiye bedeldir tek bir hekim.
Bir yığın Troyalıyla bir yığın Akhalı o gün
Serilmişlerdi tozun toprağın içine,
İşte böyle sırt sırta, yan yana.
Değil mi ki Troyalılar çiğnediler antlarını,
Değil mi ki sözlerini ilk onlar tutmadılar,
Bundan böyle onlara ölümler, acılar var.
Sen toza toprağa bulandığın zaman
göreceksin, hiçbir işe yaramayacak
ne yüzünün, ne saçının güzelliği..
Her bir ordu, başta komutanları, sıra oldu.
Troyalılar yürüdüler kuşlar gibi, çığlık çığlığa,
Turnalar göklere yükselir de hani,
Kasırgadan, sağanak sağanak yağmurdan kaçıp
Okeanos akıntılarına doğru bağıra çağıra uçarlarsa nasıl
Pygme cücelerine korkunç bir savaş, ölüm,
Yokluk getirecek şafak vakti.
Amphimakhos, kız gibi, altınlarla süslenip gelmiş savaşa.
Altınlar o çılgından uzaklaştıramaz ölümü,
Aiakos’un çevik ayaklı torunu ırmak başında ezecek onu.
Altınları da koca yiğit Akhilleus alacak.
Şu dünyada soluk alan, yürüyen yaratıklar arasında insandan daha acınacak bir yaratık yok.
Hades kapılarından tiksindiğin gibi tiksinirim
yüreği başka sözü başka adamdan.
Gözyaşı döküyordu Agamemnon durmadan.
Yalçın bir kayadan kara sular akıtan
karanlık bir pınar gibiydi o.
Tohum ekmeden, iz bırakmadan ölmemeli!
Gökyüzünün tam ortasına gelince gün
bir altın terazi kurdu baba tanrı,
bir kefeye Troyalıların kara ölümünü koydu,
bir kefeye Akhaların kara ölümünü.
Ortasından tuttu kaldırdı teraziyi,
ağır bastı Akhaların ölüm günü
şöyle desin Akhalarla Troyalılar:
Yürek yakan kinle dövüştüler ama
yine de dostça anlaşıp ayrıldılar.
Böyle dedi o, oradakiler kalakaldılar öylece,
utandılar, hayır diyemediler,
korktular, evet diyemediler.
Zavallı karım benim üzme canını,
günüm gelmeden kimse Hades’e atamaz beni,
ama doğduğu günden bu yana
hiçbir insan kaçamaz kaderinden,
ister korkak olsun, ister yürekli.
Hektor’un gözbebeğiydi o,
ışıldayan yıldıza benziyordu,
Troyalılara hiç öfkem, kinim yok.
Burda baş başa kalayım dedim acılarımla.
Ama karım demin istedi savaşa atılmamı,
yumuşak sözlerle dokundu yüreğime,
benim de öyle yapmayı kesiyor aklım,
zafer değiştirir adamı.
Bu zorbalıklara kızmıyor musun Zeus baba,
biz tanrılar, en dayanılmaz acıları
hep de birbirimizden çekeriz,
insanların gönlü olsun diye.
Tanrı üstünlüğü kimine savaşta verir, kimine oyunda, çalgı çalmada kimine türkü söyle ede, kimininde göğsünün üstüne bir düşünme gücü koyar, çok adam yararlanır ondan, bu güçle kurtarır birçok insanı, en çok da kendi bilir değerini bunun
Bir yığın Troyalıyla bir yığın Akhalı o gün
Serilmişlerdi tozun toprağın içine,
İşte böyle sırt sırta, yan yana.
Öfkeden içim içime sığmıyor, ama
neyleyim ki sözünüzden çıkamam.
“Erkek olun dostlar, erkek olun,
bırakmayın karşı koyma gücünüzü,
çetin savaşlarda birbirinizi utandırın,
utanan insanlarda sağ kalanlar ölülerden çoktur,
kaçanlarınsa ne karşı koyma gücü kalır, ne ünü.”
Ama Diomedes de can alan kargısıyla
kovalıyordu Kıbrıslı tanrıça Aphrodite’yi;
biliyordu, güçsüz bir tanrıçaydı o,
insan savaşlarını yönetenlerden değildi,
ne Athene’ydi ne de iller yıkan Enyo.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir