İzdiham Dergisi kitaplarından İzdiham – Sayı 24 kitap alıntıları sizlerle…
İzdiham – Sayı 24 Kitap Alıntıları
Her şeyden evvel bilinmesi gerekir ki Filistin’in başkenti Kudüs’tür!
Her şeyden evvel bilinmesi gerekir ki Filistin’in başkenti Kudüs’tür!
Her şeyden evvel bilinmesi gerekir ki Filistin’in başkenti Kudüs’tür!
iyileşebilmek için neyi yitirdiğimizi bildiğimiz kadar neyi hâlâ elimizde tuttuğumuzu da fark edebilmemiz lazım.
-Kemal Sayar
ama bilirsin; büsbütün yaraya dönüşmeden
kabuğuna çekilemiyor insan..
Tuhaf şey, olmadığım şeylerin korkuları var benim içimde.
-Gökhan Özcan
Korkularının bir ismi vardı artık. Rahatlamışlardı.
-Ali Ayçil
| Belki bilmiyorsun ama benim en güzel hikayem sensin. ¶
| Sana söyleyemediğim her yarım kalmış cümlenin baş ağrısını çekmek bana iyi gelmiyor, iyiyim falan diyorum ya, inanma. ¶
Babalar akşam eve yorgunluk getirirler sonra, ceplerinde gofret; alın teri aromalı
Anneler ise ikindiden kalma beklemekleri ısıtır milangazı yakıp
Babalar ceketini astıktan sonra portmanto demirbaş değildir
Sabunlu yorgunluklarını akıtıp lavabodan, kızlarına batırmaya gider bıyıklarını
Bir yerlerden gelir ölüm der babam; parmağında bir yüzük, içinde isimlerimiz yazılı.
ama bilirsin; büsbütün yaraya dönüşmeden
kabuğuna çekilemiyor insan..
Ama bilirsin; büsbütün yaraya dönüşmeden
kabuğuna çekilemiyor insan..
Her şeyden evvel bilinmesi gerekir ki Filistin’in başkenti Kudüs’tür!
Ama bilirsin; büsbütün yaraya dönüşmeden
kabuğuna çekilemiyor insan..
Birilerine ilham olmak istiyorsan mutlu bir sona ihtiyacın var demektir. Masallarla büyüyenlerin dağarcığı bunu gerektirir çünkü. Eğer finalde ampulü bulamadıysan, dokuz yüz doksan dokuz kere kaybetmiş olman kimsenin umrunda değildir. ( )
Söylediklerini neredeyse harfiyen yerine getiren Beşir Fuad, bedeninin kadavra olarak tıbbiye talebelerine bağışlanması ve bilimsel çalışmaların yeterli olmadığı gerekçesiyle bir farkındalık oluşturma niyetinde olsa da bu isteği yerine getirilmemiştir. Ayrıca cenaze namazı da kılınmamıştır fakat böylesine sessizliğin içine gömülen intiharı dillerden dillere yayılmış ayrıca basın da geniş yer verince intihar vakası bir cazibe hâline gelmiştir. Osmanlı toplumunda çok nadir görülen intihar vakaları artmış ve bunda birincil etken Beşir Fuad’ın intiharı olarak gösterilmiştir.
Şimdi bana tekrar ne yapsam dedirtme ya Rabbi!
Taşınacak suyu göster, kırılacak odunu.
Kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde.
Bileyim hangi suyun sakasıyım ya Rabbelâlemin!
Tütmesi gereken ocak nerede?
Hatırlayacağı pek iyi şeyi olmayınca ilk kayıp yola daha kolay gidiyor insan. ( )
Sosyoloğun diyalektizmi evvela birey ile toplum arasında geçer. Bunu da tahakküm kurma ile, karşılıklı astlık-üstlük ilişkileriyle açıklar. Misalen; bir kişinin karşısındakine kurmaya çalıştığı baskı ya da üstünlük meselesini sadece karşısındakinin yerini belirleme amacı olarak değil, kendi nüfuzunun etkisini görmek ve kendisinin yerini belirlemek amacı olarak da değerlendirir. Böylece bir çeşit çatışma hâli yaratır. Çünkü Simmel, toplumsal çatışmanın vazgeçilmez gerekliliğine işaret eder. Ona göre hiçbir grup, oluşum tamamen uyum içinde olamaz. Zaten olmamalıdır da. Çünkü gelişimin ve değişimin yolu çatışmadan geçer. Zira çatışma olmadan değişim ve gelişim kati suretle imkânsızdır. ( )
Çocuk hayatında hiç sevgi sözcüğü duymamıştı neredeyse. Buna ihtiyaç da hissetmiyordu. Ama köye vardığında bekçinin mahzun yüzünde görüyor, nenesinin katıklı çorbasında tadıyor ve büyük dedesinin çocuklar için sürekli cebinde taşıdığı kırık leblebi ve şekerden fazlasıyla alıyordu o sevgiyi zaten. Bu yüzden kendini hep güvende hissederdi. ( )
Alkışın gerçeği ve sahtesi kolay ayırt edilemez. Gerçek alkış, sanatçıyı ve siyasetçiyi daha üst başarılara eriştirmek için önemli bir güçtür. Fakat sahte alkış da gizliden gizliye zehirler insanı. Sahte alkış, eleştiri ile sanatın ve siyasetin arasına sinsi bir engel oluşturarak iki tarafın birbirini tanımasına mani olur. Eleştirilmesi gereken insanlar artık eleştirilemez hâle gelir. Her şey insanların gözünde çok güzel ve kusursuz gibi görünmeye başlar. Sanatçının ve siyasetçinin öz eleştiri yapmasının önü tıkanmış olur. ( )
Alkış sosyal bir salgındır. Bu yüzden dünyanın en bulaşıcı sesidir. Hiçbir toplumsal gerçeklik alkış kadar hızlı yayılmamıştır. Bireysel olarak başlayan alkış eylemi, çok hızlı bir şekilde toplumsallaşarak bütün bir grubu etkisi altına alır. Alkışlayan eller, çoğu zaman neyi alkışladıklarının farkında bile değildir; buna rağmen grup hâlinde hareket etmenin sağlamış olduğu güven duygusuyla alkışlamaya devam ederler.
Her günün sonunda evine döner gibi hep aynı kendine acıma hâline geri dönenler gibi olmak istemiyorum. Ne zaman kendime acısam ben, kırılmış gibi acımaya başlıyor aynı anda bütün kemiklerim!
Hep böyleyim; hayatın önüme getirip bıraktığı ihtimallerle ilgili olarak tek tek ve topluca tereddütler yaşayarak geçiyor benim ömrüm. Bu çok iyi bildiğim, adeta ustası olduğum bir şey! Çoktan emekliliğim gelmiş olmalıydı aslında, bu çok uzun sürmüş tereddüt mesailerinden. İnsan hayatta en az bir şeyi çok iyi yapmalı! derdi babam; benimki işte bu, bütün bu dört dörtlük tereddütler. İnsan değil de bir kelebek olsaydım, herhalde biterdi sayılı saatlerim tükenirdi herhalde açık bırakılmış bir pencereden içeriye girsem mi, girmesem mi diye düşünürken. Her neyse, kelebek değilim zaten! Yoksunum, kelebek olmaya yetecek bütün o uçarı renklerden.
Mahşerde buluşacağımızı düşünüp ferahlıyorum. Ömür dediğin nedir ki?
ama bilirsin; büsbütün yaraya dönüşmeden
kabuğuna çekilemiyor insan..
Hep uzaklara bakıyorsun. dedi kadın.
Öyle mi, farkında değilim. dedi adam.
Hiç farkında olmuyorsun. dedi kadın bunun üstüne.
Neyin? diye sordu adam.
Sustu ve sonra sonsuza kadar hep bu suskunluğu yaşadı kadın.
Türkiye, en güzel şiirdir.
Her şeyden evvel bilinmesi gerekir ki Filistin’in başkenti Kudüs’tür!
cana değmenin can yakmaktan başka yolunu bilmiyorlar
Biz kendine uzak düşmüş insanlarız.
Beni neden seviyorsun? doğru bir soru değildir. Muhatabınız sevgisini gerekçelendirmeye kalkarsa sevgisi şüpheli hale gelir. Sevilmek, her anın yaşanan son an olma tehlikesini kabul etmektir. Sizi ne kadar sevdiğinin sebeplerini listeleyenlere bakın, mutlaka bir şey isterler arkasından.
Ölüm saklandığı yerden meraklısını bekler.
Çağdaşlarından çok farklı bir bakış açısı olan bu yazarın sosyolojisi ise toplumu değer yargılarına, ahlâkî temellerine göre ele almaz. Onun daha çok diyalektizm ve etkileşim üzerine kurulu bir sosyolojik argümanı vardır. Ona göre incelenmesi gereken konu birey yahut toplum değildir. Asıl incelenmesi gereken şey, toplumu oluşturan bireylerin birbiriyle etkileşimi yani toplumlaşma kavramıdır. Bu kavramı da dışsallaştırma, içselleştirme, kurumsallaştırma ve çıkar-biçimlendirme olarak dört alt başlıkla açıklamaya çalışır.
Tolstoy’dan on yaş büyük olan Turgenyev, kozmopolit, yumuşak, sevecen ve iğneleyici konuşan biriydi. Demokrat ve liberaldi. Avangard edebiyatı seviyordu. Oysa Tolstoy siyasetten bağımsız daha çok kendine dönük bir karakterdi. Ahlaki mükemmelliğe ulaşmaya çalışıyordu. Bunun dışında kalan her şeye karşı muhalefet ediyordu. Turgenyev vahşi ve dik kafalı olduğundan yabani adını takmıştı.
İki edebiyatçı dostu oldu. Biri kendine taban tabana zıt Çehov, bir diğeri de bir o kadar farklı olan bir dargın bir barışık ilişkisini sürdürdüğü yazar Turgenyev.
Beni neden seviyorsun? doğru bir soru değildir. Muhatabınız sevgisini gerekçelendirmeye kalkarsa sevgisi şüpheli hale gelir. Sevilmek, her anın yaşanan son an olma tehlükesini kabul etmektir. Sizi ne kadar sevdiğinin sebeplerini listeleyenlere bakın, mutlaka bir şey isterler arkasından.
Sevmek dilden vazgeçmektir.
Sizi temin ederim ki, ölüler boş konuşmaz. Kimsenin canını acıtmaz. Kin ve nefret nedir bilmezler.
Bir takım şeylerin hepsi olmadı. Çünkü hepsi oldu. Hepsini yaşadım da ondan olmadı. Olmayınca ben de olmadım. Ama şöyle oldum. Annem başımı okşadı, babam uzaktan baktı, akıllı oğlum benim, tatlı oğlum benim, çalışkan oğlum benim, yakışıklı oğlum benim. (Ne kadar çok ben vardı.) Ben de karar verdim madem bu kadar çoğum, niye kendimi az hissedeyim. Aldım akıllı beni, tatlı beni, çalışkan beni, yakışıklı beni, kendime kattım. Aynanın karşısına geçip baktım ki aynaya sığmadım. Azıcık eğildim, kambur baktım. Gördüm ki oradayım. Kafam biraz büyükçe, gövdem kafamdan da büyükçe. Dört kişi kadarım. Sırıttım. ( )
Akif şöyle diyor: Zulmü alkışlayamam / Zalimi asla sevemem . Demek ki zulüm de alkışlanabiliyor. Öyleyse alkışın kendinden menkul bir değeri yok. Neyi alkışlıyorsan o’sun aslında.
ALKIŞ SOSYAL BİR SALGINDIR. Bu yüzden dünyanın en bulaşıcı sesidir. Hiçbir toplumsal gerçeklik alkış kadar hızlı yayılmamıştır. Bireysel olarak başlayan alkış eylemi, çok hızlı bir şekilde toplumsallaşarak bütün bir grubu etkisi altına alır. Alkışlayan eller, çoğu zaman neyi alkışladıklarının farkında bile değildir; buna rağmen grup halinde hareket etmenin sağlamış olduğu güven duygusuyla alkışlamaya devam ederler.
Eğer Filistinliyseniz doğuştan BM onaylı teröristsinizdir.
Her şeyden evvel bilinmesi gerekir ki Filistin’in başkenti Kudüs’tür!
Ruh yaralandığında, ortada cevaplardan daha çok sorular vardır.
Travma, konuşulamayan ve düşünülemeyen deneyimlere işaret eder. Ruh yarası. Kelimelere dökmekte zorlandığımız, insanın hayata tutunduğu yerleri törpüleyen, sıra dışı bir deneyim. Sıra dışılığı nadir oluşundan değildir, insanın hayata normal uyumunun sınırlarını zorladığı, bu sınırların dışına çıktığı içindir.
onlara artık yeni insanlar tanımak istemediğimi söyle
bana inanmiyorlar
güneş mi göreyimmiş, iki insan, açılsın mıymış içim
beni alip pencerenin önüne yerleştiriyorlar
onlara bir salon çiçeği olmadığımı söyle
hasarsız parçalarımın giderek azaldığını
hiç değilse okunaklı bir ölüm için bir tık
hayatla arama bir boşluk bıraktığımı
bana inanmiyorlar
.
hani söyleyecek çok şeyim var da kıyıp söylemiyorum
der gibi
sen söyle
.
Bizi yaralayan ancak hainlik oldu. Yoksa tanklar, tüfekler, üstümüze korku saldığını zanneden uçaklar, mermiler değil.
Onların fitnesi, kurşunu, bombaları varsa bizim de vatanımız var. Bizim, hepimizin. Farkına varamadıkları, hesap edemedikleri de buydu.
Vatanımız, en güzel şiirdi.
Hep uzaklara bakıyorsun. dedi kadın.
Öyle mi, farkında değilim. dedi adam.
Hiç farkında olmuyorsun. dedi kadın bunun üstüne.
Neyin? diye sordu adam.
Sustu ve sonra sonsuza kadar hep bu suskunluğu yaşadı kadın.
herkes: zm. Far. 1. Bir defa gelen sonra bin defa giden, gelince ne getirdiğini toparlayıp götürdüğünün ne olduğunu iyi bilen ve aslında her şeyi bu yüzden yapan topluluk. 2. (bkz: insan, lügatlere güncelleme-1) 3. ( )
Mahşerde buluşacağımızı düşünüp ferahlıyorum. Ömür dediğin nedir ki?
Komisyon kararıyla terk edildik.
İzdiham atasözü
Bu dünya, geçtiğim yollar, hiçbir yere varamadığım yolculuklar tüm efkarıyla sizin olsun. Ben gidiyorum demeyi çok istedim.
Hatırlayacağı pek iyi şeyi olmayınca ilk kayıp yola daha kolay gidiyor insan.
Ama bilirsin; büsbütün yaraya dönüşmeden kabuğuna çekilemiyor insan.
Akif şöyle diyor: ‘Zulmü alkışlayamam/ Zalimi asla sevemem’. Demek ki zulüm de alkışlanabiliyor. Öyleyse alkışın kendinden menkul bir değeri yok. Neyi alkışlıyorsan sen o’sun aslında.
Türkiye, en güzel şiirdir.
İnsan değil de bir kelebek olsaydım, herhalde biterdi sayılı saatlerim tükenirdi herhalde açık bırakılmış bir pencereden içeriye girsem mi, girmesem mi diye düşünürken. Her neyse, kelebek değilim zaten! Yoksunum, kelebek olmaya yetecek bütün o uçarı renklerden.
Bu kadar mı uzağa düşer bir özne hayatının irili ufaklı bütün o yüklemlerinden.
Avazınız çıktığı kadar bağırmak, içinizde biriken bütün sıkıntıyı bir tek çığlıkla dışarıya atmak istiyorsunuz ama sesiniz çıkmıyor sanki.
Bizde kavuşma yok. Kavuşmamız çokluk ‘mahşere’ kalır. Bu sebeple hüzünlüyüz, kalbimiz kırık.
Komisyon kararıyla terk edildik.
İzdiham atasözü
Hatırlayacağı pek iyi şeyi olmayınca ilk kayıp yola daha kolay gidiyor insan.
Ölüler kâinatın en naif, en nazik, en hoş sohbet insanlarıdır.
Geri alınmayacak kadar yanlış bir şey söylemiş gibi hissediyorum bazen kendimi. Kimsenin ölmediği bir cinayet işlemiş gibi. Hiç uğramamam gereken bir limana uğramış, çalmamam gereken bir kapıyı çalmış ya da ne bileyim, atlayıp geçmem gereken bir pazartesinin üstüne basmış gibi mesela.
Onların fitnesi, kurşunu, bombaları varsa bizim de vatanımız var. Bizim, hepimizin. Farkına varamadıkları, hesap edemedikleri de buydu.
Alkış sosyal bir salgındır.
herkes: zm. Far. 1. Bir defa gelen sonra bin defa giden, gelince ne getirdiğini gidince toparlayıp görürdüğünün ne olduğunu iyi bilen ve aslında her şeyi bu yüzden yapan topluluk. 2.