İçeriğe geç

Bir Kayıkta Üç Kafadar Kitap Alıntıları – Jerome K. Jerome

Jerome K. Jerome kitaplarından Bir Kayıkta Üç Kafadar kitap alıntıları sizlerle…

Bir Kayıkta Üç Kafadar Kitap Alıntıları

Ne zaman elime bir ilaç broşürü geçse, söz konusu hastalığın en ölümcül haline tutulduğum hissine kapılmaktan kendimi alamam.
– At yükünü dostum! Hayat nehrinde seyrederken hafif olmalı teknen. Yalnızca ihtiyacın olanları al yanına; başını sokacak bir ev, birkaç iyi arkadaş, sevdiğin ve seni seven biri, bir kediyle bir köpek, bir iki pipo, gerektiği kadar yiyecek ve giyecek, gerektiğinden biraz daha fazla da içeçek. Ne de olsa susuzluk tehlikeli bir şeydir.
Kurtul o yüklerden dostum, bırak kayığın hafiflesin, içinde yalnızca sana yetecek kadar eşya kalsın: Evden birkaç basit öteberi, bir-iki gerçek dost, sevdiğin ve seni seven birileri, bir kedi, bir köpek, iki-üç puro, yetecek kadar giyecek ve yiyecek, yetecek kadarından bir gıdım fazla içki.
İşte o zaman kürek çekmek kolaylaşacak, kayık batacak diye endişelenip durmayacaksın.
Güneş ışığı doğanın can suyudur. O terk-i diyâr eylediğinde, toprak anamız bize feri gitmiş, cansız gözlerle bakar. Onun gözlerinde kendimizi görememekse bizi kahreder.
Beden ve ruhun arasındaki bağ bu kadar zayıf olunca birbirlerinden ayrılmak isterler.
İnsan bazen gaza gelip böyle bol keseden sallar ama üstüne biraz kafa yorunca, istediği şeyle ona biçtiği değer arasında dağlar kadar fark olduğunu görür.
Temiz bir vicdana sahipseniz sizden iyisinin olmayacağını söylerler, ama bana kalırsa dolu bir mide de aynı işlevi rahatlıkla görür. Üstelik bu daha ucuz ve de zahmetsizdir.
Temiz bir vicdana sahipseniz sizden iyisinin olmayacağını söylerler, ama bana kalırsa dolu bir mide de aynı işlevi rahatlıkla görür. Üstelik bu daha ucuz ve de zahmetsizdir.
Bir fincan çayın ardından beyne şöyle bir komut gönderir: “Şimdi kalk ve kim olduğunu göster. Derin düşüncelere dal, nüktedan sözler çıksın ağzından, sevecen ol. Doğaya ve yaşama duru gözlerle bak; bırak titreşen düşüncelerin kutsanmış bir ruh misali kanatlanıp aşağılara fırıl fırıl dönmeye devam eden dünyanın üzerinde süzülsün, alev alev parıldayan yıldızları aşıp ebediyetin kapılarını aralasın!”
Bu dünya bir sınavdan ibaret, insanlık da kıyamet kopana dek türlü cefaya katlanmak zorunda.
Aman Tanrım dünya ne acımasız bir yer, burayı daha erdemli ve saygın bir yere dönüştürmek için bir şeyler yapabilmeyi çok isterdim.
Bazen de acımız öyle derin, öyle gerçektir ki gecenin karşısında sessizce dikiliriz çünkü kelimeler artık kifayetsizdir, derdimizi yalnızca iniltiyle anlatabiliriz.
Acaba gelecekte de böyle mi olacak? Günümüzdeki sanat eserleri bir önceki çağın değersiz eşyaları mı olacak hep? Mesela bizim söğüt dalı desenli yemek tabakları iki binli yıllarda insanların duvarlarını mı süsleyecek?
Dünyanın kanunu bu sanırım. İnsanlar genelde sahip olmadığı şeyleri arzular.
Dünyanın kanunu bu sanırım. İnsanlar genelde sahip olmadığı şeyleri arzular.
Gelin görün ki, kadınların hançerlendikleri bıçağa sarılmak gibi tuhaf bir huyu vardır.
Dünyanın kanunu bu sanırım. İnsanlar genelde sahip olmadığı şeyleri arzular.
Gelin görün ki, kadınların hançerlendikleri bıçağa sarılmak gibi tuhaf bir huyu vardır.
Ne yaparsınız işte! Bu dünya bir sınavdan ibaret, insanlık da kıyamet kopana dek türlü cefaya katlanmak zorunda.
ve anlarız ki Acı da Keder de Tanrı’nın melekleriymiş.
Bizler midelerimizin zavallı, bahtsız köleleriyiz.
Dünyanın kanunu bu sanırım. İnsanlar genelde sahip olmadığı şeyleri arzular.
Bizler midelerimizin zavallı, bahtsız köleleriyiz.
hahaha:)))

Yemin ederim, bu kadar salağı ömrümde ilk defa birarada görüyorum.

Günümüzdeki sanat eserleri bir önceki çağın değersiz eşyaları mı olacak hep? Mesela bizim söğüt dalı desenli yemek tabakları iki binli yıllarda insanların duvarlarını mı süsleyecek?
Acaba gelecekte de böyle mi olacak? Günümüzdeki sanat eserleri, bir önceki çağın değersiz eşyaları mı olacak hep?
Dünyanın kanunu bu sanırım. İnsanlar genelde sahip olmadığı şeyleri arzular.
Dünyanın kanunu bu sanırım. İnsanlar genelde sahip olmadığı şeyleri arzular.
Şu hayatta en sinir olduğum şey, ben çalışırken birilerinin yan gelip yatmasıdır.

Ben öyle bir adam değilim. Biri karşımda uğraşıp didinirken ben öyle kös kös oturamam. Derhal ayağa kalkıp, ellerim cebimde dolanarak ona neyin nasıl yapılması gerektiğini söylemek isterim. Enerjik yaratılmışım işte, huyum kurusun.

Beyinlerimize öyle yüklenmişiz ki bünyemiz depresyona yenik düşmüş. Mekân değişikliği ve zihnimizi meşgul eden şeylerden uzaklaşmak akıl sağlığımıza ilaç gibi gelecek.
“Harita ne kadar doğru olursa olsun, neresinde olduğunu bilmedikten sonra neye yarar?”
Evli erkekler eşlerinden kurtulmak isterken, bekar delikanlılar eşleri yok diye kıyameti koparırlar. Zar zor geçinen yoksul insanların boy boy çocukları olurken, zengin çiftler miraslarını bırakacak tek bir çocuk sahibi olmadan bu dünyadan göçüp giderler.
Öyle ya, kaynanası öldü diye sevinirken, cenaze masraflarını ödemek zorunda kalan adamın durumu gibi
Harris böyledir işte Tüm yükü kendi üstüne alır gibi yapıp sonra onu başkalarının sırtına yükleyiverir.
Şu bir gerçek ki karadayken, “Beni deniz tutuyor,” diyene rastlayamazsınız. Deniz yolculuğu sırasında etrafta yığınla midesi ağzına gelmiş insanla karşılaşırsınız.
İnsan karnı doyunca nasıl da mesut olur; hem kendini hem dünyayı nasıl da sever!
Hayatta, başımızı derde sokan, anlamsız ve aptalca şeylerden en berbatının “Hava Tahmini” olduğunu düşünürüm.
Hayat yolculuğunda nice insan vardır ki, yolculukta mutluluk ve konfor için lüzumlu zannederek botlarını saçma sapan şeylerle, batma tehlikesiyle karşı karşıya kalıncaya kadar doldururlar. Halbuki onların çoğu gerçekte faydasız ve önemsizdirler. Bırakın hayat botunuz hafif ve sade ihtiyacınız olan şeylerle dolu olsun.
Dinle ! sende duyuyor musun? Dalga dalga oynaşan suların derinlerinde şarkı söyleyen deniz kızlarının sesimi bu? Yoksa kederli ruhlar ,yosunların zapt ettiği solgun cesetler için ağıt mı yakıyor
Insan bazen gaza gelip böyle bol keseden sallar ama üstüne biraz kafa yorunca ,istediği şeyle ona biçtiği değer arasında dağlar kadar fark olduğunu görür.
Insan karnı doyunca nasıl da mesut olur;hem kendini hem de dünyayı nasıl da sever !Temiz bir vicdana sahipseniz sizden iyisinin olmayacağını söylerler, ama bana kalırsa dolu bir mide de aynı işlevi rahatlıkla görür.Üstelik bu daha ucuz ve zahmetsizdir.
Walton Kilisesi’nde ,eski cağlarda kadınların diline gem vurmak için kullanılan demir aletler vardır. Herhalde zamanla demir madenleri tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalınca bu uygulamadan vazgeçmişler.Öyle ya ,kadın dırdırına demir mi dayanır.
Azmin elinden hiçbir şey kurtulmaz .
Yine de cahilliğimi kimsenin anlamasını istemiyordum.
acı ve kederle geçen günlerimiz kalplerimizi kötülüklerle doldurduğundan dünya bizim için acımasız bir yere dönüşmüştür. derken gece şefkatli bir anne misali çıkagelir, ellerini nazikçe ateşler içinde yanan başımıza koyar, gözyaşlarıyla ıslanmış yüzümüzü kendine çevirip gülümser; konuşmasa da gözleriyle anlatır her şeyi; biz de yanan yanağımızı onun göğsüne yaslar, tüm acılarımızdan kurtuluruz.
Beyinlerimize öyle yüklenmişiz ki bünyemiz depresyona yenik düşmüş. Mekân değişikliği ve zihnimizi meşgul eden şeylerden uzaklaşmak akıl sağlığımıza ilaç gibi gelecek.
Gelin görün ki, kadınların hançerlendikleri bıçağa sarılmak gibi tuhaf bir huyu vardır.
O gözlerde öyle derin düşünceler saklıydı ki!
Hayatın o kıymetli dakikalarının, asla geri gelmeyecek o değerli anlarının hayvanlar gibi uyunarak heba edilmesi midemi bulandırır.
Güneş ışığı doğanın can suyudur.
Halbuki doğanın bağrından kopup gelen seslere kulak kabartıp nehirden yükselen ninnileri, çimenlerin fısıltılarını, rüzgarın ezgisini dinleseler hayatın anlamını kavramanın bundan daha iyi bir yolu olamadığını görürlerdi. Günler geceler boyu göklerden bir ses işitebilmek için sessizce beklediler ama Tanrı’nın onlarla doğanın gizli diliyle konuştuğunun farkında bile değillerdi.
gece şefkatli bir anne misali çıkagelir, ellerini nazikçe ateşler içinde yanan başımıza koyar, gözyaşlarıyla ıslanmış yüzümüzü kendine çevirip gülümser, konuşmasa da gözleriyle anlatır her şeyi; biz de yanan yanağımızı onun göğsüne yaslar, tüm acılarımızdan kurtuluruz.
Bizler midelerimizin zavallı, bahtsız köleleriyiz.
Walton Kilisesi’nde, eski çağlarda kadınların diline gem vurmak için kullanılan demir aletler vardır. Herhalde zamanla demir madenleri tükenme tehlikesiyle karşı
karşıya kalınca bu uygulamadan vazgeçmişler. Öyle ya, kadın dırdırına demir mi dayanır.
kaynanası öldü diye sevinirken cenaze masraflarını ödemek zorunda kalan adamın söylediği gibi, Gülü seven dikenine katlanır.
Günler geceler boyu göklerden bir ses işitebilmek için sessizce beklediler ama Tanrı’nın onlarla doğanın gizli diliyle konuştuğunun farkında bile değillerdi.
“Gelin görün ki , kadınların hançerlendikleri bıçağa sarılmak gibi tuhaf bir huyu vardır.”
“Birazcık cesaret, hepsi bu.”
“ o yüce Varlık’ın ışığında insanlığın gelmişi geçmişi önümüze kitap gibi serilir ve anlarız ki Acı da Keder de Tanrı’nın melekleriymiş.”
“Bazen de acımız öyle derin, öyle gerçektir ki gecenin karşısında sessizce dikiliriz çünkü kelimeler artık kifayetsizdir ”
“Böyle şeyler üzerine derin derin düşünmek hiçbir şeyi çözmüyor, insan tam tersine üzüldüğüyle kalıyor.”
“Evli erkekler eşlerinden kurtulmak isterken, bekar delikanlılar eşleri yok diye kıyameti koparırlar.Zar zor geçinen yoksul insanların boy boy çocukları olurken, zengin çiftler miraslarını bırakacak tek bir çocuk sahibi olamadan bu dünyadan göçüp giderler.”
“Geç gelen geç gider,
Tez gelen geçer gider.”
“Yemin ederim, bu kadar salağı ömrümde ilk defa bir arada görüyorum.”
“Dinle ! Sen de duyuyor musun? Dalga dalga oynaşan suların derinlerinde şarkı söyleyen deniz kızlarının sesi mi bu? Yoksa kederli ruhlar, yosunların zapt ettiği solgun cesetler için ağıt mı yakıyor?”
Harris hemen kolunuza girer ve şöyle der: “Bunun sebebini çok iyi biliyorum dostum, düpedüz soğuk almışsın.”
“Harris’i böyle şeylerle asla duygulandıramazsınız.Şairane duygular onun yurduna uğramaz Kesinlikle nedensiz yere ağlamaz.Harris’in gözlerine yaşlar dolmuşsa bilin ki ya kuru soğan yemiştir ya da pirzolasına Worcestershire sosu boca etmiştir.”
“ reçeteyi açıp okudum.Şöyle yazıyordu:
Her 6 saatte bir,
1 kilo biftek
1 tane ellilik bira
Her sabah 16 km yürüyüş
Her gece 11.00’de uyku
Ayrıca zihniniz , aklınızın ermediği şeylerle doldurulmayacak.”
Bu dünya bir sınavdan ibaret, insanlık da kıyamet kopana dek türlü cefaya katlanmak zorunda.
Bizler midelerimizin zavallı, bahtsız köleleriyiz.
İnsanlar genelde sahip olmadığı şeyleri arzular.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir